Ahmet Akın, (E) Topçu Kur.Alb.
İngiliz Stratejisi
Bordo renkli alan 1921’de İngiliz İmparatorluğuna ait bölgeleri göstermektedir.
İngiltere, 1939’da dünya karasal alanının dörtte birini, dünya nüfusunun ise beşte birini kontrol ediyordu. 50 yıl sonra, 1989’da Britanya Adası dışında kalan sömürgelerinin hiç bir önemi kalmadı. Hatta İngiltere Kuzey İrlanda’da bir isyanla karşı karşıya kaldı. Geçen 50 yıl, İngiltere’yi içinde bulunduğu durgunluktan çıkarmak ve eski ihtişamlı günlerine geri döndürebilmek için stratejiler geliştirmekle harcandı. İngiltere, 1989’dan sonra, son 20 yılda Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa Kıtası arasında kendine yer bulmaya çalıştı.
Britanya İmparatorluğu’nun Yükselişi:
Amerikan Bağımsızlık Savaşı, 1775–1783 yılları arasında Birleşik Krallık (İngiltere) ve Kuzey Amerika’daki 13 koloni arasında meydana geldi. Savaş, Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulmasıyla sonuçlandı. İngiltere’nin Kuzey Amerika’dan sürüldüğü Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Amerikalılarca “Amerikan Devrimi” olarak da adlandırılır.
Amerikan Bağımsızlık Savaşı, İngiltere’nin 1756-1763 arasında meydana gelen “Yedi Yıl Savaşları” sonucu harcadığı paraları tekrar kazanabilmek maksadıyla Amerika’da bulunan kolonilere ağır vergiler yüklemesiyle başladı. Savaş İngiltere’nin Kuzey Amerika’daki sömürge sorunlarından kaynaklanan bir iç savaş olarak başladıysa da, 1778’de Fransa’nın, 1779’da İspanya’nın 1780’de Hollanda’nın Amerika’nın yanında yer almasıyla uluslar arası bir savaşa dönüştü. Amerikan Bağımsızlık Savaşı esnasında Fransa’nın Amerikalıları desteklemesinin nedeni, Yedi Yıl Savaşları’nda İngiltere’ye kaptırdığı Hindistan’ın intikamını almaktı.
Savaş esnasında, 4 Temmuz 1776’da Amerikalılar bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Birleşik Krallık (İngiltere) kara ordusunun Kuzey Amerika’da mağlup olmasının yanında, 1780’den sonra İspanya ve Hollanda, Britanya Adaları’nı çevreleyen sularda büyük ölçüde denetim kurarak İngiliz deniz gücünün açık denizlere çıkmasını engellediler.
Paris Antlaşması (1783) ile Birleşik Krallık (İngiltere), Amerika’nın bağımsızlığını tanıdı. Kanada İngiltere’nin elinde kaldı, ama Doğu ve Batı Florida İspanya’ya verildi. Antlaşmanın imzalanmasından 3 ay sonra, son İngiliz askerinin 25 Kasım 1783’te New York’tan ayrılmasından sonra Amerikan orduları başkomutanı olan George Washington New York’a girdi.
Kuzey Amerika’da mağlup olan Britanya’nın olağanüstü küresel gücüne erişiminin başlangıcı 15 yıl süren Napolyon Savaşları dönemine rastlar. Aslında Napolyon Savaşları’ndan önce de İngiltere’nin küresel bir güç olma emeli zaten vardı. Ancak, İngiltere’nin Kuzey Amerika’daki mağlubiyeti ve İngiliz donanmasının Avrupa devletleri donanmaları ile mücadelesi, İngiltere’nin bu emeline ulaşmasını geciktirmişti. Napolyon Savaşları Kuzey Amerika’da hezimete uğramış olan İngiltere’ye küresel bir güç olmanın yolunu açacaktır. Denebilir ki, Küresel güç olmaya giden yolun başlangıcı Trafalgar Muharebesi’dir.
