Home » Ekonomi » Ahilik » ANADOLU’NUN TÜRK VE İSLÂM YURDU HALİNE GELİSİNDE AHÎLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ Bölüm 2

ANADOLU’NUN TÜRK VE İSLÂM YURDU HALİNE GELİSİNDE AHÎLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ Bölüm 2

2. ANADOLU’NUN TÜRKLESMESİ VE İSLÂMLASMASINDA AHİLERİN ROLÜ Bölüm 2

2. 1.Anadolu’nun Türklesmesinde Ahîlerin Egitim, Kültür ve Sosyo-Ekonomik Rolleri

Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra yüzlerini batıya dogru çevirip Anadolu’ya girmis ve burasını bir Türk yurdu haline dönüstürmüslerdi. Ancak bu süreç kısa bir zaman diliminde gerçeklesmemistir. Her ne kadar Malazgirt Zaferi sonrasında Anadolu’ya büyük Türk göçleri yasanmıs olsa da buraların tamamen Türklesmesi daha birkaç asır devam edecektir. Malazgirt’ten 1220 yılına kadar gerçeklesen göçlerin esas sebebi; Anadolu’nun elverisli iklim sartlarına, otlak, yaylak ve kıslak imkânlarına sahip olmasındandır. İlk göçlerde Türkistan’ın büyük sehirlerindeki esnaf ve sanatkârlar yerlerinde kalmıslardı. Gelenlerin pek çogu göçebe atlılardı. Anadolu’ya yapılan ikinci göç dalgası ise Mogol baskıları yüzünden olmustur. Özellikle 1218-1220 yılları arasında Buhara, Semerkand ve Taskent sehirlerini yerle bir eden Mogollar, yöre halkını kılıçtan geçirmislerdi. Türkistan’daki bu acımasız Mogol istilaları batıya yapılan göç hareketlerini hızlandırmıstır (Togan, 1940: 204; Gülerman- Tastekin, 1993: 22; Anadol, 1991: 48; Gülvahaboglu, 1991: 15). XIII ve XIV. yüzyıllarda Mogol istilâsından dolayı Türkistan ve Horasan’dan kaçan Türkler, Orta-Anadolu’dan sahillere kadar gelmislerdi. Bu göç hareketinin içerisinde göçebelerin yanı sıra çiftçi, tüccar, sanatkâr ve din adamları da bulunuyordu (Turan, 1993: 39). Ölüm korkusu yüzünden Türkistan’ın yalnız Merv sehrinden bir defada batıya göç eden Türklerin sayısı 70.000 kadardı. Çogunlugunu esnaf ve sanatkârların olusturdugu Türk toplulukları, Marko Polo’nun “Türkmeneli” olarak adlandırdıgı Anadolu Selçuklu topraklarına sıgındılar (Anadol, 1991, 48). Anadolu’yu yurt edinmek için Türkistan’ın Taskent, Belh, Merv, gibi sehirlerinden gelen esnaf ve sanatkârlar, barınma problemini hallettikten sonra yeni is yerlerini kurdular. Yerli ustalar ile rekabet edebilmek ve onların pazarından pay alabilmek için örgütlenmek zorunda olduklarının biliyorlardı (Dogru, 1991: 9- 11). Bu mecburiyet Anadolu’da Ahî teskilatının kurulmasını sagladı. Ahîler tarafından kurulan bu örgüt ihtiyaç sahiplerine yardımcı oluyordu. Yaygın bir egitim kurumu olan Ahîlikte, is basında ve is dısında olmak üzere iki sekilde egitim veriliyordu (Akyüz, 2007: 52; Gülerman-Tastekin, 1993: 62; Köksal, 2007: 150-153). Ahîler, bilimin ise dönüstürülmesini ön plâna çıkararak insanların bilimden yararlandırılması için çaba sarf etmislerdir. Teorik bilgileri gündelik hayatta kullanarak toplumsal yasamın kolaylasmasına katkı saglamıslardır. Ahî Evren, bu konuya özel bir önem verip eserlerinde ilmi, is ve sanat alanında kullanmak gerektigini ifade etmektedir (Bayram, 2005b: 260; aynı yazar, 1991: 137-139). Fütüvvet edebiyatının en eski örnegi olan Burgazî’nin Fütüvvetnamesi’nde: “Ahî bilgi sahibi olmalı bilginleri sevmeli onlara karsı küçük düsmemeli aldıgı bilgileri yerinde ve zamanında kullanmalıdır”( Cahen, 1979: 330) sözleri ilmin Ahîlikteki önemini vurgulamaktadır. Türkiye Selçukluları döneminde kurulan Ahîlik teskilatı, yaklasık bes asır Anadolu halkı üzerinde siyasî, iktisadî, askerî, ahlakî ve sosyal açılardan etkili olmustur. Ahî teskilatı, geçmiste sosyal ve ekonomik hayatı yönlendirdigi gibi günümüzdeki birçok sosyal ve iktisadi kurulusun12 olusumunda ve sekillenmesinde de büyük pay sahibidir. Osmanlı ve öncesi Anadolu halkı üzerinde etkili olan Ahîlik, faaliyet alanları itibariyle çok yönlü bir örgüttü. Kurulusundan sonra toplumun ihtiyaçlarına göre sekillenen Ahîlik, ahlak ile sanatı bir uyum içinde bünyesinde birlestirerek esnaf birlikleri haline dönüsmüstür. Amacı üretici ile tüketici arasında güvenilir, saglam bir bag olusturarak sosyal adaleti kurmaktır. Anadolu’nun köylerine kadar yayılmıs olan bu teskilat, köklü bir egitim sistemi ile amacını gerçeklestirmeye çalısmıstır. Selçuklular döneminde Anadolu’daki köy kasaba ve sehirlere yönlendirilen Türklerin, aşiret yapıları parçalanmıs ve bu yapının sagladıgı koruyucu baglar ortadan kalkmıstı. Ahî teskilatı, göçler sonucu zayıflayan boy ve asiret baglarının yerine, yerlesik hayat sartlarına uygun degerler koyarak toplumun huzurunu saglamaya çalısmıstır. Türkler, Anadolu’ya bölünmüş boylar halinde geliyorlardı. Ahîler, bunları bir potada toplayarak kaynasmalarını ve kabile esasına dayanan hayat tarzı yerine, bir bayrak altında millet suuruna sahip olmalarını saglamıstır (Güllülü,1992: 25).

