Home » Z_Ders Notları » Uluslar_arası_İlişkiler » 8.Dönem » ETKİLİ İLETİŞİM TEKNİKLERİ

ETKİLİ İLETİŞİM TEKNİKLERİ

ETKİLİ İLETİŞİM VE DOĞRU ANLAMAK

Giriş

İnsanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü olan iletişim, insanın ana rahmine düştüğü andan itibaren sahip olduğu en temel beceridir.

İletişim en temel becerimizdir ama aynı zamanda başımızı da ağrıtan ve bizi en fazla üzen beceri yine iletişim becerimizdir. Herkes kendisini en iyi iletişimci olarak görür ve karşısındakinin de kendisi gibi olmasını bekler. İletişim iki adımlı bir süreçtir; ilk adımı karşımızdaki kişiyi anlamak için atarsak, bu gerçekleşmesi zor olarak düşünülen mucize başka deyişle anlaşmak gerçekleşebilir. İletişim, anlayarak başlar.

İletişim Nedir?

İletişim hem özel yaşamdaki bir insanın, hem kurumların çalışan yöneticinin/ personelin hem de kurumların da kendisinin varlıklarını sürdürme biçimlerinin bir ürünüdür. İletişim hem bireysel bir kişilik olarak insanlara hem de tüzel bir kişilik olan kurumlara özgü bir olgudur. Wilbur Schramm “ İnsan topluluğu ve davranışları ile ilgili her dalın iletişimle ilgilenmesi zorunludur” biçiminde etkili bir saptama yaparak iletişim becerisinin sadece insanlar için önemli olmadığını en az insanlar kadar diğer bilim dalları ve insan çabalarından yararlanarak amaçlarına ulaşmayı hedefleyen işletmelere için de önemli olduğunu ifade etmeye çalışmıştır.

İletişimin sosyal bir varlık olarak insana özgü bir olgu olduğunu söylemiştik ve biz bu insana özgü olguyu sadece kitaplara bakarak anlatmaya çalışırsak hata yapmış oluruz. İletişim aslında her şeydir. İletişim televizyondur, gazetedir. İletişim yazınsal bir eleştiridir. İletişim mağara duvarlarındaki yazıdır. İletişim saç biçimimizdir, giyim tarzımızdır. İletişim bazen araya mesafe koymaktır. İletişim bazen susmaktır. İletişim bazen gülmektir. İletişim bazen yazmaktır. İletişim bazen Bilboard’lardaki reklam panolarıdır. İletişim her şeydir. İletişim insanın varolmasıyla ortaya çıkan bir gereksinimdir.

Mağara duvarlarına çizilen resimlere, Kızılderililerin ateş yakarak çıkardığı dumanlar. Afrika yerlilerinin tam tam sesleri ilkel insanların iletişim gereksinimlerini karşılamak için kullandıkları ilkel yöntemlerdir. (Yüksel, 1994:9). İletişim insanın ve toplumun varoluşunun zorunlu koşuludur. İletişim olmaksızın insanın kendi  toplumsal varlığını sürdürmesi olanaksızdır (Erdoğan, 2002:17). İletişim insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü ve insanın varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere göre değişime uğrayan insana özgü bir olgudur (Oskay, 1999:7).

İletişim, konuşma, işaret (sinyal) veya yazı yoluyla ileti ve düşüncelerin değişimidir (Kaya, 2003:49). Kendimizle, bir başkasıyla ya da başkalarıyla sürekli iletişim içinde olmanın dışında dinleyici, okuyucu ya da izleyici olarak da iletişim ağının kapsamındayız. Bugün, artık milyonlarla iletişimi paylaşma, başka bir deyişle, kitle iletişimi söz konusudur. İnsanlık tarihiyle başlayan iletişim konuşma,

yazma, basım ve elektronik kitle iletişim araçlarıyla en son etkinliğe ulaşmış,  uydulara aracılığıyla yeni  hizmetlere sunmaya başlamıştır. Elektronik iletişim ağları içinde ses çözümlemelerinin yapıldığı bir dönemde yaşıyoruz, bilgi bankalarıyla, evlerimize giren bilgisayarlarla iletişim kuruyoruz (Usluaata, 1995:5).

Medya bir başka deyişle gazete, kitap, dergi, radyo, televizyon gibi kitle iletişim araçları; bilgisayar telefon, uydu gibi iletişim teknolojileri; konferans, konser, tartışma gibi kişilerarası ya da gruplar arası iletişim; işaret, bakış, gözyaşı, gülümseme, mimiklere, giyinme alışkanlıkları gibi sözsüz iletişim; dahası da sessizlik bile iletişim sözcüğünün anlamı içindedir (Usluata, 1995:9). Bilgi paylaşma faaliyeti olan iletişim, kişilerin  kendini ifade edebilme ve kendilerini dinletme gereksinimleri sonucunda ortaya çıkar. Bu tanımlara doğrultusunda iletişim konusunda şunları söyleyebiliriz (Tutara, yılmaz, 2003:5):

•          İletişim toplumun temelini oluşturan bir sistem,

•          Örgütsel ve yönetsel yapının düzenli işleyişini sağlayan bir araç,

•          Bireysel davranışları ve görüntüleri etkileyen bir teknik,

•          Sosyal süreçler bakımından zorunlu bir bilim ve

•          Sosyal uyum için gerekli bir sanattır.

İletişimin temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:

•          İletişim iki tarafım aktif olduğu bir alışveriştir.

•          İletişimde iletilere sözlü ve sözsüz olarak iletilir.

•          Bu   iletileri   ne   şekilde   aldığımız   algılarımız tarafından belirlenir.

•          İletişim kişiye değil, kişiyle yapılır.

•          İletişim, her zaman her yerdedir.

•          İletişimde amaç çevre üzerinde etkin olmaktır.

•          İletişim anlamların paylaşılmasıdır.

•          İletişim değişik katmanlarda gerçekleşir.

İletişim Bir Bütündür

İletişim, kelimeler ses tonu ve beden dilimizde oluşan bir bütündür. Kelimelere “ne” söylediğimizle; ses tonu ve beden dili “nasıl” söylediğimizle ilgilidir. İletişimi yapılandırmada kelimelere aynı kalmak koşuluyla kelimeler % 10, ses %30, beden dili de %60 oranında rol oynar

Beden Dili

Başaralı iletişimin en önemli önceliği olan doğru okuma eylemini etkili bir biçimde gerçekleştirmek için karşınızdaki kişinin beden dilinin nasıl okunması gerektiğini, bedenimizin iletişim kurarken aslında sözlerimizden daha önemli olduğunu ve beden dilimizi nasıl doğru kullanabileceğimizi bilgili ve becerikli olmamız  gerekmektedir.

Ses Tonu ve Konuşmanın Akıcılığı

Sesin etkili bir biçimde kullanılması, kişinin ortaya koyuşu ve iletilerin gönderilmesinde etkinlik açısından önem taşır.

Beden Duruşu

Karşınızdaki kişinin (alıcının) bizi doğru anlaması için beden duruşumuzun önemi de büyüktür.

Mimikler

Kişi duygu ve düşüncelerini beden diliyle en çok da mimikleriyle dışa vurur. Yüz ifadesi, verilen iletiyle uyum içinde olur ve alınan iletiye göre şekillenir.

Mesafe ve Bedensel Temas

Bizi gönderilen iletiyi doğru ve etkili anlamamız noktasında iletiyi gönderen kişi ile aramızdaki mesafe ve bedensel temas da önemli bir güce sahiptir.

İletişimde Algının Rolü

Dış dünyanın farkındalığı algıyla başlar. Algı duyu organlarımızdan beynimize ulaşan verilerin örgütlenmesi, yorumlanması ve anlamlandırılmasıdır. Başka bir deyişle hem kişinin referans çerçevesi, hem de iletilerin hedefinin alıcı kanallarına uygun olup olmaması algılamanın temelini oluşturur (Zıllıoğlu vd., 2009:12).

Algı ve dolayısıyla dikkat becerileri sayesinde dış dünyayı tanımaya başlayan insan, öğrendiklerini kendi iletişim sürecinin içine yerleştirmeye başlar. Kişi kendisinin farklı algılama ve anlamlandırma süreçlerine uygun şekilde iletişim kurmasını sağlar. Algı olmadan düşünce, düşünce olmadan da iletişim sağlamak mümkün olamaz. Kısaca, insanın duygularını isteklerini ve düşüncelerini anlatmak ve aktarmak için kullandığı iletişim (sistemleri) düşüncenin maddi aracıdırlar.

Algı, iletişimden kuvvetle etkilenen bireyin kendisine özel çevrenin farkına varma hali olarak tanımlanmaktadır. İletişim, anlamak, anlaşmak, çatışmak üzerine yani karşılıklı etkileşim üzerine kuruludur. Bu etkileşimi ve bilgi alışverişini insanların algı düzeyine göre tasarlar ve sonra hedef kitlemize uygun kanallar vasıtasıyla göndeririz.

Algının Farklılaşmasının Nedenleri

•          Fizyolojik Nedenler

•          Özgeçmiş

•          Güncel Duygu Durumu

•          Çevresel Faktörler

Sürekli bir algı bombardımanı altındayız; beynimiz milyonlarca uyarının arasından kendisine uygun bulduklarını seçiyor. Bu nedenle algının seçicilik filtresinden kurtulmak için dikkat çekecek bazı yöntemlerden yararlanmak gerekiyor.

Bu yöntemler arasında;

•          Ses ve ışık gibi fiziksel uyarıları kullanma,

•          Duygu uyandırma,

•          Beklenmeyenleri  Tartışma,

•          Eski bilgileri tamamlama

•          Gereksinimlerin karşılanma vaadi sunma ve bir yarar sağlama yer almakta,

•          İletişimin   her   alanında   olduğu   gibi   iletişim sektörlerinde de algı yönetimi çok önemli.

Etkin Dinleme

Anlamak üç unsurun başarılı bir biçimde bir arada tutulabilmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi niyet, ikincisi bilgi ve üçüncüsü de gayrettir. Diğer bir deyişle anlamak, niyet, bilgi ve gayret gerektirir. Etkili bir anlama süreci için bu üç unsur da tek başına bir işe yaramaz. Bunları birlikte hayata geçirebilmemiz noktasında iyi bir dinleme gerçekleştirmeliyiz. Dinlemek, karşımızdakine hak vermek değil önem vermektir. Dinlemek, bağlantı kurmak demektir. İyi bir dinleme için düzeltmek zorunda olduğumuz alışkanlıklarımız aşağıda sıralanmıştır

•          Dinliyor Gibi Görünmek

•          Seçmek

•          Prova Yapmak

•          Akıl Okumak

•          Karşılaştırmak

•          Şüphelenmek

İyi bir dinleyici karşısındaki insana önem vermek durumundadır. Bir insana önyargılarla yaklaşmak onun ne anlatacağını tahmin etmeye çalışmak dinleme sürecinin başlamadan bitmesine sebep olur. İyi bir dinleyici konuşmacının sadece söylediklerine değil beden diline dikkat eden dinleyicidir. Etkin dinleyiciler, dinlediği kadar, anladığını kaynağa geri bildiren davranışlar sergiler.

İletişim tek taraflı gerçekleşen bir olay değildir. Her iki tarafın olumlu ve yapıcı bir iletişime açık olması, her iki tarafın da iletişimden istediklerini elde etmesiyle sonuçlanır.

Etkin dinlemeyi etkileyen faktörler arasında çevre önemli bir yer işgal etmektedir. İletinin etkin bir şekilde dinlenilmesini isteyen bir kaynak ileti ile uygun bir mekân seçiminde bulunmalıdır. İyi bir dinleyici olmak için mekân seçiminin yanı sıra anlatan kişi ile göz teması kurmak, tüm dikkatini karşı tarafın söz ve beden dili hareketlerine odaklamak, söz kesmemek, anlatılanı onaylamak ve anlatılmak istenenlerin içeriğinin niyetini doğru algılamak gibi hususlara da önemle dikkat etmek gerekir.

Empati

Empati bugün, psikiyatri ve psikolojide adından sıklıkla söz edilen bir kavramdır. Empati bir insanın, kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamasıdır. Hakkında olumsuz düşündüğümüz kişilerle ilgili bu tür düşünceye sahip   olmamızın   sebebi,   diğer   bir   deyişle   empati göstermeyi becerememelerinin sebebi bizim duygularımızı görmezden geliyor olmalarıdır. Empati üç aşamadan oluşur bunlar:

•          Birinci Aşama: Olayları karşımızdaki gibi algılamaya çalışmak

•          İkinci Aşama: Karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini doğru anlamak

•          Üçüncü Aşama: Kendisini anladığımızı karşımızdakine sözlerimizle, ses tonumuzla ve beden dilimizle ifade etmek.

Empati gösteren kişinin özelliklerini ise şu biçimde sıralayabiliriz:

•          Beden dili, ses tonu, sözleri ve duyguları uyumludur.

•          Tüm enerjisini, karşısındakinin ne söylediğine ve “aslında ne söylemek” istediğine odaklanmıştır.

Peki, empatik tepki nasıl verilir. Bunun başlıca iki yolu vardır. Birinci yol, yüzümüzle ve bedenimizle, karşımızdaki bireyi anladığımızı ve yanında olduğumuzu ifade etmektir. İkinci yolu, sözlü olarak onu anladığımızı ifade etmek ve onun yanında olduğumuzu ona hissettirecek kelimeleri yoğunlukta kullanmaktır.

Empatik tepki geliştirirken her iki yolu da birlikte kullanmak iletişimimizin ve empatinin kalitesini arttıracaktır. Empati de sempati de bir iletişim etkinliğidir. Her iki kavramda çok fazla karıştırıldığından dolayı iletişimciler ve psikologlar tarafından tartışma konusu haline gelmiştir.

Sempati, bir insanın sahip olduğu duygu ve düşüncelerin aynısına sahip olmak demektir. Bir kişiye sempati duyuyorsak, onun acısını da sevgisini de paylaşırız. Empati kurulduğunda ise karşımızdakinin duygu ve düşüncelerini anlamak esastır. Empatide hak vermesek de anlamaya çalışırız sempatide hak vererek doğruluğunu ve duygu paydaşlığını yanlış olsa bile devam ettirerek anlamaya çalışırız.

Sempati kurduğumuz kişilerle özdeşim kurmuş olabiliriz. Ancak empati kurduğumuz kişilerle özdeşim kurmamız gerekli değildir; hatta çoğu zaman özdeşim kurmak empatiyi zedeleyebilir. Empati kuran kişi, taraf tutmaz. Empatik iletişim ile karşısındakini düşündürmeyi ve yeni fikirler geliştirmeyi amaçlar.

Sempati gösteren kişi, karşısındakinin tarafını tutar. Karşısındakine hak vererek onun duygusunu pekiştirir. Doğru anlama noktasında empatik iletişim gerçekleştirmek gerçekten de çok büyük önem arz etmektedir.

ETKİLİ İLETİŞİM VE DOĞRU ANLATMA

Giriş

Başarılı iletişimin temelini karşılıklı anlaşabilmek oluşturur. Karşılıklı anlaşabilmeyi gerçekleştirdiğimiz sürece doğru iletişimi de sağlamış oluruz. Bunu yaparken de dikkat edilmesi gereken noktalar vardır. Karşılıklı anlaşabilmek için “anlamak” ve “anlatmak” oldukça önemli olan en temel kavramlardır.

Etkili iletişimin ilk adımı anlamak, ikincisi anlatmaktır. Anlaşmak için kişi önce kendini, sonra karşısındaki kişiyi anlamalı; sonra da duygu ve düşüncelerini ona anlatabilmelidir.

Bireylerarası İletişimde Anlatabilme

Bireylerin iletişim becerilerine sahip olmaları aile içi ilişkilerinde, eşiyle olan ilişkilerinde, öğretmen öğrenci ilişkilerinde, işyerinde çalışma arkadaşları, astları ve üstleri ile olan ilişkilerinde, sağlıklı ve uzun süreli ilişkilerin geliştirilmesine olanak sağlar.

Anlamlı ilişkiler kuran bireyler, kendilerini mutlu hisseder. Kendisini mutlu hisseden bireylerin verimleri de yüksek olacağından, çevrelerine ve topluma katkıları üst düzeyde olur (Şahin, 2010:36). Bireyin etkili bir iletişim kurabilmesi ve aynı zamanda da iletişim becerisi geliştirebilmesi için, bireyin önce kendisine ve ardından iletişim halinde olduğu çevresine saygı duyması gerekir.

İnsanların etkin dinlemeyi gerçekleştirmesi, karşısındaki bireyi daha iyi anlamasını sağlar. Kişilerarası iletişimde anlatabilmenin önemi büyüktür. Anlatma bir iletişim biçimidir. Kişilerin açıktan açığa sözel ifadelerle ile bilinçsiz olarak ya da düşünmeden gerçekleştirdikleri hareketlerle kendileri hakkında bilgi iletmesidir.

Kişilerarası ilişkiler, bireylerin anlam bulan ve ilişkileri kişisel olmayandan kişisel olana doğru ilerleme eğiliminde olan sürekli ve değişen etkileşimsel bir paylaşımdır. En az iki kişiyle gerçekleştirilen kişilerarası iletişimde hedef ve kaynak insandır.

