Ahmet Özcan’ın 21 Aralık 2014 tarihli haber10 sitesinde yazısı
“Kötülüklerin en büyüğü sığlıktır.” Oscar Wilde
Avusturya kökenli Freudyen psikiyatrist Wilhelm Reich “Faşist anlayış, ezilmiş, yetkiye-otoriteye- susamış, her an başkaldırmaya hazır ‘Basit Aklın’ anlayışıdır” der, ‘Dinle Küçük Adam’ isimli kitabında. Nazi Almayası’nın psikanalitik çözümlemesini yapan Reich, faşizmin kitle ruhunu küçük burjuva dediği sıradan insanların faşizmi olarak analiz eder. Küçük adam faşizmi, ezilmiş, dışlanmış basit insanların efendi taklididir. Histerik düzeyde hükmetme duygusu ve başkasına olan nefret, sadece saf ırkçılık olarak değil grup, parti, sınıf, örgüt asabiyesi olarak da tezahür eder. Özünde gerçekten otoriteye susamış basit aklın sosyopatik hegemonya hastalığı vardır. Tarihimizde bolca örneği görülen bu hastalığın son müptelası olan Paralel-Haşhaşi grubun 30 yıllık hizmet görünümlü faaliyetiyle oluşturduğu gücünü dışarıya kiralayıp, sonunda onların adına bir postmodern darbeyle iktidarı almaya dönük finali, bu örgütü aşan ciddi analizlerin konusu olmaya devam edecek. Zira söz konusu örgüt, sadece din temelli grupların değil, sol grupların, PKK’nın, hatta bazı liberal aydınların bile içine düştüğü hegemonya hastalığının en uç örneği olarak incelenmeye değer.
Anormal güç temerküzü
Bir inanç veya fikir etrafında örgütlenip, mağduriyet veya dışlanmışlık güdüsüyle insanları toplayan herhangi bir grup veya örgüt, büyüdükçe doğal olarak bir narsistik şişinme psikolojisine girer. İnsanları etrafında tutma çabası bir sarmala dönüşür ve sürekli bir mücadele motivasyonu bulur kendine. Belirli bir kıvamdan sonra kendi doğal gücünün sınırları aşılırsa eğer, artık bir makine gibi kolektif reflekslerle çalışan grup, güç paradoksuna girer; Bu paradoks daha fazla güçlenmek için daha fazla güçlenme çabasıdır. Ve adeta sonsuz bir çevrim gibi, bu güç tutkusuyla büyüyen devasa bir çark oluşur. Bir sarhoşluk halidir bu. Gelinen her aşamada yola çıkıldığı noktaya yabancılaşma artar ve bu nedenle grup meşruiyet krizine girer. Bunu aşmak için de yeni ve abartılı metafizik bir dünya inşa edilir. Amaçlar daha fazla kutsanır, Lider Mesihleştirilir, hedefler halisünasyon düzeyinde büyütülür, grup varlığı ile kişiler özdeş kimliklere dönüşür ve artık geri dönülmez bir noktaya varılır; nihai hedef artık mutlak hegemonya için altın vuruştur. Güç diyalektiği bu noktadan sonra devreye girer; Aşırı güç, güçsüzlüktür.
Her anormal temerküz zıddını üretir. Otorite ve iktidarlar bu nedenle yaptırımlar, ceza ve ödüller icat etmiştir. Gücü korumak artık güç biriktirmenin önüne geçmiştir çünkü. Bu noktadan itibaren dışarıdan güç transferine ihtiyaç duyulur. Daha büyük görülen güçlerle işbirliğine gidilir. Altın vuruş için her yol mubahlaşır. Grubun kolektif kimliği putlaştırılır, yaptığı bütün faaliyetler noksan sıfatlardan münezzehtir, yanlışlar bile bir hikmet-i ilahiye tabidir. Narsistik şişinme, doruk noktasına ulaşmış ve aklı, vicdanı, gerçekliği iptal etmiştir. Bu paralel evren içinde ulaşılan nirvana noktasından dünya, eşya ve olaylar basit bir satranç tahtasının taşları olarak görülmeye başlar. Kibir, tuğyan, şımarıklık ve zalimlik karışımı Firavun ruhu, tam bu noktada grubun içine girer. Bir inisiasyon yaşanır. Grup bunu aydınlanma zanneder. Daha sonra gücün bir diğer diyalektik yasası devreye girer; hegemonya zıddını üretir. İktidar, iktidarsızlık doğurur. Hükmetme çabası hükmedilene dönüşme riski üstlenir. Bu nokta bir esaret trajedisidir. Kendi grup varlığına tapar hale gelen örgüt, aslında gücüne, amaçlarına, bizatihi kendi varlık ve bekasına mahkum olmuştur. Artık altın vuruş yani o nihai cennete ulaşmak sadece zorunlu değil çokta kolay görünür. Zira esaret, insana serap gördürür, kölece düşler ve tutkular, her suçu meşrulaştırır. Zaman bile geri alınmaya çalışılır. Son vuruşun şehveti, bütün dünyayı yakacak bir kör enerji olarak sarmıştır bünyeyi. Ve sonuç: Bizi yakar bizim ateş.
