Home » Z_Ders Notları » Uluslar_arası_İlişkiler » 8.Dönem » AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

Türkiye-Avrupa Birliği (Ortaklık) İlişkileri

Türkiye-Avrupa Birliği (Ortaklık) İlişkilerinin Ortaya Çıkışı

Türkiye, OECD, Avrupa Konseyi, NATO gibi önemli bazı uluslararası oluşumların içinde yer almıştır. Türkiye, 31 Temmuz1959’de bu hareketin en önemli örgütlenmesi olan Avrupa Ekonomik Topluluğuna (AET, bugünkü adıyla Avrupa Birliği’ne) başvurmuştur.

Bu başvurunun altında nedenler nelerdir:

•          Batılılaşma ve çağdaşlaşma çabalarını sürdürme,

•          Soğuk Savaş döneminde siyasi ve ekonomik izolasyondan ve Sovyetler Birliği’nin baskısından kurtulma,

•          Batı Bloğundaki yerini ekonomik entegrasyonla destekleme,

•          ABD karşısında denge arayışı,

•          Avrupa Ekonomik Topluluğunun yardımlarından yararlanma ve Avrupa Ekonomik Topluluğu üye devletlerindeki mevcut pazar payını koruma,

•          Avrupa’da Yunanistan’ın aleyhteki girişimlerine engel olma.

EFTA (European FreeTrade Association): Avusturya, Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç, İsviçre, Norveç ve Portekiz tarafından 4 Ocak 1960’da Stokholm’de imzalanan antlaşma ile kurulan Avrupa Serbest Ticaret Birliğidir.

Avrupa (Ekonomik) Topluluğunu Kuran Antlaşma: Avrupa (Ekonomik) Topluluğunun kurucu Roma’da imzalanıp 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmiştir. Lizbon Antlaşması’yla adı “Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma olarak değiştirilmiştir.

Ortaklık: Topluluk (Birlik)ile devletler veya uluslararası örgütler arasında özel amaçlar güden ve karşılıklı hak ve yükümlülükler, ortak tutum ve özel usuller içeren bir akdi ilişkidir.

Protokol: Devletler veya uluslararası örgütler toplantı, oturum, görüşme sonunda imzalanan akdi belgedir.

Bildiri: Resmî bir makam, kurum resmî olmayan bir örgüt, topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan yazı, tebliğ, deklarasyon, manifestodur.

Anlaşma, 12 Eylül 1963’te Ankara’da imzalanmış ve tarafların iç hukuklarında onaylanması ve GATT izninin alınması ardından 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir.

1963 Tarihli Ankara Anlaşması

Anlaşmanın ana metninde; ortaklık ilişkisinin amacı, gümrük birliği, tarım, malların kişilerin, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımı, ulaştırma, rekabet, mevzuat ile ekonomik ve ticari politikaların uyumlaştırılması, ortaklık kurumları, Türkiye’nin tam üyelik imkânları, ortaklık ilişkisinde çıkabilecek uyuşmazlıkların çözümü gibi konulara ilişkin hükümler öngörülmüştür.

Anlaşma’nın ekonomik amacı, Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk halkının istihdam seviyesinin ve yaşam koşullarının yükseltilmesini sağlama gereğini tümü ile göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir (m. 2 I). Bu amacın gerçekleştirilmesi için bir “gümrük birliği” nin gittikçe gelişen şekilde kurulması öngörülmüştür (m. 2 II).

Gümrük Birliği: Taraflar arasındaki ticarette mevcut gümrük vergileri, eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarıyla her türlü eş etkili tedbirin kaldırıldığı ve ayrıca birlik dışında kalan üçüncü ülkelere yönelik olarak da ortak gümrük tarifesinin uygulandığı bir ekonomik entegrasyon modelidir.

Tam Üyeliğe Götüren Ortaklık Anlaşması: Böyle bir anlaşma Avrupa Birliği uygulamasında Türkiye ve Yunanistan dışında hiçbir ülkeyle imzalanmamıştır.

Anlaşma’da, ortaklığın birbirini izleyen hazırlık, geçiş ve son dönem olmak üzere toplam üç dönemden geçerek gelişeceği  öngörülmüştür.

Ortaklığın ilk evresini oluşturan hazırlık dönemi, Türk ekonomisinin taraflar arasında kurulacak olan gümrük birliğine hazırlanacağı dönemdir. Bu dönem, Anlaşma’nın yürürlüğe girdiği 1  Aralık  1964  tarihi itibarıyla başlamıştır. Dönemin süresi 5 yıl olarak öngörülmüş ve Türkiye’nin talebi hâlinde Geçici Protokolde belirlenen usullere göre bu sürenin 10 yıla kadar uzatılması da mümkün kılınmıştır. Türkiye, bu dönemde hiçbir yükümlülük altına girmemiştir. Aksine kendisine bazı ekonomik yardım ve imtiyazlar verilmiştir.

Ortaklığın ikinci dönemi geçiş dönemidir. Hazırlık döneminden geçiş dönemine intikal otomatik olmayıp geçiş döneminin koşullarının ayrı bir protokol ile düzenlenmesi gerekmektedir (m. 4). Ortaklığın geçiş dönemi, belirli istisnalar dışında 12 yıl sürecek ve âkit tarafların karşılıklı ve dengeli yükümlülükleri esasına dayanacaktır.

Ortaklığın son dönemi ise gümrük birliğine dayanacak ve âkit tarafların ekonomik ve sosyal politikaları arasındaki koordinasyonun  güçlendirilmesini  sağlayacaktır.

Anlaşma, “karma sözleşme” olarak Topluluk üye devletlerinin katılımı  altında akdedilmiştir. Ancak, ortaklık ilişkisinde Türkiye’nin asıl muhatabı Topluluk üyesi devletler değil Topluluğun (Birliğin) kendisidir.

Anlaşma, içerik olarak AET-Yunanistan Ortaklık Anlaşması örnek alınarak hazırlanmıştır. Ancak Anlaşma’da, Topluluk üye devletleri arasında oluşan aykırılıkları ve bazı üye devletlerin Türkiye’ye soğuk bakmaları yüzün-den somut hükümlere yer verilememiştir. Anlaşma, mahiyeti itibarıyla bir “çerçeve anlaşma” niteliği taşımaktadır.

Bu çerçevede Anlaşma’nın temelini gümrük birliği oluşturmaktadır (m. 10).

Bunun dışında tarım (m. 11), işçilerin serbest dolaşımı (m. 12), yerleşme serbestisi(m. 13), hizmetlerin serbest dolaşımı (m. 14), ulaştırma (m. 15), rekabet ve vergi (m.16), mevzuat ve ekonomi politikalarının uyumlaştırılması (m. 16-17)  sermaye  ve ödemelerin serbest dolaşımı (m. 18-20) konularına ilişkin hükümlere yer verilmiştir.

9 Temmuz 1961’de AET ile Yunanistan arasında imzalanan ortaklık Anlaşmasıdır. Anlaşma, Yunanistan’ın 1981 yılında Avrupa Topluluklarına katılmasıyla sona ermiştir.

Bununla birlikte âkit tarafların ortaklık rejimin uygulamasında iki temel yükümlülükleri söz konusudur. Birincisi, 7. maddede belirtilen “sözleşmeye sadakat” yükümlüğü, diğeri ise 9. maddede öngörülen “ayrımcılık yasağı”dır.

Sözleşmeye Sadakat Yükümlüğü: Devletlerin imzaladıkları uluslararası anlaşmaya uymak zorunda olduklarını ifade eden ve söze bağlılık ilkesinden çıkan bir yükümlüktür.

Ayrımcılık Yasağı: Aynı durumdaki bireylere farklı, farklı durumdaki bireylere aynı muamele yapma yasağıdır.

Anlaşma’nın 6. maddesinde ortaklık rejiminin uygulanması ve giderek gelişmesini sağlamak üzere âkit tarafların bir araya gelebileceği bir Ortaklık Konseyinin kurulması öngörülmüştür. Anlaşma’da anlaşmazlıkların çözümü için bir usul belirlenmekle birlikte, herhangi bir yargı organı öngörülmemiştir. Ayrıca Avrupa Parlamentosu ve Ekonomik ve Sosyal Komite ile TBMM ve diğer ilgili Türk makamları arasında işbirliğinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirlerin alınacağı hükme bağlanmıştır.

Ortaklık Rejiminin Uygulanması

Hazırlık Dönemi (1964-1973)

Topluluk üye devletleri, ortaklığın hazırlık döneminde Türkiye’den ülkelerine yapılacak tütün, üzüm, kuru incir, fındık, turunçgiller, şarap, dokuma ve su ürünleri ithalatı için belli kotalarda gümrük indirimi uygulamışlardır. Bunun yanında, Mali Protokol uyarınca Türkiye’ye hazırlık dönemi (1964-1969) için 175 milyon ECU tutarında Topluluk kredisi verilmiştir.

ECU (European Currency Unit): Avrupa Para Birimi anlamına gelir. Kaydi paradır. 1998 yılı sonuna kadar kullanılan ECU, Euronun 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren kullanılmaya başlanmasıyla yürürlükten kalkmıştır.

Katma Protokol ve Geçiş Dönemi (1973-1996)

Katma Protokol; 23 Kasım 1970’de Brüksel’de imzalanmış ve GATT izninin alınması süreçlerinin ardından 1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiştir.

Katma Protokol, Ankara Anlaşması’nda yer alan hükümlerin Türkiye’nin ekonomik durumuna uygun bir biçimde yürürlüğe konulmasını sağlayan ve 64 maddeden oluşan bir “uygulama anlaşması”dır.

Katma Protokolün geçiş dönemine ilişkin temel ilkeleri

şunlardır:

•          Taraflar arasındaki ilişkilerin karşılıklı ve dengeli olma esasına dayanması,

•          Taraflar arasında bir gümrük birliğinin aşamalı

şekilde kurulması,

•          Tarafların ekonomi politikalarının yakınlaştırılması ve ortak faaliyetlerin geliştirilmesi.

Topluluk tarafı, Geçici Anlaşma ile 1971 yılı itibarıyla bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye’den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergilerini ve miktar kısıtlamalarını tek taraflı olarak kaldırmıştır.

Türkiye ise Topluluk çıkışlı mallara uygulanan gümrük ve eş etkili vergilerini 12 ve 22 yıllık süreler içinde aşamalı şekilde kaldırmayı ve aynı dönem içinde Topluluğun ortak gümrük tarifesi ve tarım politikasına uyum sağlamayı taahhüt etmiştir.

Katma Protokolde ayrıca ithalat miktar kısıtlamaları ve eş etkili tüm önlemler ilke olarak her iki taraf için de yasaklanmıştır (m. 22).

Katma Protokolde, Topluluk ile Türkiye arasında Gümrük Birliğini aşan bir ekonomik bütünleşme öngörülmüştür. Bu nedenle tarım ürünleri, işçilerin serbest dolaşımı, yerleşme hakkı, hizmetlerin serbest dolaşımı, ulaştırma, rekabet, devlet yardımları, ekonomik politikaların ve mevzuatın yakınlaştırılması konularında da hükümler konulmuştur. Fakat bu hükümler Gümrük Birliği hükümleri gibi “doğrudan etki”ye sahip değildir.

Doğrudan Etki: Bireylerin, ek uygulama işlemlerinin yapılmasına ihtiyaç göstermeyen, yeterince açık ve koşulsuz olan hukuk kurallarını mahkemelerde veya idari kurumlarda diğer bir gerçek veya tüzel kişiye ya da devlete karşı ileri sürebilme ifade eden kavramdır.

Öte yandan Katma Protokol, ortaklık hükümlerinin uygulanması ve geliştirilmesi konusunda iki sınır koymuştur. Birincisi, Türkiye’nin Protokolün kapsamına giren alanlarda üye devletlerin Roma Antlaşması uyarınca birbirlerine tanıdıklarından daha elverişli olan işlemlerden yararlanamayacak olmasıdır (m. 59). İkincisi ise tarafların ciddi ekonomik  zorluklar ile  karşılaşmaları durumunda koruma önlemlerine başvurabilecek olmasıdır (m. 60). Bu bağlamda Katma Protokol, Türkiye’nin lehine başka koruma hükümlerine de yer vermiştir.

Mali Protokoller; Geçiş döneminde Türkiye’ye mali yardımların yapılması için iki mali protokol imzalanmıştır. Bu protokollerden ilki olan İkinci Mali Protokol, 23 Kasım 1970 tarihinde Katma Protokol ile birlikte imzalanmış ve 1 Ocak 1973’te yürürlüğe girmiştir. Söz konusu Protokol, 1971-1977 dönemini kapsamıştır. Bu Mali Protokol çerçevesinde 195 milyon ECU Topluluk bütçesinden, 25 milyon ECU Avrupa Yatırım Bankası (AYB) öz kaynaklarından olmak üzere, toplam 220 milyon  ECU  tutarında  kredinin  Türkiye’ye  verilmesi öngörülmüş Bundan başka, İkinci Mali Protokolün yürürlük süresi içinde Topluluğa yeni katılan üç devletin (İngiltere, İrlanda ve Danimarka) de mali yardıma katılmasını sağlamak amacıyla ortaklığın bu yeni üyelere de genişletilmesini sağlayan Tamamlayıcı Protokole konulan bir hükümle, Türkiye’ye 47 milyon ECU tutarında bir ek kredinin verilmesi kabul edilmiştir.

Üçüncü Mali Protokol, 12 Mayıs 1977’de imzalanmış ve 1 Mayıs yürürlüğe girmiştir. Bu Protokolün 31 Ekim 1981’e kadar uygulanması öngörülmüş ancak daha sonra süre uzatılmıştır. Bu Protokol çerçevesinde Türkiye’ye 220 milyon ECU’lük kısmı Topluluk bütçesinden, 90 milyon ECU’lük kısmı ise AYB öz kaynaklarından olmak üzere, toplam 310 milyon ECU tutarında bir kredi verilmiştir.

Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca Topluluk, 1980 yılında özel bir iş birliği fonu kurmuş ve Türkiye’nin sağlık, çevre, turizm ve eğitim gibi alanlar da yapacağı çalışmalarda teçhizat ve yabancı uzman veya eğitimci ihtiyacını karşılamak üzere 75 milyon ECU’luk hibe yardımı yapmıştır.

Geçiş Döneminin Uygulanması; Türkiye, her ne kadar Katma Protokol’de öngörülen takvim çerçevesinde gümrük vergisi indirimlerini 1973 ve 1976 dönemlerinde yerine getirmiş olsa da 1970’li yıllarda ortaya çıkan ekonomik krizler, iç ve dış siyasi karışıklıklar nedeniyle Katma Protokolden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekte oldukça zorlanmıştır. Kıbrıs’a askerî müdahale sonrası Topluluk üye devletleriyle siyasi ilişkilerin gerginleşmesi üzerine Türkiye, Ocak 1978’de yapılması gereken gümrük vergisi indirimlerini Katma Protokolün

60. maddesinde öngörülen imkânı kullanarak ertelemiştir.

12 Eylül 1980 askerî yönetimi döneminde nitelik değiştirerek gittikçe siyasi boyut kazanmaya başlamıştır. Yunanistan’ın 1980’de Topluluğa tam üye olması siyasi sorunları daha da artırmıştır. Topluluk, Türkiye ile siyasi ilişkilerini dondurarak mali iş birliğini askıya almıştır.

1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren ithalatı engelleyici politikaların hızla terk edilerek dışa açılma sürecinin başlatılması ve liberal ekonomi politikaları izlenmesi ortaklığa yeniden işlerlik kazandırmış. Ortaklık Konseyi, 16 Eylül 1986’da yeniden toplanabilse de Yunanistan vetosu sebebiyle Topluluğun ortak tutum oluşturamaması sonucu bu toplantıda herhangi bir karar alamamıştır.

Türkiye, Ankara Anlaşması’nda öngörülen tedrici bütünleşme sürecinin tamamlanmasını beklemeden 14 Nisan 1987 tarihinde üyelik başvurusu yapmıştır

Komisyon, Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna ilişkin olarak 18 Aralık 1989’da açıklamış olduğu görüşünde, öncelikli olarak kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan Toplulukların yeni bir üyeyi daha kabul edemeyeceği; Türkiye’nin, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Görüş: Bağlayıcı olmayan Topluluk (Birlik) tasarruflarıdır. Görüşler, daha çok siyasi ve etik değer taşımakta olup Konsey, Konsey-Parlamento ve Komisyon tarafından  verilebilmektedir.

Son Dönem (1996-)

6 Mart 1995’de Brüksel’de gerçekleştirilen 36. dönem Ortaklık Konseyi toplantısında, ortaklığın (Gümrük Birliğinin) son döneminin 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli olmak üzere uygulamaya konulması kararlaştırılmış.

Gümrük Birliğinin son dönemini uygulamaya koyan 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararının (OKK) dışında şu düzenlemeler kabul edilmiştir:

•          Taraflar arasındaki ilişkilerin Ankara Anlaşması’nın öngörmediği alanlarda da güçlendirilmesini amaçlayan bir Tavsiye Kararı,

•          Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı 1 Ocak 2001’e kadar ortak gümrük tarifesinin üzerinde vergi uygulayacağı hassas ürünleri belirleyen 2/95 sayılı Karar,

•          Türk ekonomisinin Gümrük Birliğine bağlı olarak geçireceği değişiklikler esnasında ihtiyaç duyacağı mali yardım ve iş birliğinin çerçevesini belirleyen Topluluk Deklarasyonu.

1/95 sayılı OKK, 66 madde, bazı maddelere ilişkin ortak ya da tek taraflı 17 bildiri ve 10 ekten oluşmaktadır. Karar, Gümrük Birliğinin tamamlanması ve işleyişine ilişkin olarak başlıca şu konularda hükümler içermektedir:

•          Malların serbest dolaşımı (taraflar arasında gümrük vergisi ve miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve Topluluğun ortak gümrük tarifesine uyum),

•          Topluluğun teknik mevzuatına uyum,

•          Topluluğun ortak ticaret politikasına uyum,

•          Topluluğun tercihli gümrük rejimlerinin üstlenilmesi,

•          Topluluğun ortak tarım politikasına uyum ve tarım ürünleri ticaretinde uygulanacak tercihli rejim,

•          Topluluk Gümrük Koduna uyum ve karşılıklı idari iş birliği,

•          Mevzuat yakınlaştırılması (fikrî, sınai ve ticari mülkiyetin korunması; Gümrük Birliğinin rekabet kuralları; ticari korunma araçları; kamu alımları;  vergilendirme),

•          Kurumsal hükümler (Gümrük Birliği Ortak Komitesi; danışma ve karar usulleri; uyuşmazlıkların çözümü; korunma tedbirleri).

Gümrük Birliği sadece sanayi mallarının ve işlenmiş tarım ürünlerinin ticaretini kapsamaktadır. İşlenmemiş tarım ürünlerinin serbest dolaşımı, Ankara Anlaşması’nın temel amaçlarından biri olmakla beraber Türkiye’nin Topluluğun (Birliğin) ortak tarım  politikasına uyum sağlayamamış olması nedeniyle Gümrük Birliğinin kapsamı dışında tutulmuştur. Kömür ve çelik ürünleri ise 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlüğe giren Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında işlem görmektedir.

Tercihli Ticaret Rejimi: Anlaşmaya taraf ülkelerin tek yanlı veya karşılıklı olarak belirli mallar üzerindeki gümrük tarifelerinde indirimde bulunmalarına dayanan en dar kapsamlı iktisadi bütünleşme aşamalarından biri çerçevesinde uygulanan rejimdir.

Serbest Ticaret Anlaşması: Taraflar arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen gümrük vergileri ve tarife dışı engellerin kaldırılarak bir ticaret alanı oluşturulmasını sağlayan, ancak üçüncü ülkelere ortak bir tarife uygulama yükümlülüğünü içermeyen bir anlaşmadır.

1/95 sayılı OKK ile Türkiye’nin Avrupa Topluluğu/Birliği iç pazarında Gümrük Birliği temelinde işleyen malların serbest dolaşımına sadece “pasif ” bir şekilde katılımını sağlanmıştır.