Trafalgar Muharebesi İngiliz donanması ile Fransız-İspanyol birleşik donanması arasında 21 Ekim 1805 günü İspanya’nın güneyindeki Trafalgar Burnu’nun batısında meydana geldi. 15 yıl süren Napolyon Savaşları’nın kaderini etkileyen en önemli muharebelerden biri olan Trafalgar Muharebesi, Fransız ve İspanyol donanmalarının ağır yenilgisi ile sonuçlandı. Trafalgar Muharebesi’nden önce Fransız ve İspanyol donanmalarının toplam 39 parça gemileri var idi. Trafalgar Muharebesi sonucunda Fransız-İspanyol birleşik donanması mevcut gemilerinin 22 tanesini kaybetmiştir. Öte yandan Amiral Horatio Nelson kumandasındaki 21 gemiden oluşan İngiliz donanması hiç bir savaş gemisini kaybetmemiştir. İngiliz Donanması komutanı olan ve Trafalgar Muharebesi esnasında ağır yaralanan Amiral Nelson, Trafalgar Muharebesi’nden sonra hayatını kaybetmiştir. Bu yenilgi ile Napolyon’un Britanya’yı işgal hayalleri suya düşmüş, İngiliz donanması 18.yüzyılda ele ettiği deniz hakimiyetini bu zaferle tam olarak pekiştirmiştir. Trafalgar Muharebesi’nden tam on yıl sonra İngiltere, Fransa ve Prusya arasında meydana gelen Waterloo Muharebesi ile Avrupa’yı yakıp yıkan Fransa Avrupa’da bir güç olmaktan tamamen çıkacaktır.
Waterloo Muharebesi, Fransa İmparatoru Napolyon’un son savaşıdır. Waterloo Muharebesi 18 Haziran 1815 tarihinde Belçika’nın başkenti Brüksel’in 12 km güneyindeki Waterloo kasabası civarında gerçekleşti. Bu muharebede İngiltere-Prusya ittifak güçleriyle Fransa savaşmıştır. Savaşta İngiliz ordusunu Dük Wellington, Prusya ordusunu ise Gebhard von Blücher sevk idare etmiştir. Harp planına göre, İngiliz-Prusya birleşik ordusu, başlangıçta Fransa’nın kuzeydoğusuna doğru taarruz etmeyi planlıyordu. Ancak, Napolyon erken davranarak, İngiliz-Prusya ordusuna Belçika’da taarruz etti, ilk temas, Fransız-İngiliz askerleri arasında meydana geldi. Fransız süvari birliklerinin hatalı manevrası sonucunda, İngiliz ordusu muharebe üstünlüğünü ele geçirdi. Müteakiben Prusya askerleri de İngilizlerin yanında muharebeye dahil olunca, Fransız ordusu büyük bir bozguna uğradı.
Trafalgar ve Waterloo muharebelerinin kazanılmasıyla, İngiltere, Fransa ve ispanya’dan Kuzey Amerika’daki yenilginin intikamını aldı. Moral ve motivasyonu artan İngiltere, Kuzey Atlantik’te tek hakim devlet haline geldi. Aslında Kuzey Atlantik İngiltere’nin 19.yy’da Hindistan ve Pasifik Okyanusları arasındaki ticaret yollarını kontrol ederek, dünyaya hakim olmasının anahtarıydı.
İngiltere’nin önüne çıkan bu fırsat, ekonomik zorunluluklar ile de uyumlu idi. Hızla gelişen İngiliz sanayisinin hammaddeye gereksinimi vardı. İngiltere sadece politik ve ekonomik olarak egemen güç değildi. İngiltere aynı zamanda Avrupa’daki Sanayi Devrimi’nin de öncüsüydü. Fransa kralı Napolyon’nun Avrupa kıtasında neden olduğu yıkım, iki büyük muharebede İngiltere’ye mağlup olan Fransa’nın güç kaybetmiş olması ve Amerika Birleşik Devletleri’nin sanayi alanında yeterince gelişmemiş olması, İngiltere için büyük bir avantaj ve fırsattı. İngiliz idareciler bu fırsatı bir yüz yıl boyunca dahiyane bir şekilde kullandılar.