Nemrud’u topal bir sinek, Firavun’u ise sarayında büyüyen bir yetim çocuk yenmiştir. Allah’tan başka ilah yoktur demek, olabilen bir şeyi reddetmek değil, asla olamayacak bir şeyi kabullenmek demektir. Hiç kimse, hiçbir güç, hiçbir kişi, ilah değildir, çünkü olamaz. O-la-maz… ilmen, fennen, aklen, vicdanen, olamaz. Rabblik taslayanlar, firavunlaşanlar, hükümdarlar, zalimler, otoriteler… İnsanları kandırabilir, ezebilir, boyun eğdirebilir, zulmedebilir, öldürebilir, yönetebilir… ama asla onların mutlak gücü, tanrısı, ilahı olamazlar. Onlara topyekun ve ebediyen hükmedemezler.
Reich’in “Küçük adam faşizmi” olarak tanımladığı bu aşina hikayede en önemli detay, otoriteye susamış basit aklın şehvetidir. Bu bağlamda asıl sorun, küçük adamları hükmetmeye susatan zalim otoritelerdir. Dışlayıcı, yok edici, adaletsiz ve zalim her iktidar, işte bu küçük çaplı ihtiras tramvaylarını harekete geçirir. Zulüm zulmü, keyfi iktidar minik firavunları, zalim hegemonyalar basit taklitlerini üretir. Zaten her zalim iktidar, zamanında başarılı olmuş bir küçük adam faşizmidir. Zira iktidarı bile yönetemeyecek basit aklıyla kendine benzeyen yeni faşizmler doğuracak işler yapar. Tarih bu firavun taklitlerinin tahrip ettiği toplumlarla doludur.
Türkiye’de ve aslında dünyanın merkezlerinde de yaşanan işte bu zalim ve trajik hikayedir. Dünyaya hükmetmeye kalkan devletler ve şirketler, birer küçük adam faşizmi örneğidir. İnsanları kullaştırıp hükmetme çabası, tarihin temel çelişkisidir ve efendi-köle diyalektiği hala aşılabilmiş değildir.
Bir devlet taklidi
Türkiye, I. Dünya Savaşı sonrası parçalanmışlığın tescili olarak kurulurken, batıyla artık savaşamayacak olmanın güçsüzlüğü yeni devletin temel içgüdüsü yapılmıştı. Bu trajik durum, dönüp kendi halkına rablik taslayan, onu yeniden yaratmaya veya değiştirmeye kendini adamış bir rejim doğurdu. Batıyla ilişki ise bir soğuk savaş-soğuk barış hali olarak yeniden kurgulandı. Kaybettiklerinin acısını kaybedebileceklerinin öfkesiyle dindirmeye çalışan Cumhuriyet rejimi, Batıya rehin verdiği iradesiyle sadece Batıya rüşvet kabilinden kaybettiklerini unutma ideolojisi olarak Kemalizme sığındı. Bu müptezel çaresizlik, bölünme korkusuyla birleşince Batının kolayca yönetebildiği etnik ve ideolojik sorunları topluma bela etti. İşte bugün Türkiye, bu uzun soğuk savaş dönemi olan 20. Yüzyılını kapatmak üzereyken, bu dönemden kalma bakiyelerinin hesabını da görmeye çalışıyor. Paralel-Haşhaşi örgüt ve PKK, bu soğuk savaş düzeninin ürettiği birer bakiye sorun örneği olarak, eski rejimin dışlayıp mağdur ettiği kitlelerin örgütlenmesinden türemiş iki benzer sonuç aslında. Çünkü sorunun kaynağı, yani eski devlet, asıl memba olarak ömrünü tamamladı. Eski devlet, asker-sivil bürokrasi ve sermaye koalisyonuyla yönetilen ve toplamda batıya rehin verilmiş bir kötürüm otoriteydi. Bu rehine psikolojisiyle adeta tekmisyonu, gücünü halka baskı ve terör olarak yansıtmak, kendi eksikliğinin faturasını ve acısını halka ödetmekten ibaretti. Bu nedenle daima toplumun bir kısmını yanına alıp çoğunluğuyla kavga eden şizofren bir baba figürü olarak kaldı. Bu rehin devlet trajedisinin ürettiği karşıt güçler olarak dini ve etnik temelli iki hareketin bugün birer minik TC taklidine dönüşmesi ve tam da bu TC dönüşürken onun imdadına yetişip ondan rol çalmaya çalışması tesadüf değildir. Çünkü hepsinin toplamı geçmişin toplam düzenini ifade eder. Birbirlerinin varlığına muhtaç symbiotik halleriyle milleti de esir alan bu irili ufaklı faşist odakların tasfiyesi, bu ülkeyi ve milleti özgürleştirmenin, normalleştirmenin ve geleceğe güvenle taşımanın tek yoludur. Belki de bu nedenle milletin feraseti ve içgüdüleriyle ısrarla, bütün yanlışlara rağmen arkasında durduğu yeni Türkiye süreci, aslında I. Dünya Savaşı sonrası dondurulan varlık ve beka sorununun ilk defa gerçekten kendi öz gücümüzle çözüleceği bir momenti yakalamanın ifadesidir. Tabii ki bu şimdilik sadece bir işaret ve imkandır ve daha yolun başındayız. Ama kesin olan şudur; Batılı hegemonyanın galip güç olarak Osmanlı’ya dayattığı dağılma-parçalanma emri artık hükümsüzdür. Aynı güçlerin “Osmanlıyı ve İslam’ı bırak devleti al” diyerek dayattığı ahlaksız teklifinde sonuna gelinmiştir. Şimdi PKK üzerinden Kürtlere, “İslam’ı ve Türkleri bırak kimliğini al” demenin ve Paralel-Haşhaşiler üzerinden ise “Batılı tahakküme İslami temelden direnişi bırak, devleti al” tekliflerinin reddiyesi sürmektedir.