Gümrük Birliğinin kurulma sürecinin tamamlanması ile beraber, Türkiye ile Topluluk arasında sanayi ürünleri ticaretinde gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili önlemler kaldırılmış, Türkiye üçüncü ülkelere karşı Topluluğun ortak gümrük tarifesini (OGT) uygulamaya başlamıştır. Bu durumun tek istisnası, 1996 yılında başlayan ve 2000 yılı sonuna kadar süren beş yıllık geçiş döneminde, otomobiller, ayakkabılar, deriden mamul ürünler ve mobilyalar gibi kısıtlı sayıdaki hassas ürün için üçüncü ülkelere karşı OGT hadlerinden daha yüksek gümrük vergilerinin uygulanması olmuştur. Ancak 2001 yılından itibaren bu konudaki geçiş süreci de sona ermiş. Sanayi ürünleri itibarıyla üçüncü ülkeler için Gümrük Birliği öncesinde % 16 seviyesinde olan ortalama koruma oranı 2011 yılı ithalat rejimi kapsamında % 4,2 seviyesine gerilemiştir. Bu çerçevede, Gümrük Birliğinin düzgün işleyişini sağlamak ve ortak ticaret politikasını uygulamak üzere, ithalat ve ihracata ilişkin kurallar, kotaların yönetimi, dampingli veya sübvansiyonlu ithalata karşı koruma, tekstil ithalatına ilişkin otonom düzenlemeler, dâhilde ve hariçte işleme rejimleri Topluluk mevzuatıyla uyumlu hâle getirilmiştir.

Sübvansiyon (Destekleme), devletin kişi ya da kurumlara mal, para veya hizmet biçiminde yaptığı karşılıksız yardımları ifade eder.

Dahilde İşleme Rejimi: İhracata yönelik önemli mevzuatlardan biri olup, ihraç ürünleri üretmek için gerekli olan ve dışarıdan ithal edilen, bu yüzden de ithali gümrük vergisine tabi ara mallara ya da girdilere gümrük muafiyeti getiren bir ihracatı teşvik sistemidir.

Hariçte İşleme Rejimi: Serbest dolaşımdaki eşyanın hariçte işleme faaliyetlerine tabi tutulmak üzere Türkiye Gümrük Bölgesinden geçici olarak ihracı ve bu faaliyetler sonucunda elde edilen ürünlerin ithal vergilerinden tam ve kısmi muafiyet suretiyle yeniden serbest dolaşıma girişine ilişkin hükümlerin uygulandığı rejimdir.

Birliğin tercihli ve otonom rejimlerine uyum devam etmektedir.  Bu  itibarla  Türkiye,  şimdiye  kadar  16’sı yürürlükte olmak üzere toplam 28 serbest ticaret anlaşması imzalamıştır. Ayrıca, Birliğin gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere uyguladığı otonom tarife tavizlerini içeren Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’ne uyum, Gümrük Birliği kapsamındaki ürünler itibarıyla 1 Ocak 2008 tarihinde tamamlanmıştır.

Ticarette teknik engellerin kaldırılması, test ve belgelendirme alanında alt yapı düzenlemelerinin geliştirilmesi amacıyla Türk Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) 1999’da kurularak faaliyete geçirilmiştir. Bu alanda Topluluk direktiflerine uyumun hukuki dayanağını teşkil eden “Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun”, kısa adıyla “Çerçeve Kanun”, 11 Temmuz 2001 tarih ve 24459 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak11 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Avrupa Birliği son yıllarda akdettiği yeni nesil STA’lar kapsamında tarım, hizmetler, yatırımlar ve kamu alımları gibi alanlarda üçüncü ülkelerle, Türkiye ile olan ortaklık ilişkisinden daha kapsamlı tercihli düzenlemeler gerçekleştirmektedir.

Öte yandan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ve ABD arasında müzakere edilen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) sonucu ortaya çıkacak ekonomik blok içinde yer alma hedefi gümrük birliğinin güncellenmesi sürecine aciliyet katmıştır.

Gümrük birliğinin güncellenmesine  ilişkin Avrupa Komisyonu ile 27 Nisan 2015 tarihinde Brüksel’de mutabakat zaptı imzalanmıştır.

Ortaklık rejiminin düzgün şekilde işletilmemesinin önemli bir nedeni, anlaşmanın yorum ve uygulanmasında taraflar arasında ortaya çıkacak uyuşmazlıkları çözecek kurumsal bir yapılanmanın yokluğudur.

Avrupa Birliği yargısı (özellikle de Adalet Divanı), bu boşluğu bir ölçüde doldurmuştur. Adalet  Divanı, ortaklığın bir organı olmamakla birlikte, aralıksız olarak ortaklık kuralları ile sorunları ele almış ve önemli kararlara imza atmıştır.

Önkarar: Üye devletlerin ulusal mahkemelerinin, Birlik hukukunu ilgilendiren bir davayı sonuçlandırabilmeleri için Adalet Divanından talep ettikleri tespit niteliğindeki karardır.

Türk girişimcilerin başlıca engeller şunlardır:

•          Avrupa Birliği’nin mali, teknik ve güvenlik standartlarından kaynaklanan engeller,

•          Türk menşeli malların Avrupa Birliği’nin iç pazarına taşınmasına getirilen engeller (kotalar, araç sürücülerine giriş vizesi verilmemesi gibi)

•          Küçük ve orta ölçekli işletme sahiplerine veya görevlilerine fuar, ihale, iş görüşmesi, yer kiralama vs. amaçlı olarak Avrupa’ya gidişlerine getirilen vize engelleri Ankara Anlaşması’nın Nihai Amacı Olarak

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyeliği

Hukuki Çerçeve

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliği Ankara Anlaşması’nın 28. Maddesinde hükme bağlanmıştır. Maddenin metni aynen şöyledir:

“Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu Kuran Antlaşma’dan doğan yükümlerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını incelerler.”

Ortaklığın son dönemine girilmiş olduğundan artık Türkiye’nin tam üyeliği meselesinin ele alınması noktasında iki soru ortaya çıkmaktadır. Birinci soru 28. maddede öngörülen üyelik perspektifinin bağlayıcı olup olmadığıdır. İkinci soru ise Avrupa (Ekonomik) Topluluğu üyeliğine ilişkin olarak çizilen perspektifin Avrupa Birliği üyeliği için de geçerli olup olamayacağıdır.

Avrupa (Ekonomik) Topluluğu üyeliğine ilişkin olarak çizilen perspektif Avrupa Birliği üyeliği için de geçerli olmalıdır. Çünkü 2007 tarihli Lizbon Antlaşması uyarınca Avrupa Birliği, Avrupa Topluluğunun yerine geçmiş ve böylece Ankara Anlaşması’nın tarafı olmuştur.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik Süreci

Gümrük Birliğinin kurulması sürecinin 1996 yılında tamamlanmasıyla Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinin hızlanacağı yönünde beklentiler oluşmuş. Ancak bu beklenti ve tezlerin çok da doğru olmadığı 16 Temmuz 1997’de yayımlanan “Gündem 2000” Raporu’ndan anlaşılmıştır. 12 – 13 Aralık 1997 tarihlerinde gerçekleşen Lüksemburg Zirvesi’nde ise Türkiye, tam üyeliğe ehil olduğu teyit edilmiş  olsa da aday ülkeler  arasında zikredilmemiştir.

Bu dönemde Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yönelik bir tutum değişikliğinin nedenleri nelerdir:

•          1999 yılında Kosova’ya gerçekleştirilen uluslararası müdahale ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarının güvenliği çerçevesinde Türkiye’nin stratejik konumu

•          Türkiye’nin askerî bir güç olarak vazgeçilemezliği

•          ABD’nin girişimleri

•          Bazı üye devletlerde iktidar değişiklikleri

•          Yunanistan’da dönemin Simitis Hükûmeti’nin Türkiye’ye karşı ılımlı bir tutum izlemesi.

1999’a gelindiğinde özellikle Türkiye’de meydana gelen

17 Ağustos Marmara depremi sonrası Yunanistan ile ilişkilerde oluşan yumuşama havasının sonucun da Türkiye, 10–11 1999’da Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi’nde Avrupa Birliği’ne “aday ülke” olarak kabul edilmiştir.

Kopenhag Kriterleri: Haziran 1993 tarihli Kopenhag Zirvesi’nde kararlaştırılan ve aday ülkelerin Birliğe üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken kriterlerdir. Bu

kriterler şunlardır: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ile azınlık haklarını gözetecek ve koruyacak kurumların varlığı ve istikrarlı işleyişi; pazar ekonomisinin varlığı ve Birlik içi rekabet baskısına ve pazar güçlerine dayanabilme yeteneği; siyasi, ekonomik ve parasal birlik hedefleri de dahil olmak üzere, üyelik yükümlülüklerini yerine getirebilme gücü.

Avrupa Birliği Konseyi, 8 Mart 2001’de Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ne uyum sağlaması için yapılması gerekenlerin somut olarak belirtildiği ve insan hakları alanında kısa ve orta vade hedeflerin sıralandığı bir Katılım Ortaklığı Belgesi’ni kabul etmiştir. Türkiye, 19 Mart 2001’de bu belgede yer alan önceliklerin hayata geçirilmesine yönelik program ve takvimi içeren bir ulusal program açıklamıştır..

Katılım Ortaklığı Belgesi: Avrupa Birliği’ne aday ülkeler için, AB Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB Konseyi tarafından kabul edilen, her bir aday ülkenin AB’ye katılım yönünde gelişme kaydetmesi öngörülen öncelikli alanların değerlendirildiği belgedir.

Ulusal Program: Avrupa Birliği’ne aday ülkeler tarafından hazırlanarak Birliğe sunulan ve Katılım Ortaklığı Belgesi’nde yer alan önceliklerin ne şekilde yerine getirileceğine ilişkin belgedir.

17 Aralık 2004’te Brüksel’de gerçekleştirilen Avrupa Birliği Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi’nde, 1999 Helsinki Zirvesi ve 2002 Kopenhag Zirvesi’nde alınan kararlar teyit edilmiş ve Türkiye’nin reform sürecinde atmış olduğu kararlı adımların memnuniyetle karşılandığı belirtilerek, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin -Zirve sonuç metninin 23. maddesinde öngörülen çerçeve dâhilinde- 3 Ekim 2005 tarihinde başlatılması kararlaştırılmıştır.

Bu Zirve’de, Komisyona iki temel belgeyi hazırlama göre- vi verilmiştir. Söz konusu belgelerden biri, müzakerelerin esaslarını belirleyen “Çerçeve Belge”dir. Diğeri ise 2001’de hazırlanan “Katılım Ortaklığı Belgesi”nin revize edilmesi, yani ikinci bir “Katılım Ortaklığı Belgesi”nin hazırlanmasıdır. Bu iki belgenin hazırlanmasına ek olarak Komisyon, Türkiye’nin üye devletlerde ve AB’nin Türkiye’de karşılıklı olarak daha iyi tanıtılmasına yönelik olarak sivil toplum örgütleri aracılığıyla yürütülecek faaliyetleri içerecek olan “Sivil Toplum Diyaloğu” başlıklı bir çalışma hazırlamakla görevlendirilmiştir. Nihayet  3 Ekim 2005’te tam üyelik müzakereleri başlamıştır.

Zirve: Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet ve hükûmet başkanlarının belirli aralıklarla bir araya geldiği toplantılardır. Üye devlet liderlerinin 1974 yılında Paris’te yapılan zirve toplantısında aldıkları karar uyarınca 1975 yılından itibaren Avrupa Konseyi adı altında düzenli olarak yapılan bu toplantılar, 1986 yılında imzalanan Avrupa Tek Senedi’nde yer alan bir hüküm ile hukuki temel kazanmıştır. Yılda en az iki kez toplanmasını öngörmektedir.

TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ GÜMRÜK BİRLİĞİ: İÇERİK VE UYGULAMA

Uluslararası Ekonomik Bütünleşme Kuramı Çerçevesinde Gümrük Birliği

Bela Balassa Uluslararası Ekonomik bütünleşmeyi, “bir süreç olarak, farklı ulusal devletlere ait ekonomik birimler arasındaki ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik önlemler alınması; bir durum olarak ise ulusal ekonomiler arasında ayrımcılığın olmaması” şeklinde tanımlamaktadır.

Temelde uluslararası ekonomik bütünleşmenin beş kuramsal aşaması bulunmaktadır. İlk ve en sığ bütünleşme aşaması “Serbest Ticaret Bölgesi”dir. Serbest ticaret bölgesinde ülkeler kendi aralarında mal ticaretine yönelik tarifeleri, miktar kısıtlamalarını ve diğer gümrük engellerini kaldırmaktadırlar. Serbest ticaret bölgesine üye olan her ülke, üçüncü ülkelerden gelen mallara karşı kendi özel tarifesini uygulayabilir. Gümrük birliğinde bu özelliklere ek olarak, üçüncü ülkelerden gelen ithal mallara karşı üyelerin ortak gümrük tarifesi uygulaması söz konusudur. Demek ki, “Gümrük Birliği” (GB), üye ülkeler tarafından karşılıklı ticaretleri üzerindeki gümrük tarifeleri, kotalar gibi her türlü engel veya kısıtlamaların kaldırıldığı ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesinin (OGT) uygulandığı bir bütünleşme biçimidir. Dolayısıyla bu bütünleşme biçiminde devlet açısından gümrüklerin tek başına belirleyemediği için bir yetki kaybı söz konusudur. Gümrük Birliğinden sonraki aşama ise “Ortak Pazar”dır. Ortak pazarda, gümrük birliğinin unsurlarının yanı sıra  üretim faktörlerinin  (sermaye, girişimci, emek) serbest dolaşımı da söz konusudur. Dördüncü aşama “Ekonomik Birlik”tir. Ekonomik birlikte, ortak pazarın tüm özelliklerinin mevcut olmasının yanı sıra, üyeler  arasında diğer politika alanlarında uyumlaştırmaya gidilmesi söz konusudur. Eğer ekonomik birlik aşamasında parasal birlik de kurulursa, o zaman ortak para politikası otomatik olarak, ortak parayı ve ulus üstü bir merkez bankasını da beraberinde getirmektedir. Uluslar arası ekonomik bütünleşmenin son aşaması olan “Tam Ekonomik Bütünleşme”de para politikasının yanı sıra mali ve sosyal politikalar da bütünleştirilmektedir.

Gümrük Birliğinin kurulması, üye ülkelerdeki göreli fiyat yapısını değiştirir ve bu değişimin etkisi üretim, tüketim ve ticaret akımları üzerinde görülür. GB’ye üye ülkeler arasında herhangi bir ayrımcılığın ortaya çıkmasını önlemek amacıyla ortak ticaret politikası ile ortak rekabet kurallarının da geliştirilmesi gerekmektedir

Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri

Gümrük Birliği (GB), üye ülkeler arasındaki ticari engellerin kaldırılması, dünya ticaretinin serbestleşmesi ve küreselleşme yolunda atılan önemli bir adımdır

Viner ticaret saptırıcı etkileri tanımlayarak, gümrük birliğinin serbestleştirici yönünün yanı sıra, korumacı bir yapı da teşkil edebileceğini göstermiştir. Ancak Viner modelinin sınırları vardır. Model iki mallıdır, tüketimde sabit katsayılar ve sabit üretim maliyetleri varsayımlarına dayalıdır ve dolayısıyla aslında gerçekten uzak bir durumu ele almaktadır Viner modeli üretime odaklanmakta ve tüketimi göz ardı etmektedir. Bu etkileri James Meade ve Richard G. Lipsey ele almışlardır. Lipsey’e göre gümrük birliği üye ülkelerdeki fiyat farkları aracılığıyla tüketim desenlerinde birtakım değişikliklere de neden olacaktır. Zira gümrük birliğinin kurulmasıyla gerçekleşecek fiyat azalışları talep artışlarını beraberinde getirecektir. Lipsey ve Lancaster’ın ‘ikinci en iyi kuramı’nı (the theory of second best) ortaya koyduğu ortak çalışmasına göre dünya refahı açısından birinci en iyi politika tam rekabet ortamı ve tamamıyla serbest ticarettir ancak bunların sağlanamadığı durumda, ikinci en iyi politika üyelerin arasında ticaretin serbestleştirildiği ve üçüncü ülkelere karşı ortak gümrük tarifesi uygulanan gümrük birlikleridir.

Gümrük Birliğinin Kısa Dönemli Etkileri: Statik Etkiler

Statik etkiler, kısa vadede gerçekleşen etkiler olup, ticaret hadleri ve kaynak dağılımı etkilerinden oluşmaktadır. Kaynak dağılımı etkisi ise üretim ve tüketim etkisi olarak ikiye ayrılır. Üretim etkisi de ticaret yaratıcı etki ve ticaret saptırıcı etki olarak iki şekilde görülür. Kısa dönemli etkiler altında kamu gelirleri etkisi ve işlem maliyetleri etkisi de incelenir.

Ticaret Yaratıcı Etki: GB öncesi gümrük vergilerinin yüksekliği nedeniyle ülkenin kendisinin ürettiği bir malı, GB’nin kurulması sonrasında kendisinden daha etkin (düşük maliyetle) üreten GB üyesi ülkeden ithal etmesidir.

Ticaret Saptırıcı Etki: GB öncesinde ithalat malın en ucuz üreticisinden yapılırken Birlik sonrası üçüncü ülke mallarına karşı konan ortak tarife sonucu bu ülkelerin mallarının pahalı hâle gelmesi, ticaretin Birlik içine kaymasına neden olur. En verimli ve ucuz üreticinin Birlik içinde yer alması durumunda ticaret saptırıcı etki olmaz ve refah düşüşü yaşanmaz.

Ticaret saptırıcı etki, pahalı üretim yapan sektörlere kaynak aktarımına neden olur ve refahı azaltır. Ticareti Birlik dışından Birlik içine kaydırdığı için Birlik dışında kalan ülkelerle yapılan ticaret hacminde daralma olur.

Tüketim Etkisi: GB sonucu Birlik içinde pahalıya üreten üye ülkeden ve Ortak Gümrük Tarifesi sonucu ürünleri pahalı hâle gelen Birlik dışı ülkelerden yapılan ithalat ve buna bağlı üretim ve tüketim azalırken, Birlik içinde ucuza üreten ülkenin vatandaşlarının satın alma güçleri artacağından Birlik içi tüketim ve ithalat artacaktır.

Diğer Statik Etkiler: GB nedeniyle meydana gelecek değişmelerin yol açtığı diğer önemli kısa dönemli etki ise ticaret hadleri üzerinde görülür. Ayrıca, kamu gelirleri ve işlem maliyetleri ile ilgili etki de ekonomik açıdan diğerleri kadar önemli değişim yaratmasa da incelenir.

Ticaret Hadlerine Etkisi: Ticaret hadleri ihracat fiyatları ile ithalat fiyatlarının birbirine oranıdır. Ticaret hadleri, Birliğe üye ülkeler arasındaki iş bölümünün doğuracağı refah artışından her ülkenin alacağı payı belirler. GB sonucu Birlik içinde ucuza üreten üye ülkenin üretim ve geliri artarken pahalıya üreten ülkenin üretim ve geliri de azalmaktadır.

Kamu Gelirleri Etkisi: Birliğe üye ülkeler arasında tarifelerin sıfırlanması  üye ülkelerin gümrük vergisi kaybını doğurur. Ayrıca üçüncü ülkelere karşı uygulanan ortak tarife de Birliğe üye olunmadan önceki tarifeden genelde küçük olur, bu durumda da vergi kaybı ortaya çıkar.

İşlem Maliyetleri Etkisi: Gümrüklerin birleşmesinden sonra tarife ve kotaların uygulanmaması nedeniyle bürokratik engeller, gümrüklerde çalışan personel sayısı ve gümrükleme giderleri azalacaktır.

Gümrük Birliğinin Orta ve Uzun Dönemli Etkileri: Dinamik Etkiler

GB’nin dinamik etkileri orta veya uzun dönemli olup verimlilik ile büyüme üzerinde görülür. Bu etkiler, ekonomik yapıda, orta ve uzun dönemde, üretim kapasitesinde, teknolojik yapıda ortaya çıkan değişimler nedeniyle görülür. Dinamik etkileri kısaca, rekabet etkisi, ölçek ekonomileri etkisi, dışsal ekonomi etkisi, teknolojik ilerleme etkisi, yatırımları özendirme ve sermaye etkisi olarak  tanımlayabiliriz.

Teknolojik İlerleme Etkisi: GB ile birlikte tarifelerin kaldırılması üye ülkeler için geniş bir pazar yaratır, yerli üreticileri Birlik içi rekabete açmış olur, geniş bir piyasa büyük işletmelerin kurulmasına yol açar.

Ölçek Ekonomileri Etkisi: Firma sayısı arttıkça ortaya çıkan rekabet, daha etkin üretim yöntemleri kullanılmasına yol açarak maliyetlerde düşüşlerle birlikte üretimi artırır, ürün kalitesinde iyileşme sağlar ve refah ve gelir düzeyinde olumlu etki yaratır.

Dışsal Ekonomiler Etkisi: Bir üreticinin kendi faaliyetlerinin dışında herhangi bir maliyete katlanmadan başka ekonomik faaliyetler sonucu birtakım yararlar sağlamasına dışsal ekonomiler adı verilmektedir.

Yatırımları Özendirici Etki: Ölçek ekonomilerinden yararlanılması, belirsizliklerin azalması ve yoğunlaşan rekabet, verimliliği artıracak ve yatırımları özendirici etki yaratacaktır.