Sanayi Devrimi’nin lideri ve dünyanın en büyük üreticisi olan İngiltere’nin okyanus aşırı sömürgelerinden hammadde ithaline, İngiltere’de üretilen ürünlerin satılacağı pazarlara ve stratejik olarak konuşlanmış ikmal istasyonlarınca desteklenen ticaret yollarına ihtiyacı vardı. Britanya, potansiyel rakipleri ile ticaret antlaşmaları yaptı. Bu suretle İngiltere potansiyel rakiplerini saf dışı bıraktı. Aralıksız devam eden bu politikayla Britanya İmparatorluğu zamanla bir ticaret bloğu haline geldi. Ayrıca, artan ticareti kendi çıkarlarına uygun gören ve para kazanan koloniler, Britanya İmparatorluğunun savunma gücünü de arttırdı.
Britanya İmparatorluğu varlığını sürdürürken Hitler Almanya’sı yerine, Roma İmparatorluğunu örnek aldı. Roma İmparatorluğu kolonileri sömürürken, halk üzerindeki etkisi olan ana grupları ve liderleri kazanmayı politikasının esas amacı olarak belirlemiş, kendisine çıkar sağlayan bu grup ve liderlere de menfaat sağlamıştı. Bu politika Roma’yı “ittifak örgütü” olmaktan çıkarmış, İmparatorluk haline getirmişti. Hitler Almanya’sı ise ele geçirdiği ülke ve toprakları savaşla ve ideoloji ile zorla, acımasızca sömürmüştü. Britanya, Roma stili bir ittifak sistemiyle Britanya İmparatorluğu’nun emniyet ve güvenlikte olacağını anlamıştı. İngiltere, Napolyon’un yıkıp geçtiği Avrupalı güçlerin içinde bulunduğu zor durumdan da faydalanmıştı. 19. yy boyunca Britanya İmparatorluğu (İngiltere) ciddi bir askeri tehdit ve baskı altında kalmadığından, sömürgelerine de kendi savaşlarına destek vermeleri için baskı yapmak gereği duymadı. İngiltere Roma tarzı stratejisi ile Hitler’in düştüğü tuzağa düşmedi.
Almanya ve ABD İle Mücadelede Yaşanan Zorluklar:
19.yy sonlarına doğru İngiltere’nin Avrupa’daki üstünlüğü zora girdi. İki büyük meydan okuma buna neden oldu. Birincisi, 1871’de Alman birliğinin kurulmasıydı. Birleşik Almanya, yüzyılın sonuna doğru Avrupa’nın en dinamik ekonomisi haline geldi. Waterloo muharebesinden beri İngiltere kendisini ekonomik yarış içinde görmüyordu. Ancak, Almanya İngiltere’nin ürettiği ürünlerin aynısını hem daha kaliteli olarak üretiyor, hem de daha ucuza satıyordu.
İngiltere’ye ikinci büyük meydan okuma ise hızla sanayileşen ABD tarafında yaşanıyordu. Bunun temel etkeni ise İngiltere’ye büyük kazançlarla dönmek isteyen İngiliz tüccarlar idi.
20.yy başlarında ABD sanayisinin meydana getirdiği ABD donanması, İngiliz donanmasından daha büyük hale geldi. Napolyon’un Trafalgar ve Waterloo muharebelerinde yenilmesi ile İngilizlere açılan şans kapısı Almanya ve ABD’nin birbiriyle koordineli olmayan baskısı ile hızla kapanmaya kapanmaya başladı.
Alman meydan okumasının etkinliği ve gücü I.Dünya Savaşı’nda Avrupa ve İngiltere’nin felakete uğraması ile zirveye çıktı. Almanya’nın neden olduğu I.Dünya savaşı esnasında bir kuşak erkeğin yok olmasının yanında, I.Dünya Savaşı’nın getirdiği maliyet, İngiliz ekonomisini sarstı. İngiliz İmparatorluğu’nun sömürgeleri ile irtibatı zayıfladı. İngiliz sömürge politikasından çıkar sağlamayan ülkeler, I.Dünya Savaşı’nda İngiliz İmparatorluğunun da yenilebileceğini anladı. Britanya, İmparatorluk sömürgelerine daha da bağımlı hale geldi. Elde edilen çıkarlara göre, İngiliz sömürgelerinin koruyuculuğunu yapmanın maliyeti arttı. Üstelik, Britanya imparatorluğu’ndan kopan sömürgeler için Amerika Birleşik Devletleri iyi bir alternatif haline gelmişti. Amerika Birleşik Devletleri İngiltere’nin aleyhine olarak bu avantajdan yararlanmaya başladı. Almanya ile İngiltere arasında olan tarihi sorunlar ise henüz halledilememişti. Bu durum II. Dünya Savaşı (1939-1945)’na neden oldu.
