Home » Yazarlar » Danyal Peker » TÜKETİM TAPINAĞINDA ÜRETMEKTİR ERDEM

TÜKETİM TAPINAĞINDA ÜRETMEKTİR ERDEM

Tüketimin toplumsal bir histeri halini aldığı, insanların tüketici kimliğiyle tanımlandığı ve tüketim alışkanlıklarına göre kategorize edildiği modern dünyada, tüketilen tek şey yiyecekler, giyecekler, eşyalar olsa bu kadar vahim olmazdı durum. Tüketilen somut eşyalarla başlayan bu histeri hali en sonunda soyut olana maneviyata yani insanı insan yapan değerlerin, insanın/insanlığın tüketimine kadar ulaşmış durumda.

14 - 1 (5)

Üretmek ve biriktirmek amacıyla yola çıkan modernizm, üretmekle elde ettiği birikimin cazibesiyle daha da çok üretmesi gerektiğini karar vermiştir. Ancak üretmenin, tüketim karşılığı olmadan bir anlam ifade etmediği, üretim sınırının toplumun tüketim kapasitesi olduğu ve yapılması gerekenin tüketmeye sebep teşkil eden ihtiyaç algısının değiştirilmesi olduğu sonucuna da çok kısa sürede varılmıştır. Bu tespitten sonra artık hedef, yeni ihtiyaçlar üretip ihtiyacın sınırlarını zorlamaktır. Satılmak istenilen eşya önce ihtiyaç olarak algılatılmalıdır, böylece onun ihtiyaç olduğuna inanan tüketicinin satın almasının önünde engel kalmayacaktır. Onun için yeni eşyalardan önce “yeni ihtiyaçlar” üretildi algı dünyasında. Önceleri sadece ayakkabı vardı, eskidi mi köşkerlerde tamir edilir, yeni gibi olurdu. Sonra türlü türlü ayakkabı -spor, günlük, yürüyüş, sandalet, topuklu, bağcıklı, tokalı, ucu açık, parmak arası, babet vb.- çeşidi üretildi. Hepsinin bir ihtiyaç olduğu algısı dayatıldı ve tamir out oldu köşker ise kaybolmaya yüz tutan meslek. Her eşyanın envai çeşidi çıkarıldı ve hepsi tüketimin hizmetine sunuldu.

 

Tüketim Tapınakları

Her medeniyetinin mimarisinde, toplumun kutsalı, güç merkezi şehrin odağına alınmış ve şehir onun etrafında gelişmiştir. Örneğin İslam medeniyetinde camiler şehrin en merkezi yerinde, bütün yolların birleşim noktasında, şehrin ana meydanında veya en görülebilir yerinde yapılmıştır. Aynı durum diğer medeniyetler içinde geçerlidir; ibadethaneler, tapınaklar, puthaneler ve iktidarın sembolü saraylar hep şehirlerin odak noktasındadır. Modern dünyada ise alışveriş merkezleri, mağazalar, ticarethaneler şehrin çekim merkezindedir ve bunların etrafındaki yerleşim birimleri buraya olan yakınlıkları oranında hem cazip hem de değerli kabul edilmektedirler. Modern dünyanın tapınakları tüketim yerleri ve finans merkezleridir, ibadeti ise alışveriştir. Tükettiğin kadar, tükettiğin değeri -markası- kadar değerlisindir bu dünyada.

Tüketime güdülenen insanın ihtiyacı hiç bitmemektedir modern zamanda, tüketmek için tüm gücüyle ve sürekli çalışması gerekmektedir. Tam bir ihtiyacını karşılamışken yenisi çıkmaktadır karşısına. Çölde görülen vaha serabı gibidir bu ihtiyaç algısı, tam yaklaşmışken, bir el atımı mesafe kalmışken tekrar uzaklaşmaktadır. Hiç bitmeyen bu çaba, insanı insandan, çevresinden, toplumdan ayırmakta ve insanı insanının kurdu yapmaktadır. En nihayetinde duygusuz, düşüncesiz ve tek hedefi kazanmak-tüketmek döngüsü olan bir android ortaya çıkmıştır. Bir şeylere sahip olmak, bir yerlere gelebilmek için bütün zamanı ve enerjisini harcayan bu çabaya karşın çevresine, toplumuna ve en vahimi ailesine uzaklaşan –zaman ayırmayan- bireyler doludur şu an dünya. Daha çok lükse sahip olmak –konformizm- ve bunun için daha iyi yere gelmektir –kariyerizm- insanın artık tek hedefi. Bu ben merkezli yaşam anlayışı, diğer insanların hayatından bigâne olmayı hatta daha kötüsü onların üstüne basıp geçmeyi olağan/mübah görmektedir.

Bu durum, bir bütün olarak modernizm/kapitalizm (kapitalizmi anlamak için modernizmi; modernizmi anlamak için de kapitalizmi beraber ele almak gerekir) sorunu ve doğal sonucudur. Maddeci anlayışı benimseyen ve manevi her şeyi reddeden, Allah’a rağmen tasarlanan bir evrende, işler iyice içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Bu anlayışının ortaya çıkardığı insan mutsuzluk ve huzursuzluğa mahkûmdur. Ahlaki değerlerin tedavülde olmadığı bu dünyada yalan, hırs, tamah, haset, hile, dalavere, kibir, dalkavukluk, gösteriş rağbet edilen ilkeler haline gelmiştir.

56c7a452-d120-11e3-a813-123139077642-originalKüreselleşen dünyada gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluk ve yoksunluk, bölgesel çatışmalar, zulüm, gözyaşı, kan ve şiddet bitmemektedir. Yapılan araştırmalar gelir dağılımındaki uçurumun büyüdüğünü,  en zengin yüzde 1’lik dilime girenlerin 2016’da küresel servetin yarısından fazlasına sahip olacağını söylemektedir. Gelişmiş ekonomilerin bir tarafında ultra lüks hayat yaşayan çok küçük zümrelerin hemen yanı başında günlük “İnsani” ihtiyaçlarını karşılayamayan milyonlardan söz edilmektedir. Dünya genelindeki yoksul insanların yarısı, dünyanın en büyük 20 ekonomisine sahip G20 ülkelerinde yaşamaktadır. Dünyada, çaresiz binlerce kişi bir lokma ekmek peşinde koşarken, üretilen gıdaların üçte birinin israf edilerek çöpe gittiği, Hindistan, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de her yıl çöpe atılan yiyecekler, bir milyardan fazla insanın, yani halen dünyada yetersiz beslenen nüfusun tümünü doyurulabilecek miktarda olduğu belirtilmektedir. Tüketim merakı yüzünden her yıl 220 milyon tondan fazla gıda, paketi bile açılmadan çöpe atılmaktadır.

 

Eşyanın/Kavramın Fıtratını Bozmak: Zulüm ve Adalet

Eşyanın yani “somutun” üretiminden, ihtiyacın “soyutun” üretilmesine geçilmesiyle, üretmek fiilinin de doğası/fıtratı bozulmuş oldu. Bu bozulma burada kalmadı ve bir habis ur gibi her yere sirayet etti. Fiiliyatta başlayan bu bozulma, anlam dünyasına oradan da ahlaki alana bulaştı. Zaten bir kavramın/değerin fıtratının bir defa bozulması, artık durdurulamaz bir fesat sürecinin başlangıcıydı.

Yatağından taşan selin hangi evi yutacağı, kimin anaforunda kaybolacağı önceden kestirilemez. Yamaçta duran kaya, bir kere yerinden oynatıldı mı her an artan hızıyla nereyi yıkacağı, neyi altın alıp ezeceği bilinmez. Eşyanın tabiatı da bozulunca aynı yasa geçerlidir: Neleri bozacağı, bu bozulmanın hangi yozlaşmalara neden olacağı önceden tahmin edilemez.

Bu nedenledir ki, Kur’an-ı Kerim “yaratılış amacından çıkarmak, mecrasını değiştirmek, bir şeyi kendisine ait olan yerin dışına koymak, eksiltmek, çoğaltmak ve mahiyetini değiştirmek” anlamına gelen zulümden çok sıklıkla bahsetmiş ve insanı sürekli sakındırmıştır zulümden. Kur’an-ı Kerim en büyük zulmün şirk (Lokman:13) yani “Allah’ı” hakkıyla tanımayıp yanına başka ilahlar eklemek olduğunu söylemektedir. İnsanının insana yaptığı zulüm olarak haksızlık, azgınlık, her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık yasaklanmış ve lanetlenmiştir İslam’da.  Ayrıca, Kur’an-ı Kerim zulüm türü olarak insanın kendi kendine zulmünden de (Nahl:33) bahsetmektir. Dünyada yaratılış amacı ve işlevi belli olan eşyanın, kavramın ve değerlerin fıtratının bozulması (anlam dünyasının değiştirilmesi) içinde aynı yasa geçerlidir.

Zulmün karşıtı ise adalettir. Allah adaletle hükmedeni sevdiğini (Maide Suresi:42) adaletli olmanın takvadan olduğunu (Maide Suresi:8) beyan etmektedir. İslam adalet anlayışı bir aşama daha yukarı taşıyıp; insanın kendisi, anne-babası ve yakınları aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutmasını (Nisa:135), zengin fakir ayrımı yapmamasını, bir topluluğa olan kinin inananı adaletten alıkoymaması (Maide Suresi, 8) emretmektedir.

 

Erdemli Üretimin Fıkhı

Dünya iyilere hasrettir epeydir zaman. En insani davranışlarda bulunan kişilerin “böyle insanlarda kaldı mı dünyada?” sorusu eşliğinde şaşkınlıkla karşılanması en büyük delilidir bu durumun. Yardımını reklam için yapanların (ki İslam gösteriş için yardım yapmayı ve yardımı başa kalkmayı kötülemiştir –Bakara:264 ) alkışlandığı ve takdir edildiği bir zamandayız. Adaletin esamesi bile okunmamaktadır modern zamanda; güçlü olan zayıfı ezmekte, büyük balık küçük balığı yutmaktadır. Zaten maddeci, somut olarak gören ve algılayanların dünyasında, soyut (manevi) şeylerin bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Ya da daha doğru söylemeyle düşüncenin, inancın eşyanın/maddenin tüketimine doğrudan veya dolaylı katkısı olmadıkça kıymeti yoktur.

Hayata dair her eşya, kavram ve değer kendi fıtratına uygun şekilde yerleştirilmelidir bilinç dünyamızda yoksa bu sapmanın/bozulmanın sonuçlarının ne olacağı önceden bilinemez. Üretmenin/tüketmenin bozulan doğası sadece eşyayı değil insanı da fesat etmiştir en nihayetinde. Üretmenin yeniden tanımının yapılması gerekmektedir ilk elden. Yaratanın yaratma amacına uygun olarak yeniden üretilmelidir (ihya edilmelidir) üretim kavramı.

Modern dünyada üretmek, tüketmek ve biriktirmek fiiline matuftur. Ancak İlahi öğreti “üretmenin” ardılını “paylaşmak” olarak tanımlamaktadır. Üreten ne üretirse onu paylaşmak/dağıtmak için üretmelidir. Ancak, üretmenin/kazanmanın bir ön şartı konulmuştur değer dünyamızda: helal olanı helal yoldan edinmek, haksızlık etmeden karşılıklı rıza ile ticaret yapmak (Nisa:29), darda olanın durumundan faydalanmamak, istismar etmemek, aldatmamak, hile yapmamak, eksik ölçüp tartmamak (Mutaffifin:1-3, Araf:85). Paylaşmak için üretmek, dağıtmak için kazanmak ilkesi benimsenmiştir İslam’da. Tam da bu noktada sadaka, zekat, infak ve isar kavramları çıkmaktadır karşımıza. “Bir kimsenin kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi başka bir muhtaca vermesi, onu kendine tercih etmesi, başkasını kendinden daha çok düşünmesi” anlamına gelen (Haşr:9) “İsar”, paylaşmanın zirvesidir.

Dünya yaşamı bir imtihandır (İnsan:2, Enbiya:35) ve insan hangisinin hayırlı işler yapacağını görmek için yaratılmıştır (Mülk:2). Yerin ve arzın mülkü Allah’a aittir (Nur:42), insan bu mülkün emanetçisi ve bu mülk onun imtihanıdır.

Erdemli üretim; emanetçisi olduğumuz mülkün imtihan vesile olduğunu bilerek, bu geçici durakta ihtiyacımızın ne olduğunu tanımlayıp, ihtiyaç fazlasını (Bakara:219) paylaşmaktır. Sahip olduğumuz malda –mala sevgimize rağmen- ihtiyaç sahiplerinin, yetimin, yoksulun, fakirin, yolda kalmışın,  komşunun hakkı olduğunu (Bakara: 177, 215, Tevbe:60, İsra:26, Rum:38); paylaşmanın onlara değil bizlere ahiret âleminde yarar sağladığını bilerek dağıtmayı amaçlamaktır erdemli üretim.

Erdemli üretim; sabah siftahını yapan müşteriye “komşum siftah yapmadı, diğerini de ondan al” diyebilmektir, komşusu aç iken tok yatmamaktır, çalışana “teri kurumadan” hakkını vermektir.

Modern dünya üretirken; değer, ahlak, insan veya iyiye dair her şeyi tüketip bitirmektedir. Erdemli üretim ise paylaşarak inşa etmektir, insan gönlü kazanmak, iyiliğe ve güzele dair her şeyi filizlendirmektir.

Tüketime servis etmeden, tüketimi teşvik etmeden, eşyanın tabiatını bozmadan, zulüm etmeden üretmek; değerlerimizle, değer yaratmak, ıslah etmek ve inşa etmek için üretmektir önemli olan. Paylaşmaktır asıl olan, paylaşmak için üretmek.

Modern dünyanın iyiye, iyiliklere, iyinin üretilmesine hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştı çok uzun zamandır. İyiliğin, barışın, müsamahanın, huzurun, mutluluğun kısacası ahlak ve erdeme dair her şeyin üretimine hasret duymaktadır insanlık. Somut olanın -eşyanın- en iyisinin, akıl sınırlarını zorlayan en muhteşemin üretildiği, kötülük ve sömürü adına sınırların zorlandığı dünyada; iyi ve iyilik adına üretim istisna kabilindedir. Kötülük fabrikasının fazla mesai yaptığı, üretim kapasitesini her saniye artırdığı bu zamanda iyilik atölyesinden cılız sesler gelmektedir sadece.

Yeni medeniyet iddiasının sıklıkla seslendirildiği İslam coğrafyasının, önce üretim kavramını asli yerine koyup, sonra bu manada erdemli üretiminin hızının artırması gerekmektedir. Islah edici, iyiliği yayıcı, inşa edici, hayrı yaygınlaştırıcı, huzuru ve sükûneti yeşertici kavramlar, paradigmalar, örneklikler üretmelidir medeniyet iddiasında olanlar. Modern kavramlarla iğdiş edilmiş beyinlerin, ifsat edilmiş anlam dünyasının yeniden düzenlenmesi, fethedilmesi gerekiyor.

Bunun için, her Müslüman birey kendi becerisi, kapasitesi ve gücü nispetinde ortak değerleriyle “İnsana ve Hayata dair” her alanda; ıslah edici amel (salih amel), iyilik, hayır ve örneklik üretmeli, birbiri ile hayırda yarışmalıdır. Fikir, düşünce, siyaset, ticaret, bilim, sanat, ekonomi vb. insana ve hayata dair her şey bu üretime konu olabilmelidir.

O kadar ihtiyaç var ki bu yeni üretime, her bir bireyin okuması, yazması, anlatması, yaşaması ve yaşatması gerekiyor. Dikkat edin! Siz iyiler bir avuç iken sizden kat be kat fazla ifsat ediciler. Ancak Allah’ın vaadi açık bu durumda:

Sayıca az nice topluluklar var ki; Allah’ın izniyle büyük kalabalıklara üstün gelmiştir. Zira Allah, sabredenlerle beraberdir” (Bakara:249)

Danyal Peker
danyalpeker@gmail.com