Gümrük Birliğinin En Başarılı Örneği Avrupa Birliği

Uluslararası ekonomik bütünleşmeler açısından gümrük birlikleri, serbest ticaret bölgeleri kadar olmasa da en sık görülen bütünleşme türlerinden biridir. 1789 yılında ABD’de 13 eyaletin gümrük tarifelerini kaldırması, Avusturya’nın 1775 yılında kendi içindeki ticaretten alınan vergileri sıfırlaması,1834’te Zollverein adı verilen Alman Gümrük Birliği, bu ülkelerin bütünleşmeleri yolunda önemli bir rol oynamıştır.

Alman gümrük birliğinin fikir babası Alman iktisatçı Friedrich List’tir. Alman gümrük birliği, Prusya’nın siyasi ve ekonomik emelleri üzerine kurulmuştur. Zollverein, Otto Von Bismarck’ın Alman siyasi birliğini sağlamasıyla sona ermiştir. Bir diğer tarihi örnek ise 1847’de Eflak ve Moldavya arasında kurulan gümrük birliğidir. Eflak- Moldavya gümrük birliği de, Zollverein model alınarak oluşturulmuştur.

Belçika, Hollanda, Lüksemburg 1932  yılında Benelüks olarak bilinen bölgesel bütünleşmeyi oluşturmuşlar.

Avrupa Bütünleşmesi ve Gümrük Birliği

İlk olarak 1951 Paris Sözleşmesiyle Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg arasında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur. 25 Mart 1957 tarihinde imzalanan Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve atom enerjisinin barışçıl amaçlarla kullanımını öngören Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) kurulmuştur. 1 Ocak  1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması üye ülkeler arasında tek pazarı hedeflemiş ve ilk adım olarak gümrük birliğini öngörmüştür.

Roma Antlaşması üç aşama belirleyerek, gümrük birliğini gerçekleştirecek bir yol haritası ortaya koymuştur. Birinci aşamada, antlaşma yürürlüğe girmesinden bir yıl sonra, 18 ay sonra ve dört yıl sonra olmak üzere üç tarife indirimi öngörülmüştür. İkinci aşamada ise yine benzer şekilde üç kademeli tarife indirimi söz konusudur. Kalan tarifelerin de, üçüncü aşamada indirilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak indirimlerin ve diğer çabaların başarıyla ilerlemesi üzerine, sürecin uzamasına gerek olmadığı anlaşılmış ve 1 Temmuz 1968’de Gümrük Birliği yürürlüğe girmiştir.

Dünyadan Gümrük Birliği Örnekleri

Küresel sistemde çeşitli gümrük birliği girişimleri birkaç örnek; Andean Topluluğu 1988, Doğu Afrika Topluluğu 2005, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Rusya Gümrük Birliği 2010, AB-Andora 1991, AB-San Marino 2002, AB- Türkiye 1996, Güney Afrika Gümrük Birliği 1910, İsviçre-Lihtenştayn 1924. Karayipler Birliği (CARICOM)1973, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi (GCC) 2003 ve daha birçok başarılı veya başarısız deneyim vardır.

Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Çerçevesinde Gümrük Birliği

1959 yılında AET’ye katılmak için başvuran Türkiye, tam üyeliği öngören Ortaklık Anlaşmasını 12 Eylül 1963 yılında Ankara’da imzalanmıştır.

Antlaşma hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönem olmak üzere üç dönemi öngörmüştür. 5 yıl olarak öngörülen hazırlık döneminde taraflar arasındaki ekonomik farklılıkların azaltılması amaçlanmıştır. Geçiş Dönemi’nin tamamlanmasını izleyen dönem “Son Dönem”dir. Ankara Anlaşması, son dönem ile ilgili bir süre saptamamış, bunu madde 28 ile taraflara bırakmıştır.

Katma Protokol’ün 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmesiyle toplam 22 yıl sürecek olan “Geçiş Dönemi”, diğer bir ifadeyle Gümrük Birliği süreci başlamıştır. AB Geçiş Dönemi’nin hukuken yürürlüğe girmesinden önce, 1971 yılından itibaren, tek taraflı olarak, bazı petrol ve tekstil ürünleri dışında Türkiye’den ithal ettiği tüm sanayi mallarına uyguladığı gümrük vergileri ve miktar kısıtlamalarını  sıfırlamıştır.

Miktar Kısıtlamalarının Kaldırılması

Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihte, 1967 yılında Topluluktan yaptığı ithalatın ancak %35’i için geçerli olacak ve konsolide liberasyon oranı 1976, 1981, 1986 ve

1991 yılında sırasıyla %40, 45, 60 ve 80’e yükseltilecek, 1995 yılında da Topluluk çıkışlı ithalata %100 liberasyon uygulanacaktı. Topluluk ise Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesinden önce ipek böceği kozası ve ham ipek dışında Türk sanayi ürünlerine uyguladığı bütün kotaları kaldırmıştır.

Türkiye, Katma Protokolün 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmesiyle Topluluk  ithalatında uyguladığı gümrük vergilerini indirmeye başlamıştır. İkinci indirim, 1 Ocak 1976’da gerçekleşmiş ve böylece tarife indirimleri 12 yıllık listede toplam %20’e, 22 yıllık listede ise %10’a ulaşmıştır. Konsolide liberasyon oranı da %40 olmuştur.

Türkiye Yükümlülüklerini Neden Yerine Getiremedi?

Geçiş dönemi takvimi, iki petrol krizi ve 1970’li yılların ortalarında gerçekleşen küresel durgunluk sebebiyle alt üst olmuştu. İlk hayal kırıklığı, Petrol Krizinden hemen sonra Avrupa’da artan işsizlik oranlarının Türkiye’den yapılan işçi alımını etkilemesi ile yaşanmıştır. Ayrıca, Topluluğun diğer gelişmekte olan ülkelere verdiği ticari imtiyazların genişletilmesi Türkiye’ye verilmiş olan imtiyazları aşındırmıştır. Türkiye’nin tekstil ürünleri ihracatına konulan kotalar da ilişkileri gerginleştiren bir başka faktördür.

Petrol krizleri sonrası ödemeler dengesi sorunu ile boğuşan Türkiye ekonomisini  canlandırmak için bir yardım paketi istemiştir. Birlikten olumlu bir yanıt alamaması üzerine Katma Protokol’ün 60. maddesine dayanarak 25 Aralık 1976’da tek yanlı bir kararla tüm yükümlülüklerini dondurmuştur. 12 Eylül 1980 askerî darbesinin ardından ilişkiler 22 Ocak 1982 tarihinde Birlik tarafından da resmen askıya alınmıştır.

İlişkilerin normalleşmesi 1984 yerel seçimleri sonrası gerçekleşmiş ve Ortaklık Konseyi ilk kez 1986 yılında toplanabilmiştir. 1 Aralık 1986’da Topluluk, Türkiye’nin Katma Protokol hükümlerinden doğan iş gücünün serbest dolaşım hakkının yürürlüğe girmesini durdurmuştur. Ayrıca, Ortaklık Konseyi Kararının hükümlerine rağmen, 1982 yılında AB ve Türk ihracatçıları arasında tekstil sektörünü kapsayan gönüllü kısıtlama anlaşması imzalanmıştır. Türk hükümeti yalnızca anlaşmanın denetlenmesi konusunda işbirliğini taahhüt etmiştir. Benzer bir anlaşma 1986 yılında AB ile Türk giyim ihracatçıları arasında da imzalanmıştır. 1980’lerde Türkiye’nin dışa açılma politikasına yönelmesiyle birlikte AB’ye üyelik önem kazanmış ve Türkiye 14 Nisan 1987

tarihinde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden, Roma  Antlaşması madde 237, AKÇT Antlaşması’nın 98. ve EURATOM Antlaşması’nın 205. Maddelerine dayanarak üyelik başvurusunda  bulunmuştur.

AB, bu başvuru ile ilgili görüşünü 18 Aralık 1989’da açıklamış, hem kendi iç Pazar bütünleşmesini tamam lamadan Topluluğun yeni bir üyeyi kabul edemeyeceğini belirtmiştir.

Ortaklık Konseyinin 6 Mart 1995 tarihinde yapılan 36. toplantısında alınan “Gümrük Birliği Kararı” Gümrük Birliğinin son döneminin uygulamaya konulmasına ilişkin koşulları belirlemektedir. Avrupa Parlamentosu da 23 Kasım 1995’te 1/95 Sayılı AT-Türkiye Ortaklık Konseyi Kararı’nı onaylayarak GB’nin yolunu açmıştır.

Gümrük Birliğinin Kapsamı

Türkiye-AB Gümrük Birliği, sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsamaktadır. İşlenmiş tarım ürünlerinde gümrük vergileri tespit edilirken, tarım payı ile sanayi payı ayrılmakta ve sadece sanayi payı vergi muafiyetine tabi tutulmaktadır. Türkiye üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin sanayi payını uygularken tarım payını ise kendi mevcut koruması ve temel ürünün dünya fiyatı ile iç piyasa fiyatı arasındaki farkı esas alarak hesaplama yapacaktır.

Tarım ürünlerinin serbest dolaşımı için Türkiye’nin Topluluğun Ortak Tarım Politikasına uyumu 22 yıllık sürenin ötesinde  ek  bir süreç  içinde sağlanması öngörülmüştür. Tarım sektörünün yanı sıra GB, Türkiye’nin AB içinde rekabetçi konuma geldiği hizmetler sektörünü de kapsamamaktadır.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na dahil olan ürünler ise 1 Ağustos 1996 tarihinde yürürlüğe girmiş olan bir serbest ticaret anlaşması yoluyla işlem görmektedir.

Ticaret Politikasına ve Ortak Gümrük Tarifesine Uyum

GB ile Türkiye ile AB arasında sanayi ürünleri ticaretinde gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili tedbirler kaldırılmış, Türkiye üçüncü ülkelere karşı Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) uygulamaya başlamıştır. Bu durumun tek istisnası, 1996 yılında başlayan ve 2000 yılı sonuna kadar süren beş yıllık geçiş döneminde, otomobiller, ayakkabılar, deriden mamuller ve mobilyalar gibi kısıtlı sayıdaki hassas ürüne Ortak Gümrük Tarifesi (OGT) hadlerinden daha yüksek gümrük vergileri tatbik edilmesi olmuştur. 2001 yılından itibaren bu konudaki geçiş süreci de sona ermiştir.

Ortak Ticaret Politikasına ilişkin düzenlemelerin yanı sıra dampingli veya sübvansiyonlu ithalata karşı koruma, tekstil ithalatına ilişkin otonom düzenlemeler, dâhilde ve hariçte işleme rejimleri de AB ile uyumlu hâle getirilmiştir. Ayrıca, her iki tarafın pazarları arasında bütünleş menin sağlanabilmesi için diğer alanlarda da uyumlaştır maya gidilmiştir. Bunlar Ticarette Teknik Engellerin Kaldırılması, Rekabet hukuku düzenlemeleri, Fikri  ve  Sınai  Mülkiyetin  Korunması  Düzenlemeleri, kamu alımları, devlet yardımları ve ticari nitelikli devlet tekelleri gibi alanlardır. Sonuç olarak, AB ile olan GB, tipik bir gümrük birliğinin ötesine geçmiştir. Bu şekliyle “Gümrük Birliği Artı” kavramı olarak adlandırılmaktadır.

Topluluğun Tercihli Rejimlerinin Türkiye Tarafından  Üstlenilmesi

Bu kapsamda, Türkiye’nin, Kararın yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl içinde Topluluğun otonom ya da tercihli gümrük rejimine ilişkin anlaşmalarına, üçüncü ülkelerle karşılıklı yarar temelinde yapacağı müzakereler sonucunda aşamalı olarak uyum sağlaması öngörülmüştür. Topluluğa üçüncü ülkelerden tercihli rejimle giren ürünlerin Türkiye’ye ithalatında, bu mallarla ilgili önemli bir trafik sapması gözlenmişse ve Türkiye’de ödenecek vergi Toplulukta uygulanan vergiden en az yüzde 5 puan daha fazlaysa, Topluluk telafi edici vergi uygulayacaktır.

Otonom rejimler şunlardır: Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi, İşgal Altındaki Topraklar menşeli mallara ilişkin rejim, Ceuta ve Melilla menşeli mallara ilişkin rejim, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya Cumhuriyetleri ve Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti menşeli mallara ilişkin rejim.

Tercihli anlaşmalar ise şunlardır: Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ile akdedilen Avrupa Anlaşmaları, Faroe Adaları ile akdedilen Serbest Ticaret Anlaşması, Kıbrıs ve Malta ile akdedilen Ortaklık Anlaşmaları, Estonya, Letonya ve Litvanya ile akdedilen Serbest Ticaret Anlaşmaları, İsrail ile akdedilen Anlaşma, Cezayir, Fas ve Tunus ile akdedilen Anlaşmalar, Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye ile akdedilen Anlaşmalar, İsviçre ve Lihtenştayn ile akdedilen Serbest Ticaret Anlaşması ve Avrupa Ekonomik Alanı Anlaşması. Dünya Bankası (2014:25) raporuna göre AB 48 ülke ile STA yapmış, Türkiye ise bu ülkelerden sadece 19’u ile STA imzalamış, bunlardan Suriye ve Gürcistan AB’nin imzaladığı ülkeler değildir.

Türkiye-AB Gümrük Birliğinin Organları

GB’nin oluşumu ile birlikte Türkiye ve Topluluk arasında, GB’ye ilişkin yeni bir kurumsal işbirliği geliştirilmesi için Gümrük İşbirliği Komitesi ve Gümrük Birliği Ortak Komitelerini  kurmuştur.

Gümrük İşbirliği Komitesi

İlk toplantısını 28.10.1979 tarihinde gerçekleştiren ve 12.11.1982 tarihinde yaptığı 9’uncu toplantısından sonra

10 yıl süre ile toplanamayan Komite, 3 Aralık 1992 tarihinde gerçekleştirdiği 10’uncu toplantısından itibaren düzenli işlemiş ve gümrük birliğinin tamamlanması sürecinde gümrüklerle ilgili teknik hususları ele alarak Ortaklık Konseyine önemli ölçüde yardım sağlamıştır.

Gümrük Birliği Ortak Komitesi

Ortaklık Konseyi, gümrük birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlarda, Türk mevzuatının Topluluk mevzuatıyla sürekli  uyumu  ilkesini  getirmiş  ve  bu  ilkeyi  hayata geçirmek için de “Gümrük Birliği Ortak Komitesi” adı altında yeni bir organ tesis etmiştir.

Ortaklık Konseyi Başkanlığı, altışar aylık süreler için Türkiye ile Topluluk temsilcilerinden biri tarafından, sıra ile yürütülür. Karma Parlamento Komisyonu, Ortaklığın “demokratik” denetim organıdır. Ortaklık Konseyince hazırlanan yıllık faaliyet raporlarını inceler ve ortaklığa ilişkin konularda tavsiyelerde bulunur.

Gümrük Birliği Öncesi ve Sonrası Mali İşbirliği

GB’nin yol açacağı yeni rekabet ortamına Türk sanayi sektörünün uyum sağlaması, Topluluk Türkiye’ye 5 yıllık süre içinde 2 milyar 246 milyon Euro mali yardım sağlamayı üstlenmiştir. Görüleceği gibi GB öncesi ve sonrası AB tarafından verilen taahhütlerin uygulama oranı çok düşük kalmıştır. (kitabın 38. Sayfasındaki şekil 2.1 gösterildiği gibi)

Gümrük Birliği: AB Karşıtları İçin Bir Günah Keçisi mi?

GB zamanlaması Türk ekonomisi açısından çok doğru bir dönem olmamıştır. 5 Nisan 1994 ekonomik krizini takiben yaşanan devalüasyonlar, 1997 Asya ve 1998 Rusya krizleri, Mart 1998 sonrası Türkiye ekonomisinde yaşanan ciddi durgunluk, 1999 deprem felaketi, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan ekonomik ve mali krizlerinden kaynaklanan tüm sorunlar, ekonomiyi olumsuz etkilemiştir.

12-13 Aralık 2002 tarihlerinde gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi’nde, Aralık 2004’te yapılacak Zirve’de Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığına karar verilmesi hâlinde, üyelik müzakerelerinin gecikmek sizin başlatılması kararlaştırılmıştır.

Gümrük Birliğinin Türkiye Ekonomisine Etkileri

Andora, Monaco, San Marino gibi çok ufak ülkelerin yanı sıra Türkiye, Birlik üyesi olmadan Avrupa Birliği ile GB’ne girmiş tek büyük ülkedir. GB uyumu için gerekli fonların verilmemesine rağmen, Türkiye bu sınavı başarıyla vermiştir.

Türkiye, AB’nin 2016 yılında dünyadan yaptığı ithalat hacmi bakımından yedinci, ihracat hacmi bakımından ise beşinci en büyük ticaret ortağı konumundadır. Ayrıca 2002 sonrası uygulanan maliye politikaları ve yapısal reformların da bu dönüşümü hızlandırmasıyla Türkiye Avro’ya geçiş koşulu olan Maastricht kriterlerini bile karşılamıştır.

Gümrük Birliğinin Statik Etkileri: Dış Ticaret Üzerindeki Etki

Ankara Antlaşması öncesi 1963 yılında Türkiye’nin Toplulukla olan ticareti toplam ihracatının % 38’ini ve toplam ithalatının % 28,5’ini oluşturmaktadır. 1995 yılında ise AB’nin ithalat içindeki payı % 47,2 iken ihracat içindeki payı % 51,2 olmuştur. Ticaret hacmi 1963 yılında 336 milyon $ iken 1995 yılında 28 milyar $’a yükselmiştir. Bu rakamlar, Türkiye’nin GB öncesinde de en önemli dış ticaret ortağının AB olduğunu göstermektedir. AB’nin Türkiye’nin toplam dış ticaret hacmindeki ortalama %45 olan payının GB sonrası 1996- 2000 döneminde ortalama %51 düzeyine yükseldiği, fakat daha sonra bir miktar azaldığı görülmektedir. Ticaret hacmi büyürken, Topluluk ile olan dış ticaret açığı da yükselmiştir. GB ilk yıllarında AB’den ithalatın, AB’ye ihracata oranla daha hızlı artış göstermesinin nedeni, Topluluğun ülkemiz menşeini taşıyan sanayi ürünlerine uyguladığı vergileri 1971’de kaldırmış olmasına karşın, Türkiye’nin Topluluk mallarına yönelik vergilerini, ancak GB ile sıfırlamasıdır. Dış ticaret açığı süreç içinde azalmış ve AB ile ticarette 1995 de ihracatın ithalatı % 66 olan karşılama oranı 2003 yılında % 77, 2010 yılında % 72, 2016 yılında da %88 oranında olmuştur. Türkiye ve AB arasında Gümrük Birliği kurulmasından sonraki dönemde ticaretin yapısının incelenmesi aşamasında dikkatle irdelenmesi gereken iki önemli kırılma noktası, AB’ye yeni üye ülkelerin katılımının gerçekleştiği 2004 ve 2007 yılları olmuştur. 2004 yılında Polonya, Malta, Çek Cumhuriyeti, Slovenya, Slovakya, Macaristan, Litvanya, Estonya, Letonya ve Güney Kıbrıs, 2007 yılında ise Romanya ve Bulgaristan AB’ye tam üyelik hakkı kazanmıştır.

1995’den 2016’ya gelindiğinde Türkiye’nin toplam ihracatında AB’nin payı %51.2’den %48’e, Türkiye’nin toplam ithalatında AB’nin payı %47.2’den %39’a, Türkiye’nin toplam ticaretinde AB’nin payı %48.7’den

%42.8’e gerilemiştir. GB kapsamında üstlenilen tek taraflı yükümlülüklerin üçüncü ülke pazarlarına girme konusunda Türkiye önünde birçok durumda engel oluşturmasına rağmen, AB yerine düşük maliyetli üçüncü ülkelerden yapılan ithalatın giderek artması, GB’nin ticaret saptırıcı etkisinin azaltılmasında önemli bir etken olmuştur. (kitabın 40. sayfasındaki şekil 2.2’de gösterildiği gibi) (kitabın 41. sayfasındaki şekil 2.3’de gösterildiği gibi)

1995-2016 döneminde Türkiye’nin AB ithalatındaki payı

%1.7’den %3.9’a; ihracattaki payı ise %2.36’dan %4.5’a çıkmıştır. Tarımın ve hizmetler sektörünün GB dışında tutulmuş olması Türkiye açısından AB pazarında önemli bir kayba neden olmaktadır. (kitabın 41. Sayfasındaki şekil 2.4’de gösterildiği gibi) (kitabın 42. Sayfasındaki şekil 2.5’de gösterildiği gibi)

Dış ticaretin ana mal gruplarına göre dağılımına baktığımızda Türkiye’nin ithalatında tüketim mallarının oranı 1996 öncesi dönemdeki ortalaması olan % 8’den, GB sonrası % 12 ile % 18 arasına çıktığı görülür. GB’nin ilk yıllarında tüketim malları ithalatının artmış olması doğaldır. Çünkü AB’den ithal edilen tüketim mallarında gümrükler, 1996 yılında GB’nin tamamlanması ile kaldırılmıştır.