Etkili iletişimi sağlamanın önemli gereksinimlerinden biri de saygı duymaktır. Bir diğer önemli noktada da karşımızdaki bireyi anlayabilmek, onun dünyasına yargılanmadan onun açısından bakabilmektir. Bireyi etkin biçimde dinlemek ve olaya onun açısından bakmak, bireyi anlamak etkili iletişimin ilk adımını oluşturur. Şahin somut konuşma üzerine;  kişilerarası  ilişkilerde bireyin, etkin dinleme davranışını gösterdikten sonra konuyla ilgili duygu, düşünce ve isteklerini ifade edebilmenin, ilişkiyi zenginleştirebilmenin önemini vurgulamıştır. Aynı zamanda karşıdaki kişi ile konuşurken genel ifadelerden kaçınıp belirgin ifadeler kullanmanın, ifadelerin doğru anlaşılması için açık ve net konuşmanın gerekliliğini önemli kılar.

Bireye karşı düşünceler, duygular ifade edilirken önemli olan ne anlatıldığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Bu yüzden bireyle olan iletişim esnasında kurulan cümleler, seçilen kelimelerin  önemli  olmasının  yanı  sıra  ifade  anındaki duruş ve mimikler de bir o kadar önemlidir. Yaşanan duyguların açıklanması kişilerarası ilişkilerde oldukça önemlidir.

Birey kendi duygularını açarak kendisi ile ilgili farkındalık düzeyini artırırken, karşısındaki kişi tarafından duyguların anlaşılmasına olanak sağlar (Şahin, 2010:49). Duygularını açıklarken birey kendi duygularından bahsediyorsa bunu ben dili ifade eder. Bu sayede bireyin duygusunu açıklarken ki hissini de anlatması kolaylaşır. Ayrıca kişilerarası iletişimde bireyin karşısındakinden duyduğu bir rahatsızlığı dile getirdiği zaman da ben dilini kullanması iletişimin etkin olmasını sağlar.

Kişilerarası ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütebilmesinde önemli olan faktörlerden biri de kendini açma davranışıdır. Paylaşma duygusu, hayatın her alanında kendini gösteren bir ihtiyaçtır. Kişiler hissettiği duyguları yaşadığı olayları başka bireylerle paylaşmak ister. Yaşanılan sevinçlerin, hüzünlerin, pişmanlıkların mutlulukların paylaşımı da elbette iletişim kurulan herkesle  gerçekleştirilemez.

Birey kendine özel duygu ve düşünceleri yakın çevresine, günlük sıradan yaşadığı olayları da mekândaki çevresine paylaşmayı tercih eder. Çetinkaya ( 2010:153) ‘nın da çalışmasında bahsettiği üzere, kendini açma davranışı, kişilerarası ilişkilerin açıklığı, gelişimi ve sürdürülebilirliği açısından önemli faktörlerden biridir. Bir kavram olarak kendini açma bilimsel olarak ilk kez Sydeny M. Jourard tarafından ele alınmıştır. Jourarad’a (1958) göre kendini açma davranışı kişinin düşündüklerinin, hissettiklerinin ve isteklerinin dolaysız bir şekilde  iletilmesi, bireyin  kendini karşısındakine tanıtması yönünde atılmış en etkili adımdır.

Birey ne paylaşacağına nerede ve kiminle paylaşacağına kendisi karar verir. Elbette birey bu paylaşımı her ortamda gerçekleştirmez. Bunun için doğru zaman ve mekânı iyi seçmelidir. Birey anlatabilme sayesinde, duygu ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne erişmiş olur. Ama şu da önemlidir ki başkalarının özgürlüğünü kısıtlamadığı sürece kendisi bu özgürlüğü gerçekleştirmelidir.

Kızgınlık

Kızgınlık her canlının tehdit karşısında gösterdiği doğal bir tepkidir. Diğer tüm duygular gibi, kızgınlık da organizmada bazı fizyolojik değişikliklere yol açar: kalbin daha hızlı çarpmasına, kan basıncının yükselmesine, enerji veren hormonların salgılanmasına sebep olur.

Kızgınlık, genellikle saldırgan duygu ve davranışlara yol açarak gerektiğinde savaşmamızı ve kendimizi savunmamızı sağlar.

Kızgınlık kavramı da diğer bütün duygular gibi iletişim açısından olumsuz bir etki yaratır. Burada önemli olan duygu kontrolünü doğru bir şekilde sağlamak ve kızgınlığın bir iletişim engeli olmasının önüne geçmektir. Etkili bir iletişim sağlayabilmenin en önemli yolu da duygu kontrolüdür.

Kızgınlığı kontrol ederek bizi kızdıran kişiyi ya da durumu değiştirebilir, iletişimi daha sağlıklı hale getirebiliriz. Kızgınlığın neden ya da kimden kaynaklandığını irdeleyerek, doğru zamanda ve mekânda doğru kişiyle bu duygumuzu paylaşarak kızgınlığın üstesinden gelebiliriz. Hakkımız olanı alamadığımız ya da önem verdiğimiz bir insan beklentilerimiz doğrultusunda davranmadığında yaşanan duygu kızgınlıktır. Böyle bir duygunun salt o olaya ilişkin olarak yaşanması insan doğasının gereğidir.

İnsan kızgın olduğu için diğer insanlardan korkar, insanlardan korktuğu için de onlara kızar. Kızgın insan “Nasıl olsa beni engelleyeceklere ya da reddedecekler” beklentisi içinde öyle davranışlarda bulunur ki çoğu kez gerçekten engellenir. Kızgınlığın dıştaki insanlara yöneltilmediği bazı durumlarda, dıştaki insanlar kişinin kendi benliğine mal edilir. Ve duygular dışa vurulacağı yerde, insanın kendi üzerine çevrilebilir.

Dıştaki insanların kişinin benliğine alınması olgusu, onun aşırı bağımlılığının doğal bir sonucudur. Engellemenin yarattığı kızgınlık kişiye yöneltilmediğinde küskünlük duygusuna dönüşür. Kimi insanlar sürekli olarak insanları ’iğneleyerek’ kızgınlık boşaltır. Böyle durumlarda kişi sık sık ama küçük oranlarda gerilim boşaltmakta olduğundan davranışlarının diğer insanlar üzerinde oluşturduğu etkiyi algılayamayabilir.

Kızgınlık durumu evrenseldir. Çünkü çoğu insan bu duyguların başkalarında da olduğunu gözlemiş ya da bu tür duyguların varlığının doğal sonucu olduğunu mantıksal olarak da kabul etmiş olsa kendine ait duygularında suçluluğundan kurtulamadığı için başkalarına tanıdığı hakkı kendisine tanıyamaz. Çeşitli nedenlerle engellenen bir yerde boşaltım sağlama ihtiyacı hisseder. Bunu kimi zaman hiç olmayacak bir yerde sergilerken; kimi zamanda aşırı bir boşaltım şeklinde (fiziki müdahale ) gösterebilir. Önemli olan ise bu savunma sistemini en iyi şekilde kontrol etmektir.

Kızgın hissetmemize neden olan olaylar , tek başlarına duygusal bir değer taşımazlar: burada önemli olan nokta , fizyolojik uyarımlara sebep olan bu olayları bizim değerlendirme  biçimimizdir.

Aşağıda kızgınlık oluştuğunda ortaya çıkan tipik olaylar dizisi sıralanmıştır

•          Kızgınlık bir olay ya da kışkırtma sonucu tetiklenir.

•          Kızgınlık düşünceleri geliştirir.

•          Kızgınlık beslenir ve artar. Kızgınlık duygusu eğer kontrol edilmezse şiddetlenir ve yapıcı eylemlerin kontrol edilmesi giderek güçleşir.

•          Kontrol altına alınamayan kızgınlık, uzun süren, şiddetli, acı verici ve tahrip edici bir dizi öfkeli düşünce ve eylemi başlatır.

Gerçekte kızgınlığı devam ettiren kendi düşünce süreçlerimiz ve eylemlerimizdir; bir olay ya da birinin

söylediği yaptığı bir şey değildir. Bilişsel terapistler, olumsuz düşünmenin gerçekten kızgın ve olumsuz hissetmemize neden olduğunu ileri süren teori üzerinde çalışmaktadırlar.

Bizi kışkırtan olaylara daha olumlu ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşmayı başarabildiğimizde, kendimizi hayatımız üzerinde daha fazla kontrol sahibi ve mutlu hissedebiliriz. Kızgınlık çoğunlukla, bir haksızlığa uğradığınıza inandığınızda, birisi kendi çıkarı için sizden faydalandığında ya da sizin için önemli olan bir şeyi kaybetme tehlikesiyle  karşı karşıya  kaldığınızda  ortaya çıkmaktadır.

Bu duygular, sağlıksız ve tahrip edici bir şekilde sürebilir. Zihninizdeki bu durumdan kurtulmanın tek yolu, düşünceleriniz ve duygularınız arasındaki bağlantının farkına varmanızdır.

Yapılan çalışmalar, insanoğlunun genel olarak 2 nedenden dolayı kızdığını ortaya koymaktadır. Bunlar:

•          Bize göre doğru bize göre adil veya bize göre dürüst olmayan durumlarla karşılaştığımızda bizler kızarız. Diğer bir deyişle, ortadaki bir olay veya duruma bizim gibi bakmayan insanlarla karşılaştığımızda bizler onlara kızarız. Çünkü bir olay veya durumla ilgili olarak herkesin algısı ve değerlendirmesi farklıdır. Algımız ve değerlendirmelerimiz farklı olduğuna göre, evde ya da işyerindeki karşımızdaki kişinin bizim gibi algılamasını, düşünmesini ve davranmasını beklemek bizde kızgınlığın oluşmasına neden olur.

•          Kızmamıza neden olan diğer bir unsur da beklentilerimizdir. Bizim özel hayatımızdaki kişilerden beklentilerimiz vardır. Bizler, bu beklentilerimiz karşılanmadığında ya da gerçekleşmediğinde kızarız. Bu sebeple, kendimizden ya da başkalarından beklediklerimizi gerçekçi temellere dayandırmalıyız.

Öfke duygusuna en sık yol açan nedenlerden birisi hedef yönelik davranışlarımızın engellenmesidir. İnsanları öfkelendiren sebepler engellenme, önemsenme, aşağılanma, keyfi bir tutumla karşılaşma ve saldırıya uğramaktır.

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, öfke normal ve sağlıklı bir duygudur. Diğer bir deyişle, öfke en insani duygularımızdan birisidir. Öfkesi ve kızgınlığından ötürü insanın kendisini suçlu hissetmesi doğru değildir. Sağlıksız olan öfkenin saldırganlığa dönüşmesidir. Beyinde amigdalanın yanında başka bir yer daha vardır. Oranın adı ise prefrontal lobdur. Bu lob bir süzgeç niteliğindedir. Prefrontal lob, duyguların kaynağı olan amigdalayı zihinsel bir yapıya oturtur. Dolayısıyla bireylerarası iletişimde içimizde oluşan duygunun karşımızdaki kişiye doğru aktarılması noktasında amigdalanın    bizi    esir    almasına    izin    vermemek gerekmektedir. Aksine amigdla ile prefrontal lobu beraber barışık yaşatabilmeyi başarmak gerekmektedir.

“ Ben” Mesajı,  “Sen” Mesajı

İletişimde kızgınlığı bastırmak hiç doğru bir şey değildir. Kızgınlığımızı sağlıklı bir şekilde dışa vurmamız gerekmektedir. Kızgınlığımızı dışa vurmada bazı sağlıksız dışavurum yöntemleri şunlardır;

•          Suçlu hissettirmek

•          Akıl okumak

•          Tuzak kurmak

•          Kaçınmak

•          İma etmek

•          Eleştirmek

•          Öç almak

“Ben dili kişinin o anda karşılaştığı durum veya davranış karşısında, kişisel tepkisini duygu ve düşüncelerle açıklayan bir ifade tarzıdır. Duygu ve düşüncelerimizi içtenlikle ifade etmemizdir. Başkalarıyla ilgili değerlendirme ve yorumlarımızı değil, kendi duygu ve yaşantılarımızı  açıklar.

“Sen” iletisi genellikle iletişimi engeller. Sen iletisi genellikle kızgınlık ifadesi için kullanılır. Suçlama, eleştiri ve tehdit içeren sen iletisi karşımızdakini sinirlendirir ve savunmaya, çoğu zaman saldırıya geçirir. Ben iletisi tehdit, suçlama ve yargılama içermediği için karşımızdaki savunmaya geçmez aksine dinlemeye ve anlamaya başlar

Olumlu İlgi

Bireylerarası iletişimde başarılı olmak için sadece ben dili ile konuşmak yeterli değildir. Bunun yanı sıra olumlu ilgi göstermemiz de gerekir. Olumlu ilgi karşımızdakinin olumlu yönlerini görmek ve bunları paylaşmaktır.

SANAL İLETİŞİM

Sanal İletişim

Gelişen teknoloji ve bilgi toplumuna geçişle birlikte iletişim artık sanal iletişim olarak algılanmaktadır. Sanal iletişim; bireylerarası iletişim, küçük grup iletişimi, kültürlerarası iletişim ve kitle iletişimi gibi iletişim biçimlerini son hızla evinden ve hatta mobil araçlar vasıtası ile gerçekleştirilebilir konuma getirmiştir.

İletişim kavramı; bir ya da birden fazla bireyin katılımı ile gerçekleşen, bir bağlam içerisinde oluşan, bazı  etkileri olan, çevredeki gürültüden az ya da çok etkilenen ve bunun sonucunda da bazı geribildirim olanakları sunan bir tür eylem olarak açıklanmaktadır.

İletişim bağlamının, zamansal, sosyo-psikolojik ve fiziksel olmak üzere 3 boyutu vardır. Bu boyutlar, birbiri ile etkileşim halindedir. İletişim kaynak ve alıcı arasında gerçekleşmektedir. İletişimde iletiyi üretme  sürecine, iletiyi kodlama, iletinin kodlarını çözme işlemine de kod açma denir. İletişimde kaynak ve alıcılar aslında kodlayıcı ve kod çözücülerdir. İletiler sözel veya sözsüz kodlanabilmekle beraber bu kodların gönderimi ve alımı birden fazla duyu organımızın yardımıyla gerçekleştirilebilir. Kodlanan iletiler bizim iletişimimizi oluşturur.

İletişim kanallarındaki ileti ve bilgi oranı yaşadığımız zamana değin artan bir grafik izlemiştir. Endüstri toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde toplumsal değişimler yaşanmış, bilgi ve iletilerin iletimleri hızlanmış, kaynak ve alıcı birbirine yakınlaşmıştır.

Kaynağa geri gönderilen bilgi ya da iletiye yansıma denmektedir. Yansıma; olumlu ve olumsuz olarak ve anında ve gecikmeli yansıma şeklinde gerçekleşebilir.

Gürültü, iletişim sistemini etkileyen ve iletileri bozan bir durum olarak tanımlanmaktadır; fiziksel, psikolojik ve anlamsal (semantik) olmak üzere üç türde görülebilir. Her iletişim ortamında gürültünün herhangi bir çeşidi ya da tümü olabilir. İletinin açık, net ve anlaşılır bir biçimde alıcıya iletilmesi için gürültünün engellenmeye çalışılması gerekmektedir.

Bilgi Toplumu

Bilgi toplumu olma düşüncesi bilginin ve bilgi üretiminin nasıl zaman içinde oransal olarak değiştiğini ve anlamlı bir biçimde artma gösterdiğini açıklayan deneysel çalışmaların sonunda ortaya çıkmıştır.

Araştırmacılar 1960’lı ve 70’li sonlarında bilginin değişen rolü ve organizasyonundan söz etmektedirler. Bilgilendirmek ya da bilgilendirme süreci olarak dilimize tercüme edilebilecek “informatisation” terimi bilgi toplumu kuramcıları tarafından o yıllarda, sosyo- ekonomik yapıdaki değişimleri açıklamak için kullanılmıştır.

1970’li yılların sonu ve 1980’li yılların başları itibarı ile Bilgi Toplumu terimi Amerika Birleşik Devletleri’nde endüstri, araştırma ve politika üçgeninde konuşulan konular arasına girmiştir. Bu alanda öne çıkan yazar ve araştırmacılardan olan Daniel Bell, bilgi ve enformasyon miktarındaki hızlı değişimi ve bu değişikliklere bağlı olarak toplumun karşılaşacağı değişiklikleri önceden kestirme ve belgeleme alanında çalışmıştır.

Sosyolog Daniel Bell, 1973 senesinde yayımlanan çalışmasında endüstri ötesi toplum olarak tanımlanabilecek olan toplumsal gelecek yapılanmasını değerlendirerek bilgi toplumu kuramını doğrudan kullanmıştır.

Bell’e göre modern toplum üç parçaya bölünmüştür ve her bir parça farklı ilkelerle yönetilmektedir. Bu faktörler şu şekildedir;

Sosyal yapı: ekonomik, teknolojik ve mesleki ya da tabakasal sistemleri içermektedir. Batı toplumlarında görülen sosyal yapı, sahip olduğu kaynakları, düşük fiyat, optimizasyon (en uygun duruma getirme) ve maksimizasyon (azami ölçülere çıkarma, genelde üretimdeki kazancı) ilkeleriyle kullanma düşüncesindedir.

Yönetim biçimi: Yönetim biçimi, bireyin ya da grupların gereksinimlerine göre yönetimin dağılımını ayarlar. Bell’e göre, yönetim biçimi katılıma odaklıdır ve tabandan (geniş halk kitlelerinden) gelen isteklerle biçimlenir.

Kültür:  Bell’e  göre,  kültürün  amacı  bireyin  arzu  ve

isteklerini tamamlamak ya da artırarak genişletmektir.

Bell, modern toplumu oluşturan bu üç parça içerisinde, sosyal yapının, yönetim biçimi ve kültürden eleştirel olarak ayrı olduğu görüşünü de savunmaktadır.

