Home » Ekonomi » Ahilik » ANADOLU’NUN TÜRK VE İSLÂM YURDU HALİNE GELİSİNDE AHÎLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ Bölüm 1

ANADOLU’NUN TÜRK VE İSLÂM YURDU HALİNE GELİSİNDE AHÎLERİN ROLÜ VE ÖNEMİ Bölüm 1

ANADOLU’NUN TÜRK VE İSLÂM YURDU HALİNE GELİSİNDE AHÎLERİN ROLÜ VE

ÖNEMİ Bölüm 1

GİRİS

Fütüvvet ve Ahiliğin menşei hakkında birbirinden farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bizde çalışmamıza metodolojik olarak öncelikle “Ahî” tabirini açıklayarak başlamak istiyoruz. “Ahî” sözcüğünün kökenine ilişkin birçok iddia ortaya atılmıştır. “Ahî” kelime olarak Arapça “erkek kardesim” anlamına gelmektedir. Bu sözcüğün Türkçe kökenli olduğunu savunanlar da vardır. Onlara göre “Ahî” kelimesi, “Divanu Lügati’t-Türk”(Kasgari, 2007: 146; Atalay,1999:90,310), “Atabetü’l-Hakayık”(Yükneki, 1951:231, 260.,227., 229., 233., 234., 237., 245. vs. beyitler) ve “Kutadgu Bilig”( Yusuf Has Hâcib, 1991) gibi eski Türkçe eserlerde “cömert, eli açık” anlamlarına gelen “akı” kelimesinden “k” harfinin yumuşayarak “h” seklini almasıyla ortaya çıkmıştır. Türkçedeki bazı sözcükler Arapça ve Farsçaya geçerken “Dakı-Dahi, Katun- Hatun, Koca-Hoca” kelimelerin de olduğu gibi değişime uğramaktadır. “Akı” sözcüğü de Arapçaya “Ahî” seklinde geçmiştir  (Gülensoy, 2005: 452; Bayram, 1991: 12). Ahîlik, dar manası ile XIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar Anadolu’daki esnaf ve sanatkâr birliklerine verilen isimdir (Çağatay, 1997:1). Istılahı manada:

Ahîlik, XIII. yüzyıl baslarında 34. Abbasî Halifesi en-Nâsır li-Dînillah’ın kurduğu Fütüvvet Teşkilatı’na baglı olarak kurulmuş, o zamanlar ki Anadolu’nun sosyal, siyasi, kültürel, sınaî ve ticarî sartları içinde ve bu Sartların tesiri ile Türklere has zevk ve selika ile İslâm Dünyası’nın hiçbir yerinde görülmeyen bir sekilde ve istikamette gelişme göstererek teşekkül etmiş bir esnaf ve sanatkârlar teşkilatıdır”( Bayram, 1991: 5).

5616-696x417

Ahîlik, Fütüvvet gibi tüm İslâm dünyasında değil, yalnız Anadolu’da ve Türk illerinde varlığını göstermiştir. Ahîlik, kökleri itibariyle her ne kadar Fütüvvet teşkilatına dayandırılsa da birçok arastırmacı1 tarafından Türklere özgü bir kurum olarak kabul edilmektedir2. Onlara göre: “Ahîlik, Küçük Asya’da kökenleri oldukça geri yüzyıllara degin ulasan, daha sonra da İslâm dininin de etki ve katkısı ile güçlenip yaygınlaşş bir evren görüsü olarak tanımlanmaktadır”( Ekinci, 1991: 68). Çok yönlü bir organizasyon olan Ahiliği daha detaylı ve etraflıca araştırmak için nasıl bir vetirede ortaya çıktığını ve doğuş ortamını iyi bilmek gerekir. Bu noktadan hareketle Fütüvvet’in tarihî gelisimi3 ve Ahîlikle olan ilişkisini kısaca ortaya koymak faydalı olacaktır. Ahîlik içerik benzerliği bakımından Fütüvvet’ten tamamen ayrı ve bağımsız düşünülmemelidir. Fütüvveti araştırıp incelemeden, Ahîligi tam olarak anlamak mümkün değildir. Ahîligin, İslâm dünyasındaki -kökü cahiliye dönemine kadar inen- Fütüvvet teşkilatından esinlenerek kurulduğu bilinmektedir (Cahen, 1986: 591-601; Bayram, 2005b: 61-74.). Ahîlik, başlangıçta her ne kadar Fütüvvet teşkilatının içinde teşekkül etmiş olsa da bilahare ayrı bir biçimde yapılanmıştır. Bu iki kurum arasında nispeten benzerlikler ve ortak noktalar bulunsa da aralarında bariz farklar da vardır (Köksal, 2007: 113-114.). Fütüvvet teşkilatı ortadan kalktıktan sonra da Ahîlik, Anadolu ve Balkanlar’da ki varlığını uzun süre devam ettirmiştir. Öncelikle Fütüvvet’in dayandığı teorik temellerden “fetâ” kavramı üzerinde duralım.