İhracatın ana mal gruplarına göre dağılımına baktığımızda Türkiye’nin yatırım malları ihracatının arttığı, ara malları ihracatında bir miktar artış olduğu ve tüketim malları ihracatında  kademeli  bir  düşüş  yaşandığı  gözlenmiştir.

1995’de Türkiye’nin AB’ye ihracatında sermaye mallarının payı %2.9 iken, 2016’da %11.7 olmuştur. Ara mallarının 1995’deki payı %31.8’den 2016’da % 41.8’ye yükselirken,   tüketim   mallarının   payı   aynı   dönemde

%65.3’den %45.8’e gerilemiştir.

Ortak Ticaret Politikası ile Uyumun Yarattığı Etkiler: Türkiye GB ile Avrupa Birliği’nin Ortak Gümrük Tarifesini ve Ticaret Politikasını da benimsemekle yükümlüdür. Bu uygulama, üçüncü ülkelerden yapılan ithalata yönelik uygulanan tarifelerin azaltılmasını gerektirmiştir. Türkiye’nin, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelere AB’nin uyguladığı otonom tarife tavizlerini içeren Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi’ne (GTS) uyumu da GB kapsamındaki ürünler itibarıyla 1 Ocak 2008 tarihinde  tamamlanmıştır.

1 Ocak 1996 tarihi itibarıyla Türkiye tekstil ve hazır giyim ürünlerinde AB’nin uyguladığı miktar kısıtlamaları ve gözetim önlemlerine benzer önlemler almaya başlamış, önlemlerin çoğu AB ile paralel olarak 2005 yılında kaldırılmıştır. Son on yılda, AB, küresel piyasalardaki payını kaybetmemek adına geliştirdiği yeni ticaret stratejisinde birçok ülke ile ikili serbest ticaret anlaşması yapmakta veya bu ülkelere ticari tercihler sağlamaktadır. Ortak gümrük tarifesi uygulaması, Türkiye’yi de kendi pazarını AB’nin tercihli erişim izni verdiği bu ülkelere açmak zorunda bırakmaktadır. AB’nin ticari politikalarında yapılan Türkiye AB’nin üçüncü ülkelerle yaptığı anlaşmalarda söz sahibi değildir. Buna rağmen, Türkiye-AB Gümrük Birliği kapıları üçüncü ülkelere açarken üçüncü ülkeler tarafından verilen imtiyazlar yalnızca AB ülkeleri kaynaklı ihracatı kapsamaktadır. Türkiye tam üye olmadığı için bu imtiyazlardan yararlanamamaktadır. Bunun yanı sıra Türkiye, uyum sağlaması gereken bu anlaşmalar nedeniyle üçüncü ülke ürünleri ithalatından elde ettiği gümrük gelirlerini de kaybetmektedir.

Doğrudan Yabancı Yatırım Etkisi: GB’yi takip eden süreç içinde yabancı sermayeyi olumlu etkileyecek bazı değişiklikler olmuştur. 2001 yılında yürürlüğe koyulan Uluslararası Tahkim Yasası ve 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile Türkiye’de yabancı sermaye için daha güvenli bir ortam yaratılmıştır. GB üyeliğinin ardından AB’nin Türkiye’deki yabancı yatırımlardaki payının 2000 yılına kadar yaklaşık ortalama % 60-65 civarında seyrettiği, fakat 1999 Helsinki’de adaylık statüsünün verilmesi ve mevzuat uyumunun da etkisiyle 2000 sonrası bu payın arttığı görülmektedir. (kitabın 44. Sayfasındaki şekil 2.6’de gösterildiği gibi)

Kamu Gelirleri Etkisi: Gümrük Birliği sonrasında Türkiye, AB’nin ortak dış gümrük tarifelerini temel alarak uyguladığı vergiler ortalama %4,8 seviyesine kadar düşerken, bu kalemdeki vergi gelirlerinin de azalmasına neden olmuştur. Süreç içinde, vergi tabanının genişlemesi sonucunda vergi gelirlerindeki artış ithalata uygulanan gümrük vergilerindeki azalmayı karşılamış, hatta bunun ötesine geçmiştir. Toplu Konut Fonu kesintisinin iptali ve gümrük vergilerinin kaldırılması nedeniyle azalan kamu geliri Dünya Bankası’nın tahminine göre, GSYİH’nin % 1,4 ‘üne eşit olmasına rağmen, GB’nin yarattığı GSMH artışı % 1 ile 1,5 arasındadır.

İşlem Maliyetine Etkisi: Gümrük Birliğinin işlem maliyetlerini azaltıcı etkisi vardır. Türkiye’de bu durum görülmüşse de rakamsal bir hesaplamaya rastlanmamıştır.

Gümrük Birliğinin Dinamik Etkileri: Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etki

GB’nin yürürlüğe girdiği 1996 yılında GSMH artış hızı % 7,1 gerçekleşmiştir. Ancak bu hızlı büyüme performansı ilerleyen yıllarda devam ettirilememiş, 1998’de % 3,9’a gerilemiş; 1999 yılında deprem, 2001 yılında da kriz nedeniyle önemli ölçüde küçülme yaşanmıştır. 2002 sonrasında ise ekonominin istikrarına yönelik reform programı nedeniyle büyüme rakamı pozitif seyretmiştir.

Tam üyelik müzakerelerinde en kolay geçileceği düşünülen GB faslı, maalesef, AB tarafından Türkiye’ye ilişkin olarak 11 Aralık 2006 tarihinde kabul edilen kararda yer verilen 8 fasıldan biridir. Bu karara göre, Kıbrıs’ta kayıtlı veya son kalkış noktası Kıbrıs olan gemilerin ve uçakların taşıdığı eşyanın serbest dolaşımına dair kısıtlamalara devam ettiği sürece Türkiye, bu Fasıla ilişkin müktesebatı tam olarak uygulayabilecek bir durumda olmayacaktır.

GB Anlaşması sürdürülebilir olması için AB’nin de Ankara Antlaşması’nın işçilerin serbest dolaşımı, yerleşme serbestisi ve hizmet edimi serbestisi gibi hükümlerine uymak konusunda Avrupa Adalet Divanı kararlarını dikkate alması gerekmektedir. Türkiye’nin rekabet gücünün bulunduğu tarım sektörü ve hizmetler sektörü de GB kapsamına alınmalıdır. Ayrıca, AB’nin Türkiye ve Türk firmalarına karşı uyguladığı anti-damping ve telafi edici vergi gibi korunma önlemleri de GB’nin ruhuna uymamaktadır. AB’nin Türkiye’nin ekonomik hassasiyetlerini göz önünde tutmadan üçüncü ülkelerle yaptığı serbest ticaret anlaşmaları da bugünkü uygulama biçimiyle Türkiye’nin lehine değildir. AB yetkilileri ile Türkiye’nin mevcut duruma uygun yeni bir yol haritası çizilmesi gereklidir.

Türkiye-AB Gümrük Birliği Yeni Nesil Serbest Ticaret Anlaşmalarından Olumsuz Etkileniyor

2000’li yılların başında küresel ekonomide meydana gelişen değişiklikler Gümrük Birliği yapısındaki sorunları açığa çıkarmıştır. Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) çatısı altındaki Doha Kalkınma Gündemi müzakerelerinin yavaş ilerlemesi AB’nin ticaret ve yatırım gündemini ikili serbest ticaret anlaşmaları (STA) yoluyla gerçekleştirmesine neden olmuştur. AB de, 2006 yılında Küresel Avrupa (Global Europe) stratejisi ile daha rekabetçi ve Avrupalı ihracatçılar için Pazar açmaya odaklanan politikaya yönelince, bu politikanın en önemli aracı derin ve kapsamlı “Serbest Ticaret Anlaşmaları” (STA) olmuştur. Müzakereleri tamamlanan AB-Kanada

Kapsamlı Ekonomi ve Ticaret Anlaşması (Comprehensive Economic and Trade Agreement–CETA) ve AB-Singapur Serbest Ticaret Anlaşması bu tipin örnekleridir.

İkili STA’lara dayanan yeni küresel ticari düzen, Türkiye- AB Gümrük Birliği’nin Türkiye açısından var olan dezavantajlarının etkisini artırmıştır. Bu dezavantajlardan en önemlilerinden biri AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’ların Türkiye açısından bağlayıcı olmasıdır, yani AB’nin anlaşma akdettiği söz konusu üçüncü ülkelerin malları Türkiye’ye gümrüksüz girebilmekte, fakat bu ülkeler Türkiye’ye aynı imtiyazı tanıyan anlaşma imzalamakta isteksiz davranabilmektedirler. Bu nedenle de Türk şirketler bu ülke pazarlarına gümrük vergisinden muaf bir şekilde girememektedir. Gümrük Birliğinin, AB ve Türkiye arasındaki ticarette menşe kuralları uygulama gereğini ortadan kaldırmış olması da bu sorunu arttırmaktadır.

AB, Türkiye’nin katılımı olmadan STA’lar imzalamasının yarattığı sorunları azaltmak amacıyla. STA’lara “Türkiye paragrafı”nı  eklemektedir.

Gümrük Birliği’nin Modernizasyonu

Avrupa Komisyonu’nun talebi üzerine hazırlanan Dünya Bankası’nın 28 Mart 2014 tarihli raporu Gümrük Birliği’nin tarım ve hizmetleri kapsayacak şekilde genişletilmesinin her iki tarafa önemli faydalar sağlayacağına dikkat çekilmiştir.

Türkiye ve AB, bahsedilen bu sorunları aşmak için bir araya gelmiş ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ilişkin teknik müzakerelere başlamışlardır. 27 Nisan 2015’te sona eren bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan mutabakat zaptında taraflar; Türkiye’nin AB’nin akdettiği STA’lardan yararlanabilmesi için hukuki bir düzenleme geliştirme, ortak karar alma mekanizmasını geliştirmek ve özellikle Gümrük Birliği’nin işleyişini etkileyecek düzenlemeler öncesinde yapılacak danışmalarla iyileştirmeler yapmak, Türkiye’nin Gümrük Birliği’yle ilgili AB’nin komiteleri  ve uzmanlaşmış ajanslarına katılımının sağlanması ve Gümrük Birliği’nin güncel ticaret konularını içerecek biçimde genişletilmesi gibi konular üzerinde çalışılmak üzere anlaşmaya varmışlardır.

 TÜRKİYE-AB ORTAKLIK İLİŞKİSİNİN KURUMSAL YAPISI

Giriş

Türkiye ile AET arasında 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşması ile kurulan ortaklık ilişkisini kavrayabilmenin bir boyutunu da bu ilişkinin kurumsal yapısı oluşturmaktadır. Bu nedenle bu bölümde ortaklık ilişkisinin içeriği ve Türkiye-AB arasındaki ortaklığın kurumsal yapısı ile diğer önemli kurumların görev ve yetkileri  açıklanacaktır.

Ortaklık İlişkisi

Avrupa Birliğinin (AB) diğer ülkelerle kurduğu ilişkiler uluslararası anlaşmalara dayanmaktadır. Ortaklık anlaşmaları olarak tanımlanan bu uluslararası anlaşmalar, katılım sürecine temel oluşturan kapsayıcı çerçeve anlaşmalardır. AB’nin imzaladığı bazı ortaklık anlaşmaları, ortaklık ilişkisi kurma yoluyla ülkeleri AB üyeliğine hazırlamak amacıyla yapılmıştır. Yunanistan ile yapılan Atina Anlaşması ile Türkiye ile yapılan Ankara Anlaşması bu ilişki biçiminin örnekleridir. AB’nin Avrupa kıtasında olmayan ülkelerle de ortaklık ilişkisi kurduğunu görüyoruz Kurucu antlaşmalardaki hükümlere göre Avrupalı olmayan bu ülkelerin üyeliğe uzanacak bir ortaklık kurmaları mümkün değildir. Bu tip ortaklık anlaşmaları genelde taraflar arasındaki ticaretin serbestleştirilmesi ilkesi üzerine kurulmaktadır. Bu anlaşmalar karşılıklı çıkar alanlarını – savunma ve güvenlik, göç, çevre koruma ve enerji, bilim ve eğitim gibi – daha geniş ekonomik ve politik işbirliği oluşturmayı da içerebilir. Bu anlaşmalar, AET’nin kurucu ülkelerinin, daha önce sömürgeleri olan ülkelerle ortak ticaret politikasının koyduğu sınırların dışında ticari ilişkilerini sürdürme gayretiyle oluşturulmuştur. Bazı anlaşmalar ise ekonomik işbirliği ve kalkınma amaçlarıyla yapılmıştır. Lome Anlaşmaları, Fas, Tunus ve Cezayir’le yapılan anlaşmalar bu tür anlaşmalara örnek olarak gösterilebilir. Bir diğer özel anlaşma AET ile 3 Mayıs 1960 yılında kurulan Avrupa Serbest Ticaret Alanı (EFTA) üyesi ülkeler arasında imzalanan serbest ticaret anlaşmasıdır.

AB’nin ortaklık anlaşmalarının temel özellikleri şunlardır:

•          Roma Anlaşmasının 238. maddesine dayanır,

•          Yakın bir ekonomik ve siyasi işbirliği niyeti taşır,

•          Ortaklık ilişkisini yöneten, tarafların temsil edildiği organlar yaratır,

•          En çok kayrılan ülke uygulaması yaratır,

•          Taraf olan ülke ile AB arasında ayrıcalıklı bir ilişki yaratır,

•          Özellikle 1994 yılından itibaren insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi temel değerlere saygı koşullarını içerir,

•          Taraflar arasında işbirliği anlaşmalarının ötesinde bir ortaklık kurmayı hedeflemektedir.

AB’nin ortaklık ilişkisi kurduğu ülkeler AB’nin kurumsal yapısı içinde temsil edilmemekte, Birlik’in karar alma süreçlerinde yer almamaktadır. Ortaklık anlaşmalarını temel alarak kurulan organlarda taraflar eşit şekilde temsil edilmektedir. Bir tarafta AB ve AB üyesi ülkeler, diğer tarafta da ortaklık ilişkisi kurulan ülke veya ülkeler bulunmaktadır. Ortaklık anlaşmasına dayanarak kurulan ortaklık organlarının yönetiminde kararlar her iki tarafın da onayı ile alınmaktadır. Bu nedenle ortaklık ilişkisinin organları “karşılıklılık (bilateralism)” ilkesine uygun olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Ortaklık ilişkisinde temel nokta AB ve AB üyesi ülkelerin ilişki kurduğu ülkenin bir “üye ülke” olmamasıdır. AB’nin kurumları ile ortaklık ilişkisinin kuramları birbirinden ayrılmıştır. Bu nedenle örneğin Yunanistan ile ortaklık ilişkisini kuran Atina Anlaşması hazırlanırken, AET’nin kurumsal yapısında Yunanistan’ın da temsil edilmesi için talepte bulunmuştur. AET, Yunanistan’ın henüz Topluluklara üye olmadığını, ortaklığın buna imkân vermediği gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Ortaklık ilişkisinin bu özelliği de “kurumsal yapının özerkliği” olarak ifade edilir.

Türkiye-AB Ortaklık İlişkisinin Temel Organı: Ortaklık Konseyi

Türkiye ile AET Arasında Bir Ortaklık Yaratan Anlaşma

12 Eylül 1963 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Bu nedenle Ankara Anlaşması olarak anılmaktadır. İmzalanan Anlaşma Avrupa Toplulukları, üye ülkeler ve TBMM’nin onay sürecinden geçerek 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. . Ortaklık ilişkisinin birincil hukuk kaynakları şu unsurlardan oluşur:

•          Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında bir ortaklık yaratan Anlaşma ve Ekleri

•          Katma Protokol ve Ekleri

•          Tamamlayıcı/Uyum   Protokolleri

Ankara Anlaşmasının 6. maddesinde, Türkiye ile AT arasındaki ortaklık rejiminin uygulanması ve geliştirilmesini sağlamak üzere tarafların bir Ortaklık Konseyi oluşturmaları öngörülmüştür. Anlaşmanın 23. ve

24.       maddeleri Ortaklık Konseyinin yapısı ve işleyişi hakkında hükümler içermektedir. Buna göre;

•          Ortaklık Konseyini, bir yandan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinden üyeler, öte yandan Topluluk üyesi Devletler Hükümetlerinden, Konseyinden ve Komisyonundan üyeler meydana getirir.

•          Ortaklık Konseyi iç tüzüğünü yapar.

•          Ortaklık Konseyi üyeleri, iç tüzüğün öngördüğü

şartlarla kendilerini temsil ettirebilirler.

•          Ortaklık Konseyi, kararlarını oy birliği ile alır.

•          Ortaklık Konseyi başkanlığı, altışar aylık süreler için Türkiye ile Topluluk temsilcilerinden biri tarafından, sıra ile yapılır. İlk başkanlık süresi Ortaklık Konseyi kararı ile kısaltılabilir

•          Ortaklık Konseyi, görevlerinde kendisine yardım edebilecek her komiteyi ve özellikle Anlaşmanın iyi yürütülmesi için gerekli işbirliği devamlılığını sağlayacak bir komite kurmaya karar verebilir.

•          Ortaklık Konseyi bu komitelerin görev ve yetkilerini belirtir.

Ortaklık Konseyinin çalışma yöntemi ve koşulları Brüksel’de 1 Aralık 1964 tarihinde gerçekleşen toplantıda kabul edilen İç Tüzük ile belirlenmiştir. İç Tüzüğe göre Ortaklık Konseyi, en az altı ayda bir Bakanlar düzeyinde toplanmakta ve dönem başkanlığı altı aylık sürelerle, bir AB temsilcisi ve bir Türk temsilci tarafından sırayla yapılmaktadır. Ortaklık Konseyinde Türkiye’nin bir oyu ve AB tarafının bir oyu vardır. Kararlar oybirliği ile alınır. Ortaklık Konseyi’nde, her iki tarafın olumlu oyu olmadan hiçbir kararın alınmasına imkân yoktur.

Ortaklık Konseyi kararları, tarafları bağlayıcı niteliği nedeniyle ikincil hukuk kaynağı olarak tanımlanabilir. Ortaklık Konseyi toplantısı sonucunda bir karar alınabileceği gibi Ankara Anlaşmasının 22. maddesinin öngördüğü gibi “taraflara yararlı tavsiyelerde de bulunulabilir”. Tavsiye kararları, taraflar üzerinde bağlayıcı değildir. Ortaklık Konseyinin özerk bir bütçesi yoktur. İç Tüzüğün 15. maddesi tarafların kendi masraflarını karşılamasını, Türkçe dışındaki dillere yapılacak tercüme ve toplantının organizasyon masraflarının ise Avrupa Komisyonu tarafından karşılanacağını belirtmektedir. Ortaklık Konseyi, Ankara Anlaşması’nın uygulanması için karar alır ve uygulanmasını sağlar. Bu nedenle yetkilerinden ilki karar yetkisidir. Ortaklık Konseyinin yetkilerinin sınırı ise Ankara Anlaşması ve eki niteliğindeki protokollerle çizilmiştir. Ortaklık Konseyi taraflar arasında uyuşmazlıkların çözümü bakımından da Ankara Anlaşması’nda yetkili kılınmıştır. Dolayısıyla Ortaklık Konseyi’nin yargı yetkileri ile donatıldığı söylenebilir. Anlaşma’nın taraflarınca Ortaklık Konseyine getirilen ve Anlaşma’nın uygulanması ve yorumlanması ile ilgili olarak Türkiye’yi, AB’yi veya AB üyesi bir devleti ilgilendiren her uyuşmazlık hakkında Ortaklık Konseyi kendisi karar verebilir veya uyuşmazlığı AB Adalet Divanı (ABAD) veya başka bir yargı merciine götürmeyi kararlaştırabilir. Ortaklık Konseyi, her yıl faaliyetleri hakkında hazırladığı raporu Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu’na sunar. Sayılan görevlerinden de anlaşılacağı üzere, Türkiye

– AB ortaklığının en önemli organı olan Ortaklık Konseyinin etkin biçimde işlemesi, ortaklık ilişkilerinin geliştirilmesinde son derece önemlidir.

