Home » Kitap » Kitap Özeti: ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALISKANLIGI – 3.bölüm

Kitap Özeti: ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALISKANLIGI – 3.bölüm

  1. ALISKANLIK

“KAZAN/KAZAN” DİYE DÜSÜN

İnsan Etkileşimiyle İlgili Altı Paradigma

Kazan/Kazan, bir teknik değildir. Bu, insanlar arasındaki etkileşimle ilgili bütüncül bir felsefedir. Aslında insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin altı paradigmasından biridir. Diğer paradigmalar ise şunlardır:

*Kazan/Kazan *Kaybet/Kaybet

*Kazan/Kaybet *Kazan

*Kaybet/Kazan *Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok

Kazan/Kazan

Kazan/Kazan zihinsel ve duygusal bir düşünce tarzıdır. Kazan/Kazan, anlaşma ya da çözümlerin karşılıklı yarar ve hoşnutluk sağlaması anlamına gelir. Kazan/Kazan, yasamı bir rekabet arenası değil, bir işbirliği alanı olarak görür. Çoğu insan her şeye ikili kıyaslamalar açısından bakar: Güçlü ya da zayıf, iyi ya da kötü, kaybetmek ya da kazanmak! Ama bu tür düşünce tarzı temelde hatalıdır. Bu, ilkeden çok, güç ve mevkie dayanır.

Kazan/Kazan’ın temelinde ise, su paradigma bulunur: Herkes için her şeyden yeterince vardır, bir insanın başarısı diğerlerinin başarısızlığı anlamına gelmez. Diğerlerinin başarısızlığı pahasına kazanılması da gerekmez.

Kazan/Kaybet

“Ben kazanırsam, sen kaybedersin” der. Liderlik tarzı bakımından Kazan/Kaybet, otoriter bir yaklaşımdır: “Benim istediğim olur. Senin istediğin olmaz.” Kazan/Kaybet paradigmasına bağlı insanlar, istediklerini elde etmek için konum, güç, kimlik, varlık ya da kişiliklerden yararlanırlar. Etkili güçlerin en önemlisi ailedir. Bir insan çocukluğunda bir başkasıyla karşılaştırıldığı zaman, Kazan/Kaybet tarzı düşünceyi benimser. Sevgi, koşula bağlı olarak verildiği, sevgiyi kazanmak zorunda kalındığı zaman onlara aslında değerli ya da sevilecek kişiler olmadıkları mesajı iletilir.

Çocuk, Kazan/Kaybet düşüncesine göre kalıplanıp biçime sokulur ve programlanır. “Ben ağabeyimden daha iyi olursam, annemle babam beni daha çok sever.” “Annemle babam beni ablam kadar sevmiyorlar. Herhalde onun kadar değerli değilim.”

Okul yasamı da Kazan/Kaybet senaryosunu güçlendirir. “Normal dağılım eğrisi” sizin, bir başkası C notu aldığı için A aldığınızı açıklar. Kişinin değerini onu kendisi dışındakilerle karşılaştırarak yorumlar. Ancak insanlar birikimlerine ya da var olan kapasitelerini tümüyle kullanıp kullanmadıklarına göre değerlendirilmezler. Diğer insanlarla karşılaştırılarak sınıflandırılırlar ve dereceler toplumsal değer yüklüdür. Fırsat kapılarını açar ya da kaparlar. Güvenin düşük düzeyde olduğu, gerçekten de rekabete dayanan durumlarda Kazan/Kaybet düşüncesine yer vardır kuskusuz. Ancak yasamın önemli bir bölümü rekabetten ibaret değildir. Her günümüzü esimizle, çocuklarımızla, is arkadaşlarımızla, komsularımızla ve dostlarımızla rekabet ederek geçirmek zorunda değiliz. “Evliliğinizde kim kazanıyor?” sorusu gülünçtür. İki kişi birden kazanamıyorsa, o zaman ikisi de kaybediyor demektir.