Fütüvvet” sözcüğü Arapçada “yiğit, genç, delikanlı (Ayyıldız, 1988: 120.), kerem, seha, cömert”( Pakalın, 1993: 638) anlamlarına gelen “fetâ” kelimesinden türetilmis olup “cömertlik, kahramanlık ve gençlik” manalarına gelmektedir (Uludag, 1996: 259). Bu kelimenin çogulu “fityân ve fitye” dir. Farsça “civanmert” ve çogulu olan “civanmerdân” da aynı anlama gelmektedir (Demir, 2002: 264). “Fütüvvet” sözcügüne terim olarak degisik manalar yüklenmistir; Mir Seyit Ali Bin Sihabeddin-ül Hemedâni’ye göre “sâliklerin makamlarından bir makam, fakr ü fenadan bir cüz, velâyetten bir kısımdır”; Hasan Basrî, “Allah için nefsine hasmolmandır”; Harîs-ı Muhâsibî, “herkese karsı insaf göstermek ve kimseden insaf istememektir”; Fudayl Bin Iyas, “evinde yemek yiyenlerin mü’min, yahut kâfir, dost, yahut düşman olduğunu ayırt etmemektir”; Cüneyd-i Bagdâdî, “ihsanı bezletmek ve halkı iza eylemekten el çekmektir”; Ebu Bayezid i Bestami, “senden baskalarına olan iyiliği küçük görmek, baskalarından sana gelen iyiligi ise büyük bilmektir”; Yahya Bin Meaz, “ittika ile beraber yüz güzelligi, emanetle beraber söz güzelliği vefa şartıyla kardesliktir”.( Pakalın, 1993: 638) Said Havva’nın tefsirinde ise “cömertçe vermek, baskasını rahatsız etmemek, sikâyet ve sızlanmayı terk etmek, haramlardan uzaklasmak ve ahlakî degerlere sahip olmak” (Said Havva, 1989: 318) seklinde tanımlanmıstır. Fütüvvet konusunda müstakil bir şekilde yazıldığı kabul edilen ilk eser “Tasavvufta Fütüvvet” dir. Sülemî bu eserinde Fütüvveti Allah’a ve Peygambere ve insanlara karsı bir davranıs sekli kabul ederek tarifini söyle yapıyor; “…..fütüvvet: (Allah) emirlerine uyma, güzel ibadet, her kötülügü bırakma, zahiren ve batınen gizli ve açık ahlâkın en güzeline sarılmadır” (Sülemî, 1977: 24). Bu sözcügün Arap toplumundaki anlamını tam olarak açıklıga kavuşturmak için Arap siirlerinin incelenmesi gerekir. Taeschner, Arap siiri incelendiginde “feta” kavramının istenilen anlama gelebilecegini belirtmistir (Taeschner, 1972: 141-144.). Cahen ise “Fütüvveti”, çok sayıda halkça unsurları kapsayan atılımları baslatıcı nitelikteki, arkadaslık ve ruhsal birlik duygularıyla birbirine baglı, profesyonel olmayan anonim kuruluslar olarak tanımlamaktadır (Cahen, 1979: 65). Kur’an-ı Kerim, Hadis ve Fütüvvetnâmelerde “feta” kavramı, ideal bir insan tipi ve yüceltilmis bir ferdin muhtevasını içermektedir (Torun, 1998: 3-4). Âsık Pasazâde’nin bahsetmis oldugu dört zümreden birisi olan Ahîler, yalnız Türkiye Selçukluları’nın çöktügü zaman degil, Anadolu’ya yapılan ilk fütuhat esnasında da var olan bir teskilattı. Hatta bunlara Anadolu’dan evvel Büyük Selçuklu ve Samanogulları döneminde Horasan ve Maveraünnehir cografyalarında rastlamak mümkündü (Köprülü, 1994: 84-85).