Bilgi toplumu ya da endüstri ötesi toplumun, iletişim hizmet ve araçlarını en üst düzeyde kullanmayı amaçlayan bir yapıda olduğu ifade edilebilmektedir. Yeniliklerin ve yeni düşüncelerin hızla yayılması ve insan hayatını kolaylaştırması için iletişimin çok hızlı ve anlık olması gerekmektedir. Bu nedenlerle endüstri ötesi toplum ya da bilgi toplumu sanal iletişim ve sanal iletişim araçlarını en uygun düzeyde kullanmayı amaçlar.

Yeni Medya ve Sanal İletişim

Yeni medya iletilerin sayısallaşması ile ortaya çıkmıştır. Ancak yeni medya kavramı iletilerin bilgisayarla sayısallaştırılmasından çok daha ileride ve çok daha geniş bir kavramdır. Bilgi toplumu yeni medya araçlarını kullanmanın yanı sıra iletişimin büyük bir bölümünü de yeni medya araçları yardımıyla gerçekleştirmektedir.

McQuail (2005)’e göre yeni medya geleneksel, diğer bir deyişle var olan medyanın yerini almaktan çok ona yapılan bazı ilaveler olarak tanımlamaktadır. İlave edilenleri ise sayısal (dijital) ve kümelenme olarak açıklamaktadır. Burada sözü̈ edilen sayısallık bilgisayarın

verileri “0” ve “1” lerden oluşan sayı formlarına çevirerek işlemesi durumudur. Kümelenme ise geleneksel medyada var olan metin, ses ve görüntü formlarının düzenleme ve yayınlanma süreçlerinde, genellikle bilgisayar desteği ile bir araya getirilmelerini ifade eder. Diğer bir deyişle bilgisayar yardımıyla oluşturulan sayısal formlar tüm ileti biçimlerini  (metin,  ses  ve  görüntü̈ )  bir  araya  getirip

işleyebilmektedir. Bunun yanı sıra tüm formlardan yeni biçimler de oluşturabilmektedir. Örneğin metin, görüntü ve ses ’in yerlerinin değiştirilmesi bir nevi yeniden biçimlendirilmesi ya da kurgulanması durumudur.

Flew (2008), yeni medyanın, analog (sayısal olmayan) yayın yapan radyo-televizyon yayınları, basılı ortamlardan gazete ve dergi gibi geleneksel medyadan farklı olarak sayısal bilgisayar ve ağ tabanlı iletişim araçlarından oluştuğunu belirtmektedir. Bu durumda bilgi toplumunun özelliklerine değinmek gerekirse yine bilgisayarların yoğun kullanımı özelliği ön plana çıkmaktadır.

Yeni medya kitle iletişimine de yenilikler getirmiştir. Daha önce izleyici konumunun, istisnalar dışında, ötesine geçemeyen bireyler yeni medya uygulamaları ile birlikte içeriğe ve uygulamalara da erişebilir bir konuma gelmiştir. Geray (2002) farklı zaman dilimlerinde içeriğe ve uygulamalara etkileşimli bir biçimde ulaşabilen bireylerden söz etmektedir. Bu durumun anlamı, geleneksel medya uygulamalarında (radyo, televizyon, gazete vb.) bireyler kitleye gönderilen iletileri izleyebilmektedirler. Daha önceleri bu iletilere yanıt vermeleri, geribildirimde bulunmaları oldukça güç iken, sayısal iletişim ve yeni medya araçları bu imkânı yalnızca izleyici olan kesime sunmaya başlamıştır. Kitle iletişimi için bu durum çok önemli bir yeniliktir. Bu tanımlamalardan sonra yeni medyayı, iletişimde etkileşimi artıran, iletileri sayısal bir biçime getiren ve herkesin kolayca erişebileceği ortamlar olarak tanımlamak mümkündür. Yeni medya araçları ile yapılan iletişime ise sanal iletişim adını verilmektedir.

Yeni Medya Araçları

Yeni medya iletişim ortam ve araçlarını; akıllı taşınabilir ortamlar, internet, internet uygulamaları ve arayüzleri ile sayısal görsel oyunlar olarak sıralamak mümkündür.

Akıllı taşınabilir ortamlar iletişim uygulamalarında gün geçtikçe yaygınlaşmaktadır. Alanyazında mobil iletişim (seyyar iletişim) olarak da adlandırılan yöntem akıllı taşınabilir araçlar yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Mobil iletişimde iletiler PDA’ler, cep telefonları ya da tablet bilgisayarlar ile taşınabilir. Bu yöntemle bireyler her an ve her yerde iletişimi gerçekleştirme şansını yakalayabilirler. Bu yöntemle bireyler diledikleri zaman ve diledikleri yerden haberleşme ya da iletişimde bulunma şansına sahiplerdir. Cihazların, aynı zamanda, internete ve diğer sayısal ağlara bağlanabilme kapasiteleri sayesinde çok zengin bir iletişim içeriğine kavuşmak bireyleri motive etme açısından da önemlidir. Bu sistemlerin anında kayıt yapma, düzenleme ve farklı belleklerden çağırma özellikleri düşünüldüğünde, iletişimde çığır açabilecek yeniliklerden biri olma özelliği yadsınamaz.

Taşınabilir yeni medya araçları, aynı zamanda, eş zamanlı ve eş zamansız çalışabilme özellikleri ile birlikte yeni bir iletişim modeli de oluşturmaktadır. Teknolojik araçları birbirine bağlamak ve aralarında iletişim kurmak için de çeşitli ağlar bize yardımcı olmaktadır.

Kısaca Web (ağ) adı verilen World Wide Web (www) dünya üzerindeki en önemli sayısal ağdır. Web teknolojisi kullanıcılarına   bir   adres   üzerinde   sisteme   bağlanma olanağı sunar ve “www” ile başlayan adreslerdeki sayfaların görüntülenmesini sağlayan bir hizmeti ifade eder. Web üzerinde çeşitli adres uzantıları bulunmaktadır. Bu uzantılar sahip oldukları alana ve paylaştıkları bilgi türüne göre sınıflandırılmışlardır. Örneğin eğitim kurumlarına “edu” hükümet kuruluşlarına “gov”, ticari işletmelere “com”, kişisel sitelere “gen”, ağ anlamındaki network “net”, vakıf, dernek, oda ve sivil toplum örgütlerine “org”, askeri kurumlara “mil” ve uluslararası kuruluşlara “int” uzantısı verilir. Televizyon şirketlerine ise “tv” uzantısı verilmiştir.

Günümüzde yaygın bir biçimde ikinci kuşak web hizmetleri kullanılmaktadır. İkinci kuşak web hizmetleri kısaca şunlardır:

Blog: Türkçede internet günlüğü̈ olarak adlandırılan (Web Log) teriminin kısaltmasıdır. Bireyler ya da gruplar tarafından yapılan serbest yorumlar ardışık sıra ile listelenir. Web günlükleri iletişimde bağımsız bireyler tarafından belirlenen konuların tartışması ve yorumlaması biçiminde kullanılır. Web günlükleri ile artık bireyler, bireyden kitleye türünde sanal bir iletişimin de başlamasına neden olmuştur.

RSS: İngilizce Really Simple Syndication kelimelerinin kısaltmasıdır. Web kullanıcılarının içerikte yapılan değişikleri otomatik olarak almalarını sağlayan bir tür güncelleme sistemidir. Kitle iletişiminde alıcı konumunda olan bireyler içerikte yapılan değişiklikleri anında izleyebilirler.

Wiki: Wiki Türkçe “çabuk” kelimesinin Hawicesidir. Kullanıcıların web içeriği oluşturmalarına ve düzenlemelerine olanak veren bir tür yazılımdır. Birey ya da gruplar wikinin bu özelliğinden faydalanarak büyük çaplarda dokümanlar oluşturabilir. Wikipedia, wikiye verilebilecek en önemli örneklerden biridir.

Sosyal Ağlar: Bireyleri internet sistemi üzerinden birbiriyle buluşturan ve metin, ses, video paylaşarak eş zamanlı ve eş zamansız sosyalleşmelerini sağlayan bir tür yazılımdır. En çok kullanılan sosyal ağlar Facebook, Twitter, Linkedin, Myspace, Badoo, Xing vb. olarak sıralanabilir.

Sayısal Görsel Oyunlar: Yeni medya oyun kültürüne de çok değişik boyutlar getirmiştir. Yeni medya araçlarıyla oynanan oyunlar hem bireysel hem de bireylerarası olabilmektedir. Sayısal oyunlar bilgisayar ve mobil iletişim araçlarının desteğiyle dünya üzerinde eş zamanlı oynanabilir bir düzeye gelmiş tir. Sosyal ağlarda oyunlar artık bir tanışma ve sosyalleşme aracı olarak da kullanılabilmektedir.

Sanal iletişim bilgi toplumu ile önemli bir gelişme kazanmıştır. Bilgi toplumunda bireyler teknoloji yardımıyla kendilerine sağlanan iletişim olanaklarını son derece ucuza kullanmaya başlamışlardır. Bu durumda dikkat edilmesi gereken nokta, sanal iletişim araçlarıyla yolladığımız ya da yollamayı düşündüğümüz iletilerin niteliklerinin  arttırılmasıdır.

ETKİLİ İLETİŞİM VE TOPLUMSAL CİNSİYET

İletişim kurduğumuz kişilerin cinsiyetleri, tıpkı yaş, eğitim, sosyal çevre vb. koşullar gibi, etkili iletişimde belirleyici olan koşullardan biridir. Toplumun görmek istediği kadın ve erkek kalıplarına ve normlarına işaret eden toplumsal cinsiyet, cinsiyetlerin iletişimde farklılaşan tüm yönlerini bulundurmaktadır ve bu farkların ayırdına varmak, daha doğru, sağlıklı ve etkili iletişim kurmamıza yardımcı olur.

Toplumsal Cinsiyet Kavramı

Toplumsal cinsiyet kavramı, bireyin içine doğduğu toplum ve kültürün biyolojik cinsiyetlere anlam yüklemesiyle gelen, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içerir. Toplumsal cinsiyet kalıplarının oluşturulmasında biyolojik, sosyal ve tarihsel süreçler etkilidir; bu süreçlerin hepsi birbiriyle ilişkili ve birbirinin üzerinde etkilidir.

Cinsel rollerin öğretilmesinde aile, okul, kitle iletişim araçları ve kültür gibi kurum ve pratikler etkin rol oynamaktadır. Bu doğrultuda, toplumsal öğrenme kuramı, cinsel rollerle ilgili davranışların edinilmesinde çocuğun anneyle babayı iki ayrı model olarak ele alıp özdeşlik kurmasının ve onlara benzemeye çalışmasının belirleyici olduğunu öne sürmektedir. Farklı bir bakış açısına sahip olan bilişsel gelişim kuramı ise çocukların edilgen bir konumda olmadığına dayanarak, çevrelerindeki düzenli yapıları, kategorileri kavramaya  çalışmakta  ve  bunu yaptıktan sonra kendi benliklerini bunların içine yerleştirerek kadın veya erkek olarak benliklerini geliştirmekte olduklarını ileri sürer. Her iki kurama göre de çevresel faktörlerin önemi büyüktür. Kültüre dayalı beklenti ve değerler erkek ve kadın modelinin oluşmasını sağlar; iki model arasındaki farklılıklar toplumsal yapılanma içinde birbirinin karşıtı olarak sınıflandırılır ev özetle, erkek kamusal alanlar, kadın ise özel alanla ilişkilendirilir.

Kültür başta olmak üzere toplumsal tüm kurumlarla bağlantılı olan toplumsal cinsiyet kavramı durağan bir yapı göstermez. Toplumsal değişmelerle birlikte toplumsal cinsiyet kavramı da büyük ölçüde değişkenlik gösterir, bir başka deyişle, evrim geçirir, dönüşüme uğrar.

Konuşmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim

Konuşma duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir. Kadın ve erkeklerin konuşma eylemi sırasında iletişim biçimleri açısından farklılık gösterdiği söylenebilir. Türk toplumunda kadın kamusal alanın, erkek de özel alanın misafiri olması durumu kadın ve erkeğin konuşma gereksinimlerini ve alışkanlıklarını belirler. Genel eğilim erkeklerin kamusal alanda, kadınların ise özel alanda konuşurken daha rahat ve istekli olduklarını  göstermektedir.

Konuşma bir anlamda bir pazarlık aracıdır. Birey elinden geldiğince  üstte  kalmaya  çalışır,  kendini  diğerlerinden

gelebilecek olası saldırılara karşı korur. Bunu yapmak için de diğerlerinin daha alt statüde kalmaları için çaba sarf eder. Bu bir çeşit yarışmadır, rekabet içerir, bağımsızlığı sürdürme ve başarısızlıktan kaçınma savaşımıdır. Erkekler kamusal alanda gücünü kanıtlamak için konuşma eylemini bir pazarlık aracı olarak kullanırken kadınların konuşmaları yakın olmak için bir pazarlıktır.

Olaylara yaklaşım açısından kadın ve erkeklerin konuşmaları, kültüre, içinde yaşadıkları toplumsal yapıya bağlı olarak farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların görüldüğü durumlardan bir tanesi kadınların hemen her önemli dönemeçte eşine danışma ihtiyacı duyarken erkeklerin bunu bağımsızlığını zedeleyecek bir tutum olarak algılamasıdır. Bazı erkekler başkalarından özellikle kadınlardan bilgi almaya karşı direnç gösterirler çünkü taraflardan o bilgiye sahip olması dolaylı yoldan üstünlük metamesajını verir.

Kadın ve erkek açısından bir diğer belirgin ayrım noktası bir sorun karşısında yaşanır. Toplumun erkeklere yüklediği değerler çerçevesinde bir erkek için sorun sadece ivedilikle çözülmesi gereken bir meseledir. Zorunlu olmadıkça erkekler sorunları hakkında konuşmayı tercih etmezler çünkü bu  erkeği rekabet içinde olduğu hiyerarşik yaşamda zayıflatır. Kadınlar için ise sorunu hakkında konuşmak zorlayıcı değildir. Kadın ve erkekler birbirleriyle bir sorun hakkında konuşurken çatışma yaşayabilir. Kadın sorununu paylaşırken yandaşlık ve anlayış beklerken, erkek bu soruna hemen çözüm arayabilir. Bu da kadının kendini yalnız hissetmesinin yanı sıra kendisinin de akıl edebileceği bir çözüm önüne konduğu için ikincil duruma düşürüldüğü duygusunu yaşamasına sebep olabilir.

Olaylara yaklaşım açısından farklılıkların yanı sıra, kadın ve erkeklerin konuşmalarında biçimsel farklılıklar da mevcuttur. Bu farklılıklar için bkz. s. 67 Tablo 4.2.

Sözsüz İletişimde Toplumsal Cinsiyete Bağlı Farklılıklar ve Etkili İletişim

Toplumsal cinsiyet kavramı, farklı sözsüz iletişim kodlarının oluşmasında belirleyici olan unsurlardan biridir. Toplumsal cinsiyetin içerdiği toplumun görmek istediği kadınlık ve erkeklik normları arasında kadın ve erkeğin kendini sunum şekli, davranış kalıpları, beden hareketleri, jestleri, mimikleri, konuşma biçimleri ve giyim kuşam kodları yer almaktadır. Giyim kuşam kodlarını açıklamak için ortalama biçim ve görüntü olarak aslında bedensel farklılıkları çok fazla olmayan kadın ve erkeklerin giysilerle farklılaştığı  söylenebilir. Kadın ve erkekler toplumun kendilerinden beklediği kadınlık ve erkeklik değerleriyle uyumlu olan sözsüz iletişim biçimlerini öğrenir ve uygularlar. Sözsüz iletişim biçimlerinin toplumsal cinsiyete dayalı olarak ayrıştığı üç konu ele alınabilir:

•          Beden hareketleri

•          Kişisel alan kullanımı ve dokunma

•          Bakışlar ve mimikler

Toplumsal cinsiyete dayalı beden hareketleri: Araştırmalar küçük çocukların okul öncesi dönemde kendi biyolojik cinsiyetlerine uygun, toplumun ve kültürün arzu ettiği toplumsal cinsiyete dayalı beden hareketlerini ve jestlerini öğrenip uyguladıklarını kanıtlamaktadır. Bu ayrışma yetişkinlerde de belirgin olarak görülmektedir. Kadınlık ve erkekliğe ilişkin oluşturulmuş olan kalıp yargıların kadın ve erkeklerin beden dillerine, sözsüz iletişim kodlarına da yansıdığı söylenebilir.

Kişisel alan kullanımında ve dokunmada toplumsal cinsiyete dayalı farklılıklar: Beden hareketlerine benzer şekilde, kişisel alanın nasıl kullanılacağı da yine kültürle ve o kültürün kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak erken yaşta çocuklara aktarılır. Yetişkinlerde de erkeklerin kadınlara daha çok fiziksel alan kaplayarak bir nevi herhangi bir alanı kendi bölgesi olarak belirledikleri söylenebilir. Özetle, kadınlar kişisel alanları erkeklere nazaran daha dar tutmaktadır. Dokunma konusu kültürlere bağlı olarak farklılık göstermesine karşın, toplumsal cinsiyetler arasındaki farka  bakıldığında  kız bebeklerin erkek bebeklerden daha fazla temasla karşılaştıklarını göstermektedir. Cinsiyetlerin birbirine dokunması konusunda se  erkeklerin  kadınlara dokunma  eğiliminin kadınlara erkeklere dokunmasından daha fazla olduğu söylenebilir.