Neo-Kemalizm
Sorun ne din veya etnisite sorunudur, ne kalkınma veya gelişme. Bunlar, çözümü olan, bir şekilde çözülebilen normal toplumsal sorunlar, çelişkiler veya sıkıntılardır. Asıl sorun, büyük yenilgi yüzyılının yani bizim bitmeyen soğuk savaşımızın tahribatıdır. Nesillere yayılmış kendine güvensizlik, iddiasızlık, bundan kaynaklı güce tapma, açgözlülük, her normal ihtiyaçtan anormal histerik arzular kışkırtan o derin eksiklik duygusu. Sorun toplumu, yani o yedi yüz milyon her renk ve ırktan ve dinden büyük aileyi parçaladıktan sonra Anadolu’ya sığınanlardan başka bir ulus yaratma hevesinin deformasyonudur. Bu çürümenin, içselleşen karaktere dönüşen kişiliksizlik, sünepelik, ahlaksızlık olarak sergilenip, güce tapma ve yeni tahakküm düzenleri kurma hevesi olarak örgütlenmesi ve bugünlere yansımasıdır. Sorun, insanı iyice küçülten, eksilten, bu nedenle de tutuculaştıran, bi-idrak yapan mutlakçı devlet varlığı, bu devletin insanları sümüklü kurtarıcılara mecbur eden zalimlikleri, insanları sahte dincilik ve ahlakçılığa, ilkel kavmiyetçi, milliyetçi cahiliye adetlerine, pagan putperest pozitivist saçmalıklara mahkum eden tefessühüdür… Ve bu asıl sorun işte bu eski düzenin devletini, bütün kurum kuruluş anlayış ideoloji kanun ve putlarıyla birlikte yok edip, yeni ve yeniden gerçek bir kerim devlet inşasıyla çözülecektir.
Asıl sorunun sonuçları olarak sahnede toplumu meşgul eden dini, mezhebi ve etnik görünümlü irili ufaklı grup örgüt ve cemaatler, gerçek bir devlet inşa edilince doğal ve toplumsal rollerine geri dönecekler, milletin organik parçaları olarak devleti denetleyen hatta bizatihi var eden derin demokrasinin bileşenlerine dönüşecektir. Normal olanın egemenliği, anormal olanın tahakkümünden, esaretinden kurtuluşun en kalıcı çözümüdür.
Küçük adamların faşizmine mahkum olmak istemediğini siyasi tercihleriyle ispat eden millet çoğunluğu, bu asıl çözüme de vize vermiştir.
Kemalizmin yani eski düzenin din maskeli mukallidi Paralel-Haşhaşiler, Kemalizmin solcu ve Kürtçü taklitleri ya da neo-Kemalizmi işaret eden mevcut devlet içindeki münafık çevreler, Bosna’dan Kudüs’e, Erbil’den Tunus’a, Bakü’den Yemen’e kadar gerçek vatanımızın ve bin bir renkli gerçek milletimizin derin dalgası karşısında unufak olacaklar. Yeter ki, meşru iktidar artık bir daha hiç kimseyi devletin veya bozuk düzenin şerrinden kurtarmaya kalkan fareli köy kavalcılarına, minik firavunlara, sıradan faşizmlere muhtaç etmesin.
Türkiye, bu soğuk savaşını bitirebilirse, sadece sorunlarından kurtulup normalleşmiş olmayacak, daha derinde kaybettiği güvenini ve haysiyetini de geri alacaktır.
ahmetozcan1@yahoo.com