Kaybet/Kazan

Kaybet/Kazan, Kazan/Kaybet ’ten daha kötüdür. Çünkü bunun standartları; yani istekleri, beklentileri, hayalleri yoktur. Genellikle Kaybet/Kazan tarzı düşünen kişileri çabucak hoşnut edebilir ya da yatıştırabilirsiniz.

Pazarlıklarda Kaybet/Kazan, teslim olma; yani boyun eğme ya da vazgeçme gibi görülür. Liderlik tarzında ise bu, fazla hoşgörü ya da gevşeklik sayılır. Kaybet/Kazan, iyi insan olmak demektir; “iyi insanlar yarışta sonuncu gelirler.” Kazan/Kaybet tipindekiler, Kaybet/Kazan tipinde olanları çok severler. Çünkü onların sırtından geçinirler. Zayıflıklarına bayılır ve bundan yararlanırlar. Bu tür zayıflıklar, kendi güçlerini tamamlar. Kazan/Kaybet de, Kaybet/Kazan da, kişisel güvensizliğe dayanan zayıf durumlardır.

Kaybet/Kaybet

İkisi de kaybeder. İkisi de kinlenip “hesap sormak” ya da “intikam almak” isterler. Bir boşanma davası biliyorum; yargıç, kocaya mal varlığını satarak kazancının yarısını karısına vermesine hükmetmişti. Adam da bu hükme uyarak, değeri 10.000 doları asan arabasını 50 dolara sattı. Ve 25 doları karısına verdi. Bazı insanlar merkezlerine düşmanı öylesine yerleştirir, başka birinin davranışlarına öylesine saplanırlar ki, o kişinin kaybetmesinden başka bir şey istemezler. Bu, kendilerinin de kayba uğraması anlamına gelse bile aldırmazlar. Kaybet/Kaybet, düşmanca bir çarpışma felsefesidir: Savaş felsefesi! Kaybet/Kaybet aynı zamanda kendi yönünü bulamadığı için çok mutsuz, başkalarına fazlasıyla bağımlı olanların da felsefesidir ve onlar, herkesin kendileri gibi olmasını isterler. “Hiç kimse bir şey kazanmazsa, belki de hep kaybeden biri olmak, o kadar kötü sayılmaz.”

Kazan

Yarışma ya da rekabete gerek olmadığında, Kazan, günlük pazarlıklarda belki de en fazla kullanılan yaklaşım tarzıdır. Kazan zihniyetli bir insan her şeye kendi çıkarları açısından bakar. Başkalarını da kendi baslarının çaresine bakmaya bırakır.

Hangi Seçenek En İyisi?

Su ana kadar incelediğimiz beş felsefeden en etkili olanı hangisidir? Bu sorunun yanıtı, “duruma bağlı” olarak değişir. Bir futbol maçını kazanırsanız, bu diğer takımın kaybetmesi anlamına gelir. Bazı durumlarda Kazanmak istersiniz ve bu kazancın başkalarıyla olan ilişkisine de pek aldırış etmezsiniz. Örneğin çocuğunuzun hayatı tehlikedeyse, diğer insanlar ve koşullarla ancak marjinal ölçüde ilgilenirsiniz. Çocuğunuzun hayatını kurtarmak ise son derece önemli olur. O halde en iyi seçim, gerçekliğe bağlıdır. Önemli olan, o gerçekliği doğru biçimde okumak, her duruma Kazan/Kaybet ya da başka bir senaryoyu uygulamamaktır. Aslında olayların çoğu karşılıklı bağımlı gerçekliklerin bir parçasıdır ve bu nedenle Kazan/Kazan da aslında bu beş seçenek içinde tek geçerli olanıdır. Kazan/Kaybet, uygun değildir. Örneğin, şirketinize mal sağlıyorsam ve özel bir pazarlıkta ben kazançlı çıkıyorsam, su anda istediğimi elde edebilirim. Ama bir daha benimle is yapar mısınız?

Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok

Bu insanlar iki tarafın da kabul edebileceği sinerji bir çözüm elde edemediklerine göre Kazan/Kazan’ın daha da yüksek bir ifadesi olan “Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok” yolunu seçebilirlerdi. Anlaşma Yok yöntemi, temelde su anlama gelir: İkimizin de isine yarayacak bir çözüm bulamıyorsak, anlaşma yapmamak konusunda dostça anlaşırız; yani, “Anlaşma Yok! Tur. Ne bir beklenti yaratılmış, ne bir anlaşma hazırlanmıştır.

“Anlaşma Yok” yolunu bir seçenek olarak gördüğünüz zaman kendinizi özgür hissedersiniz. Çünkü insanları kullanmaya, kendi programınızı kabul etmeleri için zorlamaya, istediğinizi elde etmek için savaşmaya gerek kalmaz. Açıkça konuşabilirsiniz. Olayların temelindeki daha derin sorunları gerçekten anlamaya çalışabilirsiniz. Kazan/Kazan ya da anlaşma Yok, aile ilişkilerinde müthiş bir duygusal özgürlük sağlar. Örneğin, aile üyeleri herkesin zevk alacağı bir video kaseti bulamazlarsa, başka bir şey yapmaya karar verebilirler. Bu Anlaşma Yok seçeneği, bazılarının diğerlerinin sıkılması pahasına aksamın keyfini çıkarmalarından daha iyidir. Kazan/Kazan ya da Anlaşma Yok yaklaşımı en çok bir is ilişkisi ya da yatırımın başlangıcında gerçekçi olur. Devamlı is ilişkisinde ise ‘Anlaşma Yok’, geçerli bir seçenek olmayabilir.

Kazan/Kazan’ın Beş Boyutu

Kazan/Kazan ilkesi bütün ilişkilerimizde başarının temelidir ve yasamın birbirine bağlı beş boyutunu kapsar. Karakterle baslar, ilişkilere doğru ilerler, bundan anlaşmalar doğar. Bu, yapı ve sistemlerin temelinde Kazan/Kazan olan bir ortamda beslenir ve “süreci içerir; Kazan/Kazan’ın sağlayacağı sonuçları Kazan/Kaybet ya da Kaybet/Kazan yoluyla elde edemeyiz.

Simdi sırayla bu boyutların her birini inceleyelim.

  1. Karakter

Kazan/Kazan paradigması için gerekli üç karakter özelligi vardır:

  1. DÜRÜSTLÜK: Dürüstlüğü, kendimize verdiğimiz değer olarak tanımlamış bulunuyoruz.
  2. OLGUNLUK: Cesaretle duyarlılık arasındaki dengedir. Bir insan, duygu ve inançlarını, başkalarının duygu ve inançlarına duyarlılık göstererek, cesurca açıklayabiliyorsa, olgun demektir; özellikle de konu her iki taraf için önemliyse.

Cesaret: Yüksek bir cesaret ve duyarlılık düzeyi, Kazan/Kazan için şarttır. Bu, gerçek olgunluğu gösteren dengedir. Bu olgunluğa sahipsem, dinleyebilir, empati anlayış gösterebilirim, ama aynı zamanda cesaretle karsı da çıkabilirim.

  1. BOLLUK ZİHNİYETİ: Her şeyden herkes için yeterince olduğu paradigması. Dürüstlük, olgunluk ve Bolluk Zihniyeti açısından zengin bir karakter, insan etkileşiminde teknik ya da tekinsizliği iyice asan bir içtenliğe sahiptir.
  2. İlişkiler