Bakışlar ve mimiklerde toplumsal cinsiyete dayalı farklılıklar: İletişim halindeyken hem erkekler hem de kadınlar göz teması gerçekleştirir ancak bakışların nitelikleri farklılık göstermektedir. Kuşkusuz bunda toplumsal düzenin ve kültürü etkisi önemlidir. Nitelik olarak değerlendirildiğinde erkekler kadınlardan çok daha fazla dik dik ve kilitlenerek bakma eğilimi göstermektedir. Farklı cinsiyetlerin bakma eğilimleri farklı amaçlara dayanmaktadır. Erkekler çoğunlukla egemenlik kurmalarına yardımcı olacak göz temasına eğilim gösterirken, kadınlar gözlem yapma ve gerekli koşullarda kendi stratejisini geliştirme amaçlı bakma eylemini gerçekleştirir. Mimiklerde de farklılıklar vardır. Kadınların duygularını dışa vurmada mimiklerini kullanma özgürlüklerini daha çok kullandığı söylenebilir. Gülme konusunda da kadınların erkeklerden daha çok kahkaha atıp gülümsediği saptanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki erkekler duyguları gizlemek için mimik yapmamayı tercih ederken kadınlar gülümsemeyi kullanmaktadır. Kadınların gülümsemesi de toplumun onlardan beklentisi olan hoş görülü ve yumuşak başlı gibi niteliklerle uyumludur. Erkek ve kadınların sözsüz iletişim performanslarının karşılaştırması için bkz. s. 71 Tablo 4.3. Kuşkusuz tüm bunlar toplumun kadından ve erkekten beklentileriyle uyumlu olarak öğrenilmiş ve geliştirilmiş sözsüz iletişim biçimleridir.

Çatışmada Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları ve Etkili İletişim

Çatışma genel ve en basit, kavranabilir anlamıyla toplumsal taraflar arasında etkinlikler, ilişkiler ve davranışlar   bağlamında   yaşanan   uyuşmazlık   olarak

tanımlanabilir. Örgüt ortamındaki çatışma ise, bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından kaynaklanan ve normal etkinliklerin durmasına veya bozulmasına neden olan olaylar olarak açıklanabilir. Toplumsal cinsiyet olgusu hem erkek ve kadınların çatışmadaki üslubunda belirleyici olabilir hem de farklı cinsiyetlerin çatışmaya yaklaşımında etkili olabilir. Kadınlar çatışmaya ortak bağı bozduğu için kaçınılması gereken bir tehdit olarak yaklaşırken erkekler çatışmayı rekabetçi ruhu besleyen bir ödül olarak görmektedir. Dolayısıyla kadın ve erkek arasında çatışmaya yaklaşımları açısından büyük bir fark olduğu söylenebilir.

Kadın ve erkek arasındaki en temel çatışma alanlarından biri sahip olunan özgürlüklerle ilgilidir. Özgürlük, özellikle erkekler için hassas alanlardan biridir. Erkekler çoğu zaman hayatı bir özgürlük mücadele alanı olarak görürler. O alanın ihlali temel çatışma noktalarından biridir. Çatışmanın algılanması açısından da farklılıklar vardır. Erkekler çatışmayı kazanılması gereken bir savaş olarak görürken kadınlar çatışmamak için çaba sarf ederler. Ancak kadınlar çatışmaya girmek durumunda kaldıklarında erkeklerden  farklı olarak  sıkıntılarını metamesajlar yoluyla dile getirmeyi tercih ederler. Tüm bunlar içinde yaşanan kültürün toplumsal cinsiyet rollerine bağlı olarak öğrenilmektedir.

Özel yaşamın yanı sıra iş yaşamında karşılaşılan çatışmalar konusunda mobbing kavramı ön plana çıkmaktadır. Mobbing bir ya da birkaç kişi tarafından diğer bir kişiye yönelik olarak, sistematik biçimde düşmanca ve ahlakdışı bir iletişim yöneltilmesi şeklinde, psikolojik bir terördür. Çatışma ve mobbing bağlantılı kavramlar olduğu gibi mobbingin çatışmadan uzun bir süre sonra ortaya çıkabileceği de söylenebilir. Ayrıca mobbingin işyerinde psikolojik taciz içerdiğini söylemek mümkündür.

Mobbing mağduru çalıştığı kurum içinde bir sebeple farklı olan kişidir. İyi eğitim almış, işinde çok başarılı olan biri, yaşı ilerlemiş bir çalışan, tamamı kadınlardan oluşan bir kurumdaki tek erkek ya da tam tersi gibi kişiyi çalıştığı ortamda farklı kılan bir nitelik o kişinin dışlanmasına, mağdur edilmesine yol açabilir. Mobbingin davranışsal boyutları olarak iletişime yönelik, sosyal ilişkilere yönelik, sosyal imaja yönelik, mesleki ve özel konuma yönelik, sağlığa yönelik saldırılar sıralanabilir.

Mobbing mağdurunun cinsiyetine ilişkin farklı görüşler vardır. Bazı araştırmacılar kadın ve erkek çalışanların mobbing mağduru olma oranlarının yakın oluduğunu savunurken, bazıları kadın çalışanların hem erkekler hem de kadınlar tarafından daha çok mağdur edildiğini ileri sürmektedir. Bunun temel sebebi kadınların erkeklere diş geçirememesi ve erkeklerin de işe alınan  kadın çalışanların ev geçindirmek zorunda olan bir erkeğin işine engel oluyormuş gibi algılanmasıdır. Bu da toplumda kadın ve erkekten beklenen rol ve davranışlarla ilişkilidir.

İLETİŞİMDE KALİTE

İnsanlar ya da toplumlar arasında düşünce ve duyguların aktarılmasına iletişim adı verilir. İletişim duyguların, davranışların, düşüncelerin açıklanması ve anlaşılmasında en büyük etken olan bir araçtır. İletişim,  anlamlarında uzlaşılmış simge ve semboller aracılığıyla; bilgi, duygu ve düşüncelerin biriktirilip aktarılmasının ve paylaşılmasının hem ortak hem de değişik zaman ve mekan boyutlarında gerçekleştirilmesidir.

İletişimde Benmerkezciliğin Etkisi

Çocuklar “egosantrik”tir, yani benmerkezcidir. Dünyayı ve çevrelerini sadece kendi bakış açılarından görürler. Başkalarının, olayları farklı açılardan gördüklerinden ve farklı algıladıklarından habersizdirler. Bu durum beraberinde iletişim kalitesini de etkilemektedir. Bakış açısı, herhangi bir varlık, olay ve insan karşısında, sahip olduğumuz dünya görüşü, hayat tecrübesi, kültür, yaş, meslek, cinsiyet, ruh hali ve yere göre aldığımız algılama, idrak etme ve yargılama tavrıdır.

Benmerkezcilik, başkasının görüşlerini ve bakış açılarını anlamada yetersiz olma, kendi gördüğü ve düşündüğü şeyleri herkesin gördüğünü zannetmektir. Ne başkasının ne de kendi bakış açılarının sınırlı olduğunun farkındadırlar. İnsanlar bu  konuda eğitilirlerse ancak o zaman benmerkezci düşünme biçimlerinin farkına varabilirler. Benmerkezcilik, bireylerarası ilişkilerde olayları bir başkasının görüş açısından görememektedir. Benmerkezci davranışa sahip bir kişi, karşısındaki bir kişinin bir nesneye, bir olaya kendi bulunduğu konumdan farklı bir noktadan bakabileceğini, farklı bakış açılarının, farklı algısal ve fikirsel sonuçları olabileceğini düşünmez. Ayrıca dikkatli odaklanmanın bir çeşididir. Kendi bakış açılarına o kadar çok odaklanmışlardır ki aynı anda bir başkasının bakış açısını anlayamazlar.

Bazıları benmerkezcilikle bencilliği karıştırsa da, farklı ama ilişkili iki kavram olduğu görülür. Bencillik; her olayda, her işlemde kendi menfaatini düşünme ve her işten çıkar sağlama düşüncesidir. Benmerkezcilik ise dünyayı “ben”e dayanarak algılamaya ve yorumlamaya karşılık gelir. 2-7 yaşları arasındaki evrelerde kazanıldığı söylenmektedir. Bireyin erişkin olmaya başlaması ile birlikte ruhsal bozukluk ya da bir davranış bozukluğuna dönüşmektedir.

Sağlıklı ilişkiler kurmak ve sürdürmek için, öncelikle her bireyin farklı algıları, düşünceleri ve istekleri olduğunun farkında olmalıyız. Bu biçimde bir yaklaşım sergilemek ilişkimizin ve iletişimimizin sağlıklı ve kaliteli olmasına zemin hazırlar. Benmerkezcilikten kurtulmak ve sağlıklı ilişkiler yaşamak için empati kurmak gerçekten de çok önemlidir. Bir insanın karşısındaki bir kişi ile empati kurabilmesi için gerekli olan bu öğeleri şöyle sıralayabiliriz :

•          Birinci öge, empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olayları onun bakış açısıyla bakmalıdır.

•          İkinci öge, empati kurmuş sayılmamız için, karşımızdaki kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir.

•          Üçüncü öge ise, empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın, karşıdaki kişiye iletilmesi davranışıdır.

İnsan topluluğu ve davranışları ile ilgili her dalın iletişimle ilgilenmesi gerekmektedir. İletişimin gerçekleşmesinde empati en temel eylem olmalıdır. Anlamak, düşünmek, etkin bir dinleyici olmak gerekir. Bizden farklı değer yargıları ve inançları olduğunu bilmek ve bunu kabul etmek gerekir. Empatik anlayışımızın gelişmesi için benmerkezcilikten uzak durmak gereklidir. Empatik iletişim içinde olan bir birey demokratik tutum ve davranış sergileyen bireydir. Bireylerin birbirini anlama ve iletişimden kaynaklanan sorunlarını çözümünde en temel etkidir. “Benmerkezcilik” ve “empatik anlayış” birbiriyle bağdaşmaz. Empatik  iletişim kurabilmek  ve  sağlıklı ilişkiler gerçekleştirebilmek için benmerkezcilikten uzaklaşmak gerekir.

Benmerkezcilik kavramı ile ilgilenen bütün araştırmacılar empati kurmada benmerkezci davranıştan uzaklaşmanın önemini vurgular.

Yüzü size dönük olan bir kişi de kendi solunu kastederek “soldan ikinci sokak” derse; siz onun sizin solunuzu kastettiğini zannederek ters yöne gidebilirsiniz. Bu durumda yol gösteren kişinin benmerkezci davrandığını, algısal açıdan sizin perspektifinizi  anlamadığını düşünebilirsiniz.

Bizim çok önemsemediğimiz bir olaya karşımızdaki kişinin çok üzüldüğünü ya da çok sevindiğini görüp bu durumu yargılarsak, bu kez de duygusal açıdan benmerkezci davranmış oluruz.

Günlük yaşamdaki kişilerarası iletişimlerde, algısal, bilişsel ya da duygusal açıdan benmerkezci davrandığımızda, çevremizdeki insanlarla sıcak ve samimi ilişkiler kuramamanın yanı sıra, bir takım iletişim çatışmalarına da yol açabiliriz.

Mizaç farklılıklarından ya da dile getirilmeyen kişisel gündemlerden dolayı yaşanan iletişim sorunlarını iletişim teknikleriyle çözmek mümkün değildir. Diğer bir değişle, anlaşmak için bireyler;

•          Anlaşma niyetine sahip olmalıdırlar.

•          İletişim tekniklerini bilmelidirler.

•          Gayret  göstermelidirler.

Eğer anlaşmaya niyetiniz yoksa, hiçbir iletişim tekniği anlaşmanızı sağlayamaz. Anlaşma niyetinde olmak ise, benmerkezciliği bir kenara bırakmak ve karşımızdaki kişiyi farklı olduğunu bilinciyle yaklaşmak ve onun farklılığına saygı göstermekle alakalı bir durumdur.

Hiçbirimizin kendimizden farklı düşünen, inanan ve farklı kültüre sahip olan insanları küçümseme hakkı yoktur. Bu farklılık  bir  ayrışma  sebebi  değil,  bilakis  bir  kültür zenginliği olarak algılanmalıdır. Yaşam biçimlerine negatif olumsuz bir yaklaşım içinde olursak aynı davranış ile karşı karşıya kalacağız demektir ve burada bir fikir ve inanç tartışması kaçınılmaz olur. Saygısızlık, iletişim kanalları ve diyalogun önündeki en büyük engeldir. Kaliteli iletişimler ve ilişkiler yaşamak istiyorsak farklılıklarla bir arada yaşayabilmeyi ve farklılıklara saygı göstermeyi bir alışkanlık haline getirmeliyiz.

Yapıcı ilişkiler, her bireyin birbirinin farklılığını kabul etmesini, hatta teşvik etmesini gerektirir. Farklılık ve çeşitlilik sinerji getirir. İlişkilerimizde anlaşmayı sağlayacak nitelikte kaliteli bir iletişim gerçekleştirmek istiyorsak hem farklılıklara saygı göstermek hem de doğru iletişim benlikleriyle hareket etmek durumundayız.

İletişim Benlikleri

Kişinin sahip olduğu tüm zihinsel yapının ve dış özelliklerinin bir bütünüdür. Kişinin sahip olduğu düşünce yapısı, benliğini değerlendirebilmesini ve kendiyle ilgili gerek fiziksel özellikler gerekse de davranış yapısıyla ilgili iyi ya da kötü bir sonuca varmasıdır. Benlik saygısı olarak tanımlanan bu durumsa, basit olarak kişinin hayatını şekillendiren davranış ve fiziksel özelliklerini beğenip beğenmemesidir.

Kişinin benlik saygısı düşükse, kendini değersiz görür ve hayatının gidişatını beğenmez. Kişi şayet kendini sevmeye ve sevilmeye layık görüyorsa, benlik yapısı olumlu yönde gelişerek sosyal hayatında kurduğu bağlantıların da daha güçlü hale gelmesini sağlar. Bu aşamada benlik saygısının şekillendiği çocukluk yıllarında, ebeveynlerin çocuk üzerindeki davranışları muazzam önem kazanır. Toplumsal benlik, bireyin tüm davranış örüntülerini ve tecrübelerinin sonuçlarını içerir.

Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş tarzımızdır. Kısaca benlik, bireyin özellikleri, yetenekleri, değer yargıları, amaç ve ideallerine ilişkin kanılarının dinamik bir örüntüsüdür.

Bireyin kendi fizyolojik, psişik ve sosyo-psişik özellikleri ile tüm yetenekleri hakkındaki kanıları, genel olarak “gerçek benlik” olarak adlandırılır. Kişinin değerleri algılama biçimi ile yaşamına yön veren hedef ve idealleri üzerindeki kanıları da ”ideal benlik” tir. İnsanın çocukluktan başlayarak, tüm yaşam boyu, çevresinde bulunan kişilerle kurduğu ilişkiler, iletişim ve etkileşim, bir yandan bireyin toplumsallaşmasını, öte yandan kendi benliğini tanımasını sağlar. Benliğin insan yaşamındaki görevi ise şunlardır:

•          İçgüdülerden  ve        dürtülerden     kaynaklanan güdüleri engellemek, denetlemek, düzenlemek

•          Çevredeki nesne ve kişilerle bağlantı kurmak

•          Gerçeği tanımak, denemek, anlamak

•          Gerçeğe uyum sağlamak

•          Çevreden gelen uyarıları sınırlamak, sıralamak, zamanlamak

•          Algılamak, saklamak, hatırlamak, düşünmek, karşılaştırmak, çıkarımlar yapmak, yargıya varmak

•          Kavramları birleştirmek ve bütünleştirmek

•          Kişinin karşılaştığı engelleri aşabilecek güçleri toplamak

•          Geleceğe ilişkin beklenti ve amaçlar saptamak

•          Kişiliği kaygıdan kurtaran savunma düzenlerini kullanmak

Bireyler, davranışlarında neyin doğru, neyin doğru neyin yanlış olduğunun çevrelerinden gelen iletiler aracılığı ile öğrenirler. Dolayısıyla, bireyin benlik gelişiminin ortaya çıkışında iletişimin büyük bir katkısı olduğu ortadadır. Birey öncelikle aileden aldığı iletiler ve davranış biçimlerini benimser. Bu davranış biçimlerini kendi içerisinde yorumlayarak benlik oluşumunu tamamlar.

Eric Barne tarafından ortaya atılmış olan Transaksiyonel analize göre, insanın kişiliği üç bölümden oluşur. Bunlar ana baba (ebeveyn), çocuk ve yetişkin benlik durumlarıdır. Bu benlik ya da kişisel rollerin özelliklerini şöyle açıklayabiliriz:

Ana Baba Benliği (Ebeveyn Benliği) : Yaşamın ilk yıllarında otorite figürlerinin davranışlarını, farklı durumlarda verdikleri tepkileri, çeşitli konulardaki düşünce ve tutumlarını izler ve kaydederiz. Yıllar sonra bu ego durumu aktif olduğunda, tıpkı çocukken izlediğimiz ve kaydettiğimiz bu otorite figürleri gibi hisseder, onlar gibi düşünür, onlar gibi konuşur ve onlar gibi tepkiler veririz.

Ana baba benliği, koruyucu ve yargılayıcı olmak üzere iki biçimde kendini gösterir. Koruyucu ana baba, karşısındaki kişiyi kaç yaşında ve toplumsal konumu ne olursa olsun onu korumaya, kollamaya yönelen bir benliktir. Eleştirici, yargılayıcı ana baba benliği ise toplumsal kuralları ve değerleri korumaya, bunlara uymayanları eleştirmeye ve gerektiğinde cezalandırmaya yönelik bir benliktir.

Toplumun kültür ve değerleri bu benlik aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Kuşaklar arasındaki çatışma olarak tanımladığımız sorunun daha çok bu tür ana babalarla gençler arasında yaşandığına tanık olmaktayız.

Bu benlik durumunu öne çıkartan kişiler için başkaları çok önemlidir. Onlar için kendi düşünceleri değil, yaşadıkları toplumun değerleri ve bu değerlerin temsilciliğini ve denetimini üstlenen kişiler önemlidir.

Ana baba benliğine sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu ifadelere yer vererek konuşurlar :

•          Olmamış !

•          Böyle yap !

•          Merak etme ben hallederim !

•          Olmaz öyle şey !

Çocuk Benliği : Çocukluk döneminde yaşananlar ve bu yaşantılara eşlik etmiş olan duygu, düşünce ve davranışlar çocuk ego durumunu oluşturur. Çocuk benlik durumu “doğal çocuk” ve “uyarlanmış çocuk” diye iki bölümden oluşur. Doğal çocuk, kişiliğinin eğitilmemiş olarak kabul edilir. İçinden nasıl geliyorsa öyle davranır. Uyarılmış çocuk ise, doğal çocuğun az ya da çok eğitilmesiyle ortaya çıkar.

Çocukluk çağının içgüdüleriyle duygusal olarak tepki veren çocuk benliği, doğal, küçük profesör ve uyum sağlamış olmak üzere üç farklı şekilde karşımıza çıkar. Doğal çocuk ilkel, fevri, kontrolsüz ve yardım bekleyen yani “çocuk gibi çocuk” diyeceğimiz türden bir kişilik özelliği taşır. Bu çocuk, sevmediği kişilere “seni sevmiyorum” der. “İlle de bana bu oyuncağı alacaksın” diye tutturarak annesini çarşıda zor duruma düşürmekte bir sakınca görmez. Küçük profesör olarak adlandırılan çocuk benliği yaratıcı, sezgileri güçlü ve başkalarını kendi istekleri doğrultusunda idare edebilen bir benlik sergilerler. Örnek vermek gerekirse, bunlar anne ve babalarını birbirlerine düşürüp karşıdan kıs kıs gülen çocuklardır. Uyum sağlamış çocuk ise “Ne diyorsam onu yap” terbiye anlayışı ile büyütülmenin izlerini taşıdığından, suçluluk, isyan ya da itaat ve uzlaşma özellikleri gösterir. Bu çocuk benliğinde, otoriteye hemen hemen kayıtsız şartsız bir boyun eğme söz konusudur.

Ana baba ve çocuk ilişkisi adı üstünde çocukluk yaşlarında gerekli ve yararlı bir ilişkidir. Fakat insanların yetişkin yaşlarında hala bu ilişki biçimini sürdürmeye çalışmaları bu konuda ciddi bir takım sorunların varlığına işaret eder.

Çocuk benliğine sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu ifadelere yer vererek konuşurlar :

•          Bana ne !

•          Hemen !

•          Nasıl ?

•          İstiyorum !

Yetişkin Benliği : İnsanın akılcı ve mantıklı tarafıdır. Bu tutum sayesinde ne asi olur ne de uysal. Olay ve olgulara gerçekçi değerlendirmeler yaparak bakar. Ani çıkışlar yerine sık dokuyup ince elerler. Başkasının hatırı için karar vermez. Doğrusu neyse onu yapar. Yetişkin benlik gerçeği bulmak için sorular soran bir benliktir. Bencil bir davranış sergilemeyen, başkalarıyla birlikte işbirliği içinde sorunları çözmeye ya da durumu anlamaya çalışan yetkin benliğin cümleleri, “ben” örneğin, “yaptım, çözdüm, başardım” biçiminde birinci tekil değil “biz”, örneğin, “yaptık, çözdük, başardık” gibi birinci çoğul kişiyle kurulur.

Yetişkin benliğe sahip kişiler iletişimlerinde ağırlıklı olarak şu ifadelere yer vererek konuşurlar :

•          … olmalı.

•          Öyle mi ?

•          Beraber düşünelim

İletişimde Davranış Biçimleri

Bazı davranışlar, ilişkilerde uyumsuzluğa, memnuniyetsizliğe, hatta düşmanlığa sebep olurken; bazıları açık, uyumlu, yapıcı, sağlıklı ve saygılı ilişkiler geliştirmeye imkan sağlar.

•          Saldırgan davranış biçimi

•          Çekingen davranış biçimi

•          Güvenli davranış biçimi

Saldırgan Davranış Biçimi: İnsanoğlu, içgüdüsel olarak saldırganlığa sahiptir. İnsan hayvanlardan ayrı olarak söz ve tutumuyla da saldırgan olabilir. Saldırganlığı erteleyebilir, gizleyebilir. Kişinin eğitilmesi, bir bakıma yapısında var olan bu saldırganlığın yumuşatılması ve olumlu yollara aktarılması demektir. Beden gücünün, kavgada değil spor alanında yarışmaya araç olarak kullanılması, bu yararlı dönüşüme bir örnektir. Kişi, becerisi, yetenekleri ve zekasıyla toplumsal amaçlara yönelir. Bu durum içindeki saldırganlık eğilimini yüceltir. Beğenilme, başarı kazanma, yönetme, ortaya bir yapıt koyma, topluma yararlı olma gibi çabalar hep saldırgan gücün toplumsal kılığa bürünmüş görüntüleri olarak yorumlanabilir. Saldırgan davranış biçimine sahip olmak iletişim kalitesine olumsuz anlamda katkıda bulunmaktadır. Yalnızca kendisini düşünür ve daima kendini haklı görür. İletişimde saldırgan kişi diğer kişileri aşağılar, saygı göstermez, başkalarının duygu ve düşünceleri ile ilgilenmez. Kendisini üstün görür. İletişimde yüksek ses tonunu sıkça kullanır.

Çekingen Davranış Biçimi : Duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanır. Kendi içlerinde suçluluk ve öfke duygusu yaşarlar. Karşısındaki kişiye “ben önemli değilim, sen önemlisin” mesajını verir. Başkaları kendisi hakkında karar verir. İletişim esnasında alçak ses tonunu kullanır.

Güvenli    Davranış    Biçimi    :        Güven kişinin güç duygusundan kaynaklanır. İnsan ilişkilerinde bazıları önce kendini düşünse de, başkalarının haklarını ve duygularını her zaman hesaba katar. Güvenli davranışı benimsemiş kişi, bireylerarası iletişimlerinde kendisinin ve başkalarının haklarına saygılıdır.

ETKİLİ İLETİŞİMDE KONUŞMA VE DİNLEME

Kültür ve İletişim

İletişim; bir başkası ile konuşmaktır, bilgiyi  yaymadır, giyiniş ya da saç biçimidir. Başka bir deyişle iletişim insan hayatının her alanıdır.

İletişime iki farklı bakış açısı söz konusudur: İlk bakış açısı ile yapılan yaklaşım, kaynak ile alıcının iletiyi nasıl kodladığı ve kod açımının nasıl yapıldığı ile ilgilenir. İletişim olgusuna bu bakış açısı ile bakıldığında, iletişim bir insanın diğerinin davranışına veya düşüncelerine etki etmekte kullandığı bir süreç olarak görülür. İkinci yaklaşım ise, iletişimi anlamların oluşturulması ve değişimi olarak görür. Bu yaklaşım da, iletilerin veya metinlerin anlam oluşturmak için insanlarla nasıl etkileşimde bulunduğuna bakar.

İletişim canlı olma özelliğini gösteren bütün varlıkların ortak bir özelliklerinden biridir. Bu durum özellikle insan türü ve onun bugün içinde bulunduğu koşulların belirleyicisi olması yönünden oldukça önemli bir olgudur.Bu bağlamda iletişim bir canlılığın ve var olmanın en temel bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır.

İletişim olgusunu anlamaya çalışırken bir gerçeğin altını çizilmelidir. İletişim kuşkusuz genel olarak bütün canlılarda ileti alışverişi boyutunda var olan bir olgudur. Ancak burada iletişimi bir insani edim olarak ele almak gerekecektir.

Bilgi, duygu, düşünce, tutum ya da kanılarla davranış biçimlerinin kaynak ile alıcı arasındaki bir ilişkileşme yoluyla bir insandan (insanlardan) diğerine (diğerlerine) aktarılması süreci biçiminde tanımlanabilecek insanlararası iletişimi, iletişime katılan insan sayısı, kullanılan araç ve oluklar gibi değişik ölçütleri temel alarak sınıflandırmak mümkündür.

Bu sınıflandırmalardan biri de iletişimde kullanılan kodlara göre ya da yapısal olarak yapılabilecek iletişim sınıflamasıdır: Yapısal olarak ya da kullanılan kodlara göre iletişim ikiye ayrılır:

•          Sözel İletişim (Verbal Communication)

•          Konuşma- Dinleme

•          Yazma- Okuma

•          Sözsüz İletişim (Non-verbal Communication)

Sözel İletişimin Bir Boyutu Olarak Konuşma

Konuşma, insanlararası iletişimi sağlayan ve anlatıma yarayan bir işaretler sistemi ve örgütüdür. Konuşma, günlük eylemlerle ilgili ve bunlara ilişkin olarak başlamış ve günlük yaşam pratiğinin içinde gelişmiştir.

Konuşma, konuşanın, başkalarını ilgilendireceği varsayımı ile ve diğer kişi ya da kişilerle bir anlaşma sağlamak amacıyla, düşündüklerini dil ve ses kalıpları halinde, haberleşme kanalları aracılığıyla aktarması ve tepkilerini kontrol ederek, bu eylemi geliştirmesidir.

Kısaca    belirtmek    gerekirse,    konuşma,    duygu    ve

düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere

sözcükleri seslendirerek gönderme, iletme işidir.

Konuşmanın  Öğeleri

Konuşmayı oluşturan öğeler aşağıdaki biçimde sıralanabilir:

•          Dinleyici: Her konuşma, en az bir kişiye bir şey hakkında bir şey söyleme işidir. Bu tanıma göre, konuşmayı oluşturan en önemli öğe dinleyicidir.

•          Ortam: Ortam  genel   olarak  konuşmanın

yapılacağı toplumsal ve fiziksel çevredir.

•          Konuşmanın nitelikleri: İyi bir konuşma; sağlam bilgilere dayanmalı, yapıcı olmalı, konuşmanın temel öğelerini çözümleyerek oluşmalı ve dinleyicilerin ı̇ lgisini ve dikkatini toplamalıdır.

Konuşmanın Yapısını Oluşturma ve Konuşmayı Etkili Kılma

Konuşmanın yapısını oluştururken ve konuşmayı etkili kılmak için dikkat edilmesi gereken süreçler şu şekilde sıralanabilir:

Konuşma hazırlarken ve yaparken başlangıç basamağı bir başlık belirlemektir. Başlık şeçmek, içeriğe uygun başlığın belirlenmesi, böylelikle de dinleyenlere konu hakkında ilk izlenimin doğru verilmesi bakımından önemlidir.

Başlık seçilirken ya da seçilmeden önce bir genel amacın da belirlenmesi gerekir. Çoğunlukla bu durumda birbiriyle örtüşen iki kategori söz konusudur. Bunlar bilgilendirme ve ikna etmedir.

Başlık ve genel amaç belirlendikten sonra, etkili bir konuşma yapmak ve amacına ulaşabilmek için konuşmacı seçimini daraltmalı ve özel amacını belirlemelidir. Özel amaç başlığın bir boyutunda odaklanmalıdır. Özel amaç konuşma ile ulaşılması umulan amaçtır.

Bunun dışında her konuşmanın bir ana fikri olmalıdır. Ana fikir, konuşmacının söylemeyi düşündüğü değerli bir ifadedir. Ana fikrin deyimleştirilmesi olarak ifade edebileceğimizsüreçte,ana fikir cümlesi olarak belirlenen ifadenin, konuşma yapıldıktan sonra konuşmacının, dinleyicinin aklında kalmasını istediği özet cümleye kara vermesi gerekir.

Dinleyicileri analiz etme sürecinde ise, konuşmacı karşısındaki dinleyici ya da dinleyicilerden oluşan toplululuğu iyi gözlemlemeli ve farklı analiz tekniklerinden hareketle dinleyicilerin psikolojisini yakından takip etmelidir.

Konuşmayı hazırlamak, etkili kılmak ve konuşmacının ve hedefin amaç ve beklentilerine uygunluğunu sağlamak için materyal toplamak önem taşıyan bir diğer süreçtir. Materyal toplamada kullanılan yöntemler şu biçimde sıralanabilir:

•          Konuşmacının   kendi   bilgi   ve   deneyimlerini kullanması

•          Görüşme

•          Bilgi için yazışma

•          Kütüphane taraması

•          İnternet kaynakları

İyi bir konuşmada, konuşmacının düşüncesini destekleyecek güçlü  malzemelere ihtiyaç vardır. Konuşmada fikirleri desteklemek için kullanılabilecek üç tür destekleyici materyal vardır: Örnekler vermek, istatistiklerden yararlanmak, konuyla ilgili uzman kişilerin kanıtlarını kullanmak.

Konuşma Türleri

Belli başlı konuşma türleri şunlardır:

•          Bilgilendirici  konuşma

•          Objeler hakkında konuşma

•          Süreçler hakkında konuşma

•          Olaylar hakkında konuşma

•          Kavramlar hakkında konuşma

Konuşma  türlerinden  bilgilendirici  konuşmanın  temel ilkelerini de şu şekilde sıralamak mümkündür:

a.         Dinleyicinin çok şey bildiğini sanmamak

b.         Konuyu doğrudan dinleyicilerle ilintilendirmek

c.         Çok teknik olmamak

d.         Soyutlamalardan  kaçınmak

e.         Düşünceleri  kişiselleştirmek

Konuşma türlerinden biri olarak özel durum konuşmaları ise özel durumların özel ihtiyaçları için şekillendirilir. Mezuniyet törenleri, nişan evlenme, emeklilik yemeği, ödül törenleri vb. özel durumlarda, konuşmalar diğer konuşmalardan belli farklılıklar taşır. Özel durum konuşmalarını aşağıdaki kategoriler altında incelemek  mümkündür:

•          Giriş konuşmaları

•          Sunuş konuşmaları

•          Kabul konuşmaları

•          Anma konuşmaları

•          Yemek sonrası konuşmalar

Diğer bir konuşma türü olarak ikna edici konuşma, belli birtakım sözel tartışmalar oluşturma, oluşturulan bu sözel tartışmaları özel ve belli dinleyicileri harekete geçirme, istendik değişimler ortaya çıkarmak amacıyla düzenleme sanatıdır.

İkna edici konuşmanın da alt türleri bulunmaktadır. Bunlar; var olan tutum ve inancı pekiştiren konuşmalar, bir tutum ve ı̇ nanç oluşturan konuşmalar, bir tutum ve ı̇ nancı değiştirmeye yönelik konuşmalar ve dinleyicileri bir harekete yönlendiren konuşmalardır.

Dinleme Becerileri

Dinleme ile ilgili olarak üç kavram önem taşımaktadır.

Dinleme İşitme Değildir: Dinleme gelen seslerin, iletilerin kodaçımının yapılması ve anlamlandırılması ile ilişkili iken, işitme  sadece  ses  dalgalarının belli  işitme düzenekleri ile beyne iletilmesinden ibarettir.

Dinleme Becerisi Doğal Değildir: Dinleme becerisi konuşma, yazma ve okuma gibi öğrenilir, sonradan kazanılır.

Bütün Dinleyiciler Aynı İletiyi Almazlar: Konuşmacı bir iletiyi doğru ilettiğini zannederken karşısındaki insanların söylediklerini farklı anlamlandırdığını görebilir. Bunun nedeni her insanın yaşamında farklı deneyimlere sahip olmaları ve söylenenleri kendi görüş açılarını temel alarak yorumlamalarıdır.

İnsanların dinleme eylemlerini nasıl gerçekleştirdikleri aynı zamanda dinleme türlerini de oluşturur. Dinleme türleri şunlardır:

•          Görünüşte dinleme

•          Seçerek dinleme

•          Saplanmış dinleme

•          Savunucu dinleme

•          Tuzak kurucu dinleme

•          Yüzeysel dinleme

İnsanların karşılarında konuşan kişileri dinlememelerinin birçok nedeni olabilir. Dinlememe sebeplerinden bazıları şunlardır:

a.         Konu ilgilerini çekmez

b.         Kendi kendilerine konuşurlar

c.         Kaynak tarafından beden dili uygun kullanılmaz

d.         Göz teması eksiktir

e.         Konuşmak için beklerler

f.         Kişisel savunmaya çekilirler

Aktif Dinleme

Aktif dinlemenin gerçekleştirilebilmesi için yapılması ve bilinmesi gereken bazı önemli noktalar bulunmaktadır:

Yardımcı Olmak İçin  Dinleme:  Bir kişi değer verdiği, hoşlandığı ya da sevdiği birine onun sorunlarını çözmede yardımcı olmak ister.

Soru ve Sorunlara Verilen Cevap Türleri: Sorunları çözmek için dinleyicinin verdiği cevaplar, nasıl bir dinleme davranışının gerçekleştirildiğini ve soruna ne tür bir yaklaşımın gösterildiğini belirtir.

Yargılama: Konuşma ve dinleme konusunda yargılayıcı yaklaşım ve konuya ya da konuşmacıya karşı sahip olunan birtakım ön yargılar, söz konusu davranışı ya da düşünceyi tamamen olumlu ve/veya olumsuz gibi belirli bir yönde değerlendirir.

Çözümleme: Karşısında konuşan kimseyi çözümleyen dinleyici, konuşanı konuşandan daha iyi bir biçimde kendisinin anladığını ima eder.

Soru Sorma: Soru sormak, karşıdakinin ne düşündüğünü

daha iyi anlayabilmek için sık kullanılan bir yoldur.

Rahatlama-Rahatlatma: Bazı durumlarda kişinin biraz cesaretlendirmeye, biraz desteklenmeye ve rahatlatılmaya gereksinimi vardır. Böyle zamanlarda o kişiye destek olmak, onu rahatlatmak iletişimin sağlıklı gelişmesi açısından yararlı olabilir.

İyi Bir Dinleyici Olmak  İçin  Yapılması Gerekenler

•          İyi bir dinleme davranışı gösterebilmek için yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir:

•          Dinleyici  her  şeyden  önce  kaynağın  aktarmak

istediklerini  saptamalıdır.

•          Dinleyici konuşmayı yapanın aktarmak istediği

duygu ve düşünceyi kavramaya çalışmalıdır.

•          Kaynağın, konuşanın yüzüne hatta gözlerine bakarak izlenmeli, sözleri, mimikleri, hareketleri bir bütün olarak algılanmalı ve çözümlenmeye çalışılmalıdır.

•          Dinleyici karşınızdakini dinlerken zaman zaman sözlü olarak, onun konuşma akışını bozmayacak biçimde, “Anlattıklarınızı dikkatle izliyorum”, biçiminde geri bildirim sağlayacak bilgiler vermelidir.

•          Kaynağın bilgi aktardığı süre içinde dinleyici olarak kalınmalıdır. Konuşmada anlamadığı bölümler olursa sorular sorulabilir.

•          Kaynağın aktardığı bilgi, ortaya koyduğu öneriler bittikten sonra cevap verilmesi gerekiyorsa, bu sürecin de işletilmesi gerekir.

•          Kaynağın, konuşanın aktardığı bilgiyi, verdiği iletiyi nasıl anlayıp çözdüğünü dinleyici önce kendi kendine sormalı; bu bilgi ve iletileri kendine göre yorumlamamalıdır.

•          Söylenenlerin anlamına ilişkin olarak dinleyicide

kuşku ve duraksama olmamalıdır.

•          Dinleyici karşısındakini dinlerken alay eden, küçümseyen, küçük düşüren mimikler, jestler ya da sözcükler kullanmaktan kaçınmalıdır.

•          Kaynağın, konuşanın açığını yakalama, kişiliğinin gücünü, üstünlüğünü göstermek amacıyla tuzak kuran bir dinleyici olmaktan kaçınılmalıdır.

•          Aynı şekilde dinleyici kaynaktan gelen tüm iletileri kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etmemeli ve hemen savunmaya geçmemelidir.

Konuşmanın Kalıcılığını Sağlayan Boyut Yazı

İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana kullanıldığı bilinen ve anlaşılan konuşmanın en önemli engeli kalıcılığı ve saklanabilirlik konusundaki sorunudur. Oysa yazı “anlamlarında uzlaşılmış ve denem bilgilerin yerine konmuş belirticiler” olarak tanımlanabilecek sembolerin başka deyişle yazılı kelimelerin belli ortamlarda (kağıt ve bağlı olarak kitap, dergi vb.)uzun süreli olarak ve değişmez bir şekilde saklanabilmesi ile birlikte sözlü iletişimin en önemli engelini ortadan kaldırmıştır. Çok

basit  olarak  yazı  “düşüncenin  belli  işaretlerle  tespit

edilmesi” şeklinde tanımlanmaktadır.

Gerek kişiler arasında gerekse kurumsal ilişkilerde yazılı iletişim, anlaşmayı kolaylaştırıcı bir etkiye sahiptir. Bununla birlikte yazılı iletişimde sözcükler ve cümleler anlaşmayı sağlayacak şekilde seçilip yazılmadığında da insanların yazılanları anlamaları, ya da yanlış yorumlamaları sonucunda sorunların yaşanmasına neden olacaktır.

Etkili ve doğru bir şekilde yazılı iletişimin gerçekleşmesinde dikkat edilmesi gereken önemli noktaları şu şekilde sıralayabiliriz.

•          Kişiliğinizi ortaya koyun

•          Basit bir dil kullanın

•          Açık seçik, anlaşılır yazın

•          Sözcük haznenizi geliştirin

Yazının Kodaçımı Okuma

Tarihten günümüze, kültür ve medeniyetlerin oluşmasında son derece etkili olan “okuma” kavramı, yazı kullanılmaya başlandıktan sonra insanoğlunun hayatına girmiştir.

Okuma kavramı iki boyutuyla ele alınmalıdır. Birincisi sesleri tanıyıp o sesleri birleştirerek seslendirmektir ki buna mekanik okuma da denilmektedir. Okumanın ikinci boyutu da, sesleri hem seslendirmek hem de cümledeki, paragraftaki, metindeki anlamları yakalamaktır. Okuma dendiğinde işin içine okumanın iki boyutunun da katılması gerekir.

İletişim bilimi açısından bakıldığında, konuşma bir kodlama ve dinleme bir kodaçma becerisi ve işlemi olarak ele alınıyorsa, aynı biçimde iletişimin sembolik boyutu olarak nitelendirilebilecek olan yazma bir kodlama işlemi iken okuma da bir kodaçma işlemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada önemli olan nokta ise aynı sembollere aynı anlamların yüklenmesi gerekliliğidir.

Özetlemek gerekirse, iletişimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşebilmesi için, kaynak durumunda olan yazıyı yazan kişinin bir kelimeye yüklediği anlam ile alıcı durumundaki o yazıyı okuyan kişinin de aynı anlamı yüklemesi  gerekmektedir.

İkna Kavramı

İletişim sürecinde vazgeçilmez yeri olan “ikna” kavramını Antik Yunan’da ortaya atarak çağdaş iknanın temellerini belirleyen Aristo, iletişimi “ikna etmenin bütün uygun anlamları” biçiminde tanımlamaktadır. Başka bir deyişle ikna, istendik amaçların ortaya çıkarılması için gerçekleştirilen bir iletişim biçimidir. Ancak gündelik hayatta her iletişim iknaya yönelik değildir. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için iletişim kuran birey, çoğunlukla herhangi bir ikna amacı gütmez. Bir kişiyi belli bir konuda ikna etmeye yönelik iletişim, sistematik bir yapıyla kurulması gereken ve hedef kişide amaçlanan istendik tutum ve davranış değişimini ortaya çıkarma çabasıyla gerçekleştirilir. Gerçekleşen bir iletişimin etkileri; alıcının bilgi düzeyinde, tutumunda ve açık davranışında meydana gelen değişme şeklinde kendini gösterir. Bunu izleyen aşamada gündeme gelen tutum değişmesi ise, var olan tutumun pekişmesi veya değişmesi ya da yeni bir tutum oluşması şeklinde hayata geçer. Günlük iletişimlerden farklı olarak ikna edici iletişimde bilgi iletildikten sonra ortaya çıkan sonuçların amaçlanan yönde olması beklenir. Bu açıdan iknayı belirleyen değişkenlerin tanımlanabilir, ayırt edilebilir ve ölçülebilir olması oldukça önemlidir. Söz konusu değişkenler bağımlı ve bağımsız değişkenler olmak üzere iki gruptur. Bağımsız değişkenler iletişim süreciyle birlikte yapılır ya da ortaya çıkar. Bu değişkenlerin ne olacağını, nasıl oluşacağını bilir ve etkilerini öngörerek üretiriz. Bağımlı değişkenler ise yapılmak zorundadır, yapılır ve ikna edici bir biçimde de değişimler oluşur. Bağımlı ve bağımsız değişkenlere bir arada ikna edici iletişim matrisi adı verilmektedir. Bu çerçevede bağımsız değişkenler kaynak, ileti, kanal, alıcı ve amaç olarak karşımıza çıkar. Bağımlı değişkenler ise sürece bağlı olarak altı basamağa ayrılır.

a.         İletinin sunulması

b.         Hedefin iletişime katılması

c.         Sonucunu kavrayana kadar hedefin iletişimi desteklemesi

d.         İletinin kavranılması ve kabul edilmesi ya da en azından sözlü düzeyde uyum sağlanması

e.         Etkinin ölçülebildiği zamana kadar kabullenmenin devamı

f.         Amacın açık davranış olarak ortaya çıkması

Bir ikna kampanyasının hedefine bağlı olarak bir ürünün satın alınması, adayın seçilmesi vb. bu son bağımlı değişkenin somut göstergelerine örnektir.

İkna etme gibi insanların düşünce, tutum ve davranışlarını değiştirme amacı güden bir diğer iletişim eylemi ise etkilemedir. İknanın aksine etkilemenin gizli ve daha uzun dönemli bir iletişim stratejisi vardır. Daha kapalı ve dolaylı gerçekleşir. Psikolojik ve davranışsal hedefleri iknada olduğu gibi belirli ve net tanımlanmış değildir. Çoğunlukla kişilerarası etkileşimde görülür. İkna ise çoğunlukla kitle iletişimi ile ilgili görülmektedir.

Etki Taktikleri

Rasyonel-akılcı ikna: Etki edilmek istenen kişiye “fikrimin arkasındaki mantığı açıklamak istiyorum” demekten başka bir şey değildir.

Arkadaşlık ya da kişisel çekicilik: Bu strateji arkadaşça davranma, duyarlılık gösterme, anlayış ve pohpohlamak ile başarıya ulaşmaktadır.

Koalisyon: Örgütteki diğer insanları etkileyenin kendisini desteklemeleri için harekete geçirmesidir.

Pazarlık: Basitçe “benim için bunu yaparsan ben de senin için şunu yaparım” demektir.

Baskı-Israr: Etkileyenin zorlayıcı ve baskıcı tavrını kapsamaktadır. Bazı  durumlarda iğneleyici tahrik edici ifadelerin kullanılması da olasıdır.

Bir Üst Otoritenin Kullanımı: Kişiyi etkilemek için örgüt dışındaki bir gücün ya da emir komuta zincirinin kullanılmasını içeren bir stratejidir.

Tasdik: Tasdik, hem olumlu hem olumsuz, hem istendik faydalar hem de istenmedik sonuçlar içerebilir. Örneğin “bu projeyi bitirirsen bir promosyon alacaksın ancak bitirmezsen gelecek yılda bu iş ile uğraşacaksın”.

Rasyonel, arkadaşlık ve pazarlık stratejileri öncelikle kullanılan birincil stratejilerdir. İşe yaramamaları durumunda ikincil stratejiler yani, koalisyon, baskı-ısrar, tasdik, bir üst otoriteye başvurma kullanılır. Bunlar yedek stratejilerdir. Stratejilerin bir diğer sınıflaması ise etkilemenin çekiciliği ve etkileyenin harekete geçme biçimine göre yapılan sınıflamadır. Buna göre çekicilikte duygusal ve rasyonel olmak üzere iki bölüm, harekete geçmede ise kendi başına ve diğerleri ile birlikte olmak üzere iki bölüm vardır.

Örgütlerde İkna

Örgüt, bir grup insanın, bir iş bölümü içerisinde, otorite ve sorumluluk hiyerarşisi altında; belirli bir ortak amacı veya hedefi gerçekleştirmek amacıyla gerçekleştirdikleri, akılcı, planlı ve eşgüdümlü bir yapılanmadır. Karmaşık bir yapıya sahip olan örgüt, kendi içinde yapısına uygun iletişim kanalları kurarak etkileşime olanak tanır. Örgüt tanımını karşılayan birçok insan topluluğunda sistem karar alma mekanizması üzerine kuruludur. Karar alma yönetici konumundakilerin görevleri arasında sayılmakta ve yönetme eylemi sürekli karar verme işi olarak değerlendirilmektedir. Bireylerin verdikleri kararlarla örgütsel nitelik taşıyan kararları birbirinden ayırmak gerekir. Örgütsel karar toplumsal bir süreçtir ve örgütlerde karar verme davranışını etkileyen etmeler; bireyler ve gruplar, örgütün yapısı, örgütün çevresi başlıkları altında gruplandırılabilir. Örgüt içinde gerçekleşen iletişimin niteliği yöneticilerin doğru kararlar vermeleri açısından oldukça önemlidir. Örgüt içi iletişimde iknanın gerek örgüt amaçları, gerekse bu amaçlara yönelik araçlar konusunda gerçekleşebilmesi için iletişim kanalları doğru düzenlenip     etkinleştirilmelidir.     Kararlara     katılımın ağlanması iknayı kolaylaştıran diğer bir etken olarak karşımıza  çıkmaktadır.

Günlük hayatımızda lider ve yönetici kavramları birbirinin yerine kullanılmasına rağmen, aralarında özellikle ikna nitelikli örgütsel karar alma mekanizmaları içerisinde yöneticilerin durumu açısından önemli farklılıklar vardır. Liderlik “diğerleri üzerinde kuvvet kuran ve bu gücü bireylerin davranışlarını etkilemede kullanılabilen bir süreçtir” başka bir tanım ise “bir kimsenin istediğini diğerlerine yaptırabilme sürecidir”. Liderlik bir süreç olmakla birlikte bir ikna sürecini de ihtiva etmektedir. Liderlerin astlarını belirlenen amaçlar doğrultusunda etkilemelerine, başka bir ifadeyle amaçlar doğrultusunda ikna etmelerinde etkili olan temel özellik ise güçtür. Söz konusu güç; ödüllendirme gücü, cezalandırma gücü, uzmanlık gücü, karizmatik güç başlıkları altında toplanabilir. Liderler örgütsel karar mekanizmasında etken olan ikna edici iletişim süreçlerinde iletişimin kaynağı olarak özellikle kişilikleri ile çok önem arz etmektedirler. Bu önem karizmatik güç üzerinde düşünüldüğünde daha açıkça görülebilir. Öte yandan iknanın kabulünü etkileyen “inanılırlık” ve kaynağın sevilmesi olguları çerçevesinde bakıldığında liderin kişiliğinin önemi daha net anlaşılabilir. Kişilik, insanın, konuşma, düşünme, hissetme, olaylara ve insanlara bakış şekilleriyle, doğuştan getirdiği ve sonradan kazandığı, onu diğer insanlardan ayıran özelliklerin tümünün oluşturduğu bir bütündür ve karakter, mizaç, yetenek olmak üzere üç temel dilimden oluşmaktadır.

Kaynağın inanılırlığı ve kaynağın sevilmesi iknanın kabulünü etkileyen faktörler olarak ortaya çıkar. Çoğunlukla kaynağın kim ve ne olduğu hedef alıcısı açısından önem taşır. Bu durum hedef kitlenin iletiye inanıp inanmamasında etkilidir. Gerek günlük hayatımız gerek araştırma sonuçları inanılır kaynakdan gelen etkileyici iletişimin hedefte daha fazla tutum değişimi yarattığını göstermektedir. İnanılırlığın ise iki faktöre bağlı olduğu öne sürülmektedir. Bunlar saygınlık ve güvenilirliktir. Saygınlık; daha çok genel bir özelliktir ve iknacının ikna konusunda uzan olup olmadığı ve dinleyicinin kaynağa duyduğu saygı derecesi ile ilgilidir. Kaynağın saygınlığı ile dinleyicide yaratılan tutum değişimi birbiri ile doğrudan ilişkilidir. Yüksek saygınlığı olan kaynaktan gelen ileti daha kolaylıkla kabul edilebilmektedir ve buna bağlı olarak da iletişimin etkinliği artmaktadır.

İkna, tutumları, inanışları, değerleri ve davranışları değiştirme ya da etkileme süreci olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan harekete bir örgüt içinde dolaşan mesajların hangilerinin ikna edici mesaj hangilerinin ise iş süreçlerine ilişkin mesaj olduğu tespit etmek için, mesajın amacına bakmak faydalı olacaktır. Bize ulaşan mesaj ya da bizim gönderdiğimiz mesaj eğer bir tutum, inanış, davranış değişimi hedefliyorsa bu mesaj ikna edici bir mesajdır.

Örgüt içi iletişimde karşılaşılan mesajların kaynağı ister herhangi bir yönetici olsun ya da kişiliği ile kendisini kanıtlamış  bir  lider  olsun  ikna  edici  mesaj  niteliği taşıyorsa; benimsetme, süreklilik, kesilme ve caydırma amaçlarından birini taşımaktadır. Böyle bir mesajın ikna yeteneği güvenilirliği ile doğru orantılıdır.

Üç tür güvenilirlik biçimi mesajın başarılı ya da başarısız olmasında etkilidir: Başlangıçtaki Güvenilirlik: Okuyucunun ya da alıcının hali hazırda konu hakkında ne bildiği. Türetilmiş Güvenilirlik: Mesajın sunumu sırasında yaratılan güvenilirlik. Türetilmiş güvenilirlik, sunumun mantıksal oluşumundan, sunulan delillerin gücünden, duygusal çekicilikten, hatta dokumanın sayfa formatından etkilenir. Son Güvenilirlik: Bu güvenilirlik, okuyucu ya da alıcı mesajı okuduktan sonra kaynağı değerlendirmesi ile ortaya çıkar. Önceki yaratılan tüm tepkilerin toplamıdır.

İkna edici iletişim sürecinin anlaşılması açısından örgütlerde motivasyon konusunun değerlendirme dışı bırakılmaması gerekir. Alıcının ihtiyaçlarını anlamak başarılı iknanın önemli bir unsurudur. İnsanlar sizin için bir şeyler yapacaklar ve bunun için iyi hissedecekler ve inanacaklar ki, kendi çıkarları için harekete geçmekteler ve kendi kişisel amaçlarını gerçekleştirmekteler. Buna motivasyon adı verilir. Çalışanların organizasyon içindeki ve dışındaki fizyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını iyi bir şekilde algılayan bir yönetici organizasyonun performansın artırabilir. Bu nedenle motivasyon teorilerini tanımak ve öğrenmek son derece önem taşımaktadır.

Motivasyon konusunu ilk inceleyen yönetim uzmanlarının başında Abraham H. Maslow gelmektedir. Maslow’un Motivasyon Kuramı “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” olarak tanımlanmaktadır. Maslow insan gereksinimlerini hiyerarşik olarak ele almış ve beş kategoriye ayırmıştır. Buna göre en alttaki gereksinimi karşılanan insan bir üstteki kategoriye yönelir.

Bu kategoriler; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları, sevgi ve aidiyet ihtiyacı, saygı ihtiyacı, ideallerini ve yeteneklerini gerçekleştirme ihtiyacı olarak ifade edilebilir.

Bu çeşitli ihtiyaçlar alıcının desteğini kazanmak için ikna edicinin üzerinde durulacağı sıcak noktaları ifade eder. İşte buradaki önemli görev doğru sıcak noktayı bulabilmektir. Maslow’a göre bir ihtiyaç ancak bir alttaki ihtiyaç tatmin edildiğinde aktif hale gelir, yani, sıcak nokta olur.

Motivasyon konusunda geliştirilmiş teorilerden birisi de Frederick A. Herzberg’ in “Çift Faktör Teorisi” ya da “Motivasyon-Hijyen Kuramı” olarak bilinen yaklaşımıdır. Herzberg motivasyonu belirleyici iki faktörden sözetmektedir: Motivasyonel faktörler: Başarı, tanınma, takdir edilme, yapılan işin niteliği, yetki ve sorumluluk sahibi olma, ilerleme ve yükselme imkanlarının olması vs. motivasyonel faktörler arasında sayılabilir.

Hijyen faktörler: İşletme politikası ve yönetimi, çalışma koşulları, ücret düzeyi, özel yaşamdaki mutluluk düzeyi, organizasyonda alt-üst arasındaki ilişkiler vs. unsurlar “hijyen  faktörler”  olarak  adlandırılır.  Hijyen  faktörler mevcut olduğunda iş tatmini gerçekleşir ve bireyleri çalışmaya motive edebilir.

Herzberg’ e göre hijyen faktörler pozitif ise bu sadece çalışanlar tarafından kabul görür, motive edici olabileceği gibi motive edici etki göstermeyebilir.

Motivasyon konusunda bir başka teori geliştiren yönetim uzmanı ise David C. McCleland’ dır. Bir psikolog olan Cleland, Maslow ve Herzberg’ den farklı olarak insanların farklı ihtiyaçlara yöneldikleri ve bu ihtiyaçları karşılandığı ölçüde tatmin olacakları görüşünü savunmuştur. McCleland, Maslow’dan farklı olarak üç tür insan ihtiyacı üzerinde durur: Başarı ihtiyacı, sosyal ilişkilerde bulunma ihtiyacı, güç ihtiyacı.

McCleland, Maslow gibi insanların temel fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarından söz etmemiş, daha doğrusu bu ihtiyaçların üzerinde bulunan üç tür ihtiyacı ele almıştır. Gerçekten de, insan doğası gereği sosyal ilişkilerde bulunma (arkadaşlık, dostluk, sevgi vs.) ihtiyacını hisseder. İnsan aynı zamanda güç elde etmeyi seven bir yaratıktır. Bu maddi bir güç (para) olabileceği gibi, makam, mevki, otorite şeklinde bir güç de olabilir. İnsan ayrıca yaptığı işleri başarmayı arzulayan ve bundan haz duyan bir varlıktır.

Clayon Alderfer adındaki yönetim uzmanı ise insan ihtiyaçlarını üç farklı kategoriye ayırmaktadır;

Varlık ihtiyaçları: Bunlar insanların doğuştan itibaren sahip oldukları ihtiyaçlardır. Yiyecek, içecek, barınma ihtiyaçları vs. bu konuda örnek gösterilebilir.

Sosyal ilişkiler ihtiyacı: İnsanlar, başka insanlarla bir arada olmak, duygu ve düşüncelerini onlarla paylaşmak isterler.

Gelişme ihtiyaçları. İnsanların kendilerini geliştirme ihtiyaçlarıdır. Başarı elde etme, tanınma, kabul edilme vs. bu tür ihtiyaçlara örnek gösterilebilir.

Alderfer’e göre varlık ihtiyaçları karşılandıktan sonra ikinci basamak ihtiyaçların, daha sonra da üçüncü basamak ihtiyaçların karşılanmasına çalışılır.

İknaya Direnme

İkna kavramını açıklama çabasındaki tüm kuramlar etki kavramı üzerinde de durmak zorundadır. Etki ise kendisini belirli bir tutum ve/veya davranış değişikliği şeklinde gösterir. Başarılı bir ikna sürecinin, sonucunda hedefte belirli bir davranış değişikliği yaratabilen ikna çabası olduğunu öne süren davranış değişimi kuramı, ikna sürecinin beş karakteristik özelliğe bağlı ilerlediğini varsayar :

İkna edilmek istenen kişi ya da kitle iletiye dikkat etmezse, başka bir deyişle ileti ikna olması hedeflenen kişi ya da kitlenin dikkatini çekecek şekilde verilmezse ikna zorlaşır.

İdrak: İkna edilecek kişi ya da kitle iletiyi idrak edemez ya da etmezse ikna zorlaşır.

Kabul: Eğer ikna edilecek kitle, iletinin vermek istediğine karşı gelip, kabul etmezse iknanın gerçekleşmesi imkânsızlaşır.

Alıkoyma: Çoğu zaman insanlar ikna olduktan sonra kendi davranışlarına bir takım sınırlamalar getirir. İkna edicilerin yapması gereken bu sürecin kendi istekleri doğrultusunda gerçekleşmesini  sağlamaktır.

Davranış: Dört karakterin sonucudur. Davranış ikna edenin istediği şekilde oluşmuşsa bu sürecin diğer dört basamağının istenilen şekilde yürümüş olduğuna işaret eder.

İknaya direnme” kavramı, bu özelliklerden ‘kabul’ ile ilgilidir; direnmenin olması, kabulün gerçekleşmemiş olması anlamına gelir.

İknada kaynağın güvenilirliği, saygınlığı, dolayısıyla inanılırlığı iknayı ne kadar kolaylaştıracaksa güvenilir olmayan kaynak da iknaya karşı bir direnç oluşmasına neden olabilir en azından bunu kolaylaştırabilir.

İkna sürecinin başarılı olması için iletişim kanalının uygun olması, etkin bir şekilde kullanılması şarttır. Hedefe ve amaca uygun olmayan kanal, direnç doğuracaktır. Alıcının tutumuna ne derce bağlı olduğu, onu ne kadar önemsediği, dışarıdan gelen ikna çabasına ne kadar direnç göstereceğini etkiler.

Bireyin geçmişten bugüne taşıdığı özellikler, bakış açıları bugünkü tepkilerini belirler. Alıcının tutumu ile kaynağın ileri sürdüğü tutum arasında belirgin farklılıklar varsa bu iknaya direnmeyi kolaylaştıracaktır. Alıcının ileri sürülen görüşle aynı görüşte olup olmaması, bilgi düzeyi, eğitimi, zekâ seviyesi ve kişilik özellikleri iknaya ne ölçüde direneceğini de belirler. İknaya direnmede bilişsel etkenler bulunmaktadır. Bunlar; öğrenme, alışkanlıklar, ön eğitim, dikkatin dağılması ve tepkidir. İknaya karşı direnme konusunu ele alırken iknaya direnme çağrısının da bir ikna etme çabası olduğunu unutmamak gerekir. Bireyi belli bir konuda direnç göstermesi için ikna etmek belirli bir etkiye sebep olur ki bu da dışsal bir etkidir.

İkna Edici Konuşma

Konuşmanın özel, sık karşılaşılan ve en önemli türü olan ikna edici konuşma; belli birtakım sözel tartışmalar oluşturma, oluşturulan bu sözel tartışmaları özel ve belli izleyicileri harekete geçirme, istendik değişimler ortaya çıkarmak amacıyla düzenleme sanatıdır. Bu tanımı içerdiği öğeler bağlamında ele alınırsa; İkna edici konuşma bir sanattır, ikna edici konuşma bir sözel tartışma oluşturma ile ilgilidir, ikna edici konuşma sözel tartışmaları özel izleyicilerle uyumlaştırma ile ilgilidir, ikna edici konuşma amaçlı ve istendik değişimler ortaya çıkarmaya yönelik olduğu söylenebilir.

İkna edici konuşmanın perspektifleri bulunmaktadır;

Konuşmacı Perspektifi: İkna edici konuşmada konuşmacının etkililiğinin önemli bir bölümü doğrudan konuşmacıya dayanır. Eğer izleyicilerin konuşmacıya güveni yoksa konuşmacının söyleyeceği şeyler izleyiciyi etkilemekten uzak kalacaktır. Sonuçta kaynak ne denli güvenilirse, tutum değişikliğinin ortaya çıkma olasılığı o denli çoktur. Günümüzde ise buna artık inanılırlık adı verilmektedir.

konumu ile çatışan bilginin değerinin farkına varılması, konuşmacının görüşlerine karşıt olanların kişisel ataklarına karşı direnmesi), konuşmacının çekiciliği konusundaki izleyici algısını artırma” dır.

İzleyici            Perspektifi:     Konuşmacının etkinliğinin      bir        İzleyicilerin     güdülenmesini artırma            stratejileri:

bölümünü   de   onun izleyiciye  karşı  olan  duyarlılığı       Konuşmacının güdüleme çabası         sonucunda,            dinleyicilerin oluşturur.   Etkin   konuşmacılar   izleyicilerin   doğasını

kavrar, iletilere nasıl tepki vereceğini anlar ve konuşmasını ona göre yapılandırır.

Konuşma Perspektifi: Konuşmacının etkenliğinin üçüncü boyutu bilginin konuşmada kullanılma yoluna bağlıdır. Konuşmacılar izleyicilerin tutumlarını etkilemek ve davranışlarını değiştirme yol ve yöntemleri üzerine yoğunlaşmaktadır.

İkna Edici Konuşma Planının Oluşturulması

İzleyici ilgisini artırma stratejileri: Konuşmacı tarafından en doğru zamanda gönderilen iletiyle beklenen etki yaratılabilmektedir. İkinci yol ise, olayın fiziksel anlamda yakın mekân ve zamanlılığının vurgulanmasıdır. Üçüncü yol olarak, doğrudan kişisel etki yolunun kullanılması çünkü konuşmalarda izleyiciler, kişisel olarak algıladıkları konulara daha çok ilgi gösterirler.

İzleyici bilgisini uyumlaştırma stratejileri: Konuşma öncesinde hedef kitle analizi yaparak, dinleyicilerin yapılacak tartışmayı anlayacak geçmiş bilgilerinin olup olmadığı konuşmacı tarafından belirlenmektedir. Bu noktada, konuşmacı dinleyicilerin demografik özelliklerini ortaya çıkardığı gibi, referans çerçevelerini de değerlendirme fırsatını yakalayacaktır. “Destek bilgilerin sağlanması, anlamın  kolaylaştırılması, terimlerin tanımlanması ve karşılaştırmaların kullanılması” önemli uyumlaştırma  stratejileridir.

İzleyici tutumlarını uyumlaştırma stratejileri: Konuşma öncesi yapılacak izleyici analiziyle, izleyicilerin çoğunluğunun konuşma amacının ya yanında olduğunu, ya karşısında olduğunu ya da konuyla ilgili bir fikri olmadığı ortaya çıkacaktır.

Konuşmacının inanılırlığı konusundaki izleyici algısını etkileme stratejileri: Konuşma öncesi elde edilen veriler neticesinde, izleyicilerin konuşmacıyı nasıl algıladıkları ortaya çıkmaktadır. Eğer çoğunluk konuşmacıyı, olumsuz olarak algılıyorsa, konuşmacının ikna çabalarını veya stratejilerini artırması gerekmektedir. İnanılırlık, izleyicilerin zaman içinde konuşmacı hakkında bildikleri ve öğrendikleri sonucunda oluşmaktadır. Mesela; daha önceden yaratılan yüksek inanılırlık sayesinde, konuşmacı sürece daha avantajlı başlayacaktır. Ancak konuşma sürecindeki söylenenler ve söylenme şekilleriyle bu avantaj ya azalmaktadır ya da pekişmektedir. İnanılırlık sağlayabilmek için konuşmacının, dikkat etmesi ve uygulaması gereken noktaları şu şekilde özetlemek mümkündür: “Uzmanlık gösterme, güvenilirlik oluşturma (güvenilirlik oluşturma kendi içinde 4 biçimde oluşturulur: konuşmacının hep doğruları dile getirmesi, bilgilerin uygun görüş açısında tutulması, konuşmacının

inançlarını etkilemek ya da dinleyicileri harekete geçirmek

mümkün olacaktır. İkna edici konuşma girişinin amaçları; dikkati toplama, sesin tonunu ayarlama, iyi niyet yaratma ve içeriğe yöneltmedir.

Satış Kampanyası Konuşması ve İkna Edici

İletişim

İkna edici konuşmanın bir diğer türü olan satış konuşmasında kullanılan yöntemler ve uygulanan hazırlanma süreci diğer konuşma türleriyle hemen hemen aynıdır. Günümüzde hemen her alanda, giderek artan ürün ve marka bolluğu, satış konuşma sürecinin ve konuşmacılarının önemini de artırmaktadır. Etkin bir satış elemanında bulunması gereken özellikleri şu şekilde sıralamak  mümkündür:

•          Ürün veya hizmet konusunda bilgili olmak,

•          Müşteri ihtiyaçlarına duyarlılık,

•          Ürün ve hizmet konusunda coşkulu olmak,

•          Satışın ahlaki yönlerine dikkat etmek,

•          Kolay anlaşılır bir iletişimci olmak.

Tüketiciler ihtiyaçlarını karşılamak için, satın alma kararını verirken aslında oldukça zorlanır. Bu sırada kişiler olabildiğince akılcı olmaya çalışır. Bilişsel öğeler buna yardımcı olurken, duygusal öğeler de diğer yandan ağır basarak çelişki yaratır. İknacının etkisi, ürünün akılcı taraflarını, gözle görülür, fonksiyonel ve teknik özelliklerini ikna edici iletide kullanmakta ortaya çıkar. Bunu başarılı ve etkin bir şekilde gerçekleştiren iknacı amacına ulaşmada daha avantajlı bir konuma sahip olacaktır.

Satış konuşması, satıcının sunuşunu yapması için aslında pek de ciddi biçimde kesintiye uğramayan bir zaman kesitinde gerçekleşir. Gerçi çoğunlukla potansiyel müşteriler konuşmayı soruları ile böler. Ancak bu duruma rağmen satış konuşması yöntemleri ve hazırlanma süreci diğer konuşma türleri ile hemen hemen aynıdır.

Satış kampanyaları tutundurma (promosyon) yoluyla müşterilerin bir algı basamağından diğerine taşınacağı varsayımı üzerine kurulur. Pazarlama basamakları konusunda yapılan tartışmalarda çoğunlukla

“merdiven” terimi tercih edilir. Burada bu merdivenin sadece dört basamağı olduğu kabul edilecektir. Bu basamaklar aşağıdaki biçimde sıralanabilir:

•          Ürünün farkına vardırılması,

•          Kabul ve tercih etmenin sağlanması,

•          Satın almanın kışkırtılması,

•          Satın    alma    ediminin          güçlendirilmesi           veya başarısızlığın   değerlendirilmesi.

SÖZSÜZ İLETİŞİM: ETKİLİ İLETİŞİMİN TEMELİ

Sözsüz İletişim: Etkili İletişimin Temeli

İletişim temelde, herkesin farkında olduğu ancak tam olarak tanımlayamadığı bir olgu olarak karşımıza çıkar. Aslında iletişim insan hayatının her alanıdır. Bu anlamda, iletişim de iki farklı bakış açısı söz konusudur. İlk bakış açısı ile yapılan yaklaşım, kaynak ile alıcının iletiyi nasıl kodladığı ve kod açımını nasıl yaptığı ile ilgilenir, dolayısı ile etkililik ve doğruluk bu yaklaşımda büyük önem taşır. İkinci yaklaşım iletişimi anlamların oluşturulması ve değişimi olarak görür. Bu yaklaşım iletilerin veya metinlerin anlam oluşturmak için insanlarla nasıl etkileşimde bulunduklarına bakar. İletişim canlı olma özelliğini gösteren bütün varlıkların ortak özelliklerinden birisidir. Bu yönüyle iletişim şüphesiz genel olarak bütün canlılarda ileti alışverişi boyutunda var olan bir olgudur. Fakat özellikle insan türünün içinde bulunduğu koşulların belirleyicisi olması yönünden oldukça önemli bir olgudur.