Ortaklık İlişkisinin Yardımcı Organları

Ankara Anlaşması’nda ifade edilen asıl organ Ortaklık Konseyidir. Ankara Anlaşması’nın 24. Maddesi Ortaklık Konseyi’ne faaliyetlerinde yardımcı olması amacıyla “yardımcı organlar” kurma yetkisi tanınmıştır. Bu yardımcı organlar ise; Ortaklık Komitesi, Karma Parlamento Komisyonu, Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi, Gümrük İşbirliği Komitesi ve Gümrük Birliği Ortak Komitesi’nden oluşmaktadır.

Ortaklık Komitesi

Ortaklık Komitesi Ankara Anlaşmasının 24’üncü mad- desinin verdiği yetkiye dayanarak Ortaklık Konseyinin 3/64 sayılı Kararıyla, 1964 yılında kurduğu yardımcı bir organdır. Kuruluş  amacı Ortaklık Konseyine görevlerini düzenli ve sürekli biçimde yerine getirmesinde yardımcı olmak, Ortaklık Konseyi toplantılarının gündemini hazırlamak ve Ortaklık Konseyinin vereceği talimatlara uygun olarak, ortaklık ilişkisiyle ilgili teknik sorunlar üzerinde incelemeler yapmaktır. Ortaklık Komitesinin yapısı da Ortaklık Konseyine benzemektedir. Bu nedenle Komitede bir tarafta AB, diğer tarafta da Türkiye yer almaktadır. Komitenin çalışmaları, tarafların Brüksel’deki sürekli temsilcileri tarafından yürütülür. Komitenin başkanlık ve sekretarya görevlerini de Ortaklık Konseyi Başkanlığı görevini yüklenen taraf sürdürmektedir. 11-12 Aralık 1999 tarihlerinde gerçekleşen Helsinki Zirvesinde Türkiye “aday ülke” olarak kabul edilmesiyle diğer aday ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanması amacıyla Komisyon görevlendirilmiş- tir Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Bakanlar Konseyi tarafından onaylanmıştır. Ortaklık Konseyi 11 Nisan 2000 tarihinde aldığı 3/2000 sayılı karar ile AB müktesebatının analitik incelemesini gerçekleştirmek üzere Ortaklık Komitesine bağlı 8 alt komite kurulmuştur. Alt komiteler, görev alanına giren konularda, öncelikle AB müktesebatı ile Türkiye mevzuatının karşılaştırılmasını yapar. Alt komiteler ayrıca Katılım Ortaklığı Belgesinin ortaya koyduğu önceliklere bağlı olarak yasal uyum, uygulama ve yürütme ile ilgili ilerlemeyi değerlendirir. Alt komiteler, belirlenen sektörlerdeki ortaya çıkabilecek her sorunu gözden geçirir ve atılabilecek olası adımlara ilişkin önerilerde bulunur. Alt Komite çalışmaları sayesinde Türkiye’deki kurumlar AB müktesebatı hakkında doğrudan bilgiye ulaşabilmektedir Bu nedenle Alt Komite çalışmaları Türkiye’nin AB müktesebatına uyumu konusunda müzakere sürecinde önemli görevler yüklenmiştir.

Karma Parlamento Komisyonu

Karma Parlamento Komisyonu (KPK) Ankara Anlaşmasının

27.       maddesine dayanarak, 1/65 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile 17 Eylül 1965 tarihinde kurulmuştur. KPK’nın İç Tüzüğü, Avrupa Parlamentosu tarafından 1966 yılında, TBMM ve Cumhuriyet Senatosu tarafından ise 1967 yılında kabul edilmiştir. Ortaklık Konseyi Kararında TBMM ve Avrupa Parlamentosundan seçilecek 15 er parlamenterden oluşmasına karar verilmiş olsa da günümüzde taraflar KPK’nda 25 er parlamenter ile temsil edilmektedir. KPK; Ortaklık Anlaşmasının uygulanması çerçevesinde danışma ve demokratik denetim görevini yerine getirir. Ortaklık Konseyinin kendisine sunduğu yıllık faaliyet raporunu inceler. Ayrıca TBMM ve Avrupa Parlamentosu tarafından verilen yetki dahilinde her konuyu inceleyebilir. TBMM’ye ve Avrupa Parlamentosuna tavsiye kararları sunabilir. KPK, eş başkanlık esasına göre yönetilir. TBMM ve Avrupa Parlamentosu tarafları kendi başkanlarını seçerler. Her iki tarafın başkanları ve ikişer başkan yardımcıları ile birlikte başkanlık divanını oluştururlar. KPK toplantılarında kararlar oy çokluğuyla alınmaktadır.

Karma İstişare Komitesi

AB’nin kurumsal yapısı içinde danışma organı niteliğinde görev yapan Ekonomik ve Sosyal Komite ve Bölgeler

Komitesi bulunmaktadır. Benzer bir danışma organının Türkiye ile ortaklık ilişkisi sürecinde de oluşturulması amacıyla, yine Ankara Anlaşmasının 27. maddesine dayanarak Karma İstişare Komitesi (KİK), 16 Kasım 1995 tarihinde Avrupa Ekonomik ve Sosyal Konseyi tarafından oluşturulmuştur. AB-Türkiye Karma İstişare Komitesi, Avrupa Ekonomik Sosyal Komite (EESC)den 18 üye ile Türkiye’deki örgütlü sivil toplumu temsil eden 18 üyeden oluşur. Komitenin Türkiye kanadı sekreteryası Türkiye Odalar Borsalar Birliği (TOBB) tarafından yü- rütülmektedir. Türkiye tarafından Komiteye katkı TOBB, TİSK, Türk-İş, Hak-İş, Kamu-Sen, TZOB, TESK tarafından sağlanmaktadır. AB ve Türkiye tarafının be- lirlediği 2 Eş Başkan Komiteye başkanlık eder. Üyelerin görev süresi 2 yıldır. Türkiye için Komitenin amacı sivil toplum temsilcilerinin müzakerelere katkı sağlaması ve müktesebata uyumun ekonomik ve sosyal sonuçları hakkında analizlerde bulunmak, görüş bildirmektir. KİK, AB üyeliğinin hakları ve yükümlülükleri konusunda kamuoyunu aydınlatmak ve sivil toplum diyaloğunu güçlendirmek hedeflerine de katkı sağlamaktadır. Bu kapsamda Komite, Avrupa Komisyonunun 2005 yılında başlattığı “Sivil Toplum Diyaloğu”nda da yer almaktadır.

Gümrük İşbirliği Komitesi

Gümrük İşbirliği Komitesi, Ankara Anlaşmasının, Ortaklık Konseyini, görevlerinde kendisine yardımcı olabilecek her Komiteyi kurmaya yetkili kılan 24’üncü maddesine dayanarak 15 Aralık 1969 tarihli 2/69 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile kurulmuştur. Görev alanı Ankara Anlaşmasının gümrüklerle ilgili kısmıyla sınırlandırılmış olan, “teknik” bir komitedir. Üye devletlerin gümrük uzmanları, Avrupa Komisyonu birimlerinin gümrük sorunları ile ilgili memurları ile Türkiye gümrük uzmanlarından oluşan Gümrük İşbirliği Komitesinin karar alma yetkisi bulunmamaktadır. Taraflar arasında idari işbirliğini sağlamak ve Ortaklık Komitesinin gümrük alanında kendisine vereceği her türlü diğer görevi yürütmekle yükümlüdür. Gümrük İşbirliği Komitesi bütün çalışmaları hakkında Ortaklık Komitesini düzenli olarak bilgilendirir.

Gümrük Birliği Ortak Komitesi

Türkiye ile AB arasında kurulan Gümrük Birliğinin uygulama koşulları 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararında belirtilmiştir. Bilindiği gibi Gümrük Birliği kapsamında taraflar dış ticarette gümrük vergisi ile eş etkili vergi ve önlemleri tamamen kaldırmış ve AB’nin Ortak Gümrük Tarifesine uyum sağlamıştır. Böylece Türkiye AB’nin Ortak Ticaret Politikasına uyum sağlamanın yanında;

•          Fikrî, Sınai ve Ticari mülkiyetin korunması,

•          Rekabet,

•          Devlet yardımları ve kamu tekelleri,

•          Ticari korunma araçları,

•          Kamu ihaleleri gibi alanlarda da AB mevzuatına uyum yükümlülüğü altına girmiştir.

Bu nedenle Türkiye mevzuatının yukarıda belirtilen alanlarda   AB   mevzuatıyla   sürekli   uyumlaştırılması amacıyla Gümrük Birliği Ortak Komitesi (GBOK) (Customs Cooperation Committee) adında yeni bir yardımcı organ kurulmuştur.

Komite, taraflar arasında bilgi ve görüş alışverişini yürütür,

Ortaklık Konseyine tavsiye kararları hazırlar, Gümrük Birliğinin düzgün işlemesini sağlamak amacıyla görüş bildirir, kendi iç tüzüğünü hazırlar ve görevlerini yerine getirmede kendisine yardımcı olacak alt komiteler  veya çalışma grupları kurabilir. Gümrük Birliği Ortak Komitesi (GBOK) Anlaşma taraflarının bürokratik temsilcilerinden meydana gelir. Türkiye, AB üyesi olmadan Gümrük Birliğini gerçekleştirdiği için AB’nin Ortak Ticaret Politikasının belirlendiği karar alma süreçlerinde temsil edilememektedir. Üstelik gümrük birliğinin işleyişiyle doğrudan ilgili alanlarda Türkiye mevzuatını AB mevzuatı ile uyumlu hâle getirme yükümlülüğü altındadır. Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye AB ülkeleriyle birlikte Avrupa Gümrük Alanı içinde yer almaktadır. Bu nedenle, AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı serbest ticaret anlaşmaları (STA), Türkiye’nin de içinde yer aldığı gümrük alanını ve AB’yi kapsamaktadır. AB ile STA imzalayan üçüncü ülkeler, AB’ne gümrük tarifesi ve tarife dışı engellerde tavizler tanımaktadır. Ancak AB üyesi olmaması nedeniyle Türkiye anlaşmanın sağladığı avantajlardan yararlanamamaktadır. Bunun için Türkiye’nin de eş zamanlı olarak bu ülkelerle STA imzalaması gerekmektedir. Türkiye, Gümrük Birliği ile bağımsız bir dış ticaret politikası izleme hakkından vazgeçmiş, bu alandaki egemenlik yetkilerini AB mevzuatına bağımlı hâle getir- miştir. 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren tamamlanan gümrük birliği süreci ile artık Ankara Anlaşması’nın öngördüğü “son dönem” başlamıştır. Oldukça önemli olan Türkiye’nin temsil sorununun yanında yirmi yılı aşkın süredir yürürlükte olan Gümrük Birliği’nin içeriğinin de güncellenmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda 2014 yılında Avrupa Komisyonunun talebi doğrultusunda Dünya Bankası tarafından AB-Türkiye Gümrük Birliği Değerlendirmesi başlıklı bir rapor yayımlanmıştır. Raporda Türkiye’nin üzerinde durduğu taşıma kotaları, vizeler ve serbest ticaret anlaşmaları konularındaki sorunlar dikkate alınarak Gümrük Birliği’nin kapsamının tarım ve hizmetler sektörleri ile kamu alımlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi önerilmiştir.

Diğer Kurumlar

Ankara Anlaşmasına dayanarak iki taraf arasındaki ortaklık ilişkisinin kurumsal yapısı dışında Türkiye AB ilişkilerinde izlenmesi gereken iki önemli idari organ bulunmaktadır. Bu organlardan Türkiye’nin merkezi yönetim yapısı içinde yer alan Avrupa Birliği Başkanlığı, AB’nin idari yapılanması içinde de Diplomatik misyon olarak görev yapan Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’dur.

Türkiye İdari Yapısı İçinde AB ile İlgili Yapılanma

Türkiye’nin 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile AET ile kurduğu ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Hükümetini yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlar nezdinde temsil yetkisine sahip olan, Dışişleri Bakanlığı temsil etmiş ve uzun yıllar oldukça önemli görevler yüklenmiştir. Dışişleri Bakanlığının ülke içindeki koordinasyon görevi 15 Aralık 1982de çıkarılan 8/3987 sayılı kararname ile Devlet Planlama Teşkilatına verilmiştir. 16 Eylül 1986da 6  yıllık bir aradan  sonra, Türkiye – AET Ortaklık Konseyi toplantısının ardından canlanan Türkiye-Topluluk ilişkileri Türkiye’de 17 Ekim 1986 tarihinde, AET ile ilişkilerin izlenmesi ve koordinasyonundan sorumlu bir Devlet Bakanlığının kurulmasına neden olmuştur.

27 Haziran 2000 tarihli 4587 numaralı “Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun” ile Başbakanlığa bağlı Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurulmuştur. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde Dışişleri Bakanlığınca yürütülen dış ilişkilerin koordinasyonu ve katılım müzakereleri dahil tüm dış temas ve müzakere görevlerini yürütmüştür.

8 Haziran 2011 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile ABGS görevlerini Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığına devretmiştir. Son olarak ise 15 Temmuz 2018 tarihinde yayınlanan 4 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Avrupa Birliği Başkanlığı kurulmuştur. AB Başkanlığı’nın görevi, Türkiye’nin AB üyeliğine hazırlanmasına yönelik yapılacak çalışmaların yönlendirilmesi, izlenmesi ve koordinasyonu ile üyelik sonrası çalışmaların koor- dinasyonunu yürütmektir. Avrupa Birliği Başkanlığı görevi Dışişleri Bakan Yardımcısı tarafından yürütülür. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Türkiye-AB katılım müzakerelerinde Türkiye tarafının Başmüzakerecisi’dir.

Dışişleri Bakanlığı AB nezdindeki ilişkilerini 1963 yılında Brüksel’de kurduğu AB Daimi Temsilciliği aracılığıyla yürütmektedir. Avrupa Birliği Başkanı aynı zamanda Ulusal Mali Yardım Koordinatörüdür. Ulusal Mali Yardım Koordinatörü Türkiye’nin AB’ye katılım süreci ile AB’nin sağladığı mali kaynaklar arasındaki ilişkinin sağlanması ile AB kaynaklarının izlenmesi ve değerlendirilmesinden   sorumludur.

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu

Ankara Anlaşması’nın uygulamaya girmesinden sonra 9 yıl süren hazırlık döneminde Topluluk-Türkiye ilişkilerinde Avrupa Komisyonunun Türkiye’de açtığı ilk ofis Basın ve Enformasyon Bürosu olmuştur. Bu ofis Katma Protokolün yürürlüğe girmesinden hemen sonra, 1974 yılında Ankara’da açılmıştır. 1986 yılında gerçekleşen Ortaklık Konseyi toplantısından sonra Toplulukla ilişkiler canlanmış, Türkiye’de Devlet Bakanlığı düzeyinde yeniden yapılanan idari yapıya karşılık Avrupa Komisyonu da Basın ve Enformasyon Bürosu’nu diplomatik seviyede Delegasyon Statüsüne dönüştürmüştür. Brüksel’de 4 Şubat 1987 tarihinde imza- lanan ve 4 Haziran 1987 tarihli ve 19477 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan “Avrupa Toplulukları

Komisyonu’nun Türkiye Delegasyonu’nun kurulması ve onun dokunulmazlık ve İmtiyazları Hakkında Anlaşma” temelinde tam diplomatik statü tanınmış olan “Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilciliği” kurulmuştur. Haziran 2004’te alınan bir karar ile Avrupa Komisyonu Türkiye Temciliği’nin adı, “Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu” olarak değişmiştir.

1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması çerçevesinde Avrupa Dış İlişkiler Servisi kurulmuştur. Kasım 2009 tarihinde alınan bir kararla da Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonunun adı “Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu” olarak değiştirilmiştir. Avrupa Birliği Delegasyonunun dört temel görevi vardır

•          Dış ilişkiler alanında Türkiye’nin dış politikasına ilişkin rapor hazırlamak ve AB’yi diplomatik düzeyde temsil etmek.

•          Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliğine ilişkin olarak, Türkiye’deki ekonomik, mali ve ticari gelişmelerin yanı sıra Gümrük Birliği hükümlerinin uygulanmasını izlemek.

•          AB’ye katılım müzakereleri çerçevesinde, siyasi kriterler ve müktesebata uyum konusunda Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeyi izlemek ve müzakerelerin açılmasına yardımcı olmak. Delegasyon, Komisyonun her yıl yayınladığı İlerleme Raporu’nun hazırlanmasında gerekli bilgileri günlük bazda Merkeze rapor eder.

•          Katılım öncesi Yardım Programlarına ilişkin olarak Delegasyon, merkezî olmayan işbirliği prosedürlerinin uygulanmasından sorumlu Türk kurumlarına destek verir ve projelerin etkin şekilde uygulanmasını takip eder.

Diplomatik misyon olarak Avrupa Birliği Delegasyonu, Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi hükümleri çerçevesinde faaliyet gösterir ve büyükelçi unvanıyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na akredite olan bir Delegasyon Başkanı tarafından yönetilir. Delegasyon faaliyetleri dışında Türkiye’de günümüzde çeşitli üniversite ve sivil toplum örgütleri bünyesinde faaliyet gösteren yaklaşık 17 adet AB Dokümantasyon Merkezleri ve 18 ilde yer alan AB Bilgi Merkezleri ile bir ağ oluşturmuştur.

TAM ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYE: ÜYELİK KRİTERLERİ

Tam Üyelik Sürecinde Türkiye: Üyelik Kriterleri

Avrupa bütünleşme süreci derinleşme ve genişleme olarak iki temel hareket içinde gelişmektedir. Derinleşme, Avrupa Birliği’nin yetkili olduğu konular kapsamına yeni konuların dahil edilmesi ve bu konularda giderek nitelikli çoğunlukla karar alma esasının hakim olmasıdır. Genişleme ise Avrupa Birliği’ne yeni devletlerin üye olarak katılmasıdır. Genişleme, Avrupa Birliği’ne dahil olmak isteyen ülkeler açısından bir katılma sürecinin tamamlanmasını gerektirmektedir.

Avrupa Birliği aday ülkelere uyguladığı üyelik kriterlerini zaman içinde değiştirmiştir. Bu değişimin başlıca nedenleri; uluslararası sistemin yapısal değişimi, Avrupa Birliği’nin değişen koşulları ve katılma sürecine giren devletlerin farklı nitelikler taşımasıdır. Bu nedenle aslında sürekli aynı ve bu bağlamda görece objektif koşullardan oluşan bir genişleme politikasından ve dolayısıyla katılma sürecinden söz etmek mümkün değildir.

Türkiye 1987 yılında tam üyelik başvurusu yapmıştır. Öte yandan Türkiye’nin tam üyelik sürecini anlayabilmek için, tam üyelik başvurusundan çok önceye, Ortaklık Anlaşması yani Ankara Anlaşması’na dönmek gerekir. Türkiye için AB’ye yönelik tam üyelik ya da daha doğru bir deyişle katılıma hazırlık Ankara Anlaşmasıyla başlatılmıştır.

Bugün katılım sürecinin fiilen sona erdiğini ileri sürmek mümkündür. Hukuken varlığını koruyor gibi görünen Türkiye’nin AB’ye katılım süreci, gerçekte işlemez duruma gelmiştir.

Türkiye’nin bu katılım süreci içinde, katılım sürecinin siyasi hedefi olan tam üyeliğe ulaşması mümkün görünmemektedir. Bu durumu da üyelik kriterleri ya da koşulluluk mantığı içinde açıklamak pek isabetli olmaz. Katılım sürecinin önündeki en büyük engel Avrupa Birliği’nin iç siyasal ve ekonomik krizleridir.

Genel Olarak Avrupa Birliği’nin Kurucu Anlaşmaları Çerçevesinde Üyelik Kriterleri

Roma Antlaşması: Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan Avrupa Toplulukları’na geçiş 1957’de imzalanan ve 1958’de yürürlüğe giren Roma Antlaşmalarıyla gerçekleştirilmiştir. Roma Antlaşmaları iki ayrı antlaşmadır. İlki Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran antlaşma, ikincisi Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu kuran antlaşmadır. Bu antlaşmalardan ilkine daha sıkça atıf yapılır ve bu bağlamda sadece Roma Antlaşması dendiği zaman genelde Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu kuran antlaşma işaret edilir.

Maastricht Antlaşması: Avrupa Toplulukları’ndan Avrupa Birliği’ne geçiş 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’yla gerçekleştirilmiştir. Maastricht Antlaşması Avrupa bütünleşme sürecini Soğuk Savaş sonrası döneme hazırlayan çok önemli bir dönüşümü gerçekleştirmiştir. Maastricht Antlaşması’yla Avrupa bütünleşme siyasi kimliği öne çıkan bir uluslarüstü aktör niteliği kazanmıştır.

Maastricht Antlaşması’nın getirdiği Avrupa Vatandaşlığı, Avrupa Ekonomik Parasal Birliği, Avrupa Ortak dış ve Güvenlik Politikası, Avrupa Parlamentosu’nun artan gücü Maastricht Antlaşması’nın bu yolda getirdiği yeni düzenlemelerden  bazılarıdır.

Lizbon Antlaşması: 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması, Avrupa bütünleşmesinde hukuki nitelik değişikliği yapan önemli antlaşmalardan  sonuncusudur. Lizbon Antlaşması’yla Avrupa Birliği ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu hukuken birbirinden ayrılmış ve Avrupa Topluluğu da Avrupa Birliği içinde eriyerek hukuki varlığını sona erdirmiştir.

Roma Antlaşması’nın 237. maddesi, “tüm Avrupa devletleri üyelik için başvurabilir” demektedir. Bu madde giderek daha ayrıntılı hâle getirilmiş ve genel coğrafi ilkenin yanına başka esaslar da eklenmiştir. Bu konuda özellikle Maastricht Antlaşması’nın yaptığı düzenleme önemlidir.

Maastricht Antlaşması’nın “O” maddesi Roma Antlaşması’nın 237. Maddesinde ifade edilen tam üyelik için Avrupa devleti olma ilkesini tekrar etmiştir. Ancak bu son derece geniş kriterin (Avrupa devleti olmak) sınırlandırılması için yine Maastricht Antlaşması’nın “F” maddesi, “demokrasi ve insan hakları ve temel özgürlüklere saygılı olmak” koşulunu getirmiştir. Topluluğa üye olabilmek için yerine getirilmesi gereken bir başka koşul ise “Topluluk sistemini kabul etmek ve bu sistemi uygulama kapasitesine sahip olmak”tır.

Lizbon Antlaşması sonrasında Avrupa Birliği Antlaşması’nın 49. maddesi katılma sürecini, bu antlaşmanın 2. maddesinde “sayılan ilkelerle uyumlu her Avrupa devleti Birliğe üye olmak için başvurabilir” diye düzenlemiştir. Antlaşmanın 2. maddesi, “insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü ve azınlıklara mensup kişilerin hakları da dahil olmak üzere insan haklarına saygı” başlıkları altında bu değerleri toplamıştır. Ayrıca söz konusu madde bu değerlerin, “çoğulculuk, ayrımcılık yapmama, hoşgörü, adalet, dayanışma ve kadın-erkek eşitliği” esasında bir toplumu esas aldığını da ifade etmektedir.

Türkiye’nin, tam üyelik hakkını teyit eden bir başka hukuki belge, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin tam üyelik başvurusu sonrasında, bu konu ile ilgili olarak Konsey’e sunduğu “görüş”tür. Komisyon “görüş”ünün sonuç kısmında “… Komisyon Topluluğa, Türkiye ile kapsamlı bir önlemler dizisi önermesini tavsiye eder. Bu önlemler dizisi, Türkiye’nin Topluluğa tam üye olabilirliğine halel getirmeksizin, iki tarafın, karşılıklı bağımlılık ve bütünleşmelerini güçlendirici bir yola sokacaktır…” denilmiştir. Söz konusu “görüş”, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda net bir tavır belirlememiş ancak Ankara Anlaşması ile saptanan tam üyelik hakkını bir kez daha teyit etmiştir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, Türkiye’nin tam üyelik hakkı hukuken açık bir şekilde tanınmıştır. Türkiye 1987 yılında yaptığı tam üyelik başvurusu ile bu hakkını kullanmıştır.

Türkiye İçin Ankara Anlaşması’nın Getirdiği Üyelik Kriterleri

Préambul: Antlaşma veya anlaşmaların başında, maddelerinden önce yer alan ve yapılan bu antlaşmanın anlam ve önemini vurgulayan kısım. Preambül’ü “önsöz” olarak çevirmek doğru olmaz. Preambül’de yer alan hükümler antlaşma veya anlaşma metinleriyle eş hukuksal değere sahiptir.

Ankara Anlaşması’nın temel hedefi Preambül’ünde, “Türk halkı ile Avrupa Ekonomik Topluluğu içinde bir araya gelmiş halklar arasında, gittikçe daha sıkılaşan bağlar kurmak” şeklinde ifade edilmiştir (paragraf 1). Söz konusu bağların ulaşacağı en son nokta ise yine Preambül’ün dördüncü paragrafında ve anlaşmanın 28. maddesinde belirtilen “tam üyelik” hedefidir. Preambül, “Türk halkının yaşama seviyesini iyileştirme çabasına, Avrupa Ekonomik Topluluğunun getireceği desteğin, ilerde Türkiye’nin Topluluğa katılmasını kolaylaştırmasını kabul ederek…” ifadesini kullanmıştır.

Öte yandan Anlaşmanın 28. maddesi, “Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenilebileceğini gösterdiğinde, âkit taraflar, Türkiye’nin Topluluğa katılması olanağını inceleyecekler” hükmünü getirmiştir.

Yukarıda belirtilen tam üyelik hedefine ulaşmak için anlaşma öncelikle “Türkiye’ye yapılacak ekonomik yardımlar yoluyla (paragraf 3), Türkiye ve Topluluk üyesi devletlerarasındaki ekonomik farkın azaltılması”, sonra da “Topluluk ile Türkiye Cumhuriyeti arasında aşamalı olarak bir gümrük birliği kurulması” (md. 2/2) yöntemini benimsemiştir.

Ortaklık rejiminin etkin biçimde ve tüm yönleriyle işlerliğini sağlamak sadece Türkiye’nin yükümlülüğü olarak görülemez. Bu yükümlülük aynı zamanda AET tarafına da ait bir yükümlülüktür.

Ankara Anlaşması Ortaklığı üç döneme ayırmıştır. Bu dönemler Hazırlık, Geçiş ve Son Dönemlerdir. Hazırlık Dönemi’nde Türkiye, Geçiş ve Son Dönemlerde kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmek için Topluluğun yardımıyla ekonomisini güçlendirecektir.

Ankara Anlaşması’nın yapıldığı dönem itibarıyla Avrupa tarafının temel kaygısı Türk ekonomisinin görece büyük bir zayıflık taşımasıdır. Türkiye’nin serbest Pazar ekonomisinin rekabetçi iç dinamiklerine dayanamayacağı ve muhtemel bir ekonomik çöküşün AET’ye çok büyük bir mali yük getireceği düşünülmektedir.

Türkiye Hazırlık Dönemi’ni beş yıl için öngörülmüş ama

10 yıla kadar da uzatılmasına, Ankara Anlaşması’nın ekindeki Geçici Protokol ile imkân sağlanmıştır.

Türkiye Hazırlık Dönemi’ni yeterince kullanamamış ve Geçiş Dönemi için aceleci davranmıştır. Geçiş Dönemi’nde Türkiye’de yaşanan ve Petrol krizi ile tırmanan ekonomik sorunlarla ortaya çıkmış ve Türkiye

Katma Protokol’ün malların serbest dolaşımıyla ilgili getirdiği Geçiş Dönemi yükümlülüklerini neredeyse hiç uygulayamamıştır.

Ortaklık rejimi sadece bir gümrük birliği olarak düşünülmemiştir. Ortaklık rejimi tarım ürünleri ticaretini de kapsar.

Ortaklık rejimi kapsamına ulaştırma, rekabeti vergi, mevzuat uyumu konuları da dahil edilmiştir. Bu konularda düzenleme yapma yetkisi Ortalık Konseyine bırakılmıştır.

AET tarafı 1970’lerin ortalarından itibaren Ortaklık rejimini sadece bir gümrük birliği ve onunla irtibatlı yan mevzuatın uyumlaştırılması çerçevesi olarak görme eğilimine girmiştir. Türkiye’nin artan ekonomik ve mali zorlukları nedeniyle gümrük birliği ile ilgili yükümlülüklerini yerine getiremeyecek duruma düşmesi, AET’nin bu tutumunu takip etmesini daha da kolaylaştırmıştır. Dolayısıyla Ankara Anlaşması’nın Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlayacak bir anlayışla işletilmesi ve Ortaklığın bu şekilde geliştirilmesi konusunda AET Tarafı da Ankara Anlaşması’ndan doğan yükümlülüklerini bir tarafa bırakmıştır. Ankara Anlaşması ile çizilen ve tam üyelik kriterleri açısından çok büyük önem arz eden Ortaklık yapısı, 1970’lerin sonlarına doğru Türkiye’nin tam üyeliğe hazırlanması için kullanılamaz bir biçime sokulmuştur. Ankara Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinden daha 10 yıl geçmişken ortaya çıkan bu olumsuz durumda her iki tarafın da sorumluluğu mevcuttur.

Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu ve Komisyon Görüşü Çerçevesinde Üyelik Kriterleri

Türkiye, 14 Nisan 1987’de Topluluğa tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Türkiye’nin tam üyelik başvurusu Ankara Anlaşması’nın 28. maddesinin ruhuna uygun değildir. Türkiye 1987’de tam üyelik başvurusunu yaptığında ortaklığın neredeyse hiçbir hedefi yaşama geçirilememiştir.

Türk hükûmeti Ocak 1988’den itibaren Katma Protokol ile öngörülen ve dondurulan gümrük indirimlerine yeniden başlamış ve Topluluğun ortak gümrük tarifesine uyumu yönünde adımlar atmıştır.

Komisyon, Türkiye’nin tam üyelik başvurusu ile ilgili görüşünü (Avis) 18 Aralık 1989’da açıklamıştır. Komisyon görüşünde, Türkiye’nin hukuken tam üye olma hakkı teyit edilmiştir. Söz konusu saptamadan sonra Komisyon Türkiye’nin tam üyeliği önündeki engelleri saymıştır. Bu engeller aynı zamanda üyelik koşulları olarak da değerlendirilmelidir.

Avis: Fransızca bir kelimedir ve görüş anlamına gelmektedir. Teknik olarak üyelik başvurusunda bulunan bir devlet hakkında Komisyonun hazırladığı rapora verilen addır.

1989 yılı itibarıyla Komisyonun Türkiye için öngördüğü somut koşullar üç başlık altında toplanabilir. Bunlar çevresel, ekonomik ve siyasi koşullardır.

Çevresel (harici) koşullar Topluluğun iç dinamiklerinden kaynaklanmayan, tamamen dış gelişmelerin belirleyiciliği altında şekillenen etkenlerdir.

Çevresel (harici) faktörler, Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Bir başka deyişle Türkiye-Avrupa Ekonomik Topluluğu ilişkilerinin gelişimi ve Türkiye’nin ekonomik ve siyasal sorunları bir yana bırakılsa bile, ikili ilişkilerden kaynaklanmayan Avrupa Topluluğu’nun içsel değişimi ve Avrupa kıtasının siyasi dönüşümü, Türkiye’nin üyeliğini zorlaştırmıştır.

Avrupa Birliği daha sonra hazmetme kriteri başlığı altında benzer bir yaklaşımı tekrar ifade etmeye başlamıştır. Türkiye’nin katılım müzakerelerini sürdürdüğü 2000’li yılların ikinci yarısında Türkiye’nin üyeliğinin sadece Türkiye’nin gereken koşulları yerine getirmesine bağlı olmayacağını, Avrupa Birliği’nin kendine özgü şartlarının da dikkate alınması gerektiği, hazmetme kriteri başlığı altında ifade edilmeye başlanmış ve Avrupa Birliği bu kriteri 1993 Kopenhag Zirve kararlarına dayandırmaya çalışmıştır.

Komisyonun, Türkiye’nin üyeliğine engel oluşturan faktörler arasında saydığı diğer bir konu Türkiye’nin ekonomik problemleri ve bunun Topluluk bütçesine getireceği ağır yüktür. Komisyon görüşünde, aday ülkelerin üstlenmek zorunda oldukları yükümlülüklerin, Avrupa Tek Senedi sonrasında daha da arttığını ifade etmektedir. Komisyona göre, söz konusu yükü kaldıramayacak ülkelerin Topluluğa üye olması, Topluluğun derinleşme ve koyduğu yeni hedeflere ulaşma çabasına zarar verecektir. Komisyon, bu bağlamda Türkiye’nin coğrafi ve nüfus büyüklüğü, buna karşılık kalkınmışlık düzeyinin düşüklüğünü vurgulamıştır.

Ayrıca iş gücü niteliğinin zayıflığı ve tarım nüfusunun büyüklüğü Komisyonun sıraladığı diğer olumsuz ekonomik nedenlerdir.

Avrupa Birliği’nin 1993 Kopenhag Zirvesi ve Üyelik Kriterleri

1990’lı yıllar, Soğuk Savaş’ın sona ermesine sahne olmuştur. Avrupa Birliği Soğuk Savaş’ın sona erdiği bu yeni jeopolitik döneme iki önemli hamleyle hazırlanmıştır. Bunlardan ilki Maastricht Antlaşması’dır. Maastricht Antlaşması derinleşmeyi sağlayan ve Avrupa Topluluklarından Avrupa Birliği’ne geçişi düzenleyen çok önemli bir karardır. İkincisi ise Avrupa bütünleşme tarihinin en büyük genişleme dalgasının planlanmasıdır.

Avrupa Birliği Zirvesi, bir başka ismiyle Avrupa Konseyi Soğuk Savaş sona ererken, Doğu Avrupa’ya yönelen tarihinde en büyük genişleme hareketinin arifesinde üyeliğe ehillik kriterlerini genişleme politikası içinde benimsediği kriterleri ve bununla ilgili hukuksal araçları yeniden düzenlemiş ve modifiye etmiştir. Bu yoldaki ilk önemli AB Zirvesi 1993 tarihli Kopenhag Zirvesi’dir. Kopenhag kriterleri daha sonra, 1997 Lüksemburg Zirvesi’yle Türkiye için de geçerli hâle gelmiştir.

Kopenhag zirve kararlarında genişleme başlığı altında Avusturya, Finlandiya, İsveç ve Norveç ile Kıbrıs, Malta ve Türkiye için ayrı bölümler yer almaktadır. Kopenhag zirve kararlarında Türkiye ile ilgili bölümde sadece işbirliğinin güçlendirilmesi, ilişkilerin geliştirilmesi ve gümrük birliğinin tamamlanması hedeflerinden söz edilmektedir. Türkiye’nin tam üyeliğine ilişkin herhangi bir düzenleme bu kararda söz konusu edilmemiştir.

Buna karşılık kararların Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri başlığı altında daha sonra Kopenhag Kriterleri olarak kabul edilecek olan koşullar bir paragrafta toparlanmıştır. Bu nedenle ilk izlenim bu koşulların esas olarak Orta ve Doğu Avrupa devletlerine özel olarak saptandığı yönündedir ancak zaman içinde Kopenhag Kriterleri genişlemenin tek ölçütü hâline gelmiştir. Söz konusu paragrafta belirtilenler daha sonra üç kriter olarak tanımlanmış ve genişleme sürecine esas teşkil etmiştir

Buna göre Kopenhag Kriterleri;

Siyasal kriterler: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunmasını garanti altına alan kurumların istikrarının sağlanması,

Ekonomik kriterler: İşleyen bir piyasa ekonomisi ile birlikte Avrupa Birliği içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleriyle başa çıkma kapasitesine sahip olmak,

Mevzuat Uyumu Kriteri: Siyasal, ekonomik ve parasal birliğin hedeflerine uymak da dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olmak, şeklinde  tanımlanmıştır.

Avrupa Birliği  Komisyonu 1997 Lüksemburg Zirve kararları sonrasında Türkiye için hazırlamaya başladığı düzenli raporlarda Kopenhag kriterlerini esas almaya başlamıştır. 2000’li yılların ortalarından itibaren Avrupa Birliği Komisyonu hazmetme kriterini de Kopenhag Zirve kararlarına dayandırarak ileri sürmeye başlamıştır. Kopenhag Zirve kararlarında Kopenhag Kriterleri olarak belirtilen paragrafın hemen altında yer alan paragrafta hazmetme kriterine esas teşkil ettiği iddia edilen bölüm yer almaktadır. Söz konusu paragrafta, “Avrupa bütünleşmesinin ivmesinin korunmasında, Avrupa Birliği’nin yeni üyeleri hazmetme (absorbe etme) kapasitesi hem Avrupa Birliği’nin hem de aday devletin genel çıkarı için önemli bir unsurdur” ifadesi kullanılmıştır. Bu paragraftan hareketle Türkiye’nin önüne “hazmetme kriteri” 2000’li yıllarda çıkartılmaya başlanmıştır.

1997 Lüksemburg Zirve Kararları Çerçevesinde Genişleme Politikasının Yeni Araçları ve Üyelik Kriterleri

Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişleme hamlesinde bir başka önemli zirve 1997 Lüksemburg Zirvesidir. Lüksemburg Zirvesi Avrupa Birliği’nin doğuya doğru genişlemesinin esaslarını, araçlarını belirlemiştir. Lüksemburg zirve kararlarında ortaya çıkan genişleme politikasının yeni araç ve esasları,

Kopenhag zirve kararları gibi, giderek Türkiye için de geçerli hâle gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin 2000’li yıllarda daha ayrıntılı ve  yapılandırılmış bir genişleme politikasına uyum sağlamak durumunda kaldığını söyleyebiliriz.

Lüksemburg zirve kararları “Güçlendirilmiş Katılım Öncesi Strateji” başlığı altında Orta ve Doğu Avrupa devletleri için genişleme politikası altında yeni birtakım araçlar belirlemiştir. Lüksemburg Zirvesinde “Güçlendirilmiş Katılım Öncesi Strateji” başlığı altında saptanan araçlardan ilki “Katılım Ortaklığı”dır.

Genel kullanımda katılım ortaklığının mali konuları düzenleyen belgesine “Çerçeve Tüzük”, aday ülkenin yerine getirmesi gereken siyasi, ekonomik ve mevzuat uyumu koşullarını saptayan “ilkeler, öncelikler ve  orta vadeli hedefler belgesi”ne ise “Katılım Ortaklığı Belgesi” denilmektedir. Türkiye için bugüne kadar dört “Katılım Ortaklığı Belgesi” hazırlamıştır.

Lüksemburg zirve kararları aynı zamanda Avrupa Konferansı adı verilen yeni bir kurumsal yapı da tanımlamıştır.

Zirve kararları Avrupa Konferansı başlığı altında katılma sürecine ilişkin koşullar da ortaya koymuştur. Buna göre; “Konferansa dahil olan devletler; barış, güvenlik, iyi komşuluk için ortak taahhütte bulunmalı; diğer devletlerin egemenliğine, Avrupa Birliği’ni kuran ilkelere, sınırların bütünlüğü ve dokunulmazlığına, uluslararası hukukun temel ilkelerine saygı göstermeli; özellikle Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yolunu kullanarak, toprak uyuşmazlıklarının barışçıl yollardan çözümüne bağlı kalmalıdırlar.”

Lüksemburg zirve kararları “Türkiye için Avrupa Stratejisi” başlığı altında, Türkiye konusunu ayrıca ele almıştır. Bu strateji çerçevesinde “katılma müzakerelerinin başlatılmasına olanak sağlayacak siyasal ve ekonomik koşulların yerine getirilmediği” belirtilmiş ve Türkiye’nin müzakerelere başlayacak siyasi ve ekonomik koşullara hazırlanması için bir “katılmaya hazırlık stratejisi” ortaya konmuştur. Lüksemburg zirve kararlarıyla Türkiye bir bakıma adaylık öncesi bir konumda kalmış ve katılım sürecine hazırlık aşamasında değerlendirilmiştir.

1999 Helsinki Zirvesi ve Türkiye’nin Adaylığı

1999 Aralığında yapılan Helsinki  Zirvesi  genişleme politikası açısından bir başka önemli zirvedir. Helsinki zirve kararlarıyla Avrupa Birliği, Türkiye’yi Orta ve Doğu Avrupa için oluşturduğu katılma sürecine dahil etmiştir. Helsinki Zirvesi kararları tam üyeliğe aday ülke sayısını, Türkiye’yi de dahil edecek şekilde 13 olarak saptamıştır. Ayrıca zirve kararında “Türkiye diğer aday ülkelere uygulanan kriterler temelinde Avrupa Birliği’ne katılmaya yönelmiş bir aday devlettir” denilerek Lüksemburg Zirvesinden farklı bir tutum ortaya konmuştur.

Helsinki Zirvesi kararlarında Avrupa Konseyi, Komisyondan Türkiye için de bir “katılım öncesi strateji”

hazırlanmasını istemiştir. Bu şekilde Türkiye aday ülke olarak katılım sürecinde ilerleme imkânına kavuşmuştur.

Helsinki Zirvesi bir yönüyle Kopenhag Zirvesi’nden itibaren oluşturulan ve özellikle Lüksemburg Zirvesiyle şekillenen katılım çerçevesinin, araçlarının ve üyelik kriterlerinin Türkiye’ye de uygulanmasına imkân sağlamış, bu bağlamda Türkiye için Katılım Ortaklığı Belgesi ve Çerçeve Tüzük hazırlanmasının önünü açmış, diğer yönüyle Ankara Anlaşması’yla çizilen ve Ortaklık sürecini esas alan bir katılım anlayışından Türkiye’yi uzaklaştırmıştır. Türkiye’nin siyasi olarak üyeliğe hazırlanmasını hedef alan bir süreç Helsinki Zirvesi sonrasında başlatılmıştır. Özellikle 2001 yılında kabul edilen ilk Katılım Ortaklığı Belgesiyle Türkiye için siyasi reform süreci öne çıkmıştır.

Katılım Ortaklığı Belgeleri ve Türkiye İçin Üyelik Kriterleri

Türkiye için, Helsinki Zirvesi sonrasında geliştirilen “Katılım Öncesi Strateji”nin dayandığı  iki temel belge vardır. Bunlardan ilki 26 Şubat 2001 tarihli “Katılım Öncesi Strateji Çerçevesinde Türkiye’ye yapılacak Yardımlar ve Özellikle Katılım Ortaklığının Oluşturulması Hakkında Konsey Tüzüğü”, diğeri ise 8 Mart 2001 tarihli “Türkiye Cumhuriyeti ile Oluşturulan Katılım Ortaklığının İlkeleri, Öncelikleri, Orta Vadeli Hedefleri ve Koşulları Hakkında Konsey Kararı” dır.

Ortaklığı Belgeleri Türkiye için daha sonra 2003, 2005 ve 2008’de yenilenmiştir.

Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye’nin katılım sürecinde yerine getirmesi gereken “kısa” ve “orta” vadeli öncelikleri saptamıştır. Kısa ve Orta Vadeli hedefler de kendi içinde “Güçlendirilmiş Siyasal Diyalog ve Siyasal Kriterler”, “Ekonomik Kriterler” ile “İç Pazar”, “Vergilendirme”, “Tarım” gibi diğer Topluluk Hukuk alanlarını kapsayacak şekilde alt bölümlere ayrılmıştır. Alt bölümlerle ilgili bu ayrımda 1993 Kopenhag Zirvesinde kabul edilen üç kriter (siyasal, ekonomik ve mevzuat uyumu kriterleri) esas alınmıştır.

Katılım Ortaklığı Belgesinin kısa ve orta vadeli hedeflerinin siyasal kriterler başlığı altında Türk hukuk sisteminde yapılması istenen pek çok değişiklik sıralanmıştır. Bunlardan bazıları “idam cezasının kaldırılması”, “devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması”, “ana dilde yayın” ve “ana dilin öğretilmesi ile ana dilde eğitim” konuları, “ifade özgürlüğünü sınırlayan yasa maddelerinin kaldırılması”,  “sendikal hakların yaygınlaştırılması”, “yargı reformu”, “işkence ve kötü muamelenin önlenmesi”, “sivil-asker ilişkilerinin demokratik esaslar uyarınca yeniden düzenlenmesi” gibi konular sayılabilir.

serbestçe hareket edebilmektedir. Böylece diğer bir AB ülkesinde okumak, çalışmak ya da emekli olmak mümkün

Avrupa Birliği’nde Kişilerin Serbest Dolaşımı ve Türk Vatandaşlarına Getirilen Kısıtlamalar

Giriş

Avrupa    Ekonomik    Topluluğunu    oluşturan    Roma

Anlaşması’nın 3/C maddesi, ortak bir pazar kurulmasını kolaylaştırmak amacıyla “üye ülkeler arasında malların, işçilerin,(kişilerin) hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılmasını” hükme bağlamıştır. Bu temel hüküm sebebiyle AB’ye sonradan katılacak olan ülkelerle müzakere başlıklarının ilk dördü, bu dört temel özgürlüğe ilişkindir. Avrupa Birliği olarak anılan eski ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu 1 Ocak 1958 tarihinde Roma Anlaşması ile kurulduğunda, bu dört temel özgürlük üzerine inşa edilmiştir. Eğer bu dolaşımlar sağlanamaz ise AB bir ekonomik bütünleşme olmaktan çıkar, OECD gibi bir ekonomik işbirliği örgütü hâline gelir. Burada serbest dolaşımdan beklenen, bir üye ülke vatandaşının diğer bir üye ülkede dolaşması ve ekonomik faaliyette  bulunmasıdır.

Avrupa Birliği’nde Kişilerin Serbest Dolaşımı

Serbest dolaşım, AB hukukuna göre dört temel haktan oluşmaktadır. Bunlar; açık işlere başvuru hakkı, iş bulabilmek için topluluk içinde seyahat hakkı, işin yapıldığı ülkede oturma (ikamet) hakkı ile işin sona ermesinden sonra veya emeklilik durumunda o ülkede oturma hakkıdır. İlk üç temel hak, Roma Anlaşması’nın 48’nci maddesinde yer almıştır. Son hak ise Konseyin 29 Mayıs 1976 tarih ve 1251/70 sayılı Tüzüğü ile tanınmıştır.

Avrupa bütünleşmesinin ilk döneminde serbest dolaşım hakkı, ekonomik olarak aktif kişilerle (işçiler, meslek sahipleri ve hizmet arz edenler) sınırlı tutulmuştur. Daha sonraki aşamada, yer değiştirme gerekçeleri ne olursa olsun, bütün Avrupa Birliği vatandaşlarını kapsayacak şekilde  genişletilmiştir.

Serbest dolaşım ile ilgili mevzuat, mesleki niteliklerin tanınması, vatandaş hakları, işçilerin serbest dolaşımı ve sosyal güvenlik politikalarının koordinasyonuna ilişkin hükümler içermektedir. Dolayısıyla, bu alandaki düzenlemeler hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımına ilişkin mevzuatın yanı sıra, sosyal politika, istihdam, adalet ve iç işleriyle ilgili mevzuat ile de yakın ilişkilidir.

AB’de işçilerin serbest dolaşım hakkına ilişkin hükümleri, 15 Ekim 1968 tarihli ve 1612/68 sayılı Konsey Tüzüğü ayrıntılı olarak belirlemiştir. Tüzük, ayrımcılık yapılmamasına ilişkin hükümler de içermektedir. İşçiler ve işverenler herhangi bir ayrımcılık sonucunu doğurmayacak sözleşmeleri yapabilmekte ve uygulayabilmektedirler.

Amsterdam Anlaşması’nın 14. maddesinde ve Lizbon Antlaşması’nın 26. maddesinde “iç pazar, içinde malların, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının işbu Anlaşma hükümlerine göre güvence altına alındığı, iç sınırları olmayan bir alanı kapsar” şeklinde tanımlanan iç pazar kavramı ile vurgulanmıştır.

Günümüzde iç sınır kontrollerinin kaldırılmasıyla kişiler bir  üye  devlet  içinde  olduğu  gibi  Avrupa  içinde  de olmuştur. Bu özgürlükler, Avrupa Vatandaşlığı ile somutlaştırılmıştır.

Avrupa Tek Pazarı’nın 1992 yılı sonunda tamamlanmasıyla kişilerin serbest dolaşımı tüm  üye ülkelerde işlerlik kazanmıştır.

Avrupa Vatandaşlığı ve Serbest Dolaşım

AB vatandaşlığı, 1992 yılında Maastricht Anlaşması ile kabul edilmiş, Amsterdam Anlaşması (1997) ile vatandaşlığın kapsamı genişletilmiştir.

AB vatandaşlığı üye ülke vatandaşlarına;

•          Serbest dolaşım ve ikamet hakkı,

•          Yerel seçimlerde olduğu gibi Avrupa Parlamentosu’na seçilme ve oy kullanma hakkı,

•          Kendi ülkesinin temsil edilmediği  üçüncü ülkelerde bulunan diğer AB üyesi ülkenin temsilciliğinden yararlanma hakkı,

•          Avrupa Komisyonu’na şikâyet hakkı, Avrupa Parlamentosu ve Ombudsman’ a dilekçe hakkını sağlar.

Altı aydır bir AB ülkesinde oturan diğer üye ülkelerin vatandaşları, karşılılık ilkesi saklı kalmak  ve kendi ülkesinde belediye seçimlerinde oy vermemiş olmak şartıyla, bir AB ülkesinde belediye seçimlerinde oy kullanabilirler.

Türk Vatandaşlarının Avrupa Birliği’nde Serbest Dolaşımı

Türk iş gücünün Topluluk içinde dolaşımı Ankara Anlaşması’nın 12, Katma Protokol’ün 36-40’ncı maddelerinde düzenlenmiştir. Ankara Anlaşması iş gücünün serbest dolaşımının gerçekleştirilmesinin, Roma Anlaşması’nın 48-50’nci maddelerine dayandırılacağını belirtmiştir.

Serbest dolaşım, Ankara Anlaşması’nın yürürlüğe girişini izleyen 12’nci yılın sonu ile 22’nci yılın sonunda kademeli olarak gerçekleştirilecektir. Bu konuda izlenecek yöntemler, Konsey tarafından belirlenecektir (Md.12). Diğer bir deyişle serbest dolaşım 1 Aralık 1976-1 Aralık 1986 tarihleri arasında sağlanacaktır.

Türk işçilerinin serbest dolaşımı konusunda alınan temel hukuki düzenleme 20 Aralık 1976 tarihli ve 2/76 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’dır.

2/76 sayılı Karar’ın temel ilkeleri şunlardır:

•          Birinci kademe 4 yıl olarak belirlenmiş ve 1 Aralık 1980 tarihinde sona ermiştir.

•          Topluluk içinde 3 yıldır çalışan işçiler, üye devletler işçilerinin öncelikli hakları saklı kalmak şartıyla, aynı meslek faaliyet kolu ile bölgede kayıtlı ve normal şartlarla yapılan işlere girebileceklerdir.

•          Topluluk içinde 5 yıldır çalışan işçiler, o ülkedeki tam ücretli işlere serbestçe başvurabileceklerdir.

•          İşçilerin aile ve çocukları, bulundukları Topluluk ülkesindeki bölgesel eğitim imkânlarından yararlanabileceklerdir.

Ortaklık Konseyi 30 Haziran-1 Temmuz 1980 tarihlerinde yapmış olduğu toplantıda, ikinci aşamaya ilişkin 1/80 sayılı Kararı almıştır. 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’na göre;

•          İkinci aşama 3 yıl olarak ve 30 Kasım 1983’de sona erecektir.

•          Topluluk içinde 3 yıldır çalışan işçiler için 2/76 sayılı Karar’da sağlanan haklar geçerliliğini koruyacak, 5 yıllık çalışma süresi 4 yıla indirilecektir.

•          Toplulukta çalışan Türk işçilerinin aile bireylerinden en az 3 yıl Topluluk ülkelerinde oturmuş olanlar, ikinci öncelikle her türlü işe başvurabilecek, 5 yıl oturanlar her çeşit ücretli işe girebileceklerdir.

•          Ücret düzeyi ve sosyal haklar bakımından Türk işçileri aleyhine bir farklılık yapılmayacaktır.

•          Türk işçi çocukları, bulundukları üye ülke çocukları ile eğitim, çıraklık ve mesleki eğitim imkânlarından aynı şekilde yararlanacaklardır.

•          Ortaklık Konseyi, 1.6.1983-1.2.1983 arasında ikinci kademe uygulamasını gözden geçirecek ve üçüncü kademe için alınacak önlemleri hazırlayacaktır.

1/80 sayılı Karar ile Türk iş gücüne ek bazı imkânlar sağlanmış, ikinci öncelik uygulamasına devam edilmiştir.

12 Eylül 1980’den sonra Türkiye-Topluluk ilişkileri donmuş olduğu için, 1 Haziran 1983’den itibaren yapılması gereken Ortaklık Konseyi toplantısı gerçekleştirilememiştir. Böylece, Topluluk ile Türkiye arasında işçilerin serbest dolaşımını 1986 yılı başından itibaren sağlayacak üçüncü ve son kademeye ilişkin esaslar da belirlenememiştir.

1986 yılından sonra serbest dolaşımın otomatik olarak yürürlüğe girdiği görüşünü Topluluk ve özellikle Almanya kabul etmemekte direnmiştir. Bu durumda, konunun bir “hukuk sorunu” hâline getirilerek Adalet Divanı’nın görüşünün alınmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.

Ankara Anlaşması’nın 25’nci maddesi,  Anlaşma’dan doğan ihtilafların Ortaklık Konseyi tarafından çözümlenebileceğini veya bu konuda Adalet Divanına başvurulabileceğini   belirtmektedir.

Roma Anlaşması’nın 177’nci maddesi ise Adalet Divanının, Topluluk organlarının (kurumlarının) yaptığı tasarrufların hukuka uygunluğunu denetleyebileceğini öngörmektedir. Fakat bunun için, üye ülke mahkemelerinde açılan bir dava sebebiyle ancak yorum için Divan’a gidilebilmektedir. Doğrudan üçüncü ülke vatandaşlarının Divan’a başvuru hakları yoktur.

AB ile müzakerelerde ikinci başlık olan İşçilerin Serbest Dolaşımı alanında çok az ilerleme kaydedilmiştir. 2011

Yılı İlerleme Raporu’nun değerlendirmesi şöyledir: “Başlık 2 İşçilerin serbest dolaşımı alanında çok az ilerleme kaydedilmiştir. Bu alandaki AB müktesebatını uygulamaya yönelik hazırlıklar erken aşamadadır.”

Katılım Anlaşmaları’nda Aday Ülkelere Kişilerin Serbest Dolaşımında Tanınan İstisnalar ve Geçiş Dönemleri

AB’ye 1994 yılından sonra üyelik başvurusunda bulunan 8 MDA ülkesi ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta ile

14 Nisan 2003 tarihinde Atina’da Katılım Anlaşmaları imzalanmıştır. O dönemde AB’ye aday 13 ülkeden üçü dışında (Türkiye, Bulgaristan ve Romanya) 10’u, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB üyesi olmuşlardır.

Üye ülkeler, katılımcı ülkelere karşı iki yıl süreyle kendi mevzuatlarını uygulamayı sürdürecektir. İki yılın sonunda, durum tekrar gözden geçirilecek, yapılan değerlendirme sonucu, iş gücü piyasasında ciddi bozulma veya bozulma tehdidi olan ülkeler, kısıtlamaları iki yıl daha sürdürebileceklerdir.

Geçiş dönemi beşinci yılda sona erecektir. Ancak, herhangi bir ülkenin iş gücü pazarının ciddi olarak bozulduğu saptanırsa o ülke için süre iki yıl daha uzatılabilecektir. Mevcut üyelerin durumlarını korumaya yönelik bu istisnalar çerçevesinde üye ülkeler, yedinci yılın bitimine kadar koruma önlemleri alabileceklerdir.

GKRY için geçiş dönemi öngörülmemiştir. Malta için AB ülkelerinden gelecek işçi girişlerine karşı yedi yıllık bir deregasyon tanınmıştır. Diğer sekiz ülkenin konumu ise karşılıklılık ilkesine göre düzenlenmiştir. İngiltere, İrlanda ve İsveç dışındaki AB üyesi ülkelerce 1 Mayıs 2004 tarihinde üye olan ülkelerin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Malta hariç) vatandaşlarına, istinaden iki yıl daha uzatılabilecek olan, (2+3+2) beş yıllık bir genel geçiş dönemi uygulanmıştır. Finlandiya, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve Hollanda uygulanan kısıtlamaları 1 Ocak 2007 tarihinde kaldırmıştır.

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Türk İşçilerinin Serbest Dolaşımı ile İlgili Olarak Aldığı Önemli Kararlar İle Diğer Mahkeme Kararları

ABAD kararları üye devletlerin yetkilileri ve mahkemeleri için bağlayıcıdır. Ulusal mahkemeler fiilen AB hukukunun mahkemeleri konumundadırlar. ABAD bu yöntemle en yüksek ve en son yargı mercii olduğu için denetleme ve yorumlamaya en son yetkili ve görevli tek otoritedir. Böylece ortaklık hukukunun tüm ülkelerde aynı anda uygulanması güvence altına alınmakta ve üye devletlerin mahkemelerinin bu sürece katılımları sağlanmaktadır. AB hukukunun üye devletlerde farklı yorumlanmasına izin verilseydi, bu hukuk düzeni tüm ülkeler için bir örnekliğini  kaybederdi.

ABAD kararlarının AB hukukunun supranasyonal ayrıcalığa sahip olması, 1963 tarihli Van Gend (C-26/62) Kararı sonucunda mümkün olmuştur. Karar, Avrupa Toplulukları Kurucu Anlaşması’nın doğrudan uygulanabilirliğini ve AB hukukunun ulusal hukuka üstünlüğünü uygulamaya koyan ilk karardır.

Avrupa Birliği Adalet Divanının, 30 Eylül 1987 tarihli Meryem Demirel Kararı’ndan (12/86 sayılı) sonra 2/76, 1/80 ve 3/80 sayılı OKK ışığında günümüze kadar aldığı kararların 41’i ikamet, çalışma ve eşit muameleye, 6’i yerleşme hakkına, 4’ü ise sosyal güvenliğe ilişkindir. Avrupa Birliği Adalet Divanı´nın önemli kararları tarih ve sayısı ile birlikte Berlin Büyükelçiliği Çalışma ve Sosyal Güvenlik Müşavirliği tarafından 41 başlık altında verilmiştir.

Schengen Vizesi ve Türk Vatandaşlarının Serbest Dolaşımına Getirilen Hukuk Dışı Vize Engeli

Schengen Vizesi

Avrupa Birliği’nde vize konusunda toplu bir düzenleme yapmaya yönelik Schengen Anlaşması, (Schengen I) 14 Haziran 1985 tarihinde Lüksemburg’un Schengen kasabasında Fransa, Batı Almanya ve Benelüks ülkeleri arasında imzalanmıştır. Amacı, taraf ülkeler arasında tüm kara, deniz ve hava alanlarındaki sınır denetimlerini kaldırmak, sığınma ve vize politikalarına ortak bir yaklaşım yoluyla üye devletlerin dış sınırlarındaki vize denetimlerinin koordinasyonunu sağlamaktır.

Yaşanan sorunlar gerekçesiyle 23-24 Haziran 2011 tarihli AB Konseyi’nde, “Schengen işbirliğinin işleyişini tehlikeye atan istisnai durumlara kişilerin serbest dolaşımı ilkesine halel getirmeden müdahale etmek üzere yeni bir mekanizmanın hayata geçirilmesi” konusunda çağrıda bulunulmuştur. Avrupa Parlamentosu’nun 7 Temmuz 2011’de tarihli kararında yeni mekanizmanın serbest dolaşımı güçlendirmesi ve Schengen Alanı’nın yönetişimini iyileştirmesi vurgusu yapılmıştır.

Türk Vatandaşlarının Serbest Dolaşımına Getirilen Hukuk Dışı Vize Engeli

Avrupa Birliği ülkelerinin Türk vatandaşlarından Ekim 1980’den itibaren vize istemesi, iş gücünün serbest dolaşımının gerçekleştirilmesine engel oluşturan yasal olmayan çok önemli bir uygulamadır. Türkiye’ye ilk vize uygulayan Topluluk ülkesi Yunanistan’dır. Bu ülke AB’ye üye olmadan önce 24 Nisan 1965 tarihinde Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlamıştır.

Topluluk ülkelerinden Almanya ve Fransa 5 Ekim 1980, Benelüks  ülkeleri  1  Kasım  1980,  Danimarka  1  Mayıs

1981, İngiltere 22 Haziran 1989, İrlanda 10 Aralık 1989,

İtalya 3 Eylül 1990, Portekiz 24 Haziran 1991, İspanya ise 1 Ekim 1991 tarihinden sonra Türk vatandaşlarından vize talep etmeye başlamıştır. ABAD, Eylül 1987-Aralık 2018 tarihleri arasında Türk vatandaşları ve şirketlerinin taraf olduğu 52 davada AB ülkelerinin yorumlarının geçersizliğini kabul etmiştir. Bu davaların önemli bir kısmı Vizesiz Avrupa konusuyla doğrudan ilgilidir.

Prof. Dr. Wolfgang Voegeli, Vizesiz Avrupa Raporu’nda Türk vatandaşlarına uygulanan vizenin hukuksuzluğunu ortaya koymuştur. ABAD tarafından etkileyici bir içtihat

hukuku oluşturulmuş olmasına rağmen Türk vatandaşlarına serbest giriş hakkı tanınması için yapılacak en etkili mücadele, Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Anlaşma’nın (ABİDA: TFEU) 258’nci maddesinin ihlal edilmesinden dolayı meydana gelen kayıp ve hasar tazminatı için üye ülkeye dava açmaktır.