Kitleler halinde Anadolu’ya göç eden Türkler, Ahîler tarafından öncelikle konuk edilmis daha sonra meslegi olanlara isyeri açılırken, olmayanlara degisik alanlarda meslek edinmeleri saglanmıstır (Çagatay, 1993: 38; Ocak, 1993: 124-126). Türkler, Anadolu’ya geldiginde el sanatları Rum ve Ermeni ustaların ellerinde idi. Anadolu cografyasında siyasi hâkimiyetin pekistirilmesi, toprakların Türklesmesi ve İslâmlasması için ekonomik faaliyetlerin Türklerin denetimi ve insiyatifi altında olması gerekmekteydi (Ekinci, 1991: 57; Poyraz, 1993:143). Bu gerçegin farkında olan Mustafa Kemal, millî mücadeleden sonra İzmir iktisat Kongresi’nin açılısında; “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle  taçlandırılmazsa elde edilen zaferler sürüp gitmez.” diyerek harplerde kazanılan siyasi hâkimiyetin ancak ekonomik zaferlerle ayakta durabilecegini belirtmistir. Ahî teskilatı sanki bu amaçlar dogrultusunda kurulmus bir örgüttü. Bu teskilata girenler basta ahlâki olmak üzere, ilmî, askerî ve degisik meslekî sahalarda çok yönlü yetistirilmekteydiler. Gençleri egiterek kaliteli mal üretimini saglayan bu örgüt, alıcı ile satıcı arasında barıs ortamını tesis ederek Anadolu’nun sosyal ve ekonomik düzenine büyük katkı saglamıstır. Anadolu’nun yerli halkına karsı Türkleri ekonomide söz sahibi yapmıstır. Bu kuruluslar, Müslüman esnaf ve sanat erbabının yerli esnafa karsı korunmasını ve rekabet gücünün artırarak Türkleri ekonomide söz sahibi yapmıştır (Sarıkaya, 2002: 157; Gülerman-Tastekin, 1993: 3, 5, 45, 47; Gündüz, 2005: 467; Vehbi, 1971: 182- 183; Çagatay, 1988: 494-496). Askeri ve siyasî otoriteler ne kadar güçlü olursa olsun yapılan fetihler dinî, içtimaî ve ilmî müesseselerle desteklenmedikçe yok olmaya mahkûmdur (Özköse, 2003: 277).

