Home » Ekonomi » Yöneticilik Dersleri : Muzaffer Halim niçin iflas etti? – Mustafa Özel

Yöneticilik Dersleri : Muzaffer Halim niçin iflas etti? – Mustafa Özel

Çift-yönlü muhasebe, mekanistik düşünce temeli üzerinde inşâ edilen ilk kozmostur.Herkes kendi selahiyeti dairesindeki işlerle iştigal ederse asıl terakki dahi o zaman hâsıl olur.

Girişken ve bilgili Muzaffer Halim Bey, Smith yahut Goethe”yi okumamış olabilirdi; ama Ahmed Midhat veya Halit Ziya”yı okumamış olması affedilmez bir günahtı. Hiç değilse Felatun Bey ile Râkım Efendi veya Ferdi ve Şürekası”nı okumuş olsaydı, hem iflas etmez ve Nezihe Hanım”ı üç oğlu ile birlikte tekrar annesinin Kızıltoprak”taki köşküne dönmek zorunda bırakmaz; hem de velinimeti Gazi Hazretlerinin “Her köşede bir milyoner yaratmalıyız” sözünü kendi payına boşa çıkarmış olmazdı. Heyhat! Muhasebe şuuruna sahip olmaması memleketi büyük bir müteşebbisten, aile efradını da belki asırlara kök salacak büyük bir servetten mahrum etti. Önce sevgili oğlu Ali”den hikâyesinin bir kısmını dinleyelim:

“Ordu müteahhitliğinden elde ettiği gelirler sayesinde durumunu düzelten Muzaffer Halim, çok girişken ve yaptığı atılımlardan sonuç almasını beceren bir satıcıydı. Buna karşın insanlara çabuk inanışı, tanıştığı her insanı öncelikle iyi insan olarak kabul etme eğilimi ve kazandığı para sanki cebine batarmış gibi har vurup harman savurmaya olan düşkünlüğü yüzünden kısa sürede tekrar başını derde sokmayı becermiş. Cebine giren biraz para ile babam bu sefer de fabrikatörlüğe heves etmiş. Güvenilmesi doğru olmayan birkaç ortakla fabrika kurmaya kalkışmış. Tekrar iflas etmiş. Nezihe Hanım bu kez üç oğlu ile birlikte annesinin Kızıltoprak”taki köşküne dönmüş… Babam hiç hesabını bilmezdi. Kartoteks ve benzeri şeyleri hoşuna gittikçe satın alır ama gerektiği şekilde kullanmazdı. Yazıhanesinin kayıt sistemi her zaman Allahlıktı. Üzeri her zaman karman çorman olan masasında nelerin bulunduğunu bildiğini sanır ve hatırlama gücüne çok güvenirdi.”*

Modern işletmelerin temel direği olan çift-yönlü muhasebe, Werner Sombart”a göre “mekanistik düşünce temeli üzerinde inşâ edilen ilk kozmos”tur: Galile ve Newton sistemleriyle aynı ruhtan doğmuştur. Bu sistemlerle aynı araçları kullanan çift-yönlü muhasebe, olguları muhteşem bir biçimde düzene sokar. Çift-yönlü muhasebede yerçekimi kuvveti, kan dolaşımı ve enerjinin sakınımı fikirlerinin tohumlarını görebiliriz!..

WİLHELM MEİSTER”İN ÇIRAKLIĞI

Muhasebe ve ihtisas. İşte modern kapitalizmin iki anahtar kelimesi. Goethe”nin Wilhelm Meister”in Çıraklık Yılları”nı ilk okuduğumda, hemen Adam Smith”in Ulusların Zenginliği ile karşılaştırmalı bir tahlilini yapmak istemiş, fakat buna vakit ayıramamıştım. Birincisi millî bir tiyatro kurmanın hikâyesiydi, ikincisi millî bir pazarın. Aralarında ne münasebet mi var? Birincisi ikincisini anlatacaktı, bütün kıvrımları, erdemleri ve gariplikleriyle. Millî bir pazarın da, millî bir tiyatronun da özü ihtisas idi. İlk seyrettiği temsilde “taaccüp ve hayretin zevkine varan” Wilhelm, ikincisinde “dikkat ve tetkikin verdiği haz” ile kendinden geçmiş, piyesin gerçekleştirilme tarzını kavramıştı. “Bu keşfimden sonra bir bakıma eskisinden daha sakin, bir bakıma daha huzursuzdum. Bir parça bir şeyler öğrenmek bana hiçbir şey bilmediğim kanaatini verdi. Bunda da haklı idim: zira bütün bu şeyleri birbirine bağlayamıyordum. Halbuki her şey de bu bağlamaya dayanır.”