 

Bundan dolayıdır ki, bazı tarihçiler Anadolu Ahîliginin menseini Türkistan’daki Müslüman Türk devletlerine kadar götürmektedirler (Çagatay, 1993: 36). Onlara göre Büyük Selçuklu, Karahanlı ve Samanogulları’nın hâkim oldugu bölgelerde esnaf ve sanatkârlar arasında teşkilat haline gelmemis Ahîligin, inanç, âdet ve düsünce olarak varlıgı görülmektedir (Çalıskan-İkiz, 1993: 10). Anadolu Ahîliginin kurulusundan önce Azerbaycan’ın birçok sehir ve kasabalarında Türkmenler arasında kendilerine “Ahî” denilen esnaf ve sanatkâr insanlar vardı. Bunların bir örgüt hiyerarsisi içinde bulunmadıkları, münferit meslekî faaliyetleri icra edenler oldukları bilinmektedir. Özellikle Sökmenliler4 ülkesinde yaygın olan Ahîlerin Anadolu’ya ilk olarak  Azerbaycan’dan -Sökmen illerinden- gelmis kisiler oldukları görülmektedir. Ahîligin Anadolu’ya girisi Fütüvvet’ten hemen sonraya rastlamaktadır (Bayram, 2005b: 258). Cahen, Ahîlerin ilk atasının XI. yüzyılda Zencan kentinde yasamıs olan Ahî Ferec Zencanî 5 oldugunu belirtir. Hatta Ahî Türk diye bilinen baska bir atalarının varlıgından bahseder (Cahen,1979: 199). Ahî Türk ve kardesi Ahî Basara Urmiye’li dir6. Tacir Mevdûd’un ogulları Ahî Sihabeddin Çoban ve Ahî Bedreddin Yaman; Ahlatlı, Ahî Ahmet; Nahcevanlı, Ahî Yusuf ise Sürmar’lı dır. Hülasa bahsedilen dönemlerde Merendli, Tebrizli, Zencanlı, Meragalı Ahîler vardı (Bayram, 2005b:.258). Anadolu’ya gelen bu Ahîler, zamanla örgütlenerek esnaf ve sanatkârları içine alan bir kurulus haline geldiler. Anadolu Ahîlerinin lideri ve debbagların piri olan Hace Nasîrüddin Mahmud, aslen Hoy’lu olup “Ebu’l Hakayık” unvanıyla ve “Ahî Evren” adı ile ünlenmistir.

Hakkında yazılan kaynaklardan Ahî Evren’in7 Türkistan kökenli Horasan Erenlerinden olduğu anlasılmaktadır (Bayram, 2005b:. 258; Aynı yazar, 1978: 93; www. Metinhulagu. com/images/dos yalar/20120302110400İ0.pdf ). Her ne kadar bizim için aykırı bir görüste olsa Anadolu Ahîliginin Bizans menşeli oldugunu savunanlar da vardır. Sir Ramsay, Ahî birliklerinin kökenini Bizans Localarına baglayarak sunları söylemektedir: “Kökeni Bizans’tan daha eskiye dayanan bu Localar, Anadolu’da hemen her çagda faaliyet göstermislerdir. Anadolu’nun Türklesmesi ile ortaya çıkmıs olan Ahi Teskilatı da bu Locaların devamından baska bir sey degildir. Ancak Türkler Anadolu’ya gelince hazır buldukları bu Loncaları kendilerine göre degistirdikleri için Bizans’tan kalan özelliklerini yitirmislerdir”( Ramsay, 1969: 4).