16 Aralık 2013 Tarihli Türkiye-AB Geri Kabul Anlaşması

Türkiye ile AB arasında Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması eş zamanlı olarak 16 Aralık 2013 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Bu anlaşmalar ile Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının AB üyesi ülkelere vizesiz seyahat edebilmeleri ve bunun karşılığınsa Türkiye’nin kendi ülkesinden transit olarak AB üyesi ülkelere düzensiz olarak geçen 3. ülke vatandaşı veya vatansız göçmenleri geri alma taahhüdünde bulunmuştur. Geri Kabul Anlaşması, Avrupa’nın uzun zamandır yürüttüğü sınır kontrolünü sınırların ötesine taşımak politikasının bir sonucudur.

Anlaşmanın önemli hükümleri şöyledir:

•          AB üyesine belgesiz olarak giden 3. ülke vatandaşları bu ülkelere girmeden önce son transit geçiş yaptıkları ülke Türkiye ise, belgesiz göçmenler geri kabul edilecektir.

•          Yasadışı yollarla AB ülkelerine giden veya bu ülkelerde bulundukları sırada yasadışı duruma düşen Türk vatandaşlarını Türkiye geri alacaktır.

•          Geri Kabul Anlaşmasının kapsamına İngiltere, İrlanda ve Danimarka girmediğinden, bu ülkelere gidişlerde vize muafiyeti hakkı doğmayacaktır.

•          Türkiye yabancılarla ilgili işlemlerde AB müktesebatına uyum sağlayacak ve gerekli etkili uygulamaları gerçekleştirecektir.

•          Türkiye doğusundan gelecek mülteciler için coğrafi sınırlandırmayı  şimdilik kaldırmayacaktır. Siyasi, dinsel, mezhepsel gibi sebeplerle adı geçen coğrafyadan gelen kişileri Türkiye şimdilik mülteci kabul etmeyecektir.

•          Türkiye sadece bazı uluslararası anlaşma, sözleşme ve protokollerden sadece vize muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşmasının düzgün işlemesiyle doğrudan ilgisi bulunanlara taraf olacaktır.

•          Vize muafiyeti süreci ve Geri Kabul Anlaşması ABAD’ın ortaklık hukukuna dayanarak Türk vatandaşları lehine vermiş olduğu kararlara halel getirmeyecektir.

Avrupa özel sektörünün temsilcisi olarak kabul edilen şemsiye örgüt Avrupa İş Dünyası Konfederasyonuna bağlı (Businesseurope) 9 üye kuruluş, 26 Temmuz 2012 tarihinde “Vize Engeline Hayır, Ekonomik Büyümeye İhtiyaç Var” başlığı ile yayınladığı bildiride, Rusya, Moldova, Türkiye ve  Ukrayna ile  vize süreçlerinin karşılıklı liberalleştirilmesine yönelik müzakerelerin sonuçlandırılması,  diğer  Doğu  Avrupa  ülkeleriyle  de müzakerelerin başlatılması ve tüm bu ülkelere yönelik iş vizelerinin 2018’e kadar kaldırılmasını talep etmiştir. Almanya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, İtalya, İspanya, Polonya ve Türkiye’den iş dünyası temsilcilerinin öncülüğünde hazırlanan çağrı metni ilgili AB kurumlarına iletilmiştir.

TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN MEVCUT DURUMU VE GELECEĞİ

Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerinde Mevcut Durum

Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yapılan ortak üyelik başvurusuna dayanmaktadır. Ortak Üyelik: AB’ye tam üyelik statüsünün dışında, AB ile ortak üye ülke arasında ileri ekonomik ve siyasi bütünleşmenin sağlandığı bir statüdür.12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması ile onaylanmış, 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ankara Anlaşması, Türkiye ile AET arasında bir ortaklık yaratan anlaşmadır. Ankara Anlaşması ,Hazırlık Dönemi, Geçiş Dönemi ve Son Dönem olmak üzere üyelik için 3 dönem öngörmüştür. Hazırlık dönemi 1964 tarihinde başlamış 31 Aralık 1972 tarihinde sona ermiştir. Bu dönemde gümrük birliği hazırlanması öngörülmüştür. 1 Ocak 1973 tarihinde Geçiş dönemi başlamıştır. Bu dönem ise gümrük birliği yükümlülüklerinin üstlenileceği bir dönemdir. Geçiş döneminin 31 Aralık 1995 tarihinde tamamlanması planlanmıştır. Türkiye 14 Nisan 1987 tarihinde AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Roma Antlaşması’nın 237 maddesine dayanarak hazırlanan tam üyelik başvurusu üzerine Avrupa Komisyonu Türkiye için bir Avis hazırlamış ve öncelikle gümrük birliğinin hayata geçirilmesinin önemli olduğunu belirtmiştir. Avis, Avrupa Komisyonunun, bir ülkenin AB’ye tam üyelik başvurusu üzerine hazırladığı, ilgili ülkenin tam üyeliğe uygun bir ülke olup olmadığını değerlendirdiği, bağlayıcı görüştür 1 Ocak 1996 tarihinde Ankara Anlaşması’nın ortaklık ilişkisi için ön gördüğü son döneme geçilmiştir. Gümrük birliğinin sorunsuz bir şekilde uygulandığı ve AB’ye ekonomik ve siyasi olarak daha da yakınlaşılan bir dönem olarak hedeflenmiştir. 1/95 ve 2/95 sayılı ortaklık konseyi kararları bu hedef doğrultusunda  alınmıştır.

Türkiye için Avrupa Stratejisi, Türkiye’ye, Aralık 1997 Lüksemburg Zirve Toplantısı’nda sunulmuş olan, tam üyeliğe alternatif bir stratejidir. Türkiye için Avrupa Stratejisi, Türkiye ile AB arasındaki gümrük  birliğinin derinleştirilmesi ve genişletilmesi esasına dayanmaktadır. Türkiye’nin ortaklık ilişkisinden beklentisi AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri ile başlattığı beşinci genişleme sürecine katılmak olmuştur. AB’nin tarihî genişleme sürecidir. Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan, Slovak Cumhuriyeti, Slovenya, Estonya, Letonya, Litvanya, Güney Kıbrıs ve Malta’nın 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üyelikleriyle birlikte beşinci genişleme sürecinin ilk dalgası gerçekleşmiştir. Genişleme sürecinin ikinci dalgasında yer alan Bulgaristan ve Romanya, 1 Ocak 2007 tarihinde AB’ye tam üye olmuştur. Genişleme sürecinin üçüncü dalgasında ise Türkiye ve Hırvatistan yer almaktadır. AB beşinci genişleme sürecini başlatma kararını açıkladığı Aralık 1997 Lüksemburg Zirve Toplantısı’nda Türkiye için tam üyelik alternatifi geliştirilmiştir. Bu alternatif Türkiye için Avrupa Stratejisi adı verilen ve gümrük birliğinin genişletilmesi ve geliştirilmesine  dayanan  bir  strateji  idi.  Türkiye  bu

stratejiyi kabul etmemiş ve ilişkiler bir süre askıya alınmıştır. Lüksemburg Zirve Toplantısı’ndan 2 yıl sonra Aralık 1999 Helsinki Zirve Toplantısı’nda Türkiye’nin tam üye adayı olduğu açıklanmış böylece Türkiye’nin tam üyelik süreci başlamıştır. Aralık 2004 Brüksel Zirve Toplantısı’nda Türkiye’nin gerekli kriterleri karşıladığı ve

3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı alınmıştır. Bu toplantıda Türkiye için önemli bazı hususlar şunlardır;

•          Tam üyelik müzakereleri ucu açık müzakereler olarak tanımlanmıştır.

•          AB, Türkiye deki reform sürecini karşılamakta ve Türkiye’nin reform sürecini sürdüreceğine inanmaktadır.

•          Komşu ülkeler ile olan anlaşmazlıkları Uluslararası Adalet Divanında çözüm aranacaktır.

Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinde, müzakereye açılan ilk AB müktesebatı, bilim ve araştırma olmuştur. AB müktesebatı, AB mevzuatına verilen addır. Toplam otuz beş başlık altında sınıflandırılmıştır.. Türkiye 2004 Brüksel zirvesinde ek protokol taahhüdünü yerine getirmemiş, böylelikle müzakereler geçici olarak askıya alınmıştır. Kopenhag Siyasi  Kriterleri, Ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı güvence altına alan istikrarlı kurumların varlığı, Kopenhag siyasi kriterleridir. Avrupa Komisyonu tarafından tam üye adayı ülkenin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği tespit edildiğinde, aday ülke ile tam üyelik müzakereleri başlatılır. Tam üyelik müzakerelerine başlamanın ön koşulu, Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilmesidir.

Avrupa Birliği’nin Bütünleşme ve Genişleme Dinamikleri

AB’nin Ekonomik Bütünleşme Dinamiği: Ekonomik ve Parasal Birlik

AB de ekonomik ve parasal birlik dendiğinde akla önce Euro gelmektedir. AB federal bir yapıya değil uluslarüstü bir yapıya sahiptir ve birçok ortak politikası vardır. AB’nin para politikası Avrupa Merkez Bankası ve Merkez Bankaları Sistemi tarafından yürütülmektedir. AB’nin ortak bütçesi AB GSYİH’sinin %1’i civarındadır. Ortak maliye politikası uygulayamayan AB, üye ülkelere 3 farklı sınırlama getirmiştir.  Bunların ilki  Maastricht  kriterleri EPB’nin 3. ve son aşamasına geçiş için üye ülkelerin sağlaması gereken kriterlerdir. İkinci sınırlama istikrar ve büyüme paktı kriterleridir. Bu kriterler şu şekildedir. Euro bölgesi ülkeleri için mali disiplin öngören Maastricht kriterleri, İstikrar ve Büyüme Paktı kriterleri olarak kabul edilmektedir. Bu kriterler, bütçe açığı ve kamu borcu kriteridir. Bütçe açığı kriterine göre, üye ülkelerin bütçe açıkları GSYİH’lerinin %3’ünü geçmemelidir. Kamu borcu kriterine göre ise üye ülkelerin kamu borçları GSYİH’lerinin %3’ünü geçmemelidir. Kamu borcu kriterine    göre    ise    üye    ülkelerin    kamu    borçları GSYİH’lerinin %60’ını geçmemelidir %60’ını geçmemelidir. 3. sınırlama ise üye ülkeler arasındaki işbirliğini gerekli kılan bir uygulamadır. AB vergi toplama konusunda da güçlü bir yaklaşım sergileyememektedir. 2012 yılında üye ülkeler KDV matrahlarının %0.3 ünü AB bütçesine gelir olarak aktarmıştır. Gümrük Birliği, Bir ekonomik entegrasyon türüdür. Gümrük birliğine üye olan ülkeler dış ticarette birbirlerine uyguladıkları tarife ve benzeri tüm ticaret engellerini kaldırırlar; gümrük birliği dışındaki ülkelere de ortak gümrük tarifesi uygularlar ve tek bir dış ticaret politikası yürütürler. Üye ülkeler arasında gümrük birliğinin oluşturulduğu, malların işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı bir ekonomik entegrasyon türüne Ortak Pazar denir. Para birliğinin iki temel bileşeni döviz kuru birliği ve sermaye piyasası bütünleşmesidir. Para birliğinin işlemesi 3 temel unsura bağlıdır;

1.         Üye ülkeler arasındaki para politikalarının uyumlaştırılması.

2.         Üye ülkelerin döviz rezervlerinin ortak bir havuzda toplanması.

3.         Tek bir merkez bankasının ve parasal otoritenin oluşturulmasıdır.

Ekonomik ve Parasal Birliğin Fayda ve Maliyeti

EPB’nin faydaları şöyle özetlenebilir:

•          Üye ülkelerin döviz rezervlerinin ortak bir havuzda toplanması, ödemeler dengesi açık veren bir ülkenin açığı, fazla veren ülkenin fazlası ile kapatılmasını sağlar.

•          Euro gibi tek para biriminin varlığı uluslararası işlemlerde Kabul gören yeni bir dünya parası olabilecektir.

•          Finansal yönetim maliyetleri düşecektir.

•          Sabit döviz kurlarının ve tek para biriminin varlığı serbest ticaret ve faktör hareketleri için avantaj sağlayacaktır.

•          Sermaye piyasasının bütünleşmesi para birliği ülkelerinden biri açık verdiğinde para birliği piyasasından  borçlanabilmesini  sağlamaktadır.

Bölgeler arası ekonomik gelişmişlik farklarının ortadan kaldırılması veya azaltılması için uygulanacak politikaların finansmanı merkezi mali otoritenin yönetimindeki ortak bütçeden karşılanacaktır. Para birliğine üye bir ülkede ulusal merkez bankasının para politikası üzerinde bir yetkisi ve gücü elinden alınmaktadır. Böylece ülke devalüasyon ve revalüasyon aracılığıyla parasının fiyatını ve miktarını belirleme ve faiz oranını değiştirebilme olanağını kaybedecektir. Optimum para alanları teorisi, Bir ülkenin para birliğine katılması durumunda ulusal para politikası ve döviz kurlar› üzerindeki bağımsızlığını kaybetmesi nedeniyle ortaya çıkan maliyetleri analiz etmektedir.

ABD dolarına bağlı sabit kur sistemi olan fakat gerektiğinde küçük kur ayarlamalarına izin veren Bretton Woods  Sistemi  2.  Dünya  Savaşı’nın  sonlarına  doğru

sorunsuz işlemiştir. Ancak 1960’lı yıllarda ABD dolarının uluslararası para sisteminin temel para birimi olma özelliğini yitirmeye başlaması bu sistemin sonunu getirmiştir. Ülkeler ekonomik istikrar arayışına girmiştir. AB kendine özgü bir sistem oluşturmak için çalışmalara başlamıştır. AB 1969 The Hague Zirve Toplantısı’nda EPB oluşturmasına karar vermiş ve EPB esaslarını içeren Werner Raporu 1971 yılında Kabul edilmiştir. Werner Raporu aşağıdaki koşulları öngörmüştür.

•          Malların,  hizmetlerin,  kişilerin  ve  sermayenin serbest dolaşımının sağlanması

•          Tek para birimi yaratılması

•          Ekonomik       politikasının    AB      düzeyinde yürütülmesi

Ancak aynı dönemde yaşanan petrol krizinden dolayı AB planladığı EPB’yi gerçekleştirememiş onun yerine Avrupa Para Sistemi’ni hayata geçirmiştir. 1990’lı yıllara gelindiğinde AB EPB hedefini tekrar gündeme almıştır.1992 yılında imzalanan Maastrich Anlaşması ile EPB 3 aşamalı bir süreç sonunda 1 Ocak 2002 yılında tamamlanması hükmüne bağlanmıştır. İkinci aşamadan üçüncü aşamaya geçiş için ise Maatrich kriteleri olarak adlandırılan EPB kriterleri belirlenmiştir. Bunlar; Fiyat istikrarı, Bütçe açığı, Kamu borcu, Faiz oranları ve Döviz kuru istikrarıdır. EPB’nin ilk aşaması 1 Temmuz 1990 yılında başlamış 31 Aralık 1993 yılında sona ermiştir. Bu aşamada üye ülkelerin ulusal para birimleri Avrupa Döviz Kuru Mekanizmasına katılmıştır. İkinci aşama 1 Ocak 1994 yılında başlamış 31 Aralık 1998 tarihinde bitmiştir. Bu aşamada Avrupa Merkez Bankaları Sistemi oluşturulmuş Frankfurt’ta Avrupa Merkez Bankası faaliyete geçmiştir. EPB’nin son aşaması 1 Ocak 1999 tarihinde başlamış Euro’nun tedavüle girmesiyle birlikte 1 Ocak 202 tarihinde bitmiştir. 2012 yılı itibariyle 27 AB ülkesinin 17’si Euro Bölgesi’ndedir.

AB’nin Euro’yu tedavüle sokması Avrupa bütünleşmesi için büyük bir başarıdır. Ancak 2007 yılında ABD’ de başlayan ekonomik kriz AB ekonomisini derinden etkilemiş Yunanistan, İspanya ve İrlanda gibi ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir. Üye ülkelerin kamu borcu ve bazı ülkelerin toplam borcundan dolayı AB 2010 yılında IMF ile toplam 750 milyar euroluk kurtarma paketini devreye sokmuştur. Ancak bu paket yapısal problemleri çözmesi mümkün olmamıştır. Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu euronun geleceğine ilişkin 3 farklı senaryo belirlemiştir. Birinci senaryo Euro bölgesinin dağılmasıdır. İkinci senaryo Euro bölgesinin yeniden yapılandırılmasıdır. Üçüncü senaryo ise Euro bölgesinin yeniden  şekillendirilmesidir.

Lizbon Antlaşması AB’nin 1 Aralık 2009 tarihinde yürürlüğe giren tadil anlaşmasıdır. AB siyasi bütünleşme sürecine yönelik 2000’li yıllarda bir AB anayasası planlamıştır. 2004 yılında ülkeler arası uzlaşma sağlanmış fakat 2005 yılında Fransa ve Hollanda’nın hazırlanan taslağı reddetmesi ile bu anayasa sekteye uğramıştır. Daha sonra  taslakta  yapılan  bazı  değişiklikler  ile  bu  AB anayasası olmaktan çıkmış bir tadil anlaşmaya dönüştürülmüştür. Lizbon antlaşması AB’nin siyasi bütünleşme sürecinde önemli bir adımdır. Lizbon Antlaşması ile yapılan değişiklikler şöyle sıralanır:

•          Daha demokratik ve şeffaf Avrupa

•          Daha etkin Avrupa

•          Haklar ve değerler, özgürlük, birlik ve güvenlik Avrupası

•          Küresel düzeyde bir aktör olarak Avrupa

AB’nin Genişleme Dinamiği: Beşinci Genişleme Süreci

AB oluşumundan günümüze kadar beş genişleme süreci yaşamıştır. Ancak beşinci genişleme süreci tüm yönleriyle diğerlerinden farklılık göstermiştir. Farklılığın temeli genişleme sürecinde yer alan ülkelerin ekonomik ve siyasi yönleriyle AB ülkelerine benzememeleridir. Bu ülkeler Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri olarak adlandırılır. Beşinci genişleme sürecine Aralık 1999 tarihinde Türkiye de eklenmiştir. Türkiye’nin tam üyelik müzakereleri 3 Ekim 2005 yılında başlamış halen de devam etmektedir.

2012 yılı itibarıyla, beşinci genişleme sürecinin üçüncü dalgasında Türkiye’nin yanı sıra, 2005 yılında gerçekleştirdiği tam üyelik başvurusu ile Makedonya, 2008 yılında gerçekleştirdiği tam üyelik başvurusu ile Karadağ ve 2009 yılında gerçekleştirdiği tam üyelik başvurusu ile İzlanda yer almaktadır. Bu ülkeler AB’ne tam üye adayı ülkeler olarak adlandırılmaktadır. Tam Üye Adayı Ülkeler: AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamış veya başlamak üzere hazırlanmakta olan ülkelerdir.

Makedonya ve Karadağ ile tam üyelik müzakereleri henüz

başlamıştır. İzlanda ile müzakereler 27 Temmuz 2010 tarihinde, Karadağ ile ise 30 Haziran 2012 tarihinde başlamıştır. 2012 yılı itibarıyla, AB’ye potansiyel aday ülkeler Arnavutluk, Sırbistan, Bosna-Hersek ve Kosova’dır. Arnavutluk ve Sırbistan 2009 yılında AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Ancak her iki ülkenin de tam üyelik kriterlerini sağlayamamış olmaları tam üyelik müzakerelerinin başlamasına engel teşkil etmektedir. Bosna-Hersek ve Kosova ise henüz AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmamıştır.

Türkiye Avrupa Birliği İlişkilerinin Geleceğine

İlişkin  Değerlendirmeler

Türkiye AB ilişkilerinin geleceği ekonomik bütünleşme dinamiği olarak kabul edilen EPB açısından değerlendirildiğinde tam üye adayı olan Türkiye Euro bölgesine katılımının zorunluluk olduğu belirtilmektedir. Türkiye AB  ilişkilerinin  geleceği Lizbon Antlaşmasına göre değerlendirildiğinde ise Türkiye küresel ekonomik ve siyasi gücün ayrılmaz ve en stratejik parçası olacaktır. Türkiye AB ilişkilerinin geleceği AB’nin genişleme dinamikleri doğrultusunda değerlendirildiğinde ise Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin tıkanmış olduğu gerçeği ile karşılaşılmaktadır. Türklerin AB ile ilgili düşüncelerinde ciddi bir düşüş yaşanmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerindeki mevcut durumda bir ilerleme sağlanamaz ise Türkiye AB’ye tam üye olmadan AB ile gümrük birliği oluşturmuş tek ülke olmayı sürdürecektir. Bu gelişmeler karşısında ise Türkiye’nin AB’ye olan güveni ve ilgisi daha da azalacaktır.