Çocuk Wilhelm”in ilk yazdığı ilk manzumelerden biri trajedi ve ticarete dairdir. Piyesini gösterdiği girişimci arkadaşı Werner, zamanın ruhunu yanlış idrâk ettiğini hatırlatarak ona şu açıklamayı yapar: “Bunlar güzel mısralar olabilir. Fakat hata meselenin aslında. Ticareti temsil ettirdiğin cadaloz biçaresini hâlâ hatırlarım. Bu tasviri kötü bir dükkânda görmüş olmalısın. Senin o zamanlar ticaret hakkında bir fikrin yoktu. Hiç kimsenin asıl ticaret adamının zihni kadar açık zihinli olduğuna veya olabileceğine inanamam. İşlerimizi kovalamada gösterdiğimiz intizam bize az mı anlayış kabiliyeti verir? Ticaret, teferruata boğulmak ihtiyacını duymadan her zaman bütünü kavramayı mümkün kılar. Çifte defter usulü tacirin ne çok işine yarar. Bu icat, şüphesiz, insan kafasının en güzel buluşlarından biridir.”

Tahmin edebileceğiniz üzere, şair-tiyatrocu kahramanımız, hemen arkadaşının biçim ile özü karıştırdığını öne sürecektir: “Şekli esas yerine alıyorsun; umumiyetle sizler bu toplama ve bilanço usullerinizle uğraşırken asıl hayatın yekûnunu unutuveriyorsunuz.” Werner”in cevabı, Faust yazarının zamanın ruhuna vukufiyetini gözler önüne sermektedir: “Dostum, burada şekille esasın bir olduğunu, biri olmayınca ötekinin de olamayacağını, ne yazık ki anlamıyorsun. İntizam ve vuzuh tasarruf ve kâr hevesini artırır. Hesabını kötü tutan kimse, vuzuhsuzluktan daha çok hoşlanır; borç hanesini toplamayı ise hiç istemez. Halbuki iyi bir işadamı için her gün artan muvaffakiyetlerinin yekûnunu toplamaktan iyi hiçbir şey yoktur. Hatta ansızın hoş kaçmayan bir ziyana uğrasa bile gözü yılmaz. Zira terazinin kazanç kefesine koyacağı kârların miktarını bilir. Aziz dostum, ben şuna inanıyorum; bir kere bizim işlerimizin zevkine varacak olursan birçok fikir faaliyetinin burada da serbest gelişme imkânları bulabileceğine kanaat getireceksin… Büyük alım satım işlerinden her dakika kâr çıkarmak ne tatlı bir beyin meşgalesidir. Bence akıl ve fikir sahipleri için bundan daha büyük bir haz olamaz.” Wilhelm ruhu temsil ediyordu, Werner aklı. İkisi önce birbirlerinden uzak dursalar da sonra yaklaşma ihtiyacını duyuyor ve birbirlerinden besleniyorlardı.

Adam Smith”in eserinin anahtar kavramı ihtisaslaşma idi. İnsanlar uzmanlaştıkça emeğin üretkenliği artardı; toplumsal servet de üretken emeğin fonksiyonuydu. Üretken emek, ne kadar geniş bir ulusal pazarda örgütlenebilirse, ülke o kadar müreffeh olurdu. Goethe de ulusal birlik peşindedir; tiyatro bu maksada hizmet edecektir. Mükemmel bir tiyatro kurulabilmesi için uzmanlaşma şarttır. “Artık ihtisas zamanı gelmiştir. Bunu anlayıp da gerek kendine, gerek başkasına telkin edene ne mutlu. Her şeyde basitten mürekkebe doğru bir çalışmanın lüzumunu kailim. Mesela bir sanata nefsini hasretmek mükemmel bir iştir. Fakat kabiliyetsiz bir kafa bunu bir zanaat olmaktan ileriye götüremez. Daha iktidarlı olan bir kimse ise aynı şeyi sanat mertebesine çıkarır.”

MİDHAT EFENDİ”DE HESAP VE İHTİSAS

iş hayatının hesap kitaba dayanması gerektiğini kavramak hususunda, bizim dünyamızın öncü mütefekkiri olarak Ahmed Midhat Efendi”yi gösterebiliriz. Resmettiği bir çok tip arasında, özellikle Râkım Efendi”yi örnek alabiliriz. (Râkım ismi bile rakamla, terakümle bağlantılıdır!) “Râkım fakr içinde tok gözlü olduğu halde büyümüş olduğundan eline para geçtiği zaman onu ketm etmeği mümkün değil tecviz etmeyerek akçeyi saadet medarı bilir ve binaenaleyh husûl-i saadet yolunda sarf etmek için para kazanmağı severdi.”