Oysa müstesriklerden Claude Cahen, Bizans Anadolu’sunda Ahîlikle es anlamda bir kurulus olmadıgını belirterek bu görüse katılmadıgını su sözleriyle anlamaktadır: “Selçukluların ele geçirdigi veya oradan gelip geçmis oldugu hiçbir kent yoktur ki, zaman zaman bütün siyasetin yönetimini eline getiren bir fityandan yoksun olsun. Kentsel yasam düzenlenir düzenlenmez, üyelerini çesitli ırk ve dinlerden erkeklerin olusturdugu bir fütüvvet de o kentte kuruluveriyordu” (Cahen, 1979: 197 ). Ahîligi dogu ve batıdaki benzer kuruluslardan ayıran en büyük fark ise, din ve devlet adamlarının otoritesinin onlar üzerinde bir etkisinin olmamasıdır. Batıda bu tür kuruluşlar kralın yahut onun görevlendirdigi kisinin emri ve kontrolü altındadır (Çagatay, 1993: 35). Türklerin kurmus oldugu bu teskilatının ne Batı’dakilerle ne de Bizans’ın localarıyla bir ilgisi bulunmamaktadır.

 

1. FÜTÜVVETTEN AHİLİGE; ANADOLU AHİLİGİNİN TARİHİ SEYRİ

Fütüvvet, ilk unsurlarını göçebe asiret kültürüne sahip Arap kavminden almıstır. Ancak VIII. yy.dan itibaren İslâmi inanç ve ahlak esasları çerçevesinde transfer oldugu Acem ve Türk illerinde farklı sekillerde ortaya çıkmıstır (Sarıkaya, 2002: 49). İslâm dünyasında Fütüvvet adı ile dogan, tarih boyunca birtakım degisim ve gelisim sürecine ugrayan Ahîlik, Anadolu’da ise Türkün milli ruhundan dogmustur (Yalkın, 1993: 178; Muallim Cevdet, 2008: 38)8. Ahîlik kavramının ortaya çıkısı ve bilinçli bir sekilde kullanımı XIII. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Daha önceki kaynaklarda “Fütüvvet” adıyla geçmekte olan “Ahîlik”, XIV. yüzyılda İbn Batuta’nın seyahatnamesi basta olmak üzere birçok eserde “Ahîlik” adıyla yer almaya baslamıstır (Soykut, 1971: 66). Çogu zaman Selçuklu Sultanları’nın tesvik ve destegini gören Fütüvvet, bir süre sonra Anadolu’da Ahîlik libasını giymistir. Zamanla Fütüvvet ve Ahîlik aynı manada birbirinin yerine kullanılır hale gelmistir.

 

İslam dünyasının lideri olan Halîfe en-Nâsır li-Dînillah, Abbasilerin zayıflayan otoritesini tekrar kuvvetlendirmek için Fütüvvet birliklerinden yararlanmak maksadıyla İslâm dünyasındaki Fütüvvet hareketini yeniden ihyâ etmek istiyordu. Bu amaç dogrultusunda bütün Fütüvvet birliklerini kendi bünyesinde birlestirerek dâhil olmayanların hâkimiyetlerini meşru saymayacagını bildirmisti(Taeschner, 1955: 3-32; Kayaoglu, 1981: 221-227; Kazıcı, 1988: 540). Halifenin Anadolu’ya gönderdigi Seyh Ebu Hafs Ömer es-Sühreverdî (öl.1234) başkanlığındaki heyet, I. İzzeddin Keykavus’a Fütüvvet alâmeti olarak salvar ve kâse getirmistir. Halife tarafından yapılan Fütüvvet teklifinin kabul edilmesi, Türkiye Selçukluları için de mesruiyetlerinin tanınması anlamına geliyordu. Selçuklu sultanının bunları kabul ederek Fütüvvet teskilatına girmesi, Anadolu’da Ahîligin gelismesini, I.Alâeddin Keykubat döneminde ise hızla yayılmasını saglamıstır (Demir, 2002: 267-268). Ahî teskilâtının kurucusu olan Ahî Evren I.Alâeddin Keykubat zamanında Anadolu’ya gelen âlimlerdendi (Uyumaz,2003: 97; İnalcık, 2009: 35). Ahî Evren’in hocası Türk asıllı Seyh Evhadüddin Hamid el-Kirmanî’nin (öl.1238) ise Anadolu’daki Fütüvvet seyhlerinin lideri olarak Anadolu’ya geldiği “Menâkıpnâmesi”nden anlasılmaktadır (Bayram, 1991:27-28). Neset Çagatay, Anadolu’da Ahîligi baslatan olayın Orta ve Yakın Dogu’yu, Suriye ve Anadolu’yu alt üst eden kanlı ve acımasız Mogol saldırıları oldugunu belirtir. Ona göre Anadolu Ahîliginin kurulmasında ve gelismesinde Mogol saldırıları etken rol oynamıstır Bu katliamlardan batıya kaçan sehirli Türk esnaf ve sanatkârlar, Anadolu içlerine kadar ilerlediler. Sürekli ve kalabalık göçlerle Anadolu’ya gelen esnaf ve sanatkârlar burada birleşerek örgütleniyorlardı. Daha sonra birer konuk evi ve geceleri toplantı yerleri olan Ahî zaviyelerini kurdular. Örgütlenmelerindeki amaç kendilerinden sonra gelenlerin, zorluk çekmeden kimseye yük olmadan namerde el avuç açmadan alın teriyle yasamlarını sürdürmeleri için onların tezgâh ve aletlerini kurmaktı. Önce gelenler, sonra gelen çogu; esnaf yahut sanatkâr âlim, sair, tasavvuf ehli Alpler, gönül eri Alperenler, Horasan erenleri, kılıç eri gaziler, is eri Ahîler, agaçerleri, abdallar, bacılar gibi binlerce soydasına kucak açıp mihmandarlık yapıyorlardı. Sonra gelenlere yardımcı olan Ahîler kurdukları, “Akı örgütü” nü zamanla Anadolu, Rumeli, Balkanlar ve Kırım’a tasıyarak oralara yerlestirdiler (Cunbur, 1993: 63-68; Çagatay, 1993: 37- 38,93; Sahin, 1988: 530). Ahîler, göçebe Türk boylarının Anadolu’da yerlesik hayata geçmelerine büyük katkı saglamıslardır.

