Endülüs’ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı kalmış olsaydı, çoktan uzayda galaksiler arasında geziyorduk .
(Nobel ödüllü Fransız Fizikçi Pierre Curie)
Toprağı buram buram bilgi tüten Kurtuba,
Bilginlerinin adı taa uzaklarda çınlayan Kurtuba’ya ne oldu?
Ey ibret dolu geçmişten ibret alacak yerde, günübirlik işlere dedikodulara batmış kişi!
Sen uyu bakalım; ama zaman için ne demek dinlenmek, ne demek uyku!
(Ebu’l-Bekâ Sâlih b. Şerîf er-Rundî)
İşbiliye’de (Sevilla) bir âlim öldüğünde kitapları Kurtuba’ya (Cordoba) taşınıp orada satılırdı. Kurtuba’da bir çalgıcı öldüğünde ise İşbiliye’ye taşınırdı. Kurtuba, Allah’ın beldeleri içinde kitabın ençok olduğu yerdir.
İbn Rüşd (Makkarî-Nefh, I, 145-146)
Kurtuba.. Bu büyük şehir.. İmâmet’in yurdu, Endülüs toplumunun merkezi, faziletlerin madeni, faziletli kişilerin meskeni, ilimlerin mahzeni, âlimlerin toplanma yeri ve yeryüzünün direğidir.
(el-Huşenî, Kudâtü Kurtuba, s. 2)
Ne hayret vericiydi o Müslümanların devri,
İnanılmaz bir efsaneydi medeniyetleri
Yemen’in kokusu hâlâ havasında Endülüs’ün
Hâlâ Hicaz âhengiyle söylenir şarkıları
(Muhammed İkbal)
Batı, hikmeti kaybettiği için gayesini de kaybetmiştir.
Dengeli ve ideal medeniyetin numunesi Endülüs Medeniyeti olmuştur.
(Roger Garaudy).
Endülüs, İspanyolların yıkımına kadar Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi kültürlerin dinamik bir tarzda alış verişte bulundukları bir medeniyetler bileşkesini asırlar boyu sürdürmüştü .
(Prof.Dr. Ahmet Davudoğlu)
Asıl önemli olan, Endülüs’e ağlamak veya yüceltmek değil, onu anlamaktır. Bunun için gerekli olan göz yaşı değil göz nuru dökmektir. Batılı zihin, Endülüs’ü anlamak suretiyle ondan yeni bir medeniyete temel oluşturacak malzemeyi çıkarmasını bildi.
Ya bizler? ‘Ol mâhîler ki derya içredür deryayı bilmezler’
(Ali el-Cârim)
Endülüs tarihi, insanlığa kendini tanıma, başkalarıyla barış, uzlaşma ve yardımlaşma içinde kardeşçe yaşama tarzını öneriyor. Kendine has coğrafi, siyasi, askeri, sosyal, kültürel ve medenî özellikleriyle bir hoşgörü, bilim ve kültür medeniyeti.. Bu nedenle o, İslam tarihi içinde bugün üzerinde çalışılacak en önemli konuların başında gelmektedir.
(Doç. Dr. Lütfi Şeyban)
Bir Hıristiyan toprağının bağrındaki Müslüman sarayı; Batı’nın gotik binaları arasındaki Şark âbidesi; fetheden, yöneten ve yok olup giden yiğit, zekî ve seçkin bir halkın zarîf kalıntısı Elhamrâ…
(Washington Irwing).
Şam’da giydikleri libâsı Atlas okyanusunda yıkayanların mekânı Endülüs; Sekiz asır süren medeniyet. İçinde herkesin kendisine yer bulduğu toprakların adı. Müslüman yönetimin açtığı şemsiyenin altında Hıristiyan’ın, Yahudi’nin, Pagan’ın, onca mezhebin; Berberi’nin, Çingene’nin, Kastilyalının, Vizigotun gölgelendiği yer. Her ırk ve her dilin serpildiği toprakların berekete çevrildiği; bilim aşkıyla dünyanın her köşesinden yola çıkanların ulaşmaya çalıştığı en önemli duraktır. Üniversitenin, reformun, rönesansın, astronominin, matematiğin, felsefenin, tarihin yeniden mayalandığı hamurun adıdır Endülüs. Medeniyetler çatışması tezleriyle toplumları birbirine düşman etmeye çalışanlara daha bin yıl önceden verilmiş bir cevaptır Endülüs. Hoşgörünün, birlikte yaşamanın ve en iyisini üretmenin mümkün olduğunu ispatlamış yarımadanın adıdır.
