ABD Yayılmacılığını Daha İyi Anlamak İçin Kutsal Misyon (Manifest Destiny)

Kutsal Misyon (Manifest Destiny)

Amerikan İtikadının ortaya çıkardığı önemli bir anlayış, ABD’nin güçlenmeye başladığı 19. yüzyılda ortaya çıkan Kutsal Misyon (Manifest Destiny)’dur. Bu görüşe göre, 13 koloniden kurulmuş olan ABD’nin burada sınırlı kalmayıp Amerika kıtasında yayılması onun ‘kutsal’ bir görevidir. ABD bulunduğu kıtada doğal yayılma hakkına sahiptir, Tanrı’nın bahşettiği bu hakkı, onun elinden almak Tanrı’ya isyan etmek demektir. Kutsal Misyon anlayışı, ilerleyen yıllarda ve özellikle 20. yüzyılda ABD’nin dünyanın diğer bölgelerini özgürleştirmesi için görevlendirildiği inancını doğurmuş ve bir anlamda ABD yayılmacılığının temelini oluşturmuştur. Bu anlayış, sadece dinî misyonerlik olarak değil, aynı zamanda ABD toplumsal ve siyasal değerlerinin yayılması şeklinde ifade edilebilir. Bu anlayış, ABD dış politikasında gerçekten etkili olmuş, ABD’nin öncelikle Kuzey Amerika’da, ardından da dünyaya yayılmasında motivasyon kaynağı oluşturmuştur.

Dosya:American Progress (John Gast painting).jpg

American Progress (John Gast painting)

ABD Dış Politikası İlkeleri ve İkilemleri

Her devlet gibi ABD’nin de dış politikasının temel hedefi, ABD’nin çıkarlarını elde etmek, geliştirmek ve genel olarak güçlendirmektir. ABD’nin çıkarları şunlardır: ABD’nin gücünü artırmak (yumuşak güç ve sert güç yöntemleriyle diğer devletler üzerinde etkili olmak), askerî güvenliğini sağlamak (işgal veya saldırıya karşı kendini savunmak), ekonomik gücünü artırmak (üretim ve ihracatta üstün olmak), ideolojik değerlerini geliştirmek (liberalizm, demokrasi gibi özelliklerini dünyaya yaymak), moral ve kültürel kimliğini (yardımseverlik, koruyuculuk) yaygınlaştırmaktır. Ancak ABD’nin bu çıkarlarını nasıl elde edeceği konusunda tek bir yol ya da yöntem yoktur. ABD’nin hem toplumsal kültüründen kaynaklanan hem de çıkarlarını gerçekleştirme yöntemi olarak geliştirdiği bir dizi ilkeler bulunmaktadır.

ABD dış politikasına kılavuzluk eden bu ilkeleri, uygulamada görüldüğü şekliyle şu şekilde sıralayabiliriz: Yalnızcılık (isolationism), moralizm (moralism), yayılmacılık (expansionism)/angajman (engagement), çıkarcılık (egoism), pragmatizm (pragmatism), çok taraflılık (multilateralism), tek taraflılıktır (unilateralism). 

İlkeler birbiriyle rekabet veya tezat içinde olduğu için sürekli ikilemler ortaya çıkarmıştır. Aslında tüm devletlerde olduğu gibi, ABD dış politikası, bu ilkelerin sürekli çatışması ya da diyalektiği içinde oluşmaktadır. 

Yalnızcılık – Yayılmacılık/Angajman ikilemi

ABD dış politikası yalnızcılık ve yayılmacılık/angajman arasında gidip gelmiştir. Bunun temel nedeni, ABD’nin, kendi çıkar algılamalarına veya değerlendirmelerine göre pozisyon değiştirerek hareket etmiş olmasıdır. ABD, çıkarlarını gerçekleştirmek için, gerektiğinde yalnızcılık ilkesine göre hareket etmiş, gerektiğinde de dünyaya angaje olmuş, yayılmıştır. 

Yalnızcılık İlkesi

Yalnızcılık ilkesinin özünde şunlar vardır: ABD’nin uluslararası ittifaka girerek dünya politikasında sorumluluk almaması, uluslararası düzen kurmakla ilgilenmemesi, kendi değerlerini başkalarına empoze etmeye çalışmaması, başka ülkelerin içişlerine karışmaması, dünya politikasıyla uğraşmak yerine kendi iç politikasıyla ilgilenmesi, sadece kendi öz çıkarları ve güvenliği için dış politika yürütmesi, kendi iç düzenine ve demokrasisine zarar gelmesinin önlenmesi, vb. yalnızcılık, tarihsel olarak ABD’nin özellikle 18. ve 19. yüzyıllardaki Avrupa güç dengesi rekabetine ve savaşlarına girmek istememesi, kendini Avrupa’nın olumsuz şartlarından uzak tutması amacını güder. Ancak yalnızcılık, ABD’nin tüm dünyadan tamamen kopması ve sınırları içine kapanması anlamına gelmez. Zira ABD, yalnızcılık dönemlerinde kendi bölgesindeki veya başka bölgelerdeki ülkelerle ilişkiler kurmaya devam etmiştir

Yayılmacılık İlkesi

ABD’nin dünyayla ilgilenmesi, dünya politikasına dahil olması, diğer bölgelere açılması ve hakimiyet kurma süreci anlamlarına gelen yayılmacılık ilkesi ise özellikle 20, yüzyılın ikinci yarısında geçerli olmuştur, ABD’nin dünyaya şekil verme çabalarının tarihi 19, yüzyıla kadar gitse de asıl yayılmacılık bu dönemde olmuştur, ABD, çıkarlarına uygun bulduğunda güç politikası oyununa aktif bir şekilde katılmış, dünyanın problemlerini kendi problemleri olarak görmüş, başka ülkelerin siyasetine müdahale etmiş, dış piyasalarda ekonomik etki alanı oluşturmuş, üst düzey diplomasi yürütmüş, askerî varlığını derinleştirmiş, ABD değerlerini yayma ya çalışmış, Amerikan kurumlarını başka ülkelere ihraç etmiş, Birleşmiş Milletler ve Milletler Cemiyeti gibi örgütler aracılığıyla dünya düzeni kurmaya çalışmış, küreselleşme sürecini desteklemiş, gerektiğinde de emperyalist bir politika izlemiştir.

Moralizm – Çıkarcılık İkilemi

ABD çıkarlarının gerçekleşmesinde moral ya da etik değerlerin rolü olup olmadığı tartışması, ABD’nin kuruluşundan beri devam etmektedir. Aslında ABD değerlerinin dünyaya yayılması konusunda Amerikalılar arasında her zaman konsensüs olmuştur. Ancak bu sürecin nasıl gerçekleşeceği, ne pahaya yapılacağı ve ülkenin reel çıkarlarıyla örtüşüp örtüşmediği konusunda her zaman uzlaşma yoktur. İdealistler ABD’nin barış, refah, özgürlük, düzen, istikrar gibi değerleri yaymak için çalışması gerektiğini savunurken realistler savaş, çatışma, güvenlik ve güç mücadelesi gibi gerçeklerin daima göz önünde bulundurulması, değerleri yaymak uğruna çıkarların feda edilmemesi gerektiğini savunurlar.

Pragmatizm – Tutarlılık İkilemi

ABD toplumsal değerlerinin bir yönü de pragmatizmdir. Pragmatizm, ABD’de yaygınlaşmış olan bir yaklaşım olup ideal düşünce ile pratik eylemin fayda kriterine göre değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. Yani, bir düşünce ancak yararlı/faydalı bir sonuç doğuracaksa iyidir ve eyleme dönüşmelidir. Bu nedenle, ilkelerde ve ideallerde değil, fayda ve yararda süreklilik olmalıdır. Gelişen durum ve şartlarda en yüksek faydayı elde edecek şekilde hareket edilmesi tavsiye edilir. Bu nedenle, ideal düşüncelerin ve pratik eylemlerin sürekli olarak birbiriyle ‘tutarlı’ olması yönünde kaygı veya çaba yoktur. ABD dış politikasının ‘tutarlı’ değil ‘pragmatist’ olduğuna ilişkin pek çok örnek gösterilebilir.

Çok Taraflılık – Tek Taraflılık İkilemi

ABD, dış politika amaçlarına ulaşmak için uluslararası aktörlerle iş birliği ya da koordinasyon yapmalı mıdır? ABD, çıkarlarını tek başına yani tek taraflı olarak mı, yoksa diğer aktörlerle iş birliği ile yani çok taraflı olarak mı daha iyi gerçekleştirebilir? Bu sorular ABD dış politika yapımında sürekli gündemde olagelmiştir. Bu tartışma kısmen yalnızcılık-yayılmacılık tartışmasıyla ilişkili olsa da esasında farklı bir anlam taşımaktadır. Zira yalnızcılık-yayılmacılık tartışması, ABD’nin uluslararası ilişkilere müdahil olup olmayacağı ile ilgili iken tek taraflılıkçok taraflılık tartışması, ABD’nin uluslararası sisteme katılımında ve yayılmacılığında tek taraflı mı yoksa çok taraflı mı hareket ettiği, uluslararası örgütlerin ve iş birliği süreçlerinin içinde mi yoksa dışında mı kaldığı, uluslararası sorunlara çözüm çabalarına destek verip vermediği, uluslararası hukuka, anlaşmalara ve normlara uyup uymadığı konusundaki bir tartışmadır. Dolayısıyla bu tartışmanın yalnızcılık ilkesiyle bir ilgisi yoktur ve yayılmacılık/angajman ilkesi içinde ele alınmalıdır.

Özgürlük Savunuculuğu – Statükoculuk – Emperyalizm İkilemleri

ABD dış politikasını yönlendiren ve birbiriyle çelişki ve çatışma içinde olan üç ilke daha bulunmaktadır. ABD’nin temel hedeflerinden birinin, özgürlük ve demokrasinin yaygınlaştırılması olduğu ilgili kavramlarda vurgulanmıştı. Ancak gerek uygulama gerekse anlayış olarak, ABD’nin her zaman bu ideal-liberal değerlere önem verdiği iddia edilemez. Bilakis, bu değerlerin ABD çıkarları ile çelişmesi durumlarında, ABD’nin statükoyu tercih ettiği ya da emperyalizme yöneldiği görülür. Burada statükoculuk, mevcut durumun ve dengelerin korunması yani değişmemesi anlamına gelir. ABD kendi çıkarları veya uluslararası dengelerin gerektirdiği durumlarda özgürlük ve demokrasi yönünde değişimi değil statükonun devamını savunmuştur. Hatta ABD, kendisinin öncülük ettiği uluslararası örgütlerin ve düzenin ideallerine, hukukuna, kurallarına ve politikalarına da ters düşmüştür.

Amerikan İtikadı (American Creed)

ABD’nin bireysellik, özgürlük, eşitlik, demokrasi ve piyasa ekonomisi gibi değerleri, ABD’nin ulusal kimliğini ve itikadını oluşturan unsurlardır. Samuel P. Huntington’un belirttiği gibi, bu Amerikan değerleri, kuruluş yıllarından başlayarak tüm tarihi boyunca Amerikan kurumlarının temellerini oluşturmuştur. Her ne kadar Amerikan değerleri ile kurumları arasında ciddi bir boşluk olsa da Amerikan iç ve dış politikası bu değerleri referans almıştır. Bu nedenle, Amerikan dış politika hedefleri, sadece ülkenin güvenlik ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmeyi değil, aynı zamanda Amerikan kimliğini oluşturan siyasi değerleri ve prensipleri güçlendirmeyi de içermektedir.

Amerikan Liberalizmi

Liberalizmin kökenleri İngiltere’ye ve Anglosakson değerlere dayansa da, liberalizm, ABD’nin oluşumunda ve gelişiminde Amerika’ya özgün bir nitelik kazanmış ve çok daha etkili hâle gelmiştir. Liberalizmin temel değerleri, Amerika’nın hem iç politikasında hem de dış politikasında yeni formlar ve özellikler kazanmıştır. Liberalizmin bireyselcilik, özgürlük, ekonomik girişimcilik, piyasa ekonomisi, sosyo-kültürel çeşitlilik, siyasal çoğulculuk, demokratik katılım, hukuka bağlılık gibi özellikleri ABD uygulamasında daha belirgin, etkin ve güçlü hâle gelmiştir. Bunun görüldüğü ilk ve en önemli yer, ABD kuruluş felsefesinin temeli olan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve ABD Anayasası’dır. 

Demokratik Barış Teorisi

Bu teori, demokratik ülkelerin birbiriyle çatışmadıkları veya çatışmayacakları iddiasına dayanan bir fikirler setidir. Buna göre, demokrasilerin yaygınlaşması dünya çapında barışın gelişmesini sağlayacaktır ancak demokratik devletler, barışı ve demokrasiyi tehdit eden anti-demokratik ülkelere karşı mücadele etmesi gereklidir. Bu mücadelenin nasıl yapılacağı ve özellikle savaş yönteminin kullanılıp kullanılmayacağı ise tartışmalıdır. 

Evanjelizm

İsa-Mesih inancı ve İncil’in, yani Hıristiyanlığın, Hıristiyan olmayanlara ve özellikle tüm dünyaya yayılması gerektiğine inanan ve bu amaçla faaliyetler yapan bir Protestanlık mezhebidir. Dolayısıyla Evanjelizm’de misyonerlik çok önemlidir. Bu nedenle Evanjelikler, Hıristiyanlığın yayılması için çok değişik yöntemler ve araçlar kullanırlar. Son dönemde en çok kullandıkları araçlar arasında medya kanalları (uydulardaki televizyonlar, Internet, kitaplar, çok geniş katılımlı konferanslar, vb.) yer almaktadır.

Püritenizm

16. ve 17. yüzyıllarda İngiltere’de Kraliçe Elizabeth’in Kilise reformuna karşı çıkan bir Protestanlık koludur. Dini ibadet ve düşüncenin ‘saf olmasını’, yani Kilise şekilselciliği yerine bireysel özcülüğe önem verilmesini savunur. Kiliseyi ve onu kontrol eden kraliçe veya kralı eleştirmişlerdir. Bu muhalefetleri nedeniyle Püriten Hıristiyanlar İngiltere’de baskı görmüş ve cezalandırılmışlardır. Bu baskıdan kaçan Püritenler, Amerika’ya göç etmişler ve ABD’nin kuruluş sürecinde önemli bir rol oynamışlardır. Püritenizm, ayrıca dindarların ekonomik faaliyete önem vermesini önerir ve kâr-zenginlik ile dini bağdaştırır. Bu yönüyle Amerikan kapitalizminin ve liberalizminin doğuşunda etkili olmuştur.

Püritenler

Püritenlerin, kilise otoritesi ve şekilselciliği yerine bireysel saflığa ya da özcülüğe olan inancı, ABD’ye özgü liberalizmin oluşumunda rol oynamıştır. Püritenler, kendilerini Hıristiyanlığın en ileri, saf ve özgür mezhebi olarak görürler ve bu inançlarını başka insanlara da aktarmanın kendilerine verilmiş bir görev ya da misyon olduğuna inanırlar. Bu misyonu öncelikle Amerika kıtasındaki insanlara taşıyarak yerine getirmeye çalışmışlar, daha sonra da diğer kıtalara ve ülkelere yaymaya başlamışlardır. Amerikalılar kendilerini o kadar ‘misyoner’ görürler ki Başkan Thomas Jefferson, Amerikalıların “Tanrı’nın seçilmiş bir halkı” olduğunu ifade etmiştir.