 

Araplar eski göçebe geleneklerinin bir kısmını Fütüvvet teskilatı aracılıgı ile nasıl sürdürmüslerse10, Türkler de eskiye ait bazı örf, âdet ve Saman geleneklerini Ahî birlikleri sayesinde devam ettirmenin çabası içinde olmuslardır. Türklerde göçebe asiret yapısının gereklerinden dogmus olan Samanizm, Selçuklu ve Osmanlılar döneminde yerlesik hayata geçis sürecinde Anadolu’da azda olsa devam etmistir. Ahîlik, Fütüvvet ülküsünden esinlendiği için Arap ve Fars kültürüne ait bazı gelenek ve giysiler Türk kültürüne de girmistir. Örnegin Ahi kıyafetlerinde yer alan salvar, bilindigi üzere İran toplumuna özgü bir giysidir. Yine Ahî zaviyelerindeki ziyafetler Arap asiret reisleri tarafından verilen sölenlerden farksızdı (Güllülü, 1992: 27, 58).

Ahî teskilatının inanç, adab, ilke, kural ve esaslarının yazılı oldugu kaynaklara “Fütüvvetnâme”11 adı verilir. Fütüvvetnâmeler kaynagını kur’an ve sünnetten almaktadırlar. Teskilata girenlerin öncelikle fütüvvetnâmelerde yer alan kural ve kaideleri kabul edip onlara uyması gerekiyordu. Fütüvvetnâmeler, yalnız sehir ve köylerde yasayan halka degil aynı zamanda göçebe ve yarı göçebe halka da hitap eden temel eserlerdi. Ahî nizamnamelerinde yer alan dini, ahlaki ve mesleki kurallar, Selçukludan sonra Osmanlılar aracılıgı ile Anadolu dısındaki cografyalara -Rumeli, Bosna ve hatta bütün Kırım’a kadar- yayılmıstı. Ahîlik, temelinde var olan sevgi, saygı, dogruluk ve dürüstlük gibi ilkelerle daha çok sanayi ve ticaret alanlarındaki isletmeler üzerinde etkili olmustur. Yayıldıgı yerlerde verimliligi artırarak huzurlu toplumların olusmasını saglamıstır (Soykut, 1992: 13).

Evhadü’d-din Hamid el-Kirmânî, Ahî düsüncesini söyle ifade etmektedir: “Babalarından onlara mal ve seyh kalmıstır. Onlar Salih gençler olup Ahilige ve Ahicilige, sofra dösemege gönül vermislerdir. Ev kurmus, orada yemek içmek ve barınmak için gerekli olanları temin etmislerdir. Kapıları açık gelene gidene güzel hizmetler sunmaktalar”( Bayram, 2005a: 62- 63, 159; aynı yazar, 1991: 135).