II. Dünya Savaşı, Avrupa Kıtası’ndaki Alman savaşını ikinci raundudur. II. Dünya Savaşı, Britanya İmparatorluğu’nun küresel gücünü tamamen parçaladı. Gerçekte Britanya İmparatorluğu, II. Dünya Savaşı’nı Almanya’ya karşı değil, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı kaybetti. İngiltere’nin ABD karşısındaki yenilgisi, kendi çıkarlarını kollayan ABD açısından çok da kötü olmayan bir mağlubiyet olarak kabul edilebilirdi. Çünkü, ABD İngiltere’nin Almanya’nın hakimiyetine girmesinin, İngiltere ile Almanya’nın Avrupa’da tek devlet haline gelmesinin önüne geçmişti. Sonuçta, II. Dünya Savaşı esnasında Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere arasındaki güç dengesi tamamen ABD lehine değişti. Britanya İmparatorluğu, II.Dünya Savaşı’ndan ABD’ye kıyasla ekonomik ve askeri alanda çok daha zayıflamış olarak çıktı. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Britanya İmparatorluğu’nun varlığını sürdürmesi tamamen ABD’nin vereceği desteğe bağlıydı. Savaştan sonra Britanya tek başına imparatorluk topraklarına sahip çıkacak durumda değildi.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra İngiliz stratejisi, ABD ile ittifak halinde kalmayı ve imparatorluk topraklarını elde tutmasını sağlayacak bir finans yapısı/vakıf kurulmasını öngörüyordu. İngiltere’nin bu planı ABD’nin çıkarına değildi. Bu yüzden ABD İngiliz planına destek vermedi. ABD’nin tek amacı II. Dünya Savaşı’ndan sonra soğuk savaş olarak adlandırılan süreçte, Sovyetler Birliği’nin yani komünizmin yayılmasını durdurmaktı.
Süveyş Kanalı Krizi (1956) ve ABD İle Özel ilişkiler:
Mısır’da 26 Temmuz 1956 günü Cumhurbaşkanı Nâsırın idâresindeki hükümet Süveyş kanalı’nı millileştirdi. Süveyş kanalı’nın Mısır tarafından millileştirilmesi üzerine, Ekim 1956’da İngiltere, Fransa ve İsrail kuvvetleri Mısıra saldırdı. Harekatın lideri İngiltere idi. İngiltere, Süveyş Kanalı üzerindeki otoritesini devam ettirmek istiyordu. Savaş esnasında İngiliz ve Fransa birlikleri kanalın iki yanını kolaylıkla ele geçirdi. ABD ve Rusya bu savaşa karşı çıktı. Sonuçta, ABD ve Rusya’nın baskıları sonucunda bu birlikler BM kontrolünde işgal ettikleri topraklardan geri çekildiler. Britanya İmparatorluğu için Süveyş Kanalı harekatı (1956) İmparatorluğun son kırılma noktasıydı. Başarısız kalan Süveyş kanalı harekatından sonra stratejik ve psikolojik olarak Britanya İmparatorluğu’ndan çekildiler. Commonwealth (İngiliz Milletler Topluluğu) vasıtasıyla eski sömürgeleri ile olan bağlantılarını devam ettirme yoluna gittiler. Gerçekte ise İngilizler tamamen kendi adalarına çekildiler.