İslâmiyet’in Anadolu’da yayıldıgı yollardan birisi de ticarî faaliyetlerdi. Ticaret, açık veya kapalı pazaryerlerinde, hanlarda, sehir dısındaki pazar ve panayırlarda yapılmaktaydı. Yerli ve yabancı halk, Müslümanlarla daha çok çarsı-pazarda muhatap oluyordu. Ahîlerin meslekî ahlak ve terbiyeye dikkat etmesi Hıristiyanlar üzerinde iyi intibalar bıraktıgı için, gayrimüslim halkın İslâmiyeti seçmesinde etkili oluyordu (Kaya, 2006: 152). Ayrıca Ahîlerin ticareti gelistirerek saglamıs oldukları ekonomik huzur ve refah, Anadolu’yu güvenli bir ortama kavusturmustu. Bu güvenli durum ise Türkistan’dan Anadolu’ya yapılan Türk göçlerini artırmıstır.

 ahilik-kulturune-roman-tiyatro-film-destegi

2. 2. Anadolu’da İslâmın ve Ahlâkın Yayılısında Ahîlerin Rolleri

Ahîlerin ciddiyetle üzerinde durdugu konulardan biri ahlak konusu olmus ve ahlaka büyük önem vermislerdir. Ahîlikte ahlâkî degerler ön plana çıkarılmıstır. Onlara göre ahlakın oldugu yerde esitlik, özgürlük, sevgi, kardeslik ve adâlet gibi ulvî degerler ile dirlik-düzen vardır. Ahîligin ahlâkî alanda icra etmeye çalıstıgı temel esaslardan birisi de bir sınıfın, bir zümrenin, bir ferdin bir digeri üzerinde egemenlik kurmasına karsı çıkmak ve esitligi savunmaktı. Ahîler müntesiplerine vermeye çalıstıgı ahlâkî terbiye ile kardeslik, cömertlik, yigitlik ve yardımseverlik duygularını yayma azminde olmuslardır (Keskin-Hülagü, 2007: 230; Erdem, 2009: 97; Gülerman-Tastekin, 1993: 5, 55-59; Solak, 2009: 14). Ahî Teskilatına ait Orta Sandıklarının gelir ve giderleri incelendiginde fakir, yetim ve dullar için adeta bir sosyal sigorta gibi hizmet verdigi görülmektedir. Ülkenin hemen her yerinde böylesine güçlü bir sosyal güvenlik teskilatı olan Ahî birlikleri yerine getirdigi fonksiyonlarla Anadolu’da İslâmın yayılmasında etkili olmuslardır(Gülerman-Tastekin, 1993: 11,54; Güllülü, 1992: 126-127). Aksamları isyerleri kapatıldıktan sonra Ahî zaviyelerinde kisinin eline, beline ve diline hâkim olması, kapısını ve sofrasını açık bulundurması yönünde ahlâkî ve terbiyevî eğitimler verilirdi. Ahîler, toplum fertlerinin ahlakî degerlerinin sekillenmesinde büyük rol oynamıs ve cemiyette temiz ahlaklı ve yardımsever kisilerin sayılarının artmasına katkıda bulunmuslardır. Böylece Türk esnaf ve zanaatkârları arasında güçlü bir yardımlasma ve dayanısma meydana getirmislerdir (Çagatay, 1990: 46,96;  ww.metinhulagu.com/images/dosyalar/20120302110400 İ0.pdf ). Halil İnalcık Ahîligin ahlak anlayısı hakkında sunları söylemektedir: “Ahilik adabı yüzyıllar boyunca Anadolu Türk halkının millî karakterini belirlemistir. Bugün sosyal antropologların Türk köy ve kasabalarında sıradan Türk insanının davranısları üzerinde tespit ettikleri özellikler, olaganüstü bir konukseverlik, güç durumda olanların yardımına kosma, özveri ve dayanısma, emece denilen tarlada hep birlikte ortak çalısma, büyüge saygı, hırsızlıktan, cinsel tacizden ve baskası aleyhinde kötü söz söylemekten dikkatle kaçınma, yigitlik ve civanmertlik hepsi fütüvvetnamelerde telkin edilen ideal insan sıfatlarıdır”( İnalcık, 2009: 40).