Her kararın Kazan/Kazan olması zorunlu değildir; hatta Duygusal Banka Hesabı kabarıkken bile. Bunu anlamak önemlidir. Burada da anahtar yine ilişkidir. Örneğin, siz ve ben birlikte çalışıyoruz diyelim. Bana gelerek; “Stephan, bu karardan hoşlanmayacağını biliyorum,” diyorsunuz. “Fikrini almak bir yana, sana bunu açıklayacak zamanım bile yok. Kararın hatalı olduğunu düşünmen olasılığı da var. Ama bunu destekler misin?” Benimle olumlu bir banka hesabınız varsa, tabii bu kararı desteklerim. Sizin haklı olduğunuzu, benimse yanıldığımı umarım. Kararınızın istenilen sonucu vermesi için de uğraşırım. Ama Duygusal Banka Hesabı yoksa ve reaktif bir insansam, kararınızı gerçekten desteklemem. Yüzünüze karsı destekleyeceğimi söyleyebilirim. Ama arkanızdan hiç de o kadar hevesli davranmam.

  1. Anlaşmalar

İlişkilerden, Kazan/Kazan’ı tanımlayan ve yönlendiren anlaşmalar doğar. Bunlar bazen performans anlaşmaları ya da ortaklık anlaşmaları diye tanımlanır. İnsan ruhunu yücelten, kişileri yargılamaktansa, onların kendi kendilerini yargılamalarına izin vermektir. Yüksek düzeyde bir güven ortamında bu çok daha doğrudur. İnsanlar bazı durumlarda islerin nasıl gittiğini belgelerde görünenlere bakmak yerine, yüreklerinin sesini dinleyerek çok daha iyi anlarlar. Sezgi, çoğu zaman gözlem ya da ölçümden daha doğru sonuçlara götürür.

  1. Sistemler

Kazan/Kazan’ın etkili olması için sistemlerin onu desteklemesi gerekir. Eğitim sistemi, planlama sistemi, iletişim sistemi, bütçe sistemi, ücret sistemi.

  1. Süreçler

Kazan/Kazan sonuçlarını, Kazan/Kaybet ya da Kaybet/Kazan yöntemleriyle elde etmek olanaksızdır. “İster hoşlan, ister hoşlanma, Kazan/Kazan diye düşüneceksin,” diyemezsiniz. Bu nedenle sorun, bir Kazan/kazan çözümüne nasıl ulaşılacağına dönüşüyor. Kazan/Kazan bir kişilik tekniği değildir. İnsan etkileşimiyle ilgili bütüncül bir paradigmadır. Dürüst, olgun ve bolluk Zihniyeti ’ne sahip bir karakterden doğar. Güven derecesi yüksek olan ilişkilerle büyür. Hem beklentileri hem de başarıları etkili bir biçimde netleştirip yöneten anlaşmalarda somutlaşır. Destekleyici sistemlerde zenginleşir.

  1. ALISKANLIK

ÖNCE ANLAMAYA ÇALIS, SONRA ANLASILMAYA

İnsanlar arasındaki ilişki alanında öğrendiğim en önemli ilkeyi bir tek cümleyle özetlemem gerekseydi, söyle söylerdim: önce anlamaya çalısın, sonra anlaşılmaya. Bu ilke, insanlar arasındaki etkili iletişimin anahtarıdır.

Karakter Ve İletişim

İletişim, hayattaki en önemli beceridir. Uyumadığımız zamanların önemli bir bölümünü iletişimle geçiririz. Ama sunu düşünün: Yıllarınızı vererek okuma ve yazmayı, nasıl konuşacağınızı öğrendiniz. Ama ya dinlemeyi? Aslında pek az insan dinleme konusunda herhangi bir eğitim görmüştür.

Benimle etkili bir ilişki kurmak, beni etkilemek istiyorsanız, önce beni anlamanız gerekir. Bunu sadece teknikle başaramazsınız. Bir teknik kullandığınızı sezdiğim an, hilekarlık ve manevra kokusunu alırım. Bunu neden yaptığınızı, amacınızın ne olduğunu merak ederim. Kendimi size açılacak kadar güvenli hissetmem.

