Çin Şairleri

Çin Şairleri, şiirleri

AĞAÇ – Z’in Zö-Hao
Ağaç sonsuza uzanır.
Boşluğu yakalar
Ve yine de sonsuz ellerinin içindedir.
Birbirine girmiş kökleri geçmişin içine dalar,
Dolaşık dallan uzanır geleceğe doğru,
Tomurcukları, gür yaprakları,
Okşar, bulutları, güneşi, yıldızları.
Yaşamı en yükseğe, en büyüğe ulaşır,
En derine, en genişe.
Gökyüzü mavi bir sonsuzluktur,
Bitimsiz ve giz dolu.
Ağaç sonsuza uzanır
Ve yaşamanın anahtarlarıyla, açıp girebilir evrenin gizinin, içine .,
Türkçesi: Aydın Ergü

AYÇİÇEĞİ
Sen güneşsin,
Ben seni her gün konuklayan
Ayçiçeği,
Kırmızı bir tülle örtülmüş gökyüzünün altında konuklarım
ben seni,
Çiğ tanelerinin yok olduğu bahçede seni beklerim,
Meltem çıktığında yoldaş olurum sana alaca karanlıkta.
Senin ışıl ışıl yanan yuvarlağın
Benim altın gibi yapraklarımı aydınlatır
Ve taçlandırır beni defneden bir taçla.
Göğsümde taşırım ben şiirin tohumlarını
Ve ölümsüz bir aşkı.
Gerçek yaşamının örneğini görürüm senin yüzünde.
Benim yapraklarım mavi bulutlardır,
Yapraklarım mızrak gibi fırlayan ışınlardır.
Yeryüzünün güneşiyim ben.
Sen beni bırakıp gittiğinde,
Önce başımı eğip uykuya dalarım,
Acıdan ölür giderim sonra da.
Bilirim ki güz geldiğinde,
Altın gibi yapraklarım bir bir
Düşüp gidecektir dökülen saçlar gibi.
O zaman senin anın uğruna,
Dökeceğim kanımı,
Göğsümü parçalayacağım
Ve savuracağım ölümsüz tohumlarını,
Bir bir,
Yeniden can bulacak toprağa.
Türkçesi: Eray Canberk

GÜLMEK – Thong Ting-Ven
Çocuğum gülüyor;
Gülüşü öylesine onurlu, öylesine özgür, öylesine bağımsız,
Dedesinin, daha doğrusu babamın gülüşü gibi.
Böyle gülerdi babam,
Böyle gülüyor çocuğum,
Ama ben onlar gibi gülemiyorum.
Geçmiş kuşakla gelecek kuşağın gülüşü arasında
Sağır ve karanlık benim gülüşüm,
İki dağ arasındaki vadi gibi.
Benim dünyam, gerçeğin dünyasıdır, benim çağım, şimdiki
çağdır,
Bunlar bana pek gülecek bir şey vermiyor,
Ne babamın geçmişine, ne çocuğumun geleceğine benziyorlar.
Yazgının karşısında, gülüşüm soğuk, düşmanım karşısında
gülüşüm kinli,
Asya’nın o sınırsız yoksullukları karşısında,
Gülüşüm acı.
Türkçesi: Aydın Ergü

NEY İTİRDİM -Sun Yü-T’ang
Bir şey yitirdim – ne yitirdim peki
Bu ormanda? Geceyarısı elimde fener
Aranıp duruyorum ağaçlar arasında
Yabancı değil yaban çiçekleriyle dolu bu yol.
Her bir ağaç, her bir ot. Ah, böylesine bildik bir yerde
Nasıl yitiririm onu!
Burada olmalı yitirdiğim şey
Başka bir dünya bilmiyorum çünkü.
Elde fener, adım adım izliyorum yolu.
Çiğ damlaları, parlayarak, dallarda duruyor.
Ağaçların yukarısından yıldızlar göz kırpıyor
Her şey o derdi sessiz ve dingin ki.
Onu burada yitirdim gerçekten,
Aramakla geçirdim bütün geceyi.
Ama ne yitirdiğimi bulamadım; bildiğim tek şey,
Zamanın beni hızla eskittiği.
Türkçesi: Gürkal Aylan

YAKINMA
Sözde beni sevdin, ne uydurma bir sevgiydi o öyle,
Bir kırlangıcın göle dalması denli kısa,
Meltem denli süreksiz. Ne bir gölge,
Ne bir ışık bırakmadan -Kayan bir yıldız gibi—
Gitti sevgin. Hiç umursamadın
Kayıtsızca çözdün halatlarımı.
Ilık düşlerle şişen ak yelkenlerle
Denizleri aştım, tepeleri, ırmakları,
Karanlık geceye girdim mavi bulutlar içinden.
Hem kendimi, hem yolumu yitirdim.
Ölümsüzlük olduğunu düşündüm bu anın
Gümüş yıldızların da gözlerin.
Güldün o zaman, beni uyandırdı gülüşün,
Aklım başıma geldi bir anda.
Benden ne istiyorsun şimdi söyle.
Cennetimin kapısını sımsıkı örttüğün bir sırada?
Türkçesi. Gürkcil Aylan

YEN HSİ-ŞAN’IN TAHSİLDARI – Liu Şia
Yen Hsi-Şan’ın tahsildarı
Köye geldi.
Gelir gelmez de yakasına yapıştı muhtarın:
“Üç günde toparlayın vereceğiniz pirinci.
Bir tek pirinç tanesi bile eksik olursa
Hiç dinlemem, kelleni atarım sonra çuvala.”
Sözünü bitirince çekip gitti.
Bir inekle iki koyun bağladı atından sarkan ipe.
Onları da götürdü.
Kapıların ardından bakakaldı köylüler,
Hepsinin gözleri yaş içindeydi.
Köy alanındaki çanı çaldı muhtar
Eriyiverdi köylülerin yürekleri
Evlerine döndüler
Sepetleri, küpleri araştırdılar;
Pişen pirinci bile çıkardılar tencereden,
Askeri vali pirinç istemiş bir kere,
Eşya verip karşılığında pirinç aldılar.
Ha Jap onlar,
Ha vali Yen,
Şunun şurasında beş-on kişi
Hepsi birbirinin eşi.
Tahsildar yine geldi.
Mısır yesin diye ahıra bıraktı atını,
Kendi de çakırkeyf muhtarlığa çöktü.
Muhtarlığın önü ana-baba günüydü,
Paçavralar içinde bekleşiyordu köylüler,
Pirinç çuvallarının tartılışına bakıyorlardı.
Birer kaya kesilmişti kabaran yürekleri.
Duvardan atlayan biri, kaçayım derken
Kementle yakalandı,
Saman yığınlarına saklananlar,
Döşeklerinde hasta yatanlar,
Hepsi alana sürüklendi.
Sakladıkça sakladı tahsildarın kırbacı,
Köylülerin tepesindeki ip gerildikçe gerildi.
Dolaplar, şilteler, urbalar, tencereler, tavalar…
Alınıp götürüldü ne var ne yoksa
Koşarak bir kadın çıkageldi yoldan.
Uçuşan saçları ileriye atıldı..
Kalabalığı yarıp
Bir çuval fırlattı tahsildarın önüne.
“Al işte, bu da benim vergim, benim pirincim!
Götür Vali Yene ver bu çuvalı. Bu da yetmezse…
Vali efendiye al beni götür.”
Muhtar şaşkına döndü birdenbire.
Çuvalı açıp çıkardı içindekileri.
O da ne – korkuyla gerildi herkes!
Kanlı iki çocuk başı çıkmıştı çuvaldan.
Saçları örgülü bir baş,
Kadının kızı,
Üç yaşındaki Gümüş Kız.
“Cinayet! Cinayet!” diye kaçıştı herkes.
Usulca döndü kadın:
“Onların canına ben kıydım,
ben öldürdüm kendi ellerimle onları.
Vali vergi istemiş, işte vergi.”
Tahsildar gülümsedi.
“Hadi!” diye dürtükledi muhtarı sonra.
Herkes donakalmıştı köyün orta yerinde.
Islıklar çalarak esiyordu kuzey yeli.
Türkçesi: Ülkü Tamer

GİZ – Fang Vei-Teh
Senin yanındayken
Bir şeyler akıyor içimden,
Çağlayanlar gibi—
Tutku mu desem, coşku mu desem.
live dönerken
Bir şeyler dönüyor içimde,
Gün batıyormuş gibi—
Hüzün mü desem, korku mu desem.
Türkçesi: Gürkal Aylan