Anadolu’nun Türklesmesi ve İslâmlasması süreci kimilerine göre Malazgirt savası ile baslatmaktadır. Bu tarihten itibaren Selçuklu orduları, kendilerine katılan Türkmenlerle birlikte Anadolu ortalarına dogru ilerlemeye baslamıslardır. Özellikle uç bölgelerde iskân eden (Ahi) dede ve babaları, Türkmenleri buralara yerlestirerek Türk nüfusunun kalabalıklaşmasını saglamıslardır. Ahîler, dini irsat ve teblig yöntemleriyle yerli halk üzerinde İslâmiyeti yayarken, diger yandan da Müslüman Türkler arasında İslâma aykırı Sâmâni geleneklerin ve bid’atların  terk edilmesi ve dine baglanmaları hususunda mücadele ediyorlardı. Anadolu’ya gelen Türkmenler, yaklasık bir asırdan beri İslâmiyeti kabul etmelerine ragmen, İslam öncesi inançlarının bir kısmını yanlarında birlikte getirmislerdi. Anadolu’nun İslâmlasmasını sağlayan bu Türkler İslâmiyeti benimseyeli, çok fazla bir zaman geçmemisti. İslâmi inanç ve hayat tarzından çok, eski göçebe Türk geleneklerine ve Samanî inançlara baglıydılar. Bunlar arasında eski Türklere ait Samanizm’in devam eden gelenekleri vardı. örnegin bir büyügün oglu ölmüs, merhumun ana ve babası gûyendelerin hazır olmalarını, cenazelerin önünde gazeller okumalarını istemislerdi. Ancak Ahî Ahmed bunu engellemis ve ‘Bu seraitte bid’attır, câiz degildir’ diyerek gûyendelerin bir sey okumalarına müsaade etmemisti. Bu Türkmenler hâlâ ölülerini ok, yay, ve diger esyaları ile birlikte gömüyor, mâtem törenleri yapıyorlardı. Selçuklu ve Osmanlıda bile bazı hânedân mensupları ile büyük devlet adamları İslâm geleneğinde mevcut olmadıgı halde, mumyalanmak suretiyle defnediliyordu (Güngör, 1996: 237-249; Yurdaydın, 1991: 147-209; Turan, 1978: 175; aynı yazar, 1993: 58; Ekinci, 1991:17; Gülerman- Tastekin, 1993: 60; Dogru, 1991: 23; Merçil, 2000: 131). Bu davranıslar eski Türk inanç, an’ane ve müesseselerinin devamlılıgını gösteren örneklerdir. Yerlesik hayat tarzına uyum sağlayamayan bazı Türk kitleleri, İslâmiyeti bir çesit Samanizm olarak benimsemislerdi. Ahî teskilatları, İslâm inancıyla Türk örf ve âdetlerini kaynastıran orijinal bir sentez olusturarak (Ekinci, 1991: 16-17.) Türk insanının saglam, millî ve dînî bünyeye kavusmasına yardımcı olmustur. XIV. Yüzyılın baslarında Gülsehrî tarafından Ahî Evren hakkında yazılan Mesnevide o tipik bir sûfi dervisi olarak tasvir edilmistir. Ahî Evren, bir halk filozofu olarak İslâmı başka dinden olanlara sunmak maksadıyla halk tipi eserler kaleme almıstır. Eserlerinde dinî ve ahlâkî ögretime dair çok genis bilgiler bulunmaktadır. “Menahic” adlı eseri, Anadolu’da ilmihalcilik adına te’lif edilen ilk yapıtlardandır ( Bayram, 1995: 41; aynı yazar, 1991: 138-139; Sahin, 1988: 530). Ahî Evren, Anadolu’da İslâmı yayma gayretinden dolayı bu ilmî eserleri kaleme almıstır. Ahîlik kurumunun dinî fonksiyonunu ortaya koyan ifadeyi en iyi Ahî’nin fetâya karsı olan görevlerinde müsahede etmekteyiz. Ahî, fetâya dinî vazifelerini yerine getirmesi için İslâmi