Karakteriniz, sürekli olarak yayın yapar, iletişim kurar ve ben uzun vadede buna dayanarak ve içgüdülerime uyarak size ya da benimle ilgili çabalarınıza güvenir ya da güvensizlik duyarım. İnsanlar arası iletişim alışkanlığında gerçekten etkili olmak istiyorsanız, bunu sadece teknikle başaramazsınız. Açık yüreklilik ve güven sağlayan bir karakter temeli üzerine, empatiyle dinleme becerisini yerleştirmelisiniz.

Empatiyle Dinlemek

“Önce anlamaya çalış” ilkesi çok esaslı bir paradigma değişimini gerektirir. Genellikle, önce anlaşılmak isteriz. Çoğu insan karsısındakini anlamak amacıyla değil, yanıtlamak amacıyla dinler. Ya konuşurlar ya da konuşmaya hazırlanırlar. Her şeyi kendi paradigmalarının eleğinden süzüp başkalarının yaşamlarını kendi öz yaşamlarıyla özdeşleştirirler.

“Ah, nasıl hissettiğini öyle iyi biliyorum ki!”

“Aynı şey benim de basımdan geçti. Simdi izin ver de, sana olanları anlatayım.”

Bu kişiler, kendi özel filmlerini devamlı olarak başkalarının davranışlarına yansıtırlar. İlişki kurdukları herkese kendi gözlüklerini takmaya çalışırlar. Çoğumuz için durum böyledir. Kendi öz yasam öykümüzle ve haklı olduğumuz düşüncesiyle dolu oluruz. Anlaşılmak isteriz. Konuşmalarımız ortak monologlara dönüşür ve başka bir insanın içinden neler geçtiğini hiçbir zaman doğru dürüst anlayamayız.

Biri konuşurken onu genellikle dört düzeyden birinde “dinleriz.”

  1. Bu kişiyi umursamıyor, aslında onu dinlemiyor olabiliriz.
  2. Ya da dinliyormuş gibi yapıyor olabiliriz. “Evet. Hımhım. Doğru.”
  3. Seçerek dinliyor, konuşmanın sadece belirli bölümlerini duyuyor olabiliriz. Bunu özellikle henüz okul çağında olmayan bir çocuğun sürekli gevezeliğini dinlerken yaparız.
  4. Hatta dikkatle dinliyor, ilgi gösterip enerjimizi söylenen sözlere yöneltiyor olabiliriz. Ama pek azımız besinci düzeyi; empatiyle dinlemeyi, yani kendisini karsısındakinin yerine koyarak dinlemeyi dener.

Empatiyle dinlemekten kastım, “aktif” dinleme ya da “ayna tutarak” dinleme teknikleri değildir. Empatiyle dinlemekten kastım, anlama niyetiyle dinlemektir. Önce anlamaya çalısın, gerçekten anlamaya çalısın. Bu, tamamen farklı bir paradigmadır.

Empatiyle dinlemek başkasının değer yargılarını kavramaktır.

Empati, sempati değildir. Sempati bir tür anlaşma, bir tür yargıdır. Bazen de, daha uygun düşecek bir duygu ve karşılık verme biçimidir. Ama insanlar çoğu zaman sempatiyle beslenirler. Bu da onları bağımlı yapar.

Empatiyle dinlemenin özü, karsınızdakiyle aynı fikirde olmanız değildir. Onu tam anlamıyla, derinlemesine, hem duygusal, hem de zihinsel açıdan anlamanızdır.

Empatiyle dinlemek söyleneni kaydetmenin, yansıtmanın ve hatta anlamanın da ötesindedir. Aslında iletişim uzmanları, söylediğimiz sözlerin iletişimimizin ancak yüzde onunu temsil ettiğine inanıyorlar. Yüzde otuzunu çıkardığımız sesler, yüzde altmışı ise vücut dilimiz temsil ediyor. Empatiyle dinlerken, kulaklarınızdan yararlanırsınız. Ama daha da önemlisi, gözleriniz ve yüreğinizle dinlersiniz. Duyguları, anlamları kavramak için dinlersiniz. Davranışları anlamak için dinlersiniz. hem sol, hem de sağ beyninizi kullanırsınız. Sezer, hisseder, içgüdülerinizden yararlanırsınız.