Kültür ve İletişim

Günümüz toplumlarının yapısı, toplumsal ilişkilerin gelişmesine paralel olarak, insanların karmaşık bir şekilde bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Her toplumda, maddi ihtiyaçları karşılamak üzere var olan tekniğin yanı sıra, bir ölçüde tekniğe de bağlı olan ilişkilerini düzenleyen kurallar, gelenekler, düşünceler ve kişisel düşünceler vardır. Bu durum kültür adı verilen ortak bir olguyu tanımlamaktadır. Kültür kelimesinin kökeni Latince bir deyim olan Cultura’dan (colore:ekip biçmek) gelmektedir. Toplumsal gelişmenin belli bir evresine kadar kültür ile uygarlık kavramları birbirinden tamamen farklı olgular olarak nitelendirilmiştir. Oysa bu iki kavram artık belli bir iç-içelik ve eş-anlamlılık göstermektedir. Kısacası bilimsel alanda kültür; uygarlıktır, toplumsal anlamda kültür; eğitim sürecinin ürünüdür, estetik alanda kültür; güzel sanatlardır ve maddi (teknolojik) ve bilimsel alanda ise kültür, üretme, tarım, çoğaltma ve yetiştirmedir. Toplum bilimsel açıdan kültür; Tarihsel toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler  ile  bunları yaratmada, kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü olarak tanımlanabilir. Kültür insanın ortaya koyduğu ve içinde insanın var olduğu tüm gerçeklik demektir. Bu yaklaşıma göre kültür denilince, içinde insan varlığının görüldüğü her şeyi anlamak mümkündür. Bu bakımdan antropolojik açıdan kültür, insanın bir toplum üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, hukuk ve törelerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.

Kültürü Oluşturan Öğeler

Kültür insanla vardır. İnsanların belli bir toplumsal yapı içerisinde bulunmaları bazı temel gereksinimleri doğurur. Fakat her toplumda yapılanmaya paralel olarak toplumsal gereksinimlerin karşılanma biçimi de değişik olabilir. İnsanların   gereksinimlerini   karşılamak   için   ürettiği

materyaller, insan kültürünün maddi yanını oluşturan maddi kültür öğeleridir. Maddi kültür öğelerinin yanı sıra, kişilerarası ilişkileri düzenleyen, grup ve toplumları oluşturan birtakım manevi değerler ve bağlar da söz konusudur. Bu değerler toplamı da kültürün manevi tarafını  oluşturmaktadır.

Kültür Çeşitleri

Bu bölümde Kültür çeşitleri üzerinde durulacaktır.

1.         Genel Kültür

2.         Alt  Kültür(Subculture)

3.         Karşıt(Counter   Culture-Countraculture)

1.         Genel Kültür: Kültür olgusunun tanımı en genel anlamıyla tekrarlanırsa, ‘’Toplum üyelerinin öğrendiği ve paylaştığı bütün değerler, inançlar ve davranış kalıplarıdır. Bir toplumda bildiğimiz, öğrendiğimiz ve yaptığımız her şey’ ’olduğu söylenebilir. Bu bağlamda genel kültür kavramını bir toplumun sahip olduğu bütün kültürel yapı olarak düşünmek mümkündür.

2.         Alt Kültür(Subculture) : Hiçbir toplumsal yapıda kültür, her toplumsal kesim ve grup için tek bir biçim ve yapıda da değildir. İşte bir kültür içinde, toplumsal bir takım farklılaşmalara göre belirlenen değişmeler alt-kültür kavramı ile dile getirilir. Örneğin göçmen grupları, geldikleri ülkede kendi öz değerlerini korumayı sürdürürler. Bu bağlamda alt kültür, genel kültürdeki birtakım değerlerin ve inanışların paylaşılması, fakat aynı zamanda bazı kişilerle, yine o toplum içinde başka değerlerin de paylaşılması biçiminde tanımlanabilir.

3.         Karşı Kültür(Counter Culture-Contraculture): En Basit manada karşı kültür, toplumun birtakım değerlerine ters düşen bir kültür alt grubudur biçiminde tanımlanabilir. Aslında yapısal olarak karşıt kültürlerde bir alt kültürdür. Ancak, karşıt kültürlerin toplumla farklılaşması rastlantısal değildir. Karşıt kültürlerin üyeleri farklılaşmanın ve dolayısı ile karşıtlığın farkındadır ve toplumun genel davranış kalıplarının dışında var olmak istemektedir. Bu bağlamda karşıt kültürü, toplumun bütün değerleri ile olan karşıtlıkların bileşkesi olarak ele almak mümkündür. Örneğin 1950’lerin beatnikleri. 1960’ların çiçek çocukları ve 1970’lerin ilaç kullanma tutkunları değişik tür toplum dışı gruplar bu başlık altında ele alınabilir.

Sözsüz İletişim

İletişimimizin bir yönünü sözsüz iletişim oluşturur. Başka deyişle, günlük yaşamda gerçekleştirilen ilişkilerde başvurulan simgesel kodlar içinde sözsüz olanlar, anlam yaratmada ve paylaşmada çoğu kez bilincinde olmaksızın ama kaçınılmaz olarak sürekli kullanılırlar. Yapısal olarak ya da kullanılan kodlara göre iletişim ikiye ayrılır.

1.         Sözel İletişim(Verbal Communication)

•          Konuşma-Dinleme

•          Yazma-Okuma

2.         Sözsüz  İletişim(Non-Verbal  Communication)

Sözsüz İletişim Kavram ve Tanımı

İnsan bilerek yahut bilmeyerek, çoğunlukla farkında olmaksızın günlük hayatta sözsüz iletişimi ve beden dilini son derece etkili kullanır. İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerinin değil; yüzü, eli. kolu ve bedeniyle yaptıklarının ayrımına varır. Çünkü yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedenin duruş tarzı, sesin tonu gibi sözsüz masajlar kullanarak da iletişim kurulur. O halde sözsüz iletişim söz dışındaki sesleri de içeren, sözel(verbal)olmayan göstergelerden oluşan iletişim kodlarıdır. Şekil(8,1)’de görülen İletişim matrisinde sözel ve sözsüz davranışları ayırarak tanımı daha anlaşılır hale getirmek mümkündür.

1.         Sözel İletişim Davranışları: Yüksek ve işitilebilir sözel ifadeler dillendirildiğinde oluşan durumdur. Örneğin, ‘Ben burada ne arıyorum?’’ Bu cümlenin nasıl söylendiği burada konu dışıdır.

2.         Sessiz-Sözel İletişim Davranışları: Örnek olarak, işitme engelliler için geliştirilen alfabe, ya da Amerikalı yerlilerin törensel işaret dili bu grupta yer alır.

3.         Sesli-Sözsüz    İletişim            Davranışları:   Bunlar söylenilen şeyin içeriğinden çok nasıl söylendiği ile ilgilidir. Sesin yumuşaklığı, sesin yüksekliği, rengi ve konuşma hızı gibi nitelikleri içerir.

4.         Sessiz-Sözsüz İletişim            Davranışları:   Bu davranışlar, sesi dışarıda bırakarak anlam aktarmak için kullanılan tüm davranışları içerir. Örneğin vücut biçimimiz, duruşumuz, giyimimiz, saçımız, yüz ifademiz, mekânın kullanımı gibi. Bu kategori sözsüz iletişimi en geniş biçimde kapsayan kategoridir.

Sözel ve Sözsüz İletişim Karşılaştırılması

1.         Yapılandırılmış ve Yapılandırılmamış Olmak: Sözel iletişim, sözsüz iletişime göre daha fazla yapılandırılmıştır. Sözel iletişimin yasaları ve gramer kuralları vardır. Bu her dilde (Almanca, Arapça, İngilizce) böyledir. Sözsüz iletişim durumları çoğu kez bilinçsizce başka deyişle, istendik olmadan, kasıtsız gerçekleştirilir. Dolayısıyla her zaman çok kesin kuralları olmadığı için, sözsüz iletişim kodlarını doğru kodlayabilmek için tüm değişkenlerin (bağlam, yer, zaman kaynak vb.) dikkate alınması gerekmektedir.

2.         Linguistik Olmak ya da Linguistik  Olmamak: Sözsüz iletişim için her zaman özel bir yapı veya yapılandırma söz konusu olmadığı için, sözsüz iletişim sisteminde üzerinde ortaklaşılan az sayıda belirli sembollerden bahsedilebilir. Belli bazı kültürlerde baş sallamak ‘evet’ anlamına gelirken başka bazı kültürlere ‘hayır’ anlamına gelir.

3.         Sürekli Olmak ya da Sürekli Olmamak: Sözel

İletişim bir bakıma sürekli olmayan parçalardan

oluşurken, sözsüz iletişim belli bir süreklilik gösterir. Sözsüz iletişimi ortak mekânlardan ayırmadıkça durdurmak söz konusu değildir. Diğer insanlarla birlikte olunmadığı durumlarda bile vücutlarımız, duygularımız, aklımız uyanık olduğumuz sürece sürekli olarak izlemek zorunda olduğumuz kodlar yollar. Örneğin bir tartışma sözlerde bitebilir ancak, yüz, yüzün rengi, nefes alış-veriş sıklığı, vücut hareketleri gibi sözsüz iletişim kodları ile çoğunlukla devam eder.

4.         Doğuştan Getirilen veya Öğrenilmiş Olmak: Sözel İletişimin tamamı ve sözsüz iletişimin bir bölümü toplumsallaşma ve belli bir kültüre uyumsama süreci içerisinde öğrenilir. Burada sözsüz iletişim açısından asıl vurgulanması gereken nokta, kasıtlı ve kasıtsız sözsüz iletişim kodları arasındaki farklılıktır. Kasıtlı sözsüz iletişim kodları çok büyük oranda öğrenilir, kasıtsız sözsüz iletişim kodlarının çok büyük bir çoğunluğu ise doğuştan getirilir. Örneğin belli konularda engelli olmayan her insan doğumundan itibaren ses çıkarma yeteneğine sahiptir.

5.         Beynin Sağ ya da Sol Lobunda İşlenme: Yapılan

araştırmalar uzamsal, resimsel, geştalt tasarımları gibi örnekleri içine alan sözsüz uyarımların beynin sağ lobunda işlendiğini açıklar. Bunun tersine sözel uyaranların büyük çoğunluğu başka deyişle, analitik ve mantıklı tasarımlar da beynin sol lobunda işlenir.

Sözsüz İletişimin İşlevleri

1.         Tamamlama:   Bir       iletiyi(sözel     iletiyi) tamamlamak, etkisini arttırmak işlevidir. Örneğin ses tonu, yüz ifadesi, el kol hareketleri, insanlar arası uzaklık hep sözel iletiyi tamamlar. Sınıfta öğretmen bağırır öğrenciler durmaz. Sonra, yumruğunu masaya vurarak sert bir ses tonuyla, kızgın bir yüz ifadesi ile bağırır.

2.         Çelişme\Yalanlama:    Bazı     zamanlar,        sözel iletimlerimiz ile sözsüz iletimlerimiz birbiri ile çelişir. Gülmek zorunda kaldığımız durumları düşünelim. Aslında gülmek istemiyor ama zorla gülüyor olabiliriz. İnsanlar böyle bir çelişki ile karşılaştıklarında sözsüz iletişime güvenme eğilimindedirler.

3.         Tekrarlama: Tamamlamadan farklıdır. Örneğin kahvehanede iki çay isterken kahveci sizi duysa bile sözlü olarak söylemenin yanında bir de elinizle iki işareti yaparsınız.

4.         Düzenleme: Bu işlev genellikle bir sözel diyaloğu düzenlemek için kullanılır. Örneğin yanıt verme, onaylama, kabul, ret, durdurma, devam et ve anladım gibi anlamlara gelen dokunma, baş sallama, bakış, el hareketleri ile ortak kodlar karşılıklı konuşmanın düzenlenmesine yardım eder.

5.         Yerini  Alma:  Yerini  alma    işlevi,   bazı nedenlerden ötürü, sözel iletişimin sözsüz iletişime dönüştüğü durumlarda söz konusu olur. Başka bir deyişle, sözel olan bir anlatımın sözsüz bir işaretle yer değiştirmesidir.

6.         Vurgulama: Sözlü iletilerdeki önemli bir noktayı vurgulamak için kullanılır. Örneğin iyi bir konuşmacı, konuşmasının önemli bir noktasından önce ya da sonra bir süre duraklar.

7.         Resmetme İşlevi: Sözlü kelimelerle eşlik eder ve vurgu ile ekleme yapar. Elle kaçan balığın büyüklüğünü gösterme ya da parmaklarla bir cismin küçüklüğünü, elle kitabın kalınlığını ifade etmek gibi.

Sözsüz İletişim Kodlarının Ortak Özellikleri

Yukarıda ki işlevlerine bağlı olarak sözsüz iletişimin kodlarının ortak özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür.

•          İletişim yokluğunu olanaksız kılmak.

•          Duyguları  ve  coşkuları  yetkin  biçimde  dile getirebilme.

•          İnsanlararası ilişkileri tanımlamak ve belirlemek.

•          Sözel içerik hakkında bilgi vermek.

•          Kültüre göre biçimlenmek.

Sözsüz İletişim Kodlarının Sınıflandırılması

•          Fiziksel Görünüm-Vücut Biçimi, Tipi, Büyüklüğü.

•          Giyinme, Aksesuarlar, Takılar ve Maddeler

•          Vücut Hareketleri ve Vücudun Duruşu

•          Mimikler(Yüz İfadeleri) ve Gözler.

•          Çevre, Kişisel Mekân Algısı ve Kalabalık

•          Dokunma.

•          Ses Karakteristikleri, Nitelikleri ve Susma-Ses Dili.

•          Koku ve Tat.

•          Kültür ve Zaman

•          Renk ve Renk Tercihleri

Sözsüz İletişimde Toplumsal Cinsiyet Farklılıkları

Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, insanların biyolojik cinsiyetlerinin ötesinde toplum kültürü tarafından belirlenen davranış, ilişki, yaşayış biçim ve kalıpları şeklinde tanımlanabilir. Kadın ya da erkek olmak konusunda toplumun belirlediği kurallar hayatın her alanına yansır. Bu kurallar farklı kültürlerde farklı biçimlerde ifadesini bulabilir. Kadınlar ve erkeklerin sözsüz davranış farklılıklarının açıklanmasında en yaygın düşünce Henley’in cinsiyet-statü kuramıdır. Buna göre kadın ve erkek cinsiyetleri arasındaki farklılıklar, kadınlar ve erkeklerin toplumsal hayat içerisinde sahip oldukları güç-statü farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Araştırmacılar cinsiyetler arası davranış farklarının cinsiyet özelliklerinden kaynaklandığını, toplumsal hayattaki statü farklılıkları ile bir ilgisi olmadığını ortaya koymuşlardır. Bu söylenenlere bağlı olarak, kadın erkekler sözsüz iletişimin farklı noktalarına odaklanma eğilimi göstererek farklı biçimlerde iletişim kurar. Genel olarak kadınlar sözsüz iletişimin daha yüksek

düzeylerini tercih ederler. Kadınlar genel olarak sözsüz iletişimi kişisel bağlantılar kurmakta kullanırken erkeklerin kullandığı sözsüz iletişim güç ve baskınlığın eşlik ettiği paralel davranışlar olma eğilimi gösterir. Kadın ve erkek arasındaki sözsüz iletişim farklılıkları daha çok vücut hareketleri, bakış ve göz teması, dokunma ile alan ve alan kullanımı başlıklarında yoğunlaşır.

Kadınlar ve Erkekler Arasındaki Sözsüz Davranış Farkları: Alanla ilgili genel meta- değerlendirmeler incelendiğinde kadın ve erkek cinsiyetlerinin farklılıkları şu şekilde özetlenebilir: Kadınlar erkeklerden daha fazla gülümserler; etkileşime girdiği kişiye daha fazla bakarlar; daha fazla jest yaparlar; daha fazla onaylama anlamında baş sallar ve eğilirler; başkalarına daha fazla yaklaşırlar; kendilerine daha sık dokunurlar ve yüz ifadeleri duygularını ifade etmede daha anlamlıdır. Öte taraftan erkekler daha rahatsız vücut hareketleri yaparlar; daha yüksek sesle konuşurlar; daha fazla konuşma hataları (kelime tekrarları, unutmaları, dil sürçmeleri, cümle düzeltmeleri, eksik cümleler) ve duraklama dolgusu yaparlar(eee-ııı gibi).Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde kadınların başkalarını doğrulukla değerlendirmede erkeklerden daha başarılı olduklarını söyleyebiliriz.

Daha Gelişmiş İletişim İçin Sözsüz İletişim Kullanımı İpuçları

•          Diğerlerinin yanında kendinizi rahatlatın, rahat hissetmenizi sağlayın. Fiziksel olarak çok uzak yahut çok yakın durmayın

•          Rahat, gerilimsiz ve özenli, dikkatli olun. Kabul görmek için diğerine doğru hafifçe eğilin. Dikkatsizce gevşek durmak ve oturmak ile katı, dimdik durmak ve oturmaktan kaçının.

•          Sık sık göz teması sağlayın. Gözlerinizi dikmekten, keskin ve düşmanca bakmaktan veya uzaklara bakmaktan kaçının.

•          Diğerleri konuşurken başınızı sallayarak onaylama iletisi gibi sözsüz iletiler yollamayı ihmal etmeyin.

•          Hareketlerinizin düzgün ve kesintisiz olmasını sağlayın. Onların dikkat çekmek için kelimelerinizle yarışmasına izin vermeyin. Hareketlerinizin duygusal engellemelere yol açmasından kaçının.

•          Konuşma hızınızın ortalama hızda hatta biraz düşük olmasına dikkat edin. Sabırsız ya da tereddütlü konuşmayın. Soğuk ve sert konuşmalardan uzak durun.

•          Açıkça işitilebilecek bir ses yüksekliği ayarlayın.

Sesinizin   çok    yüksek    veya    çok   yumuşak olmamasına dikkat edin.

•          Ayağınız ve bacaklarınızın engelleyici olmamasına dikkat edin. Onları bir sınır ya da engel olarak kullanmaktan özenle kaçının.

•          Uygun ve gerekli olduğunda gülümseyin. Cana yakın ve samimi görünün ve olun.

•          Uzun konuşmalar konusunda hep dikkatli olun.

Kapalı gözler veya esneme genellikle iletişimi engeller. Hatta keser.