(Endülüs Belgeseli, TRT 2009).
Endülüs gerçekten “büyük medeniyet”. Yalnız bilginin derinliklerine ermişliğiyle değil, insani güzelliği kavrayışındaki mükemmellikle de muhteşem. Tevazuyu esas alan bu medeniyetin her sahada büyüklüğünü tescil ettirecek emarelerini görebiliyoruz.. Endülüs, “Şark meselesi” var oldukça, Türkiye’nin gündeminden çıkmaz
(D. Mehmet Doğan)
Evet New York caddelerinde bile esmiştir Endülüs rüzgarı; ama Türkiye’ye kapatılmış ve iğdiş edilmiş tarih bilincimize bu rüzgardan bir esintinin değmemesi için elden gelen yapılmıştır. Bugün hâlâ ayakta duran kral III. Ferdinand’ın Sevilla şehrindeki türbesinin Arapça, Latince, İbranice ve Kastilya İspanyolcası yazılı duvarlarına yahut Toledo’daki San Roman kilisesinin mihrabındaki Arapça yazılarına bakan ziyaretçiler Endülüs’ün bir “kaza” değil, Hıristiyanlar ve özellikle Yahudilerin de katılımıyla gerçekleşen bir hoşgörü modeli olduğunu anlayacaklardır. Nitekim ünlü edebiyat eleştirmeni Harold Bloom, “Mevcut kültürel çok kültürlülüğümüz olsa olsa Kurtuba ve Gırnata kültürünün bir karikatürü olabilir” derken unuttuğumuz bir hakikatin kapısını ustaca çalmaktaydı.. modern romanın babası olan ‘Don Kişot’ bile İslam tarihinin içine çöreklenmektedir. Sınırlar kayganlaşmakta, küreler iç içe geçmekte ve tarih yeniden yazılmayı beklemektedir.
(Mustafa Armağan).
“İspanya’nın (Endülüs’ün) harika Magribi kültür dünyası, bizim için, temelde Roma ve Yunanistan’dan daha akraba, bizim duyum ve beğenimize daha yakın olan bu dünya, ayaklar altında ezildi”
(Nieztche, Deccal s. 94).
Eğer Arapların Endülüs’ten kovulmasından sonra Türk askeri Kuzey Afrika’ya yerleşmeseydi Hıristiyanlaştırma ve Avrupa işgali İspanya’dan Kuzey Afrika’nın iç bölgelerine kadar uzanacaktı.
(Mısırlı Fehmi Şinnavî
Gezegenimizin artık aşka veda ettiğini zannediyordum ben, buralar kana bulandı diye, değilmiş. Bu inci burada oldukça, göle maya çalınabilirmiş hala.. Gözyaşı dökerken anlıyorum ki “Endülüs İncisi” dünyanın çeyiz sandığı
(Elif Yunak)
Endülüs.. Bilim ve sanatta İslam Medeniyetinin zirvesi.. Aşkın hazzından fetih ve reconquista savaşlarının acılarına kadar hayatın her rengini ve tadını yaşamış bir tarih.. bizim tarihimiz. Endülüs’ü kaybetmek.. çok sevilen bir kahramanın kaybında hissedilen hüzün gibi.. Unutulmasın ki Endülüs, tarihî misyonunu yerine getirmiştir ve şanıyla şerefiyle tarihin sayfalarında yerini almıştır, şimdi sıra bizdedir. Önemli olan, Endülüs’e ağlamak veya hayran olmak değil, ondan ders almak ve projeler üreterek çalışıp iş yapmaktır.
(Doç. Dr. Lütfi Şeyban)
Avrupa kıtasında İslam’ın varlığı (Endülüs), Avrupa’nın yok olmasına neden olmadığı gibi Müslüman, Hıristiyan ve Musevi halklar arasında ender rastlanan verimli bir birliktelik oluşturarak bilimde, felsefede, kültürde ve sanatta daha önce eşi görülmeyen bir kalkınma sağladı.. (Müslümanların fethi sayesinde) İspanya’da, tam 800 yıl yaşayacak parlak ve çok kültürlü bir toplumun temelleri atılmış oldu.. Hıristiyanlar Müslümanları taklit ettiler.. onların müzik ve edebiyatlarından büyük ölçüde etkilendiler.. Daha zarif bir yaşam tarzı için gösterilen bu çabaların izlerini bugün Avrupa dillerinde Arapça’dan alınan kelimelerde görmekteyiz.. Dinler arasında Kuran’ın “kutsal kitaptan” sayılan halklar için koyduğu kurallardan hareketle bir hoşgörü hâkimdi.. Günlük yaşamda beş dil kullanılmaktaydı (Endülüs Arapçası, Roma Lehçesi/İspanyolca, Klasik Arapça, İbranice ve Latince)..