Empatiyle dinlemek çok güçlüdür, çünkü size kullanabileceğiniz, doğru veriler iletir. Anlamak için dinlersiniz. Odak noktanız, başka bir insan ruhunun derin mesajını elde etmektir. Buna ek olarak, empatiyle dinleme, Duygusal Banka Hesabı’na yatırım yapmanın da en önemli yoludur; çünkü, yaptığınızın bir yatırım sayılması için karsınızdakinin bunu böyle görmesi gerekir. İnsan motivasyonu alanındaki en büyük kavramlardan biri sudur: Giderilmiş gereksinimler motivasyon işlevi görmez. Motivasyonu sağlayan, sadece karşılanmamış gereksinimlerdir ve bir insanın, fiziksel yaşamını sürdürme isteğinden sonraki en büyük gereksinimi psikolojik canlılıktır; yani anlaşılmak, onaylanmak, takdir edilmektir. Empatiyle dinleme aynı zamanda tehlikelidir de. Derinden dinlemek için büyük bir güven ister; çünkü etkilenmek için yüreğinizi açmanız gerekeceğinden, savunmasız duruma düşersiniz. Bir bakıma bu bir ikilemdir: etkileyebilmek için etkilenmeniz gerekir. Gerçekten anlamalısınız, demektir bu.

Reçete Yazmadan Önce Teşhis Koyun

Tehlikeli ve zor olmasına karsın, önce anlamaya ya da reçete yazmadan önce teşhis koymaya çalışmak, yasamın birçok alanında görülen doğru bir ilkedir. Bu, bütün gerçek profesyonellerin özelliğidir. Göz doktoru için de önemlidir, diğer doktorlar için de. Tedaviden önce teşhis koymak hukukun da temelidir. Profesyonel bir avukat dosyasını hazırlamadan önce, durumu, yasaları ve önceki vakaları anlamak için veri toplar. İyi bir avukat, kendi dosyasından önce karsı taraf vekilinin dosyasını hemen hemen hazırlamış olur. Bu, ürün dizaynında da geçerlidir. Şirket içinden birinin, “Bu tüketici araştırmaları saçma sapan şeyler, biz ürünlere bakalım” dediğini hayal edebiliyor musunuz? Başka bir deyişle “Tüketicinin satın alma alışkanlık ve amaçlarını unutup ürün dizaynı yap,” demektir bu. Bu tür bir yöntem, hiçbir zaman başarılı olamaz.

İyi bir mühendis, köprünün planını çizmeden önce etki yapan kuvvetleri, gerilimleri öğrenir. İyi bir öğretmen, ders vermeye başlamadan önce sınıftaki öğrencileri değerlendirir. İyi bir öğrenci uygulamadan önce kavrar. İyi bir anne ya da baba değerlendirmeden ya da karar vermeden önce anlar. Doğru yargıya varmanın anahtarı anlayıştır. Önyargılı bir insan, hiçbir zaman tam olarak anlayamaz.

Dört Otobiyografik Karşılık

Otobiyografik tarzda dinlediğimiz için, su dört karşılıktan birini seçme eğilimimiz vardır.

  1. Değerlendiririz; ya kabul ederiz, ya da etmeyiz.
  2. Sondaj (yoklama) yaparız; kendi değer ölçülerimize göre sorular sorarız.
  3. Öneririz; kendi deneyimlerimize dayanarak fikir veririz.
  4. Ya da yorumlarız; insanları kavramaya, onların amaç ve davranışlarını, kendi amaç ve davranışlarımıza göre açıklamaya çalışırız.

Verdiğimiz bu karşılıklar doğaldır. Bu senaryolar içimize islemiştir. Yaşamımız bunların modelleri etrafında döner. Ama bunlar gerçekten anlama yeