Home » Dinler Tarihi » Mitlerin Özellikleri Mircea Eliade – Kitap özeti

Mitlerin Özellikleri Mircea Eliade – Kitap özeti

Mitlerin Özellikleri – Mircea Eliade
YAŞAYAN MİTİN ÖNEMİ
miti, terimin yaygın anlamıyla yani “fabl”1, “uydurma”, “kurmaca” olarak ele almak yerine, onu, arkaik toplumlarda anlaşıldığı biçimiyle benimsemişlerdir; bu gibi toplumlarda mit, tersine, “gerçek bir öykü’ yü belirtir, üstelik de kutsal sayıldığı, örnek oluşturduğu ve anlamlı olduğu için son derece değerlidir.
yaşayan mit deyişinden insan davranışı için model oluşturması ve bu yolla yaşama anlam ve değer kazandırması olgusunu anlıyoruz.

Bazı kültlerde cinsel zevk ve eğlenceye dayalı eylemlerin de yeri vardır; çünkü geleneğin benimsediği yasaklar ve adetler, var oluş nedenlerini yitirecekler ve yerlerini mutlak özgürlüğe bırakacaklardır. Oysa, bütün bu eylem ve inanışlar, Dünyanın yok olması, bunu yeni bir Yaratılış’ın izlemesi ve ardından Altın Çağ’ın kuruluşunun gelmesini anlatan mitle açıklanır:
1960’ta Kongo’da ülkenin bağımsızlığı dolayısıyla olagelmiştir. Gerçekten de köyün birinde yerliler kulübelerinin çatılarını, atalarının yağdıracağı altın paraların içeri düşmesi için kaldırmışlardı. Bir başka yerdeyse, her şey yüzüstü bırakılmış, yalnız mezarlığa giden yollar, ataların köye ulaşabilmelerini sağlamak amacıyla bakımlı tutulmuştu. Cinsel zevk ve eğlenceye dayalı eylemlerdeki aşırılıkların bile bir anlamı vardı, çünkü, mite göre, Yeni Çağ’ın başladığı gün bütün kadınlar bütün erkeklere ait olacaklardır.

Bizim için önemli olan, her şeyden önce, bu garip davranışların anlamını kavramak, bu aşırılıkların nedenini ve açıklamasını anlamaktır. Çünkü bunların anlaşılması, yine bunların –içgüdülerin patoloj ik bir yoğunlaşması, hayvanlara özgü ya da çocukça davranışlar olarak değil de- insana özgü olgular, kültür olguları, düşünceden doğan yaratı olarak kabul edilmesi gerekir. Bu durumda başka seçenek yoktur. İnsan, ya bu gibi aşırılıkları, kabileler “uygarlaştığında” tümüyle ortadan kalkacak tek tük “vahşilik” durumları olarak kabul edip yadsımaya, önemsizmiş gibi göstermeye veya unutmaya çalışacaktır; ya da bu tür aşırılıkları açıklayan, doğrulayan ve onlara dinsel bir değer veren mitsel geçmişleri anlama sıkıntısına katlanacaktır.

İLKEL MİTOLOJİLERİNİN İLGİNÇLİĞİ
Akdeniz ve Asya’daki bütün büyük dinlerin mitolojileri vardır. Ancak mit incelemesine, sözgelimi Yunan ya da Mısır veya Hint mitoloj isinden başlamak gerekir. Sebebiyse

Bununla birlikte, mit incelemesine, tarihte önemli bir rol oynamış halkların mitoloj ilerini daha sonra ele almak koşuluyla, arkaik ve geleneksel toplumlardan başlamak daha yerinde olur. Böyle yapmak gerekir, çünkü zamanla uğradıkları değişikliklere karşın “ilkel” lerin mitleri hala başlangıçla ilgili bir durumu yansıtır. Zaten burada mitlerin, henüz yaşamakta olduğu, insanın tüm davranış ve etkinliğini temellendirdiği ve açıkladığı toplumlar söz konusudur.

MİTİ TANIMLAMA DENEMESİ

Mit, çok sayıda ve birbirini bütünler nitelikteki bakış açılarına göre ele alınıp yorumlanabilen son derece karmaşık bir kültür gerçekliğidir.

Mit kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda, “başlangıçtaki” masallara özgü zamanda
olup bitmiş bir olayı anlatır.

mit, her zaman bir “yaratılış”ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl varolmaya başladığını anlatır. Mit ancak gerçekten olup bitmiş, tam anlamıyla ortaya çıkmış olan şeyden söz eder. Mitlerdeki kişiler Doğaüstü Varlıklar’dır. Özellikle “başlangıç”taki o eşşiz zamanda yaptıkları şeylerle tanınırlar. Demek ki mitler, onların yaratıcı etkinliğini ortaya koyar ve yaptıklarının kutsallığını (ya da yalnızca “doğaüstü” olma özelliğini) gözler önüne serer.

insan bugünkü durumunu, ölümlü, cinsiyetli ve kültür sahibi bir varlık olma özelliğini Doğaüstü Varlıklar’ın müdahalelerinden sonra edinmiştir.

Mit, kutsal bir öykü olarak kabul edilir, öyleyse, “gerçek bir öyku ‘dür, çünkü her zaman gerçekliklere başvurur. Kozmogoni miti “gerçek”tir, çünkü Dünya’nın varlığı da bunu kanıtlamaktadır; ölümün kökeni miti de “gerçek” tir, çünkü insanın ölümlülüğü bunu kanıtlamaktadır ve bu böyle sürüp gider.

Avustralyalı Aruntalar’a neden bazı törenleri kutladıklarını sorduğunda onlar her zaman şöyle yanıt veriyorlardı: “Çünkü atalar bunun böyle yapılmasını buyurdular.”

Bir törendeki herhangi bir ayrıntının nedeni konusunda kendisine soru sorulduğundaNavaho ozanı şu yanıtı veriyordu: “Çünkü, Kutsal Halk bunu ilk kez bu biçimde yapmıştı.

Bu aynı zamanda Hindu tanrıbilimciler ve rit alanında çalışan uzmanların başvurdukları açıklamadır. “Bizler, Tanrıların başlangıçta yaptığı şeyleri yapmak zorundayız.” (Satapatha Brahmana, Yii, 2, 1 , 4.) “Tanrılar böyle yaptı; insanlar böyle yapıyor.” (Taittiriya Brahmana,l, 5 , 9, 4 1 0. )

MİTİN BAŞLICA İŞLEVİ, BÜTÜN RİTLERİN VE BÜTÜN ANLAMLI İNSAN ETKİNLİKLERİNİN (BESLENME YA DA EVLİLİK OLDUĞU KADAR ÇALIŞMA, EĞİTİM, SANAT YA DA BİLGE, LİK DE) ÖRNEK OLUŞTURACAK MODELLERİNİ ORTAYA KOYMAK, TADIR. BU GÖRÜŞ, ARKAİK VE GELENEKSEL TOPLUM İNSANININ ANLAŞILMASINDA HİÇ DE ÖNEMSİZ DEĞİLDİR

“GERÇEK ÖYKÜ” – “YALAN (CI ) ÖYKÜ”

Mitin henüz yaşamakta olduğu toplumlarda yerlilerin, mitleri -yani “gerçek öyküleri”- “yalan(cı) öyküler” olarak adlandırdıkları fabllar ya da masallardan titizlikle ayırt ettiklerini de ekleyelim.

Pawneeler, “gerçek öyküler” ile “yalan(cı) öyküler”i birbirinden ayırırlar”, gerçek öyküler” arasında da dün, yanın kökeniyle ilgili olanların tümünü en başa koyar, lar; bu öykülerdeki kişiler tanrısal, doğaüstü, göklerle ya da yıldızlarla ilgili varlıklardır. Hemen ardından ulu, sal kahramanın olağanüstü serüvenlerini anlatan masallar gelir; bu kahraman, kendi halinde bir aileden ge, len genç bir adamdır; halkını canavarların elinden, kıtlıktan ya da daha başka belalardan kurtararak, soylu ve yardımseverlik dolu başarılar sağlayarak kendi insanlarının kurtarıcısı olmuştur. Söz konusu masalları da sihirbaz,hekimlerle ilgili öyküler izler; bu öyküler falanca büyücünün insanüstü güçleri nasıl elde ettiğini, herhangi bir şaman topluluğunun nasıl doğduğunu anlatır.

mitler hiçbir ayrım gözetilmeden herkesin içinde anlatılamaz. Pek çok kabilede kadınların ya da çocukların, yani üyeliğe kabul töreninden, bir başka deyişle inisiyasyondan geçmemiş olanların önünde okunmaz. Mitleri genellikle yaşlı hocalar, dine yeni giren gençlere yerleşme bölgesinden uzakta, yalnız başına geçirilen eğitim dönemleri sırasında öğretirler ve bu da onların üyeliğe kabul törenlerinin bir bölümünü oluşturur.

“Kadınların öğrenemeyeceği kutsal mitler en başta kozmogoni, özellikle de üyeliğe kabul törenlerinin kurulmasıyla ilgili olan mitlerdir

“Ezberden okuma işi güçlü bir büyüyle bir tutulur. Bu, her türlü üstünlüğü elde etmeye, özellikle de avda ve savaşta başarı sağlamaya yardımcı olur

MİTLER NELERİ ORTAYA KOYAR

Mitlerdeki kişilerin genellikle Tanrılar ve Doğaüstü Varlıklar, masallardakilerinse olağanüstü kahramanlar ya da hayvanlar olmasına karşılık, bütün bu kişilerin ortak bir yanı vardır: Onlar gündelik yaşamın bir parçası değildirler.

Çünkü, mitlerle anlatılan her şey doğrudan doğruya kendilerini ilgilendirir, oysa masallar ve fabllar, Dünya.ya değişiklikler getirdikleri zaman bile (bkz. bazı hayvanların anatomi ve fizyoloj ileriyle ilgili özellikleri) insanlığın durumunu değiştirmemişlerdir.

Eğer Dünya varsa, eğer insan varsa bunun nedeni Doğaüstü Varlıkların “başlangıçta” yaratıcı bir etkinlik göstermiş olmasıdır.

ölümün kökeniyle ilgili mit, başlangıç zamanında neler olup bittiğini anlatır, bu olayı anlatırken de insanın neden ölümlü olduğunu açıklar.

Aynı biçimde, belli bir kabile balıkçılıkla geçinir, çünkü, mitsel zamanlarda bir Doğaüstü Varlık onun atalarına balıkların nasıl yakalandığını ve nasıl pişirildiğini öğretmiştir. Mit, Doğaüstü Varlık tarafından gerçekleştirilmiş olan ilk balık avının öyküsünü anlatır, bunu yaparken de hem insanüstü bir eylemi ortaya koyar, hem insanlara, sıra kendilerine geldiğinde, bunu nasıl gerçekleştireceklerini öğretir, hem de bu kabilenin neden bu biçimde beslenmek zorunda olduğunu açıklar.

Modern insan nasıl kendisinin Tarih tarafından oluşturulduğu kanısındaysa arkaik toplumların insanı da kendini belli sayıda mitsel olayın sonucu olarak görür.

Aynı biçimde “ilkel” bir insan da kendi kendine şöyle diyebilir: Ben bugün içinde bulunduğum durumdayım, çünkü benden önce bir dizi olay gerçekleşti.

Bunlar mitsel zamanlarda geçen olaylardır, dolayısıyla kutsal bir öykü oluştururlar; çünkü olaydaki kişiler insan değil Doğaüstü Varlıklar’dır. Daha da ileri giderek şunları söyleyebiliriz: Modern bir insan, kendini, Evrensel Tarih’in akışının sonucu olarak görmekle birlikte, bu Tarih’i bütünüyle öğrenmek zorunda olduğunu düşün mez; ama arkaik toplumların insanı, kabilesinin mitsel öyküsünü anımsamak zorunda olmanın yanı sıra, onun oldukça büyük bir bölümünü de dönem dönem yeniden gerçekleşme aşamasına getirmek durumundadır.

Modem insana göre Tarih’in sunduğu ayırt edici açıklama sayılan “olayların geriye dönüşlü olmaması” olgusu, arkaik toplum insanı için bir gerçeklik oluşturmaz.

başlangıçta (ab origine ) olup bitenler, ritlerin gücü sayesinde yinelenmeye elverişlidir. Demek ki, ona göre önemli olan şey, mitleri öğrenmektir. Ancak bunun nedeni yalnızca, mitlerin, ona Dünya’nın ve Dünya’da kendi öz yaşam biçiminin bir açıklamasını sunması değildir. Asıl neden özellikle, onları anımsamakla, onları yeniden gerçekleşme aşamasına getirmekle arkaik toplum insanının, Tanrıların, Kahramanların ya da Ataların başlangıçta yaptıkları şeyleri yineleme gücüne sahip olmasıdır. MİTLERİ BİLMEK DEMEK, NESNELERİN KÖKENİNDEKİ SIRRI ÖĞRENMEK DEMEKTİR.

“MİTLERİ ÖĞRENMEK” NE DEMEKTİR

Mitler, bu insanlara Doğaüstü Varlıklar’a özgü yaratıcı hareketlerin nasıl yineleneceğini, dolayısıyla da, şu hayvanın ya da bu bitkinin çoğalmasının nasıl sağlanacağını öğretir.

Bu mitler, dine yeni giren gençlere yine kendilerinin üyeliğe kabul törenleri boyunca, inisiyasyon sırasında aktarılır.
Görülüyor ki, mitin anlattığı “öykü”, topluluk üyelerinden başkasının anlayamayacağı kapalı türden bir “bilgi” oluşturmaktadır; bu durum yalnızca, gizli olmasından ve bir inisiyasyon boyunca aktarılmasından değil ama aynı zamanda söz konusu “bilgi”ye büyüsel-dinsel bir gücün eşlik etmesinden kaynaklanır.

bir nesnenin, bir hayvanın, bir bitkinin, vb’nin kökenini bilmek, onlar üzerinde sihirli bir güç edinmek demektir; insan bu sayede onlara egemen olmayı başarır, çoğalmalarını ya da istenilen ölçüde üretilebilmelerini sağlayabilir

Yerlilerin inanışlarına göre, mutlu avcı av hayvanının kökenini bilen avcıdır. Ve bazı hayvanların evcilleştirilmesi sağlanabiliyorsa, bunun nedeni yaratılışlarına ilişkin sırrın büyücüler tarafından bilinmesidir.

“bir Cuna köyü Tientiki’de, on dört yaşında bir oğlan vardır, bu çocuk, sırf ateşin yaratılışındaki büyüyü bildiği için hiçbir yerine zarar gelmeden ateşin içine girebilmektedir. Perez de birçok kez, kıpkırmızı olmuş kızgın demiri tutan insanlar ve yılanları evcilleştiren daha başka kişiler görmüştür.”

Köken mitinin ezberden okunmasıyla, pirinç, tıpkı ilk olarak ortaya çıktığındaki gibi iri, diri, semiz ve bol olmaya zorlanır. “Bilgilendirmek”, nasıl davranması gerektiğini öğretmek amacıyla kendisine nasıl yaratılmış olduğu anımsatılmaz. Sihir yoluyla kökene iönmeye zorlanır, bir başka deyişle örnek oluşturacak olan yaratılışını yinelemeye zorlanır

Herhangi bir ilacın, ancak kökeni bilindiğinde etkili olabileceği düşüncesi çok yaygındır. “Her büyülü şarkıdan önce, kullanılan ilacın kökenini anlatan sihirli sözler söylenmelidir, yoksa ilaç etkili olmaz( . . . ). İlacın ya da ilaç şarkısının etkili olması için, bitkinin kökeninin bilinmesi, ilk kadın tarafından nasıl yaratıldığının bilinmesi gerekir.

“Bir ritüel, eğer ‘köken’i , yani ilk olarak nasıl gerçekleştirildiğini anlatan mit bilinmiyorsa, yerine getirilemez.”

İnsan mitleri “yaşarken”, kutsal olmayan, kronoloj ik özellikteki zamanın dışına çıkar, nitelik açısından farklı bir zamana, hem en eski hem de sonsuza dek yakalanabilecek olan “kutsal” bir zamana açılır.

MİTLERİN YAPISI VE İŞLEVİ

1 . Mit, Doğaüstü Varlıkların eylemlerinin Öyküsünü oluşturur; 2. Bu Öykü, kesinlikle gerçek (çünkü gerçeklerle ilgilidir) ve kutsal (çünkü Doğaüstü Varlıklar tarafından yaratılmıştır) olarak kabul edilir; 3. M it her zaman için bir “yaratılış” la ilgilidir, bir şeyin yaşama nasıl geçtiğini, ya da bir davranışın, bir kurumun , bir çalışma biçiminin nasıl yaratılmış olduğunu anlatır; işte bu nedenle de, mitler insana özgü her anlamlı eylemin örnek tiplerini oluştururlar; 4. İnsan miti bilmekle nesnelerin “köken”ini de bilir, bu nedenle de, nesnelere egemen olmayı ve onları istediği gibi yönlendirip kullanmayı başarabilir; burada “dıştan” , “soyut” bir bilgi değil de (mitin ya tören havası içinde anlatılması ya da kanıtını oluşturduğu ritüelin gerçekleştirilmesiyle) zorunlu olarak, şaşmaz biçimde “yaşanan” bir bilgi söz konusudur; 5. Şu ya da bu biçimde, insan, miti yeniden anımsatılan ve yeniden gerçekleşme aşamasına getirilen olayların kutsal, çoşku verici gücünün etkisine girmek anlamında “yaşar”.

mitler Dünya’nın, insanın ve yaşamın doğaüstü bir kökeni ve öyküsü bulunduğunu, bu öykünün de anlamlı, değerli ve örnek gösterilecek nitelikte olduğunu ortaya koyar.

İlkel uygarlıklarda, mitin vazgeçilmez bir işlevi vardır: İnanışları dile getirir, belirgin kılar ve düzene koyar; ahlak ilkelerini savunur ve onları zorla kabul ettirir; rite ilişkin törenlerin etkililiğini kesin olarak sağlamayı üstlenir ve insanın uyması için yarar sağlayıcı kurallar sunar.

KÖKEN MİTLERİ VE KOZMOGONİ MİTLERİ

Bir şeyin kökenini anlatan her mitsel öykü kozmogoniyi önceden varsayar ve sürdürür.
Dünyanın yaratılışı en iyi yaratılış olduğu için, kozmogoni her türlü “yaratılış”a örnek gösterilebilecek bir model oluşturur.

Nesnelerin farklı bir durumundan hareketle günümüzdeki duruma nasıl ulaşıldığını (sözgelimi Gökyüzü’nün Yeryüzü’nden nasıl uzaklaştığını ya da insanoğlunun nasıl ölümlü hale geldiğini) açıklamak söz konusu olduğunda bile “Dünya” zaten vardı; yapısı farklı olmuş olsa da, henüz bizim dünyamız olmamış olsa da. Her köken miti “yeni bir durum”u anlatır ve açıklar – burada “yeni”yi, Dünya’nın başlangıcından beri var olmadığı anlamında kullanıyoruz. Kökenle ilgili mitler, kozmogoni mitini sürdürür ve bütünler. Dünyanın nasıl değişikliğe uğradığını, zenginleştiğini ya da yoksullaştığını anlatır.

Sözgelimi Tibetli büyük aileler ve sülalelerin öyküsü, Kozmos’un bir Yumurta’dan nasıl dünyaya geldiğini anımsatmakla başlar. “Beş temel öğenin özünden büyük bir yumurta çıktı ( . . . ). Bu yumurtanın sarısından da on sekiz yumurta çıktı. Bu on sekiz yumurtanın arasından ortadaki yumurta, bir deniz kabuklusunun yumurtası öbürlerinden ayrıldı. Sonra bu yumurtanın üyeleri çıktı, ardından beş duyusu oluştu, tümü de kusursuzdu, daha sonra yumurta öylesine eşsiz güzellikte bir delikanlı haline geldi ki, sanki bir dileği (yid la smon) yerine getiriyor gibiydi. İşte bu nedenle de ona kral Ye-smon adı verildi.

ait olduğu krallık ailesini, yalnızca tanrılara (bu tanrılara bütün halk Polinezyalı hısımlarla ortaklaşa olarak tapar), yalnızca, yaşayan dünyada doğmuş olan tanrılaştırılmış önderlere (aile soyundan Aolar) bağlamakla kalmaz ama aynı zamanda onları gökyüzündeki yıldızlara, yeryüzündeki gündelik yaşamda yararlanılan bitkilere ve hayvanlara da bağlar

guru dünyanın yaratılışından bu yana insanlığın öyküsünü ezberden okur, dinsel tören kimin için yapılmışsa o kişinin doğumunu anlatarak bitirir.” Aynı tören cenaze duası sırasında da yinelenir, ama bu kez guru dinsel törenle ölen kişinin ruhunu öbür Dünya’ya geçirir

Kasumor Damor Şarkısı Damor Bhil grubunun Gucerat’tan Orta Hindistan’ın güneyine doğru yaptığı göçleri anlatır’. Demek ki, bu, topluluğun toprağa yerleşmesini anlatan mittir; bir başka deyişle, Dünya’nın yaratılışının bir kopyası olan yeni bir başlangıçın öyküsüdür. Burada serüven bakımından zengin olan mitler söz konusudur; böylece biz en sonunda hastalıkların ortaya çıkış koşullarını öğreniriz; bu olgu da gerçekte Dünya’nın yapısını değiştirmiş bir olgudur.

MİTLERİN HASTALIK TEDAVİLERİNDEKİ ROLÜ

Mandol terimi Hint kökenini açığa vurmaktadır

Bhil büyücüsü, her ne kadar söylediği rit şarkıları, özellikle kozmogoni mitine telmihte bulunmuyorsa da, bir hastanın ayak ucuna mandal resmi çizmekle kozmogoniyi yinelemiş olur. Bu yapılan işin kesinlikle bir tedavi amacı vardır. Dünya’nın Yaratılışıyla simgesel olarak zamandaş kılınan hasta, o en eski bütünlük içine dalar; başlangıç zamanında Yaratılış’ı olanaklı kılan o akıl almaz büyüklükteki güçlerin benliğini sarmasına izin verir.

Nagalar, insanları hasta ederek onların ruhlarını da çalabilme gücüne sahiptirler. Eğer ritlerle yatıştırılıp barışma sağlanmazsa kurban ölür. Ancak şaman rahip (dto-mba) büyüleyici etkilerinin gücü sayesinde Nagaları, çalınmış ve tutsak edilmiş ruhları serbest bırakmaya zorlayabilir•
Oysa, tedavi ritüeli, doğrusunu söylemek gerekirse, bu en eski olayın tören havası içinde ezberden okunmasından oluşur. Rock13 tarafından çevrilmiş bir metinde özellikle belirtildiği gibi “Garuda’nın kökeni anlatılmıyorsa, ondan söz edilmemelidir”.

Tedavi amaçlı bu rit şarkılarının büyük bölümü kozmogoninin anımsatılmasıyla başlar. Sözgelimi şu örnekte olduğu gibi: “Başlangıçta, göklerin, güneşin, ayın, yıldızların, gezegenlerin ve dünyanın henüz ortaya çıkmadığı zamanda, henüz hiçbir şey doğmamışken, vb. 16” Sonra dünyanın yaratılışı, cinlerin doğuşu ve hastalıkların ortaya çıkışı, son olarak da gerekli ilaçları getiren en eski şaman Dto-mba’nın belirmesi anlatılır.

Mitsel zamanın anımsatılmasıyla başlar: “Başlangıçta, her şeyin belirsiz olduğu sırada, vb.”. Ardından hastalığın kökeni anlatılır (çünkü yukarıda gördüğümüz gibi, “ilacın kökeni anlatılmazsa, onu kullanmamak gerekir” ) , bir kuşaktan öbürüne hangi yollarla aktarıldığı, son olarak da cinler ve perilerle şaman arasındaki savaş anlatılır: “Peri ok atıp dişleri ve ağzı hasta eder; dto-mba oku çekip çıkartır, vb.; cin bedene ok atıp onu hasta eder; dto-mba onu çeker alır, vb.1

“İlacın kökenini anlatmak gerekir, yoksa ondan söz edilemez.

KOZMOGONİNİN YİNELENMESİ
Tedaviye yönelik ritüel sırasında, şaman, yalnızca kozmogoniyi özetlemekle kalmaz, ama aynı zamanda Tanrı’ya yakarır ve ona Dünya’yı yeniden yaratması için yalvarır
“Yeryüzü yaratıldı, su yaratıldı, evren bütünüyle yaratıldı. Aynı biçimde, rit birası şi ve pirinç sungusu so da yaratıldı”; ve dua cinlere, perilere seslenmeyle biter: “Yetişin, ey Cinler, Periler20! ” Başka bir metinde de “şi’nin ve alkollü içki olan dyö’nün doğuşu verilir. “Eski bir geleneğe göre bunların ilk ortaya çıktığı yer Sang li ağacı ile Sang log ağacının ilk ortaya çıktığı yerdir. Bütün dünyanın yararına ve bizim iyiliğimiz için, yetiş, ey Tanrı’nın habercisi.
bunların kozmogoni mitine sıkı sıkıya bağlı kökenini anlatan mitin bilinmesi gerektiği açıkça ortadadır. Ama çok daha ilginç olan şeyse, hastanın yararına olarak, Dünya’nın yeni bir yaratılışı için Yaratıcı’nın yeniden yeryüzüne inmeye çağırılmasıdır.

ilkel tedavi yöntemlerinde, bir ilaç ancak, kökeni hastanın önünde rit havası içinde anımsatıldığı zaman etkili duruma gelir. Yakındoğu’ya ve A vrupa’ya özgü büyü yapma usullerinin büyük çoğunluğu, hastalığın ya da buna yol açan cinin öyküsünü içerir; aynı zamanda da bir tanrısal varlık ya da bir azizin hastalığı yenmeyi başardığı mitsel an’ı da anımsatır. Diş ağrısına karşı yapılan bir Asur büyüsü de şunları anımsatır: “Anu’nun gökleri yaratmasından sonra, gökler yeri yarattı, yer ırmakları yarattı, ırmaklar kanalları yarattı, kanallar küçük gölleri yarattı, küçük göller Solucan’ı yarattı. Solucan da ‘gözü yaşlı bir halde’ Şamaş ile Ea’ya gitti ve onlara, yiyecek olarak, ‘yenip yutulacak şey’ olarak kendisine ne verileceğini sordu. Tanrılar ona meyve sundular, ama Solucan insan dişi istedi. Ey solucan, madem ki böyle konuştun öyleyse Ea seni güçlü eliyle mahvetsin!

1 . Dünya’nın yaratılışı; 2. Solucan’ın ve hastalığın doğuşu; 3 . En eski olan ve örnek oluşturan iyileştirme eylemi (Solucan’ın Ea tarafından yok edilmesi). Büyünün tedaviyle ilgili etkililiği, “başlangıç”taki mitsel zamanı yeniden gerçekleşme aşamasına getirmesinde yatar, ancak, bu özellik büyü rit havası içinde söylendiğinde geçerlidir; söz konusu başlangıç, dünyanın kökeni olduğu kadar diş ağrılarının ve bunların tedavisinin de kökenidir.

Her “yaratılış”ın örnek oluşturacak modeli olarak kozmogoni miti, hastanın yaşamına “yeniden başlaması”na yardımcı olabilecek güçtedir. Kökene dönüş sayesinde insan yeniden doğacağını umut eder.
En iyi “kaynak” da, Dünya’nın Yaratılışı sırasında gerçekleşmiş olan inanılmaz enerj i, yaşam ve verimlilik fışkırmasıdır.
yapılması, yaratılması gereken bir şeyin bulunduğu bütün koşullarda insanlar bunları söyler.
Kozmogoni her türlü “yapma eylemi”nin örnek oluşturacak modelid ir: Çünkü Kozmos, hem her yaratıcı durumun hem de her yaratılışın ideal ana örneğidir ve yine çünkü Kozmos tanrısal bir yaratıdır, tanrısal bir yapıttır; doğrudan doğruya kendi yapısı içinde kutsallaşmıştır.

“KÖKENE DÖNÜŞ”

Bir şeyin ilk gerçekleşmesi anlamlı ve geçerlidir, birbirini izleyen ortaya çıkışları değil. Aynı biçimde, çocuğa babanın ya da büyük babanın yaptıkları değil ama Mitsel Zamanlarda Atalar tarafından yapılmış olan şeyler öğretilir. Kuşkusuz, baba ve büyük baba da Ataları taklit etmekten başka bir şey yapmamıştır; dolayısıyla da babanın yaptıkları taklit edilmekle aynı sonuçların elde edilebileceği düşünülebilir.

Yeni bir durum her zaman önceki bir durumu içerir, bu da, en son kertede Dünya’dır. Sonradan olan değişiklikler, işte bu başlangıçtaki ”bütün” den hareketle gelişir.

Gök evreni Wakea’nın gecenin zincirlerini koparıp, kendisini karanlıklarda tutsak olarak al ıkoyan suların bağrından çıkması gibi, çocuk da kendisini annesinin bağrında tutsak olarak alıkoyan örtüyü yırtıp ışığa, yaşama, akıl dünyasına çıkar”.

TAHTA ÇIK(AR)MA VE KOZMOGONİ

Bir hükümdarın tahta çıkışında kozmogoni simgesel olarak yinelenmişti. Bu inanış çiftçilikle geçinen halklarda oldukça yaygındır.

Son zamanlarda yapılan bir yoruma göre, Hint kralının kutsanma ayini olan rajasuya, Evren’in bir yeniden yaratıl ışını içeriyordu.

yeni bir firavunun taç giymesi “toplum ile doğa arasındaki uyumun tehlikeli biçimde bozulmasından sonra ortaya çıkan yeni dönemin yaratılışı olarak kabul edilebilir; demek ki, evrenin yaratılış özelliğini paylaşan bir durumdur

Yılan, güneşin her doğuşunda bozguna uğratılır; ancak Yeni Yıl yıllık yeni çevrimin açılışını olduğu kadar yaratılışı ve bir günlük yenilenmeyi de kutlar

DÜNYAYI YENİLEMEK

Kralın Kozmos’u bütünüyle yenilediği kabul edilirdi.

Her Yeni Yıl, Yaratılış’ı yeniden başlatır. İnsanlara Dünya’nın nasıl yaratıldığını ve daha sonra bütün olup bitenleri anımsatan, mitlerdir – kozmogoni mitleri olduğu kadar köken mitleri de.

toplayıcılık ve küçük çaplı avcılıkla geçinen Avustralya yerlilerinin “Dünyası”nın Cilalıtaş çağı çiftçilerininkiyle aynı olmadığı apaçık ortadadır; tıpkı bu sonuncuların Dünyasının da Eskiçağ’daki Yakındoğu kent halklarınınkiyle olduğu kadar günümüzdeki Batı Avrupa ya da Amerika Birleşik Devletleri halklarının içinde yaşadıkları “Dünya” ile aynı olmaması gibi.

Demek ki “Dünya” her zaman bilinen ve içinde yaşanan dünyadır; bir kültür tipinden öbürüne değişiklik gösterir, dolayısıyla da çok sayıda “Dünya” vardır. Ama bizim araştırmamızda önemli olan, toplumsal- iktisadi farklılığa ve kültür bağlamlarının çeşitliliğine karşın, arkaik halkların Dünya’nın her yıl yenilenmesi gerektiğini ve bu yenilenmenin de bir modele uygun olarak gerçekleştiğini düşünmeleridir: Bu model, kozmogonidir ya da bir kozmogoni miti rolünü oynayan bir köken mitidir.
Kuşkusuz, “Yıl”, ilkeller tarafından değişik biçimlerde anlaşılır; “Yeni Yıl” tarihleri de iklim, coğrafi ortam, kültür tipi, vb’yle bağıntılı olarak çeşitlilik gösterir.

bir çevrimin bitiminde ve sonraki çevrimin başlangıcında, Dünya’nın yenilenmesini amaçlayan bir dizi ritüel gerçekleştirilir. Daha önce de söylediğimiz gibi, bu renovatio, kozmogoni modeline göre gerçekleşen bir yeniden yaratılıştır.

Başlangıç zamanında Doğaüstü Varlıklar tarafından yaratılmış olan hayvanlar ve bitkiler ritlerle yeniden yaratılırlar.

Hayvanların ve besin bitkilerinin yeniden yaratılışı Avustralya yerlileri için Dünya’nın bir yeniden yaratılışı anlamına gelir.

Bu onların “Dünya”sıdır ve dönem dönem yenilenmelidir, yoksa ortadan kalkma tehlikesiyle karşılaşır. Kozmos’un, yılda bir kez yeniden yaratılmazsa mahvolacağı tehdidiyle karşı karşıya olduğu düşüncesi, Kaliforniyalı Karok, Hupa ve Yurok kabilelerinin önemli bayramına esin kaynağı olmuştur.

Amaç, Yer’i bir sonraki yıl ya da iki yıl için iyileştirmek veya güçlendirmektir.

FARKLILIKLAR VE BENZERLİKLER

Ritüel kulübesinin belli sürelerle yinelenen yapımı ya da onarımının da kozmogoniyle ilgili bir anlamı vardır. Kutsal kulübe Evren’i temsil eder. Çatısı gök kubbeyi, tabanı Yer’i, dört duvarı kozmik uzayın dört yönünü simgeler.

“Dünya”yı belirten terim “Yıl” anlamında da kullanılır. Sözgelimi, bazı Kaliforniya kabileleri: “Bir yıl geçti” demek için “Dünya geçti” ya da “Yer geçti” derler.
Ölülerin topluca geri dönmesi ve cinsel zevk ve eğlencelerde aşırılık

Kozmos’un belli sürelerle yeniden yaratılması gerekir ve yenilenme gerçekleştirilirken aracılığına başvurulan kozmogoni senaryosu, yeni hasat ile ve besin maddesinin dinsel törenle kutsallaştırılması ile bağıntılıdır.

ESKİÇAĞ YAKINDOĞUSU’NDA YENİ YIL VE KOZMOGONİ

Mezopotamya’da Dünya’nın Yaratılış’ı, Yeni Yıl (akitu) törenleri nedeniyle ritler biçiminde yinelenirdi. Bir dizi rit, Marduk’un Tiamat’a (en eski Okyanusu simgeleyen Ejderha) karşı yaptığı savaşı, Tanrı’nın zaferini ve onun kozmogonik yapıtını yeniden gerçekleştirme aşamasına getirir.
Zaferin sonucu, yaratılış, seç(il)me ve ittifakın yenilenmesidir; bunlarsa tarihsel nitelikli bayramın temelinde yatan Eskiçağ verimlilik bayramlarındaki düşünceler ve ritlerdir.

Wensinck, Kaos’tan Kozmos’a geçişin belirtildiği rit nitelikli Yeni Yıl senaryosunun, İsrailoğulları’nın Mısır’dan göçü ve Kızıl Deniz’in aşılması, Kenan ülkesinin fethi, Babil’deki tutsaklık ve sürgünden dönüş, vb. tarihsel olaylara uygulandığını göstermiştir.

VAROLUŞLA İLGİLİ DÜZENİN BOZULMASI VE BU DÜZENİN YENİDEN KURULMASI İNSANIN VAROLUŞUNUN TEMEL BİR SORUNUDUR

Bu “başlangıçların yetkinliği” fikridir; bir “Kayıp Cennet”in, insanlığın içinde bulunduğu durumdan önceki bir sonsuz mutluluğun hayali anısıyla beslenen, daha öz ve daha derin bir dinsel deneyimin anlatımıdır.

“başlangıçlardaki” sonsuz mutluluğun yeniden yakalanması umudunu verm iştir. “Daire-Yıl” imgesi, hem “kötümser” hem de “iyimser” olan iki yanlı kozmik ve yaşamsal bir simgeler
bütünüyle yüklüdür. Çünkü Zaman’ın geçmesi “başlangıçlar” ın giderek uzaklaşmasını, dolayısıyla başlangıçtaki yetkinliğin yitirilmesini içerir. Sürmekte olan her şey aşınır, yozlaşır ve sonunda yok olur. Burada hiç kuşkusuz Gerçek’ in dirimselci doğrultudaki bir anlatımıdır söz konusu olan; ancak şunu da unutmamak gerekir ki, ilkel insan için, varlık, yaşamla bağıntılı olarak kendini gösterir – ve kendini belli eder.

Yetkinliğin başlangıçta olduğu fikri oldukça arkaik gibi görünmektedir. Ama her ne olursa olsun son derece yaygındır.

Normal “Yıl” büyük ölçüde genişleyerek bir “Büyük Yıl”ın ya da hesaplanamayacak kadar uzun süren kozmik çevrimlerin doğmasına yol açmıştır.

Gerçek anlamda yeni bir şeyin başlayabilmesi için , eski çevrimin kalıntı ve yıkıntılarının tümüyle yok olması gerekir.

Başlangıçların sonsuz mutluluğu saplantısı, Dünya’nın yaratılışından beri var olmuş, ama giderek yozlaşmış olan her şeyin yok edilmesini gerektirir: Bu başlangıçtaki yetkinliğe yeniden dönmedeki tek yoldur.

daha önce olup biteni anlatan mitlerle ilgilendik. Artık “başlangıçların yetkinliği” fikrinin zamanla ilgili olmayan bir geleceğe de nasıl yansıtıldığını görmek önemlidir.

Gerçekten de, belli bir andan başlayarak “köken” yalnızca mitsel bir geçmişte yer almaz ama aynı zamanda masalsı bir gelecekte de yer alır.

Ne var ki, “köken” kavramı özellikle yetkinlik ve sonsuz mutluluk fikrine bağlıdır. İşte bu nedenle de bir gelecek kozmogonisi olarak anlaşılan eskatoloj iye ilişkin görüşlerde Altın Çağ’ın yalnızca geçmişte değil de, aynı zamanda gelecekte, ya da geçmişte değil de yalnızca gelecekte olduğunu söyleyen bütün inanışların kaynağını buluruz.

DÜNYANIN SONU
-GEÇMİŞTE VE GELECEKTE
Kısaca belirtmek gerekirse, ilkel insanlara göre kıyamet kopmuştur denebilir,

kozmik felaketlerle ilgili mitler son derece yaygındır. Bunlar, bir çift ya da sağ kalan birkaç canlı dışında Dünya’nın nasıl yok olduğunu ve insanlığın nasıl ortadan kalktığını anlatır. Sayıları en fazla olan mitler Tufan’la ilgili olanlardır ve Afrika’ da son derece ender olmalarına karşın nerdeyse evrensel olarak bilinirler1

Dünyanın sonu olgusu tam olarak gerçekleşmemiştir: Daha çok, bir insanlığın Sonu olmuş, bunu yeni bir insanlığın ortaya çıkması izlemiştir.

Yüce Varlık’ın öfkelenmesine yol açan, ritle ilgili bir yanlışa bağlanır; kimi zaman da yalnızca tanrısal bir Varlık’ın insanlığa son verme isteğinden doğar. Ancak gelecek T ufan’ı haber veren mitler incelenirse, başlıca nedenlerden birinin, insanların işlediği günahlarda ve bir de Dünyanın çok yaşlanmış olmasında yattığı görülür. Tufan, hem Dünyanın yeniden yaratılmasına hem de insanlığın yeniden canlanmasına yol açmıştır. Bir başka deyişle, geçmişteki Dünyanın Sonu ve gelecekte gerçekleşecek olan Dünyanın Sonu, makrokozmik ölçekte ve eşsiz bir dramatik yoğunlukla, Yeni Yıl bayramına özgü mit ve rit nitelikli sistemin, dev boyuttaki yansımasını canlandırır.
Ancak genellikle Tufanla ilgili mitler Yeni Yıl’a özgü mit ve rit nitelikli senaryolardan bağımsızdırlar.

Andaman halkı, Dünya’nın Sonu geldikten sonra, cenneti andıran bir yaşam durumundan yararlanacak yeni bir insanlığın ortaya çıkacağına inanır: Bundan böyle ne hastalık olacaktır, ne yaşlılık, ne de ölüm. Ölüler felaketten sonra dirileceklerdir.
Yaratıcı Malengfung, Kozmos’u ve insanı yarattıktan sonra ufka, Dünyanın sınırlarına doğru çekilmiş ve orada uykuya dalmıştır. Uykusundaki her dönüşünde yer sarsılır. Ama günün birinde yattığı yerden kalkacak ve Gökyüzünü yıkacak, Gökyüzü yeryüzüne düşüp parçalanacak ve yaratıcı bütün yaşamlara son verecektir

Negrirolar, Karei’nin, insanlar artık onun dinsel buyruklarına saygı göstermedikleri için bir gün Dünya’yı yok edeceğini bilirler. Bu nedenle fırtına sırasında Negritolar, felaketi önlemeye çalışarak günahları ödeyici kan akıtıp sungularda bulunurlar.

Bu insanlar Dünya’nın ateş ve su tarafından yok edileceğini bildiklerinden, Okyanus’un ötesinde, bir çeşit Yeryüzü cenneti olan “Günahtan yoksun ülke”yi aramaya çıkmışlardır. Şamanlardan esinlenerek ve onların yönetiminde gerçekleştirilen bu uzun yolculuklar xıx. yy’da başlamış ve 1 9 1 2’ye kadar sürmüştür. Bazı kabileler felaketten sonra Dünyada bir yenilenme olacağına ve ölülerin geri geleceğine inanırlardı.

“Yalnızca Guaraniler değil ama bütün doğa yaşlanmış ve yaşamaktan yorgun düşmüştür. Birçok kez sihirbaz-hekimler, rüyalarında Nanderuvuvu’ya rastladıklarında Yerin yalvarıp yakardığını duymuşlardır: “Çok ceset yuttum, doydum artık hem de usandım. Babacığım, ne olur bir şeyler yap da bitsin artık bu çile ! ” Öte yandan Su da huzur vermesi ve her türlü çalkantıyı uzak tutması için Yaratıcı’ya yalvarır, tıpkı ağaçlar( . . . ) ve bütün doğanın yaptığı gibi.”

Aztek geleneklerine göre, Dünya şimdiye kadar üç ya da dört kez yıkıma uğramıştır, ve dördüncü (ya da beşinci) de ilerki günlerde beklenmektedir. Bu Dünyaların her biri bir “Güneş” tarafından yönetilir, bu Güneş’in düşmesi ya da ortadan kalkması Sonun belirtisidir

Choktawlar Dünyanın ateş tarafından yok edileceğine, ama ruhların geri döneceğine, kemiklerin etlerle kaplanacağına ve dirilenlerin de eskiden kendilerine ait olan topraklarda oturacaklarına inanırlar• Eskimolarda da benzeri bir mite rastlanır: Buna göre insanlar yeniden kemiklerinden canlanacaklardır (bu, avcılıkla geçinen toplulukların kültürlerine özgü bir inanıştır).

Cherokeeler’e göre “dünya yaşlanıp yıprandığında, insanlar ölecek, ipler kopacak ve yer Okyanus’a gömülecektir”. (Yer’in, gökkubbeye dört iple asılmış büyük bir ada olduğu kabul edilirdi. )

DOĞU DİNLERİNDE DÜNYANIN SONU

Hint görüşünde, Dünyanın belli sürelerle yinelenen yeniden yaratılışında, insan hiçbir rol oynamaz; aslında insan bu sürekli yeniden yaratılışı istemez, o kozmik çevrimin kaçışını izler.

Başlangıçların yetkinliği miti, Mezepotamya’ da, Yahudiler’ de ve Yununalılar’da açıkça kanıtlanmıştır.

Yahudiler de benzer düşünceleri paylaşıyorlardı : İlk Cennet’in yitirilmesi, ömrün giderek kısalması, birkaç ayrı calıklı birey dışında bütün insanlığı yok eden tufan.

YAHUDİ-HIRlSTİYAN DÜNYASINDAKİ KIYAMETLER

Nasıl, kozmogoni tek olmuşsa Dünyanın Sonu da tek olacaktır.

Bu Yeryüzü Cenneti artık bir daha ortadan kalkmayacak, Sonu olmayacaktır. Zaman, bundan böyle Sonsuz Geriye Dönüş”un dairesel Zaman’ı değil ama çizgisel ve geriye döndürülemez bir Zaman’dır.
Çünkü Dünyanın Sonu, insan eylemlerinin dinsel değerini ortaya koyacak ve insanlar eylemlerine göre yargılanacaklardır. Burada artık bir topluluğun (ya da insan türünün tümünün) yeniden canlanmasını da kapsayan kozmik bir dirilme söz konusu değildir. Burada söz konusu olan bir Yargı’dır, bir seçimdir; Sonsuz bir mutluluk içinde yalnızca Tanrı’nın sevgili kulları yaşayacaklardır.

HIRİSTİYANLIKTAKİ BİNYILCILIKLAR

bu dünya, bütün günahları, haksızlıkları ve acımasızlıklarıyla sürmekteydi. Dünyanın Sonu’nun ne zaman geleceğini yalnızca Tanrı biliyordu, bir de kesin olan bir şey var gibiydi: Bu Son, yarın için söz konusu değildi. Kilise’nin kendi açısından başarılı olmasıyla Cennet daha şimdiden Yeryüzü’nde bulunuyordu ve bir bakıma eski dünya daha şimdiden yok edilmişti bile.

Kilise, insan yaşamının tarihteki büyük bunalımlar sırasında içine düştüğü mutsuzluğu bir ölçüde azaltmaya çalışarak Dünyayı olduğu gibi kabul etmişti.

Xl.yy’dan sonra binyılcılıkla ve eskatoloj iyle ilgili hareketler yeniden ortaya çıktı; bu kez Kilise’ye karşı ya da Kilise hiyerarşisine karşıydı.

Bu Dünya -Tarih’teki Dünya- adaletsizdir, berbattır, iblisçedir; iyi ki daha şimdiden bozulmakta, kötüye gitmektedir, felaketler başlamıştır, bu yaşlı dünya her yandan çatırdamaktadır; çok yak ında yok olup gidecektir, karanlıkların gücü kes in olarak yenilgiye uğratılacaktır, ve ıyiler” kazanacak, Cennet’e yeniden kavuşulacaktır.

Dünyanın Sonu’nu bekleyiş ve Son Yargı’nın çok yakında olması, büyük Hıristiyan Kiliselerinden hiçbirinin belirgin niteliği değildir.

Görünüşte kökünden laikleşmiş olmasına karşın nazizm de komünizm de eskatoloj i öğeleriyle yüklüdür; bu dünyanın Sonunu, bolluk ve büyük mutluluk çağının başlangıcını haber verirler

“İLKELLER”DE BİNYILCILIK

Dünyanın Sonuyla ilgili mit günümüzde asıl, Batı dünyası dışında çok büyük bir gelişme göstermiştir.

İlkel binyılcılıkların yapısı son derece zengin ve karmaşıktır
1 . Binyılcı hareketler, Dünya’nın belli sürelerle yinelenen yenilenmesinin mit ve rit niteliğindeki senaryosunun bir gelişmesi olarak kabul edilebilir; 2. Hıristiyan eskatoloj isinin dolaylı ya da dolaysız etkisi kuşkusuz hemen her zaman için vardır; 3. Batı değerlerinin kendilerini çekmesine, Beyazların din ve eğitimine olduğu kadar zenginliklerine ve silahlarına da sahip çıkmak istemelerine karşın, binyılcı hareketin üyeleri Batılılara karşıdır; 4. Bu tür hareketler zaman peygamber gibi güçlü dinsel kişilikler tarafından yaratılırlar ve siyasetçiler tarafından ya da siyasal amaçlar için düzenlenirler veya genişletilirler; 5. Bütün bu hareketlere göre, Mesih’in Son Yargı’dan ünce binyıllık hükümdarlığı pek yakındadır, ama kozmik kıyametler ya da tarihsel felaketler olmadan kurulamayacaktır.

Üyeler, daha iyi bir iktisadi ve toplumsal duruma ulaşmak için Dünya’nın sonunu beklerler ve ilan ederler -ama özellikle de Dünya’nın bir yeniden yaratılışı ve insanın sonsuz mutluluğunun yeniden sağlanması umudunu beslerler. Onlar dünya malları karşısında açlık duyarlar, bunlara susamışlardır- ama aynı zamanda ölümsüzlüğe, özgürlüğe ve cennetteki sonsuz mutluluğa da özlem duyarlar.

Peygamber ya da kültün kurucusu pek yakında gerçekleşecek olan “kökene dönüş”ü, dolayısıyla da başlangıçtaki “cennete özgü” duruma yeniden kavuşulacağını ilan eder.

MODERN SANATTA “DÜNYANIN SONU”

Batı toplumlarının, hem komünist eskatoloj isinin hem de ilkel binyılcılıkların gösterdiği iyimserlikle karşılaştırılabilecek hiçbir yanı yoktur. Tersine günümüzde, termonükleer silahlardan kaynaklanan ve giderek daha tehdit edici boyutlara varan, Dünyanın Sonu’nun bir felaketle geleceği korkusu vardır.

YENİ BİR BAŞLANG ICIN KESİNLİĞİ

Dünyanın Sonu’yla ilgili mitsel temayı incelememizin nedeni, özellikle, eskatoloj i ile kozmogoni arasındaki bağıntıları açıklığa kavuşturmaktır. Üçüncü bölümde, Dünya’nın yılda bir yeniden canlanmasının mit ve rit özelliğindeki senaryosunun son derece önemli olduğu konusunda ısrar ettiğimiz anımsanacaktır. Bu senaryonun “başlangıçların yetkinliği” motifini kapsadığını ve belli bir tarihsel andan başlayarak bu motifin “değişken” duruma geldiğini gördük; söz konusu motif, mitsel geçmişteki başlangıçların yetkinliğini olduğu kadar gelecekte bu Dünya’nın yok olmasından sonra gerçekleşecek olanın yetkinliğini de belirtmeye elverişli duruma gelir. Son bölümde incelediğimiz Dünyanın Sonu mitleriyle ilgili uzun excursus’ ta, eskatoloj ilerde bile önemli olan şeyin Son olgusu değil ama yeni bir başlangıçın kesinliği olduğunu göstermek istedik. Oysa, bu yeniden başlama, doğrusunu söylemek gerekirse mutlak başlangıcın, kozmogoninin kopyasıdır
yani kökenin bilinmesine olağanüstü değer verilmesi olgusuna rastladık denebilir. Gerçekten de, arkaik toplumların insanı için her şeyin (hayvan, bitki, kozmik nesne, vb. ) kökeninin bilinmesi onun üstünde bir tür sihirli üstünlük sağlar. Nerede bulunacağı ve gelecekte nasıl yeniden ortaya çıkartılabileceği bilinir.
Başlangıçta olup bitenin, kozmogoninin bilinmesi gelecekte olup biteceklerin de bilinmesini sağlar.

FREUD VE “KÖKEN”İN BİLİNMESİ

Sözgelimi, güneş sisteminin kökeni olduğu kadar evlilik gibi bir kurumun ya da seksek gibi bir çocuk oyununun kökeni de araştırılmıştır.
“insanın en eski” dönemi yani ilk çocukluk dönemidir. Çocuk mitsel ve Cennet’e özgü bir zamanda yaşarız.

Biz, mitlerde anlatılan en eski olguların yeniden gerçekleşme aşamasına getirilebileceği, dolayısıyla da yeniden yaşanabileceği inancını gösteren belli sayıda örnekten söz ettik.

Psikanaliz tekniği Köken Zamanı’na bireysel bir dönüşü olanaklı kılar. Oysa bu varoluşsal geriye dönüş arkaik toplumlar tarafından da bilinir ve Doğu’ya özgü kimi psikofizyolojik tekniklerde önemli bir rol oynar. Şimdi inceleyeceğimiz sorun da budur.

GERİYE DÖNÜŞ İLE İLGİLİ GELENEKSEL TEKNİKLER

Biz psikanalizi kesinlikle “ilkel” ya da Doğu’ya özgü inanışlar ve tekniklerle karşılaştırmak istemiyoruz. Burada öne sürülen benzerliğin amacı, Freud’un, insanın anlaşılmasındaki, özellikle de tedavisindeki önemini fark etmiş olduğu “geriye dönüş”ün, Avrupa dışındaki kültürlerde daha önceden uygulandığını göstermektir.

Yeniyetme, inisiyasyon aracılığıyla hem toplumsal açıdan sorumluluk taşıyan, hem de kültür bakımından bilinçlenmiş olan bir birey durumuna gelir.

Önce upanayama töreni yani erkek çocuğun kendisine hocalık edecek kişinin yanına girişi vardır.
1 . Bir kahramanın, bir deniz canavarı tarafından yutulması ve kendini yutan canavarın karnını zorladıktan sonra oradan başarıyla çıkması; 2. Bir vagina dentata1°’nın inisiyasyon gereği aşılıp geçilmesi ya da Toprak-Ana’nın ağzıyla veya dölyatağıyla bir tutulan bir mağaraya ya da bir yarıktan aşağıya tehlikeli bir iniş. Bütün bu serüvenler aslında ınisiyasyonla ilgili sınamaları oluşturur; bunların ardından, başarı kazanmış olan kahraman yeni bir varolma biçimi elde eder

“KÖKENE DÖNÜŞ” YENİ BİR DOĞUŞU HAZIRLAR, AMA BU, İLKİNİ YANİ FİZİKSEL DOĞUŞU YİNELEMEZ.

her sabah içinden Güneş’in doğduğu Gece, en eski Kaos’u simgeler, güneşin doğuşu da kozmogoninin bir karşılığıdır

Hindistan’ da günümüzde bile geleneksel hekimlik, yaşlıları gençleştirme ve tümüyle bitkin düşmüş hastalara eski canlılıklarını kazandırma işini, onları dölyatağı biçimindeki bir çukura gömerek gerçekleştirir. “Yeni doğuş”taki simgecilik açıkça görülür. Zaten burada Hindistan dışında da saptanmış bir gelenek söz konusudur: Bu, hastaları, Toprak-Ana’nın bağrından doğmalarını sağlamak amacıyla gömme geleneğidir• Aynı biçimde, Çin’de de “kökene dönüş”ün tedavide saygın bir yeri olduğu görülür.

ZAMANIN YAPTIKLARINDAN KURTULMAK İÇİN . . .

Yoga ve Buddhacılık burada, “geriye dönüş”le ilgili kimi psikofizyoloj ik uygulamaları başka bir yerde bilinmeyen derecede geliştirmiştir.
Yoga ve Buddhacılık soteriyolojidir, mistik tekniklerdir, felsefedir ve erekleri doğal olarak, büyüye dayalı tedavilerden çok daha başkadır.

İnsanı zaman içindeki varoluşunun acısından kurtarmak.
Karma çevrimi ancak, gelecekteki bir yaşamın son öğesine kadar “tüketilme”siyle kesin olarak ortadan kaldırılır, böylece de Zaman’dan kurtulmuş olunur. Oysa, karma kalıntılarını “tüketme” yollarından biri, insanın daha önceki yaşamlarını öğrenmek için başvurduğu “geriye dönüş” tekniğinden oluşur.
Zamanda geriye doğru giden kişi, kaçınılmaz olarak, hareket noktasını bulacaktır; bu da, kısaca söylemek gerekirse kozmogoniyle çakışır. Geçmiş yaşamlarını yeniden yaşamak demek onları anlamak ve, belli bir noktaya kadar, “günahlar” ını, yani bilgisizliğin etkisi altında olan ve bir yaşamdan öbürüne karma yasasıyla biriktirilen davranışlarının toplamını “tüketmektir”.
çağlar boyunca ve pek çok kültürde Zaman’la ilgili olarak insan davranışının belli bir sürekliliği olduğunu saptamak anlamlıdır. Bu davranış şöyle tanımlanabilir. Zaman’ın yaptıklarından kurtulup iyileşmek için “geriye dönmek” ve “Dünya’ nın başlangıcına varmak” gerekir.
Arkaik kültürler ve eski Doğu kültürlerinde kozmogoni mitinin yinelenmesindeki amaç, geçmiş olan Zaman’ın ortadan kaldırılmasını ve yeni b ir yaşamın, el değmemiş yaşam güçleriyle yeniden başlamasını sağlamaktadır.

GEÇMİŞİ YAKALAMAK

1 . Kısa sürede ve dolaysız olarak ilk duruma (ya Kaos veya Kozmogoni öncesi durum ya da yaratılış an’ına) dönme; 2. İçinde bulunulan an’dan hareket ederek Zaman’da geriye doğru “mutlak başlangıç”a kadar derece derece ilerleyerek “köken”e dönme. Birinci durumda, Kozmos’un (ya da belli bir zaman süresinin sonucu olarak insanın) başdöndürücü biçimde, hatta ansızın ortadan kalkması ve başlangıçtaki durumun (“Kaos” ya da -antropoloj i düzeyinde- “tohum”, “embriyon”) yeniden sağlanması söz konusudur.
Oünya’nın bir an içinde ortadan kaldırılması ve yeniden yaratılmasıdır. Oysa burada başlıca rolü oynayan bellektir. Zaman’ın yaptıklarından anımsama’yla, anamnesisle kurtulur insan. Önemli olan, zaman süresi içinde tanık olunmuş bütün olayları anımsamaktır.

BİR ŞEYE EGEMEN OLABİLMEK İÇİN ONUN KÖKENİNİ VE ÖYKÜSÜNÜ B İLMENİN ÖNEMLİ OLDUĞU ANLAYIŞIYLA BAĞINTILIDIR.

kişisel belleğe bağımlı bir deneyim gerektirir, buna karşılık kökenin bilinmesi bir mitin en eski ve örnek oluşturacak bir öyküsünün anlaşılmasına indirgenir.

Yeniden anımsamayı becerebilen bir kişi, şeylerin kökenini bilen kişiden çok daha değerli bir büyüsel-dinsel güce sahiptir.

Ama, kendine ait daha önceki varoluşları yani kendi kişisel “öyküsü’nü” bilmek insana ayrıca başka bir şey daha kazandırır: Bu da soteriyoloj i türünden bir bilimdir VE İNSANIN KENDİ YAZGISINA EGEMEN OLMASIDIR

Daha önceki varoluşların bilinmesi yalnızca Hint dünyasına ait bir teknik değildir. Aynı şeye şamanlarda da rastlanmıştır.

”ÖZ OLAN” VAROLUŞTAN ÖNCE GELİR

İnsan bugün ne ise o’dur çünkü başlangıçta bir dizi olay gerçekleşmiştir. Mitler insana bu olayları anlatır, bunu yaparken de nasıl ve neden bu biçimde oluşturulmuş olduğunu anlatır.

Her zaman, kutsal tarih, kutsal olayların öyküsü vardır, çünkü kişiler Doğaüstü Varlıklar ve Mitsel Atalar’ dır. Şimdi şöyle bir örnek verelim: İ nsan ölümlüdür, çünkü bir Mitsel Ata ölümsüzlüğü yok yere yitirmiştir ya da bir Doğaüstü Varlık bunu onun elinden almaya karar vermiştir, veya belli bir mitsel olayın ardından hem cinsiyetli hem de ölümlü duruma gelmiştir. Kimi mitler ölümün kökenini bir kaza ile ya da bir dikkatsizlik ile açıklar: Tanrı’nın habercisi olan bir hayvan, vereceği haberi unutur ya da, tembel olduğu için çok gecikir, vb. Bu, ölümün saçmalağını ilginç ve özgün olarak anlatma biçimidir. Ama bu durumda da anlatılan öykü “tanrısal nitelikli bir öykü”dür, çünkü haberi gönderen bir Doğaüstü Varlık’tır ve sonunda, isterse habercisinin yanlışını düzeltebilecek güçtedir.
Başlıca olayların başlangıçta olduğu doğruysa da bu olaylar bütün dinler için aynı değildir.

“öz olan” şimdiki insanlık koşulunun temelinde yatan Cennet dramıdır. Mezopotamya insanı için “öz olan”, deniz canavarı Tiamat’ın parçalanmış gövdesinin yardımıyla Dünya’nın yaratılmasıdır ve Şeytanlar şahı Kingu’nun içine biraz toprak (sonuç olarak doğrudan doğruya, Tiamat’ın bedeninden gelen bir maddeyle) karıştırılmış kan yardımıyla da insanın yaratılmasıdır. Bir Avustralya yerlisi için “öz olan”, “Düş zamanlarında” Doğaüstü Varlıkların yaptığı bir dizi eyleme indirgenir.

DEUS OTİOSUS

Yüce Varlık’ın Dünya’yı ve insanı yarattığı kabul edilir, ama o kısa süre içinde yarattıklarını terk edip Gökyüzü ‘ne çekilmiştir. Kimi zaman yaratma işini bile tamamlamamış, bunu bir başka tanrısal Varlık, “Oğlu” ya da temsilcisi üstlenmiştir.

Ateş Adası’nda yaşayan Selknamlarda “Gözyüzü Sakini” ya da “Gökteki” olarak adlandırılan Tanrı, öncesiz sonrasızdır, her şeyi bilir, sonsuz gücü vardır, ama yaratılış Atalar tarafından tamamlanmıştır; onlar da, yıldızların ötesine çekilmesinden önce, Yüce Varlık tarafından yarıtılmışlardır. Bu Tanrı insanlardan ayrı yaşar, dünya işlerine karşı ilgisizdir. Ne bir görüntüsü vardır ne de kendisine hizmet edecek bir rahibi. Ancak hastalık söz konusu olduğunda ona dualar edilir (“Sen, ey yukarıdaki, alma çocuğumu benim; o daha çok küçük”) ya da özellikle kötü havalarda armağanlar sunulur.

o dünya ve insanla ilgili işlerden kesinlikle uzaklaşır; deus otiosus haline gelen bu Yüce Tanrı’nın ne tapınağı vardır, ne heykeli, ne de rahipleri. Bununla birlikte, bir felaket olduğu zaman en son çare olarak ona başvurulur.

Yüce Varlık’ı çok büyüktür, “insanların sıradan işleriyle ilgilenemeyecek kadar”. Eveler, Dzingbe’ye (“Evrensel Baba”) ancak kuraklıkta yakarırlar: “Şükranlarımızı borçlu olduğumuz ey Gökyüzü, kuraklık büyük; bir şeyler yap da yağmur yağsın, toprak serinlesin, tarlalar gelişsin.”

Yüce Varlık’ın ortadan kalkması, dinsel yaşamın zayıflayıp yoksullaşması biçiminde yansımaz. Tersine gerçek “dinler”in onun ortadan kalkmasından sonra ortaya çıktığı söylenebilir: En zengin ve en dramatik mitler, en saçma ritüeller, her türden tanrılar ve tanrıçalar, Atalar, maskeler ve gizli dernekler, tapınaklar, papazlar sınıfı, vb. – işte bütün bunlara, toplayıcılık ve küçük çaplı avcılık evresini aşmış olan ve Yüce Varlık’ın ya ortada bulunmadığı (belki de unutulduğu) ya da sıkı sıkıya öbür tanrısal Figürlerle birleştirilerek tanınmayacak duruma getirildiği kültürlerde rastlanır.

Genel olarak bu unutulmuş Tanrı’ya kaynaklar tükendiğinde, öbür tanrısal figürlere yönelik bütün girişimlerden sonuç alınamadığında başvurulur
“Her yolu denedik, ama bir sen kaldın bizi kurtaracak … Ey Tanrım ! Sen bizim Yaratıcımızsın. Acı bize! ” Aynı biçimde, İbraniler, tarihin kendilerine olanak tanıdığı her sefer, bir barış ve iktisadi açıdan görece bir gelişme dönemi yaşadıkları her sefer, Yehova’dan uzaklaşırlar ve Baaller’e, Astarteler’e yaklaşırlardı; ama tarihsel felaketlerden dolayı zorunlu olarak Tanrı’ya yaklaşırlardı. “O zaman Rabba seslendiler ve şöyle dediler: Günah işledik Çünkü Rabbi bırakıp Baallere ve Astartelere hizmet ettik; ama şimdi, sen bizleri düşmanlarımızın elinden kurtar, biz de sana hizmet edeceğiz”
(1 Samuel, XIII, 1 0 ) .

1 . Tanrı Dünya•yı ve insanı yarattı, sonra Gökyüzü’ne çekildi; 2. Bu uzaklaşmaya kimi zaman Gök ve Yer arasındaki bir iletişim kopukluğu ya da Gökyüzü’nün büyük çapta uzaklaşması eşlik etti; bazı mitlerde Gök’ün başlangıçtaki yakınlığı ve T anrı’nın Yer’ deki varlığı cennetin bir belirtisini oluşturur (buna bir de insanın başlangıçtaki ölümsüzlüğünü, hayvanlarla olan dostça ilişkilerini ve çalışma gereğinin olmayışını da eklemek gerekir); 3 . Az çok unutulmuş olan bu deus otiosus’un yerini değişik tanrısal varlıklar almıştır; bunların ortak noktası insana daha yakın olmaları, ona daha dolaysız ve daha düzenli bir biçimde yardım etmeleri ya da işkence yapmalarıdır. Kendi mitlerinde anlatılan Doğaüstü Varlıklara özgü eylemleri unutmamaya genellikle çok dikkat eden arkaik toplum insanın, deus otiosus durumuna gelen yaratıcı Tanrı’yı unutmuş olması ilgi çekicidir.

KATLEDİLEN TANRISAL VARLIK

Yeryüzünden yok olup giden Tanrılara da rastlanır dinler tarihinde; ancak bunlar insanlar tarafından (özellikle de mitsel Atalar tarafından) öldürüldükleri için yok olmuşlardır. Arkasında bir boşluk bırakan (zaten bu boşluk da çarçabuk başka dinsel Figürler tarafından doldurulur) deus otiosusun “ölüm”unün tersine bu tanrısal varlıkların ani ölümü yaratıcı niteliktedir.
Mitiyle ilgili bazı ayrıntılar unutulabilse bile katledilen tanrısal varlık hiçbir zaman unutulmaz tanrısal varlığın ölümü, insanın varolma biçimini kökünden değiştirir. Bazı mitlerde, insan da ölümlü ve cinsiyetli duruma gelir.
tanrısal varlıklar kozmogoniyle ilgili değildir; Yeryüzü’nde Yaratılış’tan sonra ortaya çıkmışlardır ve orada uzun süre kalmamışlardır; sonra insanlar tarafından öldürülen bu tanrısal varlıklar öc almamışlar ve hatta katillere karşı bir hınç da beslememişlerdir; tersine onlara kendi ölümlerinden nasıl yararlanacaklarını göstermişlerdir.

Mitsel ve törensel tema şu biçimde yeniden oluşturulabilir: ” l . Doğaüstü bir Varlık insanları ( inisiyasyondan geçirmek amacıyla) öldürür; 2. Bu inisiyasyona özgü ölümün ne demek olduğunu anlamayan insanlar, onu öldürerek öc alırlar; ama daha sonra, en eski dramla bağıntılı olan gizli törenler başlatırlar: 3 . Doğaüstü Varlık’a bu törenlerde, kutsal bir resim ya da nesne görünümü altında yer verilir, bunların onun bedenini ya da sesini canlandırdığı kabul edilir

HAİNUWELE VE DEMALAR
Doğaüstü bir Varlık’ın ilk öldürülüşünün inisiyasyon törenlerine yol açması olgusudur; bu törenler sayesinde insanlar daha üst düzeydeki bir yaşama ulaşırlar. Aynı zamanda ilgi çekici olan bir olgu da, söz konusu cinayetin suç olarak kabul edilmemesidir; böyle olmasaydı hep aynı süreler içinde dinsel törenlerde yeniden gerçekleştirilme aşamasına getirilmezdi.

Bir tanrısal varlık-dema’nın bugünkü insanlığın Ataları olan demalar tarafından öldürülmesi (“cennete özgü” olarak kabul edilemeyecek) bir çağa son verip bugün içinde yaşadığımız çağı başlatır.

Sözgelimi Hainuwele, insanların yediği hindistancevizinde, yumrularda ve domuzlarda varlığını sürdürür.

Proto-tarımla uğraşanlar için demek ki ” işin özü” bu ilk cinayette yoğunlaşmıştır. Dinsel yaşam da, doğrusunu söylemek gerekirse, bu eylemin anımsatılmasından ibaret olduğuna göre, en büyük günah, ilk kutsal dramın herhangi bir bölümünün “unutulma”sıdır.

Buna göre, dinsel törenler anımsama bayramlarıdır

Sözgelimi Wemalelerde, Ay bir tanrısal varlık-dema’dır; yeni ay döneminde adet gördüğü kabul ed ilir ve üç gece boyunca görünmez. İşte bu nedenle de kadınlar regl oldukları sırada tek başlarına özel kulübelere çekilirler. Bu yasağın çiğnendiği her durum, bir günah ödeme törenine yol açar. Kadın, nüfuzlu erkeklerin bulunduğu kült evine bir hayvan götürür, suçlu olduğunu kabul eder ve çıkıp gider.

AR TIK “ONTOLOJİ” DEĞİL AMA “TARİH” SÖZ KONUSUDUR

Yapı açısından bütün bu mitler, köken mitleridir. Bize, insanın, besin olarak kullanılan bitkilerin ve hayvanların, ölümün, dinsel kurumların (erginleme inisiyasyonları, gizli dernekler, kanlı kurbanlar, vb. ) bugünkü durumunun, insanın tutum ve davranışlarının kökenini açıklar.

göksel ve yaratıcı Yüce Varlık, dinsel etkinliğine ancak kimi kırsal kültürlerde (özellikle Türk-Moğollar’da) ve Musa’nın tektanrıcılığında, Zerdüşt’ün reformunda ve İslam dininde yeniden kavuşur. Adı anımsansa bile -Mezopotamyalıların Anu’su, Kenan ülkesinde oturanların El’i, Veda Hindularının Dyaus’u, Yunanlıların Uranos’u-Yüce Varlık, artık dinsel yaşamda önemli bir rol oynamamaktadır ve mitoloj ide yetersiz bir biçimde temsil edilir (kimi zaman da hiç yoktur; sözgelimi Dyaus) . Uranos’un “pasifliği” ve deus otiosus olması, maddesel ya da cisimsel olarak, onun 􀓺ğdiş edilmesiyle açıklanır: O “güçsüz” olmuş ve Dünya’da da olup bitene karışamaz duruma gelmiştir.

El, önceliği Ba’al’e bırakır, tıpkı Anu’nun Marduk’a yaptığı gibi. Marduk’un dışında, bütün bu yüce Tanrılar terimin tam anlamıyla artık “yaratıcı” (ya da “yaradan”) değildirler. Onlar Dünya’yı yaratmamışlar, yalnızca düzenlemişler ve orada düzen ve verimliliği sürdürme sorumluluğunu üstlenmişlerdir. Her şeyden önce onlar, sözgelimi Zeus ya da Baal gibi Dölleyicilerdir, Yer tanrıçalarıyla yaptıkları kutsal evliliklerle, tarlaların verimliliğini ve ürünün bolluğunu sağlarlar.
AvrupaAsya çoktanrıcılığına özgü büyük mitoloj ilerin, giderek, Dünya’nın Yaratılmasından sonra, hatta insanın yaratılmasından (ya da ortaya çıkmasından) sonra neler olup bittiğiyle ilgilendikleridir. Şimdi artık Tanrıların yarattıklanyla değil de başlanna gelenlerle ilgilenilmektedir.

cinayet ya da kaza sonucu ölen ve bazen de dirilen genç Tanrıların (Osiris, Tammuz, Attis, Adonis, vb. ) ya da Cehennem’e inen bir Tanrıça’nın ( İştar), veya oraya inmeye zorlanan tanrısal bir Kız’ın (Persephone) dokunaklı mitlerinden de söz edelim.

Bitki örtüsüyle ilgili törenler (Osiris, Tammuz, Persephone, vb. ) ya da inisiyasyon kurumları (Gizemler) bu traj ik olayın sonunda ortaya çıkmıştır.

Tarih’ in belli bir an’ında da, özellikle Yunanistan’da ve Hindistan’da ama aynı zamanda Mısır’da da seçkin bir topluluk bu tanrılarla ilgili tarihle ilgilenmemeye başlamış ve (Yunanistan’da olduğu gibi) tanrılara inandıklarını i leri sürmekle birlikte artık mitlere inanmaz olmuşlardır.

“MİT YIKIMI”NIN BAŞLANGICI
Bu seçkin topluluklar için “öz olan”. Tanrılarla ilgili tarih kesitinde değil de bu tarihten hemen önce gelen “en eski durum”da aranmalıydı

ilk felsefi spekülasyonların mitoloj ilerden kaynaklandığı söylenebilir: Sistemli düşünce, kozmogonilerin söz ettiği “mutlak başlangıç”ın ne olduğunu anlamaya ve kavramaya, Dünyanın Yaratılışı ile ilgili gizi, kısacası Varlık’ın ortaya çıkışındaki gizi aydınlatmaya çalışır.

En son tanrı alaşağı edilmiş, mitleri de çocuk masal lan düzeyine düşmüş olsa bile Yunan düşüncesi, büyük bir olasılıkla mitsel düşünceden kendi olanaklarıyla kurtulmayı becerememiş olmalıdır.

YOGA USTASI KRALİÇEYE AŞIK OLUNCA

Büyüye dayalı başarıları çok zengin bir destan yazın’ının doğmasına yol açmıştır.
Bu, yogacılara özgü çok iyi bilinen “başkasının bedenine geçme” mucizesidir; azizler de kimi zaman, şehveti kirlenmeden tanımak için bu yola başvururlar.
“Tensel yol”un ölüme götürdüğünü, ‘unutma’sının da aslında, gerçek ve ölümsüz olan kendi
doğasını unutma olduğunu ve ‘Kadali’nin büyüsü’ nün dindışı yaşamın seraplarını oluşturduğunu anlar”1 • Goraknat onu yoga yoluna yeniden dönmeye ve bedenini “yetkin” kılmaya zorlar. Ona, ölümsüzlüğü az daha elinden kaçırmasına neden olacak olan “unutma’•ya Durga’nın yol açtığını anlatır. Goraknat, bu büyünün “Doğa” (yani Durga) tarafından insanoğluna yöneltilmiş olan sonsuz cehaletin uğursuzluğunu simgelediğini ekler•
Bu mitsel tema şu öğelere indirgenir: 1 . Manevi bir usta, bir kraliçeye aşık olur ya da kadınlar tarafından tutsak edilir; 2. Her iki durumda da fiziksel bir aşk hemen anında Usta’da bellek yitimine yol açar; 3. Tilmizi kendisini bulur ve değişik simgeler (danslar, gizli işaretler, gizemli bir dil) aracılığıyla onun belleğe, yani kimliğinin bilincine kavuşmasına yardımcı olur; 4. Usta’daki “unutma” ölüme benzetilir ve bunun tersine “uyanma, ayrılma”, anamnesis3, bir ölümsüzlük koşulu olarak belirir.
Ana motif -Yaşamın içine dalmanın yol açtığı bellek yitimi-tutsaklık, ve bir çömezin gizemli işaretleri ve sözleriyle gerçekleştirilen anamnesis- belli bir ölçüde lnci’nin llahisi’nde sunulan “Kurtarılan kurtarıcı”yla ilgili o ünlü gnostik miti anımsatır.

HİNT DÜNYASININ UNUTMA VE
ANIMSAMA İLE İLGİLİ SİMGECİLİĞİ
“Unutma” “uyku” demektir, ama aynı zamanda kendini yitirmeye yani yönünü şaşırmaya, “düşüncesizliğe” (gözlerin bağlı olması) de denk düşer.

Sankara, hırsızlar tarafından Varlık’tan uzaklara (atman -Brahman’dan uzaklara) kaçırılan ve şu bedenin kapanına kısılan adamla ilgili olarak da olayların aynı böyle olup bittiğini anlatır. Hırsızlar, “saygınlık ve kusur” a ilişkin sahte fikirleri ve daha başka şeyleri temsil eder. Adamın gözleri de boş hayal, kuruntu bağıyla bağlanmıştır, karısına, oğluna, arkadaşına, sürülerine, vb’ne özlem duyması da onu engeller.

Korkunç bir pusuya düşmüş olan adam, gerçek Varlık’ın ( Brahman-atman) bilincinde olan kişiye rastladığı an’a kadar işte böyle düşünür; kölelikten kurtulmuş, mutlu b iri olan ve ayrıca başkalarına karşı sempati besleyen bu kişiden, bilginin yolunu ve dünyanın geçiciliğini, boşluğunu öğrenir. Böylelikle kendi boş hayallerinin tutsağı olmuş olan adam dünyayla ilgili şeylere bağımlılıktan kurtulur.

Zamansal varlığının yarattığı ve beslediği boş hayallerle şaşkına dönen Kendi( lik) [atman] , Dünya’da, ancak görünüşte bağımlı olduğunu keşfettiği güne kadar bu “cehalet”in sonuçlarına katlanır.

En son kertede, kendi kendini tanımama olan “cehalet”, kimi bakımlardan gerçek Kendi(lik)’i (atman, puruşa) ‘unutma.ya benzetilebilir.

ESKİ YUNAN’DA “UNUTMA” VE
“AKILDA TUTMA”

Anımsama, unutmuş olanlar içindir”

Demek ki bellek, akılda tutma (mneme ) ile anımsama (anamnesis ) arasında bir fark vardır. Buddha’nın Diganikaya’da sözünü ettiği ve bellekleri karmakarışık olduğunda göklerden düşmüş olan tanrılar, insan olarak yeniden dirilirler.
Şu ya da bu biçimde anımsama bir “unutrna”yı içerir, bu da, gördüğümüz gibi, Hindistan’ da cehalet, kölelik( =tutsaklık) ve ölüm anlamına gelir.

“Bellek”in kişileştirilmiş biçimi ve Kronos ile Okeanos’un kız kardeşi olan tanrıça Mnernosyne, Musalar’ın anasıdır.
O her şeyi bilir; Hesiodos’a göre ( Theogonia, 3 2 , 38) o, “olmuş olan her şeyi, olmakta olan her şeyi, olacak olan her şeyi” bilir. Ozan, Musa’ların etkisine girmişse doğrudan do ruya Mernosyne’nin bilgisiyle, yani özellikle “kökenler”, “başlangıçlar”, soy saplara ilişkin bilgiyle beslenir.

Yeniden yakalanmaya elverişli olan ilk, en eski bellek sayesinde, Musa’lardan esinlenmiş olan ozan, başlangıçtaki ilk gerçeklere ulaşır. Bu gerçekler başlangıçtaki mitsel zamanlarda ortaya çıkmıştır ve bu Dünya’nın temelini oluşturur. Ne var ki, başlangıçta ortaya çıkmış oldukları için de bu gerçekler artık gündelik yaşantıda yakalanabilecek nitelikte değildir.
Geçmiş, öbür dünyanın bir boyutu gibi görünmektedir.
İşte bu nedenle -tarihsel ya da en eski- geçmiş “unutulduğu” ölçüde ölüme benzetilir. Lethe pınarı, yani “unutma” pınarı tümüyle Ölüm alanı içinde kalır. Ölüler belleklerini yitirmiş olanlardır

Hermes, oğlu Ethalide’yi ölümsüz kılmak için ona “hiç bozulmayacak bir bellek” verir.

daha önceki kişisel yaşamlar, varoluşlar dizisini öğrenmektir

Şamanlar önceki yaşamlarını anımsadıklarını ileri sürerler ve bu da söz konusu uygulamanın çok eski olduğunu gösterir.
“İLK” BELLEK VE “TARİHSEL” BELLEK

1 . En eski olaylara (kozmogoni, teogoni, j enealoj i) başvuran bellek; 2. Önceki varoluşların yani tarihsel ve kişisel olayların belleği.
1 . Musa’lardan esinlenen ya da bir “geriye doğru kehanette bulunma” sayesinde en eski olayların belleğini yeniden bulmayı başaranlar; 2. Pythagoras ya da Empedokles gibi önceki varoluşlarını anımsamayı başaranlar. Bu iki ayrıcalıklar kategorisi “Unutma”yı, dolayısıyla da bir bakıma ölümü yenilgiye uğratır.
önceki yaşamlarını, önceki varoluşlarını anımsamayı başaranlar öncelikle, sayısız cisimleşmeleri arasına dağılmış olan kendi öz “tarihçe”lerini ortaya çıkarmayla uğraşırlar.
“başlangıç ile sonu birbirine bitiştirmek”
Platon’a göre, öğrenmek, sonuç olarak anımsamak anlamına gelir

Platon için de “unutma”nın ölüm olgusunun bir parçasını oluşturmaması ama tersine yaşamla, yeniden cisimleşmeyle bağlantılı olması ilgi çekicidir. Ruh, ideaları dünya yaşamına dönerken “unutur”.

UYKU VE ÖLÜM
Yunan mitoloj isinde Uyku ve Ölüm, yani Hypnos ve Thanatos ikiz kardeşlerdir.
Hindistan’da ve gnostisizmde olduğu gibi Yunanistan’da da “uyandırmak” eyleminin (terimin geniş anlamında) neden soteriyoloj iyle ilgili bir anlam taşıdığı anlaşılır. Sokrates kendisiyle konuşanları, kimi zaman hiç istemedikleri halde uyandırır.

İnsanlara olan sevgisinden dolayı onları, aynı zamanda cehalet, unutma ve “ölüm” olan uykularından “uyandırmak” için bir Efendi gönderenin Tanrı olduğu düşüncesini unutmayalım.

gnostik simge ve imgeleri çözümlerken “düşüş, tutsak etme, terk etme, yurt özlemi, uyuşukluk, uyku, kendinden geçme” motiflerinin önemi üstünde ısrarla durmuştur.

Cehalet ve uyku, aynı zamanda “kendinden geçme” olarak da belirtilir.

İnsanı uykusundan “uyandıran” “haberci”, ona hem “Yaşam”ı, hem de “kurtuluş”u getirir.

“Ey siz, topraktan doğmuş, kendini ruhsal sarhoşluğa ve uykuya ve T anrıbilmezliğe vermiş olanlar – ölçülülüğe dönün! Sarhoşluğunuzdan vazgeçin, saçma uykunuzun büyüsünden kurtulun.
Gılgamış, mitsel Ata Ut-napiştin’in adasına varır. Orada altı gün altı gece boyunca uyanık kalmak zorundadır, ama o bu inisiyasyon sınamasından geçmeyi başaramaz ve ölümsüzlüğe sahip olma şansını elde edemez.

Cehennem Tanrısı, ona, eğer bütün geceyi uyumadan geçirebilirse karısını geri götürebileceği konusunda söz verir. Ne var ki adam tam gün ağaracağı sırada uyuya kalır.
Görülüyor ki, uyumamak yalnızca fiziksel yorgunluğu yenmek değil ama özellikle tinsel gücü kanıtlamaktır, “Uyanık” kalmak, tam anlamıyla bilinci yerinde olmak, tinin dünyasında var olmaktır. Isa, hiç durmadan tilmizlerine uyumamayı buyururdu

GNOSTİSİZM VE HİNT FELSEFESİ

bir yandan ruhun, maddenin içine düşmesi (Yaşam) ve bunun ardından gelen ölümcül “uyku” üstünde dururken öte yandan da ruhun dünya- dışı kökeni üstünde durur.
Gnostikler, günahın bir başkasına ait olduğu kanısını uyandırırlar Dünya-dışı kökenli tinsel varlıklar olan gnostikler “buradan”, bu dünyadan olduklarını kabul etmezler. gnostiklerin teknik dillerindeki anahtar sözcük “öbürü”dür, “yabancı”dır
Dahası, ruhgöçü çevriminin cehalet ve “günahlar”la uzayıp gitmesi doğruysa da, “Kendi( lik) in yaşamın içine düşme” nedeni, Kendi( lik) [puruşa] ile Madde (prakrti) arasındaki (zaten aldatıcı olan) bağıntının kökeni, çözümü olmayan sorunlardır; daha doğrusu, bugünkü insanlık durumunda çözümsüzdür.
Her ne olursa olsun, ve tıpkı gnostikler için olduğu gibi, Kendi( lik) i yaşamların, varoluşların çarkına iten, bir ilk (yani insana özgü) günah değildir.

Ancak, mitleri öğrenince bu en eski olaylardan doğan sonuçları göze alan, üstlenen arkaik toplum insanın tersine, bir gnostik, miti sonuçlarından kurtulmak için öğrenir.

İnsana ilişkin her varoluşu oluşturan acılar, uyanma anında ortadan kalkar. Önemli olan yalnızca en eski mittir. Asıl öğrenilmesi gerekenler yalnızca mitoloj ik geçmişte olup bitmiş olaylardır; çünkü insan bunları öğrenmekle kendi gerçek doğasının da bilincine varır – ve uyanır.

ANAMNESİS VE TARİH YAZMA

Herodotos neden Tarih’ini yazma sıkıntısına katlandığını bizlere şöyle açıklar: İnsanların kahramanlıklarının, başarılarının zamanla yitip gitmemesi için.

Tarih’ini, tanrısal bir katın var olduğunu ve Yüce Tanrı’nın bir halkın yaşamındaki önemini kanıtlamak için yazmıyordu Ancak onların din anlayışında, Tarih’te tek ve kişisel bir Tanrı’nın rolü olduğu göz önüne alınmıyordu; dolayısıyla da onlar, tarihsel olaylara, bu olayların İsrailliler için taşıdığı dinsel anlamı vermiyorlardı.
Her kozmik olgu gibi Tarih, insan topluluklarının doğduklarını, geliştiklerini, yozlaştıklarını ve ortadan kalktıklarını gösteriyordu

Rönesans döneminde, Eski çağ tarihi içinde her şeyden önce, “yetkin insan” davranışı için örnekler aranıyordu. Tarihi Mısır, yazın’ı Homeros, felsefeyi de Thales ile başlatan Batı’nın kültür alanındaki taşralılığı artık aşılmak üzeredir.

Günümüzdeki bir Avustralya yerlisi ya da onun benzeri olan bir paleolitik dönem avcısını anlamayı başarmakla, insan, kendi benliğinin en derinlerinde, tarihöncesi insanlığının varoluşsal, yaşamsal durumunu ve bundan kaynaklanan davranışları “uyandırma” yı başarır.
Binlerce yıl boyunca insanoğlu ritlere uygun bir biçimde çalıştı ve makrokozmos ile mikrokozmos arasındaki benzerlikler üstünde mitlere uygun bir biçimde düşündü.

Tarih’in dehşetine karşı geçmiş zamanların tarihçilerini okuyarak kendini teselli ederdi.

Tıpkı öbür geleneksel kültürler gibi Hindistan da, özele ve bireysele değil de örnek oluşturucu modellere ve paradigmatik olaylara ilgi duyar.
Yani geçmişin kesin ve eksiksiz olarak yeniden anımsanmasının önemi.

DUNY AYI AÇIK KILMAK

din, “açılış”ı, insanüstü bir Dünya’ya, aksiyoloj i değerlerinin dünyasına doğru sürdürür. Bu değerler, tanrısal Varlıklar ya da Mitsel Atalar tarafından açıklandığı için “aşkın” niteliktedir. Mutlak değerler nedeniyle, tüm insan etkinliklerinin paradigmalarını oluşturur. Daha önce de gördüğümüz gibi, bu modeller mitler aracılığıyla iletilir; başka bir dünya, Tanrıların dünyası ya da Ataların dünyası olan bir öbür dünya bilincini özellikle uyandırmak ve korumak bu mitlere düşer.

Bir şeyin gerçekten varolduğu, insana kılavuzluk edebilecek ve insan yaşamına bir anlam verebilecek mutlak değerlerin var olduğu düşüncesi, kutsalla tanışmada, insan-ötesi bir gerçeklikle karşılaşmada ortaya çıkar.
Mitin açık olan tartışmasız değeri hep aynı süreler içinde yenilenen ritüel yeniden doğrulanır. En eski olayın yeniden anımsanması ve yeniden gerçekleşme aşamasına getirilmesi, “ilkel” insana gerçek olanı ayırt etmesinde ve akılda tutmasında yardımcı olur.

Tanrıların, Mitsel Kahraman’ın ve Atalar’ın bu “aşkın” nitelikteki dünyasına girebilir, çünkü arkaik insan, Zaman’ın tersine-çevrilemezliğini kabul etmez. Bunu birçok kez saptadık: Ritüel yardımıyla dindışı ve kronoloj ik olan Zaman ortadan kaldırılır, mitin kutsal Zaman’ı yakalanır. Tanrıların, başlangıç zamanında gerçekleştirdikleri başarılarla çağdaş duruma gelinir
Zaman’ın tersine-çevrilemezliğine karşı başkaldırı, insana “gerçekliği oluşturma”da yardımcı olur, öte yandan da onu ölmüş olan Zaman’ın ağırlığından kurtarır, geçmişi yıkabileceğine, yaşamına yeniden başlayabileceğine ve kendi dünyasını yeniden yaratabileceğine inandırır.

MİT, İNSANA, YAPMAYA HAZIRLADIĞI ŞEYİN DAHA ÖNCE YAPILMIŞ OLDUĞU KONUSUNDA GÜVENCE VERİR, GİRİŞİMİNİN SONUCUYLA İLGİLİ OLARAK AKLINA GELEBİLECEK KUŞKULARI KOVMASINDA KENDİSİNE YARDIMCI OLUR. MADEMKİ MİTSEL KAHRAMAN DAHA ÖNCE MİTOLOJ İK BİR ZAMANDA GERÇEKLEŞTİRMİŞ, O HALDE BİR DENİZ SEFERİ KARŞISINDA NEDEN DURAKSAMALI ? TEK YAPILACAK ŞEY, ONUN ÖRNEĞİNİ İZLEMEKTİR. AYNI BİÇİMDE, MADEMKİ NE YAPILMASI GEREKTİĞİ BİLİNİYOR, O HALDE NEDEN YABANCI VE VAHŞİ BİR TOPRAĞA YERLEŞMEKTEN KORKMALI? BUNUN İÇİN YALNIZCA KOZMOGONİYE İLİŞKİN RİTÜELİ YİNELEMEK YETERLİDİR; BÖYLECE YABANCI TOPRAK ( =”KAOS”) “KOZMOS”A DÖNÜŞÜR, BİR İMAGO MUNDİ DURUMUNA, KURALLARA UYGUN OLARAK YASALLAŞMIŞ BİR “OTURMA YERİ” HALİNE GELİR. ÖRNEK OLUŞTURAN BİR MODELİN VARLIĞI, YARATICI GİRİŞİMİ KESİNLİKLE ENGELLEMEZ. MİTSEL MODEL SINIRSIZ SAYIDA UYGULAMAYA ELVERİŞLİDİR.

Dünya insanla “konuşur”, bu dili anlamak için de mitleri bilmek ve simgeleri çözmek yeterlidir.

Dünya’nın varoluşu, tanrısal bir yaratma eyleminin sonucudur; yapıları ve ritimleri de Zaman’ın başlangıcında olup biten olayların ürünüdür
Her kozmik nesnenin bir “tarih”i vardır. Bu da onun insanla “konuşabilecek” güçte olduğu anlamına gelir.

İNSAN VE DÜNYA
Dünya ile ilişki içindedir çünkü onunla aynı dili kullanır: Bu dil simgedir. Dünya onunla yıldızları, bitkileri ve hayvanları, ırmakları ve kayaları, mevsimleri ve geceleri aracılığıyla konuşur; insan da, rüyaları ve düşsel yaşamıyla, Ataları ya da totemleriyle –aynı zamanda “Doğa”, doğa-üstü ve insanlar- inisiyasyon törenlerinde ritlere uygun olarak ölme ve dirilme yeteneğiyle (Ay’dan ve bitki örtüsünden ne eksik ne de fazla olarak), maske takarak bir ruhu canlandırma gücüyle, vb’yle ona yanıt verir.
Söz konusu anlayış, Tarih’te uzun süre varlığını korumuştur; sözgelimi bir Cengiz Han döneminde çok sayıda insanın öldürülmüş olması bile dinsel bir doğrulama bulabiliyordu.

Mit sayesinde, Dünya Kozmos olarak, yetkin bir biçimde eklemlenmiş, bütünlenmiş, anlaşılır ve anlamlı bir Kozmos olarak kavranmaya başlar. Mitler şeylerin nasıl gerçekleştiğini anlatırken, bunların kimler tarafından, niçin ve hangi koşullarda yapıldıklarını da açıklığa kavuşturur. Bütün bu “açıklamalar”, insanı az çok dolaysız biçimde bağımlı kılar, nedeni de “kutsal bir tarih” oluşturmalarıdır.

HAYAL GÜCÜ VE YARATICILIK

Sonuç olarak, mitler Yeryüzünde çok büyük olayların olup bittiğini ve bu “görkemli geçmiş”in belli ölçüde yakalanıp geri alınmaya elverişli olduğunu sürekli biçimde anımsatır. Paradigmatik jestleri taklit etmenin bir de olumlu özelliği vardır: Rit, insanı kendi sınırlarını aşmaya zorlar; onu, Tanrıların ve mitsel Kahramanların yanında yer almak zorunda bırakır; bundaki amaç, onların eylemlerini insanın da yapabilmesini sağlamaktır. Mit, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak insanın “Yücelme”sini sağlar.

Bir mitin ya da bir folklor tema’sının varyantları kaydedilebilmiştir, ama yeni bir mitin uydurulduğu kaydedilmemiştir. Hep daha önce var olan bir metnin, az çok hissedilir değişiklikleri söz konusudur.

Geleneksel mitoloj i motiflerini besleyen, çoğaltan ve hazırlayanlar, esrime olgusunda ustalaşmış kişiler, fantastik evrenlere yakın olan kişilerdir.

HOMEROS
Eski sömürgelerdeki halkların Mesihçi ve binyılcı hareketleri, sınırsız denilebilecek bir araştırma alanı oluşturur.
Bütün Avrupa dillerinde “mit” sözcüğünün bir “kurmaca”yı belirtmesinin nedeni Yunanlıların daha yirmibeş yüzyıl önce bunu ilan etmiş olmasıdır.
Şunun da altını çizmek gerekir ki, akılcıların yaptığı saldırıların hedefini özellikle tanrıların serüvenleri ve keyfi kararları, kaprisli ve haksız davranışları, “ölümsüzlük”leri oluşturmuştur

Gerçek bir Tanrı adaletsiz, ahlaksız, kıskanç, kinci, cahil, vb. olamazdı. Aynı eleştiri, daha sonra Hıristiyanlığın savunucuhrı, apoloj istler tarafın dan yeniden ele alınmış ve daha da sertleştirilmiştir.

Homeros, Yunan dininin ve mitoloj isinin geceye, cehenneme, cenaze törenine ilişkin öğesi olarak adlandırılabilecek hiçbir şeyden söz etmez. Dinle ilgili cinsellik ve doğurganlık, ölüm, yaşam, ölüm sonrası gibi düşüncelerin önemi, bizlere daha geç dönem yazarları tarafından ve arkeoloj i kazıları sonucu açıklanmıştır.

TEOGON İ VE JENEALOJ İ

Olympos’a özgü sungu biçimini, Kuzey Asya’da yaşamış arkaik avcıların ritüellerine benzetmiştir: Bu avcılar göklerde yaşayan Yüce Varlıklarına kurban edilecek hayvanın kemiklerini ve kafasını sunarak saygı gösterirlerdi.

Kültürün arkaik bir evresinde, gökyüzündeki bir Tanrı’ya yönelik en büyük saygı olarak kabul edilen şey, Yunanistan’da örnek gösterilebilecek bir dalavere, yüce tanrı Zeus’a karşı işlenen ağır suç haline gelmişti.

AKILCILAR VE MİT

Thales, “her şey tanrılarla dolu” dediğinde (A 22), tanrıları kimi kozmik bölgelerde sınırlı yerlere yerleştiren Homeros’un anlayışına karşı çıkmıştır. Anaksimandros, tanrısız ve mitsiz topyekun bir Evren anlayışı önermiştir.

“Öküzlerin, atların, aslanların elleri olsaydı, elleriyle de insanlar gibi resim yapabilseler ve yapıtlar oluşturabilselerdi, atlar atlara benzer tanrı figürleri, öküzler de öküzlere benzer tanrı figürleri çizerler ve onlara kendilerininki gibi bedenler verirlerdi”

Theon, bir annenin kendi öz çocuklarını öldüremeyeceğini düşünür. Olay daha başlangıçta “inanılmazdır”, çünkü Medeia, çocuklarını babaları Jason’un yaşad ığı kentte (Korinthos) öldüremezdi. Ayrıca cinayetin işleniş biçimi de kuşkuludur: Medeia, cinayetini gizlemeye çalışmış olabilir, büyücü olduğu için de kılıç yerine pekala zehir kullanmış olabilirdi

ALEGORİZMLER VE EVHEMEROS’ÇULUK

mitin yıkıcı bir eleştirisi değil de kolaycı bir psikoloj i ve basit bir akılcılık adına girişilmiş, her düş dünyasının eleştirisidir
mitler artık sözcüklere bağlı kalınarak anlaşılan şeyler olmaktan çıkmıştı: Artık onlarda “gizli anlamlar”, “imalar” aranıyordu ( hyponoiai ; allegoria terimi daha geç bir tarihte kullanılmıştır ) .
Khrysippos Yunan Tanrılarını fiziksel ilkelere ya da etik ilkelerine indirgemişti.

Zeus’un Hera’yı bağladığı mitsel bölüm, aslında esir10’in havanın sınırı olduğu anlamını taşır, vb. Alegori yöntemi Philon tarafından Eski Ahit’teki “gizler”in çözülmesi ve açıklanmasına da yayılmıştır.
Evhemeros, tanrıların kökenini keşfettiğini sanmıştı: Ona göre tanrılar, tanrısal nitelik kazanmış eski krallardı. Bu da Homeros tanrılarını “akılcı” yoldan başka b ir koruma olasılığıydı.

Yunan-Latin “paganizm”i ile Hıristiyanlığın uzlaştırılma olasılığının bulunmadığını ancak Rönesans’ın sonuna doğru fark etmiştir; oysa Ortaçağ, Eskiçağ dönemini belirli bir tarihsel ortam olarak, bitmiş bir dönem gibi görmemiştir. Böyle dinden bağımsız kılınmış bir mitoloj i ve Evhemeros’çu nitelik kazanmış bir tanrılar topluluğu, Rönesans’tan beri varlığını sürdürmüş ve bilimsel araştırma konusu olmuştur; bunun nedeni de, can çekişmekte olan Eskiçağ’ın, artık Homeros tanrılarına ve onlarla ilgili mitlerin başlangıçtaki ilk anlamlarına inanmamasıdır. Bu mitoloj i mirası, H ıristiyanlık tarafından benimsenebilmiş ve özümlenebilmiştir; nedeni de artık yaşayan dinsel değerlerle yüklü olmamasıdır. Giderek bir “kültür hazinesi” haline gelmiştir. Sonunda, klasik miras, ozanlar, sanatçılar ve filozoflar tarafından “kurtarılmıştır”. Tanrılar ve onlara ilişkin mitler, Eskiçağ’ın sonundan (artık hiçbir kültürlü kişi tarafından oldukları gibi ele alınmıyorlardı) Rönesans’a ve XVII. yy’a çeşitli yapıtlar, yazınsal ve sanatsal yaratılar aracılığıyla taşınmıştır.

YAZILI BELGELER VE SÖZLÜ GENELEKLER

logosun mythosa karşı kazandığı zaferden de öte bir şey vardır. Burada kitap’ın sözlü gelenek’e karşı kazandığı zafer, belgenin -özellikle de yazılı belgenin-, elinde yazın öncesi anlatım araçlarından başka bir şey bulunmayan yaşanmış bir deneyime karşı kazand ığı zafer söz konusudur.
Homeros mitlerinin eleştirisi, mutlaka akılcılığı ya da tanrıtanımazlığı kapsıyor demek değildir.
Homeros mitlerinin yıkılmasının yanı sıra klasik din mitlerinin yıkılmasının, Akdeniz dünyasında, Hıristiyanlığın hemen hemen hiçbir direnmeyle karşılaşmadan yerleşebileceği dinsel bir boşluk yaratacağının düşünülmesini sağlamaktır.

Hıristiyanlık, gerçek direnişle Mysteria’lı dinlerde ve soterioloj ilerde (bunlar bireyin kurtuluşunun peşindeydiler ve sivil din biçimlerini bilmiyorlardı ya da önemsemiyorlardı), özellikle de İ mparatorlukta popülerlik kazanmış yaşayan, dinler ve mitoloj ilerde karşılaştı

Avrupa’daki Hıristiyanlık- öncesi dinler üstüne elimizde biraz daha fazla bilgi bulunduğunda, bunların ne kadar karmaşık ve ne kadar zengin olduğu görülür. Ama söz konusu halklar, geçirdikleri paganizm döneminde kitap yazmadıkları için bizler hiçbir zaman onların başlangıçtaki dinlerini ve mitoloj ilerini tam olarak öğrenemeyeceğiz.

Bununla birlikte, on yüzyıl boyunca Hıristiyanlığa ve kilise yetkililerinin sayısız saldırılarına direnmede yeterince güçlü bir dinsel yaşam ve bir mitoloj i söz konusu olmuştur.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Dinsel özelliklerini kökünden yitirmiş ve mitleri yıkılmış olan Yunan dini ve mitoloj isi, Avrupa kültüründe eğer varlığını sürdürmüşse, bunun nedeni, yazınsal ve sanatsal başyapıtlarla yansıtılmış olmasıdır.
HIRİSTİYANLIK V E MİTOLOJİ
Her şeyden önce, “mit” teriminin kullanımına bağlı yanlış anlama vardır. İlk Hıristiyan ilahiyatçıları bu sözcüğü yüzyıllardır Yunan-Roma dünyasında kullanıldığı anlamda, “fabl, kurmaca, yalan” anlamında alıyorlardı.
Hıristiyan ilahiyatı, İsa’nın tarihsel gerçekliğini hem dosetizm2 ve gnostisizm yanlılarına hem de pagan filozoflarına karşı savunmak durumunda kaldı.

lncillerde “mitoloji öğeleri”nin bol miktarda bulunması bilinen bir şeydir. Ayrıca Yahudi ya da Akdeniz kökenli simgeler, Figürler ve ritüellerin Hıristiyanlık tarafından erkenden özümlenmiş olduğu da bir gerçektir. İ lk Hıristiyanlığın geçirdiği bu ikili “Yahudileşme” ve “paganlaşma” sürecinin ne anlam taşıdığını ileride göreceğiz.
Hıristiyanlıkta, güneşle ilgili ya da gizemli yapıdaki kült öğeleri ve simgelerin yoğun bir biçimde var olması kimi bilginleri İsa’nın tarihsel gerçekliğini reddetme konusunda yüreklendirdi.

yaşayan mit karşısında Hıristiyanlığın durumu nedir? İ leride tarihinin hemen hemen ikibin yıllık süresi boyunca, anlaşıldığı ve yaşandığı biçimiyle Hıristiyanlığın, mitsel düşünceden tümüyle kopamayacağını göreceğiz.

İNCİLLERDEKİ “GİZLER” VE TARİH

Yorumla ilgili bunalım 137’de Marcion ile başladı. Marcion bir tek gerçek İncil’in var olduğunu söylüyordu; önce sözlü olarak aktarılmış, daha sonra da yazıya geçirilmiş ve Yahudiliğin ateşli yandaşları tarafından üzerinde sabırla kalem oynatılarak asıl biçimi bozulmuştu. Tek geçerli olarak ilan edilen bu İncil, Luka’ya göre İncil’dir; Marcion tarafından kendi gerçek saydığı biçime indirgenmiştir4• Marcion mitoloj inin eski ilahiyat metinlerindeki uzantılarını ayırt ettiklerini ileri süren Yunan-Roma dilbilgicilerinin yöntemini uygulamıştı.

II. yy’ın başında, Aelius Theon Progymnasmata adlı kitabında mit ile anlatı arasındaki farkı göstermişti : M i t “hakikatten söz eden uydurma bir açıklamadır”, buna karşılık “öykü, olmuş ya da olabilecek olayları betimleyen bir açıklamadır”

Origenes, İncillerdeki öykülerin manevi değerine o kadar çok inanmıştı ki, bunların basit müminler ve sapkınlar gibi kabaca ilk anlamlarıyla kavranabileceği kabul edilemezdi – zaten o da bu yüzden alegorili yorumu yüceltiyordu.

“Mit” ve “kurmaca” yerine o “giz” ve “mesel”i kullanır; ama hiç kuşkusuz onun için bu terimler eşanlamlıdır. Demek ki, Origenes İncillerin, dinsel düzlemde “hakiki” olmakla birlikte tarihsel açıdan “gerçek” olmayan bölümler sunduklarını kabul eder.

İsa, büyük bir insan topluluğu önünde çarmıha gerilmiştir: Yer sarsıntısı ve karanlıklar Tralleis’li Phlegon’un tarihsel anlatısıyla doğrulanabilir10• İsa’nın Son Akşam Yemeği, tarihi kesin olarak belirtilebilecek bir olaydır
Dirilme, terimin tarihsel anlamıyla “doğru”dur çünkü, dirilen beden artık fiziksel dünyaya ait değilse de, bu bir olaydır. (Yeniden canlanan beden havadan yapılmış, tinsel bir bedendi. )
İsa’nın tarihsel gerçekliği üstünde ısrarla durmak, onun yaşamının ve mesajının derin anlamını önemsememek, Hıristiyanlığı sakatlamak demektir.
“İnsanlar İsa’nın yaşamındaki olayları incelediklerinde hayretler içinde kalırlar, ama onlara bunun, gerçek olarak benimsemeyi reddettikleri derin anlamı açıklandığında, kuşkucu oluverirler”

TARİHSEL ZAMAN VE LİTÜRJİK ZAMAN

ONUN TANRI’NIN OĞLU OLDUĞU, YALNIZCA İNSANI DEĞİL ONUN YANI SIRA DOĞAYI DA KURTARAN EVRENSEL BİR KURTARICI OLDUĞU VURGULANIYORDU HER ŞEYDEN ÖNCE. DAHASI, İSA’NIN TARİHSEL GERÇEKLİĞİ ONUN GÖĞE ÇIKMASI VE TANRISAL MUTLULUĞA YENİDEN ERİŞMESİYLE ZATEN AŞILMIŞ OLUYORDU. HIRİSTİYANLAR TANRI’NIN CİSİMLEŞMESİ, DİRİLMESİ VE GÖĞE ÇIKMASINI İLAN ETMEKTE, YENİ BİR MİT SUNMADIKLARINA İNANMIŞLARDI. GERÇEKTEYSE MİTSEL DÜŞÜNCENİN KATEGORİLERİNDEN
YARARLANIYORLARDI.

“Bir Hıristiyan’ın dinsel deneyimi, İsa’nın örnek oluşturan model olarak taklit edilmesi, Tanrı’nın yaşamının, ölümünün ve dirilmesinin litürj i biçiminde yinelenmesi ve bir de Beytlehem’de İsa’nın doğumuyla açılan, Göğe Çıkışıyla geçici olarak sona eren başlangıç zamanı ile Hıristiyan kişinin zamanda§lığı üstünde temellenir.

Hıristiyanlık daha başlangıçtan beri çok sayıda ve birbiriyle çelişen etkiler altında, özellikle de gnostisizm, Yahudilik ve “paganizm”in etkisinde kalmıştır.

Ancak, işkencelere karşın, gnostisizm hiçbir zaman kesin olarak ortadan kaldırılmamıştır; az çok örtük olan bazı gnostik mitler de sözlü ve yazılı Ortaçağ edebiyatlarında yeniden ortaya çıkmıştır.

Kilise Babaları da aynı yolu izlediler: Asya’ya ve Akdeniz’e özgü simgeler, dinsel törenler ve mitleri bir “kutsal öykü”ye bağlayarak “Hıristiyanlaştırdılar”. Bu “kutsal öykü” doğal olarak Eski Ahit’in sınırları dışına taşıyordu ve artık Yeni Ahit’i, Havarilerin anlattıklarını ve daha sonra da azizlerin öyküsünü kapsıyordu.

“KOZMİK HIRİSTİYANLIK”
İster istemez sonunda, bir türlü kökü kazınamayan kutsal Figürler ve “pagan” mitleri “Hıristiyanlaştırıldı”. Çok sayıda tanrı, ya da ejderha öldüren pek çok kahraman, Aziz Georges kimliğine büründü; fırtına tanrıları Aziz Eli’ye dönüştü; sayısız bereket tanrıçası Meryem’le ya da azizelerle bir tutuldu. Hatta H ıristiyanlık öncesi Avrupa’sındaki yaygın olan dinin bir bölümü örtük ya da dönüştürülmüş olarak takvimde yer alan bayramlarda ve Azizler kültünde varlığını sürdürdü.

Katolik-Roma ve Ortodoks Kiliseleri, bu kadar çok pagan öğe kabul ettikleri için olumsuz yönde eleştirildi. Bu eleştiriler her zaman geçerli olmuş muydu acaba? Bir yandan, “paganizm”, yüzeysel de olsa ancak Hıristiyanlaşmış biçimde varlığını sürdürebilmişti. Yok edilemeyen bir “paganizm”in bu özümlenme siyaseti bir yenilik değildi; ilk Kilise daha o zaman H ıristiyanlık öncesi kutsal takvimin büyük bir bölümünü benimsemiş ve özümlemişti.

Avrupa’daki köylülerin Hıristiyanlıktan anladıkları kozmik bir litürjiydi.
Eski Ahit Peygamberlerinin şiddetle eleştirdikleri, Kilise tarafından da belli ölçüde hoşgörüyle karşılanmış olan kozmik ritmlere gizemli bağımlılık, özellikle Güneydoğu Avrupa’daki kırsal kesim halklarının dinsel yaşamının tam ortasında yer alır

Doğu Avrupa köylüleri için bu tutum Hıristiyanlığın “paganlaştırılması” anlamına gelmiyordu, tersine atalarının dininin “Hıristiyanlaştırılması”ydı.

kırsal kesim halkları için İsa’nın eski çoktanrıcılıklardan miras kalmış bir “tanrı”dan başka bir şey olmadığı sonucuna varmaktan kaçınmalıyız. İncillerin ve Kilise’nin İsa imgesi ile dinsel folklorun İsa imgesi arasında herhangi bir çelişki yoktur: İsa’nın Doğumu, öğretisi, ve mucizeleri, çarmıha gerilmesi ve dirilmesi bu popüler Hıristiyanlığın başlıca temalarını oluşturur.
Cennet özlemi, güzelleşmiş ve hiç bozulmayacak, savaşlar, yıkımlar ve fetihlerden doğan kargaşalardan uzakta bir Doğa’yı yeniden bulma arzusudur. Bu aynı zamanda, sürekli olarak yabancı savaşçı sürülerinin yıldırdığı ve az çok yerli sayılan farklı sınıflardan “efendiler”in sömürdüğü, çiftçilikle geçinen toplumlara özgü “ideal” in anlatımıdır.
ORTAÇAĞ ESKATOLOJİ MİTOLOJ İSİ

Şövalyeler, çeşitli meslekler, din adamları, köylüler kendi durumları ya da yönelimlerinin bir “köken miti”ni benimserler ve örnek oluşturan bir modeli taklit etmeye çalışırlar
O, toprak, deniz ve havanın tam bir uyum içinde hayranlık duydukları kozmik bir Mesih’tir. Onun gelişi tanrısal bir inayetten kaynaklanır; çünkü dünya tam yok olacakken, son yargı çok yakındayken Tanrı, o büyük merhametiyle bizlere bir erteleme bağışlamış ve bu temiz hükümdarı, Son Günlerde bir barış, düzen ve uyum sağlaması için göndermiştir.
Ortak bir manevi olgu, akıldışı bir patlama söz konusu olduğunda, birçok örnek arasında, 1 2 1 2’de Kuzey Fransa’da ve Almanya’da birdenbire ortaya çıkan, çocukların Haçlı Seferleri kanıtı da gösterilebilir. Bu hareketlerin doğallığından kesinlikle kuşku duyulmaz: “ne dışarıdan, ne ülke içinden hiç kimse onları uyarmamıştı” der çağdaşları olan bir tanık22• Çocuklar (“başlıca özellikleri çok küçük yaşta ve yoksulluk içinde olmalarıdır; bunlar da olağanüstü olanın özellikleridir”), “özellikle de küçük çobanlar3”, yürümeye koyul muş, yoksullar da onlara katılmıştı. Şarkı söyleyerek ayin alayı halinde ilerleyen bu insanların sayısı belki de 30.000’e ulaşmıştı. Kendilerine nereye gittikleri sorulduğunda “Tanrı’ya” diye yanıt veriyorlardı. Çağdaşları olan bir vakanüvise göre “onların niyeti denizi aşmak, güçlülerin ve kralların yapmadığı şeyi yapmak, İsa’nın mezarını yeniden almaktı24”. Din adamları bu çocuk toplama işine karşı çıkmıştı. Fransız Haçlı seferi felaketle son buldu: Marsilya’ya gelen Haçlılar yedi büyük gemiye bindiler, ancak bu gemilerden ikisi Sardinya açıklarında yakalandığı bir fırtına sonucu battı, bütün yolcular da sulara gömüldü. Öbür beş gemiye gelince, iki hain armatör bunları İskenderiye’ye kadar götürdü, orada da çocukları Sarazen şeflerine ve esir tüccarlarına sattı.
“Alman” Haçlı seferinde de aynı motif göze çarpar. O sıralarda yazılmış bir tarih kitabında şöyle denir: 1 2 1 2’de “Nicolas adlı çocuk ortaya çıktı, çevresine bir yığın çocuk ve kadın topladı. Bir meleğin buyruğu üzerine, Tanrı’nın haçını kurtarmak için onlarla birlikte Kudüs’e gitmesi gerektiğini, denizin de, tıpkı eskiden Yahudi halkına yaptığı gibi onlara da hiç ayaklarını ıslatmadan, geçit vereceğini söylüyordu25”. Zaten silahlı da değillerdi.

Papa onların bu projesini onaylamıyordu, bunun üzerine küçük Haçlılara da yarı yoldan geri dönmek düştü. Annales Carbacenses’te vakanüvisin dediği gibi “karınları aç, ayakları çıplak birer birer ve sessiz sedasız geri geldiler”.

Bu aynı zamanda hem Masumlar mitidir, hem çocuğun İsa tarafından yüceltilmesidir, hem de halkın, Baronların Haçlı Seferine karşı bir tepkisidir; aynı tepki, ilk Haçlı Seferlerinde “T afurlar” çevresinde belirginleşmiş efsanelerde ortaya çıkmıştır27. “Kutsal Yerler’in yeniden fethedilmesi ancak bir mucize sonucu beklenebilir – mucize de ancak en temiz olanların, çocuklar ve yoksulların hatırı sayıldığı için gerçekleşebilir.”

ESKATOLOJİ MİTİN İN KALINTILARI

İspanya kralından, Türk İmparatorluğu üstüne yapılacak yeni bir Haçlı Seferi için gereken parayı vermesini ve zaferden sonra Evrensel Monarşiyi kurmasını rica ediyordu

“Kilise Kudüs’te başladı, dünyayı dolaştıktan sonra yeniden Kudüs’e dönecektir
Son Yargı olacaktır. Gioacchino da Fiore, Hıristiyanlığa evrensel yenilenmeyle ilgili arkaik miti getirmiştir.
üçüncü bir çağda son bulan vahiy savını işte böyle geliştirmiştir. Lessing’in bu üçüncü çağı, eğitimin yardımıyla aklın zaferi olarak tasarladığı doğrudur; ama onun bu düşüncesinde Hıristiyan vahiyinin tamamlanması söz konusudur; Lessing “XIII. ve XIV.yy’larda yaşamış bazı heyacanlı kişilere” sevgi ve hayranlıkla başvurur; yapılan tek yanlış “yeni sonsuz İncil’in” çok erken ilan edilmesidir

“MODERN DÜNYANIN MİTLERİ”
Bazı “mitsel davranışlar” hala gözlerimizin önünde varlıklarını sürdürürler. Burada arkaik bir anlayışın “kalıntıları” değildir söz konusu olan.

“kökenlere dönüş”ün önemini gördük. “Köken”in bu saygınlığı Avrupa toplumlarında varlığını sürdürmüştür. Buralarda herhangi bir yenilik yapmaya girişildiğinde, bu yenilik, kökene bir dönüş biçiminde tasarlanır ya da sunulurdu. Reform hareketi Kutsal Kitap’a dönüşü başlatmıştı ve başlangıçtaki ilk Kilise’nin, hatta ilk Hıristiyan toplumlarının deneyimini yeniden yaşamayı çok istiyordu.
“köken”in hemen hemen büyülü bir saygınlığı vardır.

XVIII. ve XIX. yy’daki Rumen aydınları gururla “Bizim kökenimiz Roma’ya dayanır!” deyip duruyorlardı. Latin soyundan gelme bilinci, onlarda, Roma’nın büyüklüğüne bir tür gizemli katılıma eşlik ediyordu.
“Soylu köken”e olan ilgi aynı zamanda, Batı dünyasında, özellikle de Almanya’da dönem dönem yeniden değerlendirilen ırkçı arilik mitine de bir açıklama getirir.
ari’nin hem “ilk” atayı hem de soylu “kahraman”ı temsil ediyor olmasıdır

“Ari” terimi ırksal saflığa, fiziksel güce,soyluluğa, görkemli ve yaratıcı nitelikteki “başlangıçların” kahramanlara özgü ahlakına yeniden kavuşmak için taklit edilecek örnek oluşturucu modeldi

Marx’ın, Asya-Akdeniz dünyasının büyük eskatoloj i mitlerinden birini almış olduğunu fark ettik; bu, Tanrı’nın sevgili kulu’nun, Adil’in [İsa] (bunu çağdaş dünyada proletarya ile özdeşleştirmiştir) kurtarıcı rolüdür; onun çektiği acıların dünyanın ontoloj i statüsünü değiştirmesi beklenir.
geçmişteki en şaşmaz örneği Altın Çağ mitinde bulunur; Altın Çağ, pek çok geleneğe göre T arih’in başlangıcını ve sonunu belirtir. Marx bu saygınlığı olan miti, Yahudi-Hıristiyan anlayışındaki bütün bir Mesih ideoloj isiyle zenginleştirmiştir:
Bir yandan, proletaryaya yüklediği peygamberce rol ve soterioloj iyle ilgili işlev vardır; öte yandansa İyi ile Kötü arasındaki en son çatışma vardır (bu çatışma kolaylıkla İsa ile Deccal arasında çıkan ve ardından, birincinin kesin başarısının geldiği o korkunç çatışmaya kolaylıkla benzetilebilir ) .

MİTLER VE KİTLE HABERLEŞME ARAÇLARI
Çizgi resimlerdeki ( “comic strips” ) anlatı kişileri, mitoloj ilere ya da folklorlara özgü kahramanların modem varyantını sunarlar.

Fantastik bir anlatı kişisi olan Superman, özellikle çifte kimliği sayesinde son derece popüler bir duruma gelmiştir.

İşin derinine inilirse, Superman miti, Tanrı’nın sevgisini yitirdiğini ve gücünün sınırlanmış olduğunu bilen, günün birinde “eşsiz bir kişi”, bir “kahraman”olarak kendini göstereceğini hayal eden modern insanın gizli özlemlerini karşılar.

Modern toplumun çok belirtici bir özelliği olan “başarı” saplantısında, mitsel davranışlar ortaya çıkarılabilir ve bu gerçek, insanlık durumunun sınırlarını gizemli bir aşma isteğini yansıtır; aynı biçimde, “en eski yetkinlik” özleminin açığa çıkarılabileceği “Suburbia” ya göç olgusundan ve “kutsal araba kültü” olarak adlandırılan şeydeki duygusal boşalmada da, mitsel davranışlar ortaya çıkarılabilir. Andrew Greeley’nin de belirttiği gibi “tam bir rit haline gelmiş dinsel bir gösteriyi incelemek için her yıl açılan otomobil sergisine gitmek yeterlidir. Renkler, ışıklar, müzik, hayranların derin saygısı, tapınakta rahibelerin (mankenler) bulunması, şatafat ve lüks, paraların saçılıp savrulması, yoğun kalabalık işte bütün bunlar, bir başka kültürde dinsel törenlerin usul ve sırasına uygun gerçek bir ayin oluşturabilir
XIX. yy’da bir saplantı haline gelmiş olan lanetli sanatçı mitinin günümüzde artık geçerliği kalmamıştır.
Önemli olan bir tek şey vardır, o da günün birinde, yeni bir sanatsal deneyimin önemini anlamamış olmayı itiraf etme tehlikesiyle karşılaşmamaktır.

Sanat yapıtlarındaki güçlük hatta anlaşılmazlığın çekiciliğine kapılma, aslında Dünya’yla ve insanın varoluşuyla ilgili o ana kadar hiç bilinmeyen, gizli kalmış yeni bir anlamı keşfetme isteğini ortaya koyar.

gerçek yaratıcılar yıkıntılara yerleşmeyi kabul etmezler. Her şey bizi, “Sanatsal Evrenler”in başlangıçtaki materia prima durumuna indirgenmesinin, daha karmaşık bir süreç içindeki bir an olduğuna inanmaya yöneltir;
Dahası, bazı modern romanların “mitsel” yapısı ortaya çıkartılabilir, mitoloj iyle ilgili büyük temaların ve kahramanların, yazın alanında varlıklarını sürdürdükleri kanıtlanabilir. (Bu, özellikle inisiyasyon tema’sı için, Kurtarıcı-Kahraman’ın geçirildiği sınamalar ve onun canavarlara karşı giriştiği savaşlarla ilgili tema, Kadın ve Zenginlik mitoloj ileri için doğrulanabilir. ) Aynı bakış açısına göre romanlara gösterilen modem anlamdaki aşırı ilgi, kutsallığı kalmamış ya da yalnızca”dindışı” biçimler altına gizlenmiş, olabildiğince çok sayıda “mitoloj i öyküsü” dinleme isteğini ortaya koyar. Ne var ki, okuma -özellikle de roman okuma- yoluyla gerçekleştirilen “Zaman’dan çıkış”, yazın’ın işlevini mitoloj inın işlevine en çok yaklaştıran şeydir.
Romanın mitlere özgü en eski zamana ulaşması söz konusu değildir.

Bilindiği gibi hep Zaman’a karşı aynı savaş söz konusudur, “Ölü Zaman’ın”, ezen ve öldüren Zaman’ın ağırlığından kurtulma umududur söz konusu olan.