Gırnata, dünyanın bu en güzel kenti.. Bu kent, “convivencia” adıyla Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların birlikte yaşayabileceğini gösteren bir sembol oldu. Uzun yıllar alan istila (Reconquista hareketi) döneminde Hıristiyan işgalciler üstün bir medeniyetle karşılaştılar. İslam daha fazla kentleşmiş, teknikte ileri, ruhsal olarak gelişmiş, dünyaya açık bir medeniyet idi.. Avrupa’da Arap (İslam) nüfuzunun birçok alana yayılması günümüzde olsaydı, kültür emperyalizmi şeklinde adlandırılabilirdi. Bunun ispatı, Arapçadan Avrupa dillerine geçen kelimelerdir. Hristiyanların, Müslümanlara amansızca (merhametsizce) muamele etmelerinin altında biraz da bu entelektüel aşağılık duygusu yatmaktaydı.
Kardinal Ximenes 1499’da Granada’da 80.000 Arapça kitabı meydanlarda yaktırmıştı. Bu tarihten üç yıl sonra da Müslümanları, Hristiyanlığı kabul etmek, iltica veya ölüm seçenekleriyle karşı karşıya bırakmıştı. Hristiyan olmayı reddeden yarım milyon Musevi de sürgün edilmişti. Günümüzde Bosna’nın yakalandığı ırkçılık çılgınlığına, (Hristiyan) İspanya o tarihlerde yakalanmıştı.. 1258’de Moğollar’ın Doğu’da ve Bağdat’ta yaptıkları tahribat ve ayrıca Hristiyanların Müslümanları İspanya’dan sürgün etmeleri (yani Endülüs’ün kaybı), İslam dünyasının hala acısını çektiği ekonomik ve kültürel duraksamanın başlangıcıdır.
Modern Avrupa normal olarak hayal edemeyeceğimiz ölçüde İslam kültüründen etkilenmiştir. Avrupa Doğu-Batı kültürleri bileşimidir. İslam’ın yeşil rengi ve İslam öğesi olmayan bir Avrupa Birliği düşünmek artık mümkün değildir.
(Ingmar Karlsson)
Müslümanlar, Suriye ve Mısır halkının siyasi hayatını ıslah ettikleri gibi, İspanya halkının idaresini de düzelttiler. Onların mallarını, kilise ve kanunlarını kendi insiyatiflerine bırakarak kendi kanunları uygulayacak hâkimleri aralarından seçme hakkını verdiler. Buna karşılık yıllık olarak eşraftan bir, kölelerden yarım dinarı bulan cizyeden başka bir yükümlülük yüklemediler. İspanyollar bundan son derece memnun oldular. Hiçbir mukavemet göstermeksizin Müslümanlara itâat ettiler. Böylece Müslümanlara büyük toprak sahibi aristokratlarla mücadele etmekten başka meşgale kalmamıştı.
Müslümanlar Endülüs’e büyük bir medeniyet mesajı ile girdiler. En az bir asır, ölü araziyi münbit hale getirmek, harabe haldeki şehirleri imar etmek, görkemli binalar yapmak ve ticareti geliştirmek için uğraşıp durdular. Bunu başardıktan sonra da ilmî ve edebî çalışmalara, Yunanca ve Latince eserlerin tercümesine ve uzun zaman Avrupa’da kültürün kaynağı ve beşiği olacak olan üniversitelerin inşâsına yöneldiler.
Birkaç asır zarfında İspanya’yı ekonomik ve kültürel yönden geliştirmeyi başardılar. Onu bütün Avrupalı milletlerin çok ilerisinde bir medeniyet seviyesine ulaştırdılar. Müslümanların İspanya’da yapmış oldukları yenilikler sadece bu iki hususa münhasır kalmadı.
Onlar cemiyetin ahlâkî karakterleri üzerinde de son derece etkili oldular. Onlara insanlığın ve milletlerin görebileceği en kıymetli müsamaha anlayışı ile muamele ettiler. Bu yüce müsamahadan başka, onlar örnek bir davranışla zayıflara acıyor, mağluplara şefkatle muamele ediyor ve onların problemleriyle yakından ilgileniyorlardı.
(Gustav le Bon)