II. Dünya Savaşı esnasında İngiltere ABD’nin ekonomik ve askeri gücünün üstünlüğünü kabul etmişti. İngiltere, eski imparatorluk günlerinin mazide kaldığını, İngiltere’nin mevcut insan gücü ve ekonomisi ile deniz aşırı sömürgelerini idare edemeyeceğini, İngiliz İmparatorluğu’nun topraklarını küçültmesi gerektiğini anlamıştı. İngiltere alternatif çıkış yolu olarak II. Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin egemen güç olduğu siyasi, askeri ve ekonomik ittifak sistemlerine katıldı. Ancak, İngilizler bu antlaşmalara yeni bir boyut getirdiler. Askeri olarak Amerikan ordusu ile birleşme olanakları olmadığından, Amerikanın diğer müttefiklerine göre çok daha fazla Amerikan yapımı silah sistemlerini temin etme ve Amerikanın izin vermesiyle kullanma hakkını elde ettiler. Amerikalılar buna “lieutenant strategy” yani “teğmen stratejisi” adını vermiştir. Siyasetleri her ne olursa olsun, İngiltere hiç bir zaman Amerika’nın dengi olamayacaktır. Buna rağmen, diğer Avrupalı ülkelere göre, İngilizler -Amerika’dan satın alınmış olsa da- sayıca fazla, teknik olarak karmaşık olan bir askeri gücü kullanabilecek, Amerikalı bir teğmenin etkinliğinde olabilecekti. Bu yüzden İngilizler, Amerika’dan daha küçük ölçekte ama diğer Amerikan müttefiklerine göre daha etkili, daha donanımlı bir askeri güce sahip olmaya devam ettiler.
Uluslar arası ilişkilerde İngilizler kendilerini ABD’nin diğer müttefiklerinden ayrı gördüler, ABD’den hep ayrıcalık istediler. Uluslar arası krizlerde, koalisyon savaşlarında hep ABD’nin yanında ve diğer müttefiklere göre hep daha önde yer aldılar. Diğer müttefiklerinin yapamadığı kadar ABD politikalarını etkilediler. ABD kuvvetlerinin dünyadaki etkinliğini kendi çıkarlarına kullanmaya, küresel bir oyuncu olmaya çalıştılar.
Kuzey İrlanda sorununda İngiltere’ye sağladığı istihbarat desteği gibi, ABD’nin İngiltere’ye sağladığı desteklerin çoğu aslında gizlidir. İngiltere-Arjantin arasında cereyan eden Falkland Savaşı (2 Nisan 1982) esnasında da, kamuoyunca ABD’nin hiç bir çıkarı olmadığının bilinmesine rağmen, ABD, açıkça İngiltere’yi desteklemiştir.
İngiltere’nin ABD ile ilişkisinde İngiltere’yi tehdit eden iki konu vardır. Birincisi, İngiltere’nin elde ettiği çıkarlara göre, elde bulundurduğu askeri gücün idamesi. Kriz ve savaş hallerinde İngiltere’nin elde ettiği çıkarlar büyük olabilir. Normal zamanlarda ise, yapılan askeri harcamalar elde edilen çıkarlardan çok fazla olabilir. İkincisi ise, İngiltere’nin ABD yörüngesinde kendi hareket serbestisini kaybetmesi, bazılarının dediği gibi ABD’nin 51. eyaleti haline gelmesidir.
İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ile ABD arasında denge politikası gütmeye çalıştı. Uygulanmaya çalışılan genel strateji, her uluslar arası sorunda ABD’ye tam destek vermek yerine, İngiltere’nin Avrupa ile ABD arasında denge stratejisi kurmasına ve gerektiğinde iki taraftan birine baskı uygulamasına olanak tanıdı.
İngilizler Fransızlar gibi heyecanlı, coşkulu olmadıklarını uluslar arası politikada hep hissettirdiler. İngiltere geliştirdiği stratejiyle bir yandan Avrupa’da söz sahibi olmaya gayret ederken, diğer yandan süper güç ABD’nin güvenebileceği tek müttefik olmaya çalıştı. Devletler arası ilişkilerde iki taraflı stratejinin bedeli vardı. İngiltere, her iki tarafa olan bağımlılığını dengede tutmayı, yani bir koltukta iki karpuz taşımayı başardı.