bilgileri ögretme durumundadır (Burgazî, 1954: 128). Her ne kadar Ahîlikte siî-batınî görüslerinde oldugu savunulsa da (Güllülü,1993: 112), Sihabü’d-din es-Sühreverdî, Ebû Cafer Muhammed el-Barzaî, Mecdü’d-din el-Bagdadî, Evhadü’d-din Hâmid el-Kirmâni gibi Ahî mesayihlerinden olan âlimler Ahîlerde sünnî bir düsünce yapısının hâkim oldugunu göstermektedir13. Evhadü’d-din-i Kirmâni basta olmak üzere onunla birlikte Anadolu’ya gelen âlimler her tarafta irsad faaliyetlerine başlayarak (Kazıcı, 1988: 540) Anadolu’da siî anlayısın yayılmasına karsı mücadele göstermislerdir. İsimlerini zikretmis oldugumuz bu âlimler, Ahî Evren’in hocaları olup ona tasavvufî su’retcilik (cemal-perestlik) anlayısını benimsetmislerdir. Ahî Evren’in “Letaif-i Gıyasiyye” adlı eserlerinde var olan tasavvufî mesrep, Türkmenlere yeni bir duyus ve düsünüs biçimini kazandırıyordu. Ahî Evren, bu yolla Türkmen halkın duygu ve düsüncesini terbiye ediyor, ahlakî anlayışlarına yön veriyordu. Türkmenler çevrelerindeki esyayı (suretleri) tasavvufî, İslâmî bir bakıs ile manalandırıyorlardı. Bu usulle kültürel degisime ugrayıp Samanî âdet ve geleneklerini terk ediyorlardı14. Hayatları tabiatla bas basa kırda bayırda geçen, göçebe ve köylü Türkmen halkın bu tasavvufî mesrebi seçmesi gayet tabii idi. Türkmenlerin yasam tarzına uygun oldugu için İslâmı bu yolla daha kolay ögreniyorlardı (Bayram, 1993: 74-75.). Dolayısıyla Ahîlik teşkilatı genel ahlâkı ve İslâm dinini temel alarak günlük hayata uyarlayıp, göçebe Türkmenlerin Anadolu’da İslâmı daha iyi ögrenmelerinde etkin bir rol oynuyordu (Orhaner, 2012: 10). Gayrimüslimlere kapalı olan Ahî Teskilatı, Müslüman meslek erbabına çeşitli ayrıcalıklar tanıdıgından dolayı onların sehir ekonomisine girmelerini kolaylastırmıstır. Aynı zamanda bu teskilat, degisik sanat ve is kollarında çalısan, fakat Ahî birlikleri dısında kaldıkları için çesitli zorluklarla karsılasan gayrimüslim unsurların gönüllü olarak İslâma girmesini saglamıstır. Anadolu’nun Türklesmesinde nasıl ki baskı, göç ettirme ve öldürme yoksa  İslâmlasmasında da siyasî ve idarî herhangi bir zor kullanma mevzu bahis olmamıştır (Kafesoglu, 1991: 360; Çalıskan-İkiz, 1993:71). Halkların uzun zaman temasları, Müslümanların devlet idaresindeki imtiyazlı mevkii, İslâm olmayanların bazı tekâliften kurtulma arzusu, özetle psikolojik ve ekonomik sebepler yerli halkın İslâmı seçmesinde etkili oluyordu. Anadolu’daki Türk hâkimiyeti esnasında hiçbir zaman cebri bir İslâmlastırma siyaseti takip edilmemiştir (Köprülü, 1994: 80-81). Bilakis Ahî Evren, “Letaif-i hikmet” adlı eserini sundugu II.İzzü’d-Din Keykavus’a “Anadolu’daki Hristiyan halka karsı iyi davranmasını ve devlet bütçesinden onları da faydalandırmasını tavsiye etmektedir”. İslâmı yaymak hususunda yapması gereken islerden biri olarak “Müellefetü’l-kulub”15 müessesini çalıstırması gerektigini savunmaktadır. Ahî Evren, eserinde “Müellefetü’l-kulup”u üç gruba ayırarak söyle demektedir: “Müellefe üç taifedir. Birincisi Müslümanlıkları zayıf olanlardır. Bunların İslâmdan çıkmalarından korkulur. Eger para bakımından bunlara birseyler verilirse İslâma gönül vermeleri saglanmıs olur. İkincisi Müslüman olmayıp İslâma ilgi duyanlardır. Bunlarda himaye edilirse İslâma girmeleri otemin edilmis olur. Üçüncüsü de Müslümanlara zarar vermeleri mümkün olanlardır. Bunlara da, birseyler verip zararları önlenmelidir.”

Bunlara para verilmesini hükümdara ısrarla önermektedir. Müellefenin ilk iki zümresinden Bogomil denilen Hristiyan (Rum) ahali kastedilmis olabilir. Çünkü Bogomiller, İslâmi anlayısa yakın bir Hristiyan taifesi olup, Anadolu’da Müslümanlarla Hristiyan halk arasındaki münasebetler sonucu ortaya çıkmıstı (Ahi Evren, 1340: 252-253; Bayram, 2003: 46; aynı yazar, 1991: 139). Ahî Evren’in eserlerinde yöneticilere ve Müslüman Türklere karsı yer alan ifadeleri onun Anadolu’da İslâmı yayma çabalarının bir göstergesidir. Ahî Evren, Anadolu halkının mutlulugu için eserlerinde devlet yöneticilerine öğütler vermistir. Örnegin I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e takdim ettigi “Letâif-i Gıyasiyye” adlı eserinin ikinci bölümünde ahlak ve siyasetten bahseder. Ahî Evren’e göre devlet yöneticisi geçmişteki Türk devletlerinde oldugu gibi ülkesindeki halkın çesitli ihtiyaçlarını karsılayacak mal ve hizmet üretimini yapmalı ve bunların adaletle dagıtımını saglamalıdır (Bayram, 1991: 148). Kısacası halkının mutlulugunu temin edip bu durumu sürekli hale getirmelidir.

 

Devam edecek …