Ahîligin, Araplara ait Fütüvvet anlayısından mı yoksa tamamen Türklere has bir teskilattan mı olustugunu kesin olarak söylemek oldukça zordur. Çünkü iki görüsünde haklı oldugunu gösteren birçok noktalar vardır. Konu hakkında F.Köprülü’nün tespitleri oldukça manidardır:

Büyük bir ihtimalle, I. İzzeddin Keykavus’un Fütüvvet Teskilatı’na girmesinden sonra, bu teskilat Anadolu merkezlerinde daha kuvvetlenmis, devrin umumi temayülüne ve Anadolu’nun manevi muhitindeki fikri cereyanlara uyarak biraz tasavvufi bir renk de almıs, bir taraftan korporasyonlara hulûl ederek onlardan kuvvet aldıgı gibi, kendisi de onları canlandırmıs, diger taraftan da köylere kadar yayılarak  Alplar teskilatı ile de, yani toprak sahibi sipahilerle de münasebet peyda etmistir. XIII. asrın ikinci nısfından XIV. asra kadar Anadolu’da birtakım büyük devlet ricalinin, kadıların, müderrislerin, muhtelif tarikatlara mensup seyhlerin, büyük tacirlerin Fütüvvet Teskilatı’na dâhil olduklarını görüyoruz ki, bu, teskilatın içtimâî kıymetinin yükseldigine alamettir. Fütüvvet prensiplerinin bu suretle kuvvetlenerek esnaf korporasyonlarına girmesi, yani bu teskilatın Fütüvvet kadrosu içinde yeniden tanzimi, Anadolu’da XIII. asrın ilk yirmi bes yılından sonra vukua gelmis olmalıdır”( Köprülü,1994: 91).

Fütüvvetin, Anadolu’da Ahîlige dönüsümünü Köprülü’den esinlenerek yorumlayanlardan biriside Ünver Günay olmustur. Ona göre: “Anadolu’da Ahîligin olusumunda, İslâm dünyasında görülen fütüvvetin yanı sıra, İslâm Tasavvufunun, Bâtıniligin, Melâmîligin, İslâm’dan önceki eski Türk inançları, kültürü ve ahlâkının, Anadolu’nun o dönemdeki siyasî, tarihî, ekonomik, kültürel, sosyal ve dinî sartlarının etkileri olmustur. Bu bakımdan da, Anadolu’daki Ahîligi, bütün bu etkilesimlerin ve bunların sonucunda Anadolu’ya göç etmis bulunan Müslüman Türklerin Anadolu’da ugradıgı dini, sosyal, siyasî, kültürel vb. degisim ve dönüsümlerin birlesimlerinin bir sonucu olarak görmek gerekecektir ”(Günay, 1998: 70).

Fütüvvet, Anadolu’da kendine has isim ve özelliklerle yayılmıstır. Bunun temel sebebi Horasan bölgesinden Bagdat yolu ile Anadolu’ya gelen ve halifenin elçiligini yapan Evhad’ud- Din Kirmânî ile damadı Ahî Evren’dir. Bu âlimler sayesinde Anadolu’ya giren Fütüvvet, burada “Ahîlik” adıyla sufî bir karakter kazanarak yayılmıstır (Taeschner, 1972: 229-230). Yukarıdaki açıklamalar Fütüvvetin Anadolu’ya girdikten sonraki degisimini bizlere gösterse de Anadolu’ya geldigi andan itibaren hangi evrelerden geçerek degisiklige ugradıgı ve bunun sebepleri üzerinde çok detaylı arastırmalar yapılmıs degildir. Aslında Fütüvvet teskilatı; câhiliye dönemi, İslâmın zuhûrundan sonra yayılıp Türk ve Fars kültürleriyle karsılastıgı dönem, Abbasilerden halîfe en-Nâsır li-Dinillah dönemi, Anadolu’ya girdigi Ahî Evren dönemi ve Osmanlıdaki Lonca dönemleri olarak safha safha incelenmelidir.

Devam edecek …