Avrupa, bir birlik haline gelmeye başladığında, İngiltere de bu birliğe katıldı. Ancak, aynı İngiltere Avrupa Birleşik Devletleri’ne giden yolda birlik olmanın temel koşulu olan “parasal birliğe” katılmadı. İngiltere halk oylamasına gitti ve Euro kuşağına katılmayı İngilizlerin oylarıyla reddetti.
Siyasi birlik olmaya çalışan Avrupa devletleri tek tek ele alındığında, İngiliz ürünlerinin en büyük alıcısı Avrupalı değildi. İngilizler için vazgeçilmez ticaret ortağı hep ABD oldu.
Almanya ve Fransa Mart 2003’te Irak’ın işgalini amaçlayan Irak savaşına karşı çıkarken, İngiltere Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen, başından beri ABD’nin yanında yer aldı. 2011 yılında Fransa Libya’ya müdahale etmek istediğinde, ABD’nin çekimser kaldığı bir ortamda, İngiltere açıkça Fransa’yı destekledi ve ABD’yi de Libya savaşının içine çekmeyi başardı.
Mevcut Seçeneklerin Daima Açık Tutulması:
Her ne olursa olsun, İngiltere olaylar karşısında beklemeyi, olayları gözlemlemeyi ve mevcut seçenekleri açık tutmayı becerebilmektedir. “Bekle-gözlemle-mevcut seçenekleri açık tut” olarak tanımlanabilecek bu stratejide esas olan aynı teşkilat içinde olsalar bile, ABD veya Avrupa’nın değil, İngiltere’nin çıkarlarıdır. İngiltere’nin çıkarlarını elde etmesi için ABD’nin siyasi ve askeri gücü ile, yerine göre Avrupa Birliği kozunun kullanılması, İngiliz hükümetleri için normaldir. İngiliz stratejisinde körü körüne bir teşkilat veya devlete bağlanmak yoktur.
Eğer bir gün Avrupa Birliği dağılırsa, ulus devletler Avrupa’da yeni kurumlar kurarak yükselmeye çalışırsa, İngiltere ABD’nin de desteğini arkasına alarak, Avrupa’nın bu durumundan ekonomik ve siyasi çıkarlar için istifade edecek ülkelerin başında gelecektir.
Bir gün ABD askeri, siyasi ve ekonomik olarak zayıflar, Avrupa Birliği bir güç olarak yükselirse, İngiltere devleti zayıflamış ABD ile güçlü Avrupa arasında arabuluculuk rolüne soyunacaktır. Eğer hem Avrupa Birliği, hem de ABD zayıflarsa, İngiltere hiç bir tarafa angaje olmadan bağımsız olarak stratejisini kendisi çizecektir.
İngiltere, son 10 yılda ABD’nin icra ettiği Birinci Körfez Savaşı (23 Ocak 1991), Afganistan Savaşı (7 Ekim 2001) ve İkinci Körfez Savaşı (20 Mart 2003) gibi uluslar arası askeri operasyonlarda en ön safta yer almıştır. Aynı İngiltere ABD’nin Irak ve Afganistan’da neden olduğu acıların dindirilmesinde yine en gönüllü ülkedir.
İngiliz stratejisi herhangi bir ulusun klasik olarak uygulayacağı politikaların dışındadır. İngilizler uyguladıkları politikalarda birden bire ters yönde değişiklik yapabilirler. Hangi örgüte veya teşkilata üye olurlarsa olsunlar, hangi devletle dost olurlarsa olsunlar, İngiltere’nin çıkarları söz konusu olduğunda gelişen durumlara göre bağımsız karar alabilirler. İngilizler bir yandan olayları istedikleri gibi kışkırtırken, diğer yandan uzlaşmacı rolüne soyunabilirler. İngilizler beklerler, önlerindeki seçenekleri açık tutarlar, oyunun nasıl biteceğini gözlemlerler ve en yüksek çıkarı elde edecek şekilde pozisyon alırlar.
Denge politikasını sürdürememek İngiltere için büyük bir tehlikedir. Bu yüzden İngiltere yüzyıllardır öğrendiği stratejiden kolaylıkla vazgeçemez. İngiltere zamana oynar ve gelecekteki tarihi değişikliklerin gerçekleşmesini sabırla bekler.