Husûl-i saadet yolunda para kazanmanın yolunun uzmanlaşmaktan geçtiğini de çok iyi kavrayan üstad, Avrupa”da Adab-ı Muaşeret başlıklı eserinde şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Kompetans yani selahiyet öyle nâzik bir şeydir ki onun haricine çıkanlar her yerde düçar-ı istigrab olurlarsa da bilhassa Avrupa”da adeta istihkâra bile düçar olurlar. Mesela bizim buralarda askerliğe dair bir söz açılsa hepimiz asker kesiliriz. Tababete, her neye dair bir bahis açılsa hepimiz o bahsin ehli imişiz gibi söze girişiriz. … Herkesin her şeyi bilmesi kabil midir? Herkes kendi selahiyeti dairesindeki işlerle iştigal ederse asıl terakki dahi o zaman hâsıl olur.”

FERDİ VE ŞÜREKASI

Ondokuzuncu yüzyıl sonlarının “muhasebe şuuruna ermiş” edîblerinden biri de Halid Ziya”dır. Ünlü eseri Ferdi ve Şürekası şu sahneyle başlamaktadır: “Elindeki kurşun kalemin ucunu dişlerinin arasına sıkıştırmış; gözü, önündeki yazı masasını örten baştan başa rakam dizileriyle dolu büyük çizgili kâğıda dikilmiş, sol eli, hafif bir eğilişle omuzuna düşen başının uzun kumral saçları içinde kaybolmuştu. Başının üzerinden donuk bir ışık saçan parıltının yansıyan titremesi içinde gözünün önünden bir sürü acayip gölgeler gibi ara sıra şişerek, ara sıra küçülerek, ara sıra titreyerek akıp giden rakam zincirine bütün varlığı ve düşüncesiyle kendini vermiş olan İsmail Tayfur, dişlerinin arasından ıslık çalar gibi bir sesle sayıyordu: 1224, 3477, 20305, 683, 13560… İsmail Tayfur orada, gözünün önünde takım takım uçan rakam yığınları karşısında donmuş bir put, canlanmış bir sabır gibi; sekiz sütunlu, altı yapraklı bu aylık mizan müsveddesinde; hep önünden kaçan, bu rakam karışıklığı içinde kırılmaz bir inatla gizlenen otuz altı kuruşluk bir farkı bulmak için işte iki saatten beri ciğerlerini parçalıyor; sabahın dokuzundan beri kafasını ağrıtan, beynini şişiren, gözlerini bulandıran aralıksız bir uğraşmadan sonra 36 kuruşluk aşağılık bir farkın arkasından koşuyordu.”

İşte bu akla ziyan koşu, İsmail Tayfur”u insanlıktan çıkarırken, Ferdi ve Şürekası Ticarethanesi”nin zamanın derinliklerine kök salmasını, eski devirlerde olduğu gibi kurucularının ömrüyle sınırlı kalmamasını mümkün kılıyordu. Ne büyük mazhariyet! İsmail Tayfur, 36 kuruşluk aşağılık farkın peşinden koştururken, emektar Hasan Tahsin Efendi yüksek sesle ”felsefe yapmakta”dır: “Sayı işi! Pis iş! Bilmem, düşünceyi bunun kadar yüksek derecesinden düşürecek; kişinin bütün duygularını çürüterek zihni anlamsız, ruhsuz bir takım şekiller içinde boğacak başka bir meslek var mıdır? Bu uğraşın içinde fikre eğlence olacak, kalbe tat verecek, kişiye insanlığını düşündürecek, elinizde bağıran kalemi hazla titretecek birşey yok; yalnız sayı… O çizgilerden, yuvarlaklardan meydana gelmiş garip, acayip resimler!… Ah!… Bir muhasebecinin hayatında sayı ne demek bir bilinse! O hayat, artık bir hayat; o kişi de artık bir kişi değildir, inanır mısınız?”

Girişte, Muzaffer Halim Bey”in Ferdi ve Şürekası nı okumamış olmasına hayıflanır gibi olmuştum. Öyle görünüyor ki, Halid Ziya”yı okumuş olsa bile, durum değişmeyecekti. Osmanlının zevk-i selîmi muhasebenin, Goethe”nin yaptığı tarzda yüceltilmesine müsait gözükmemekte, Midhat Efendi, birçok hususta olduğu gibi, yine bir istisna teşkil etmektedir.

(*) Ali H. Neyzi: Meyzi ile Neyzi , İstanbul: Karacan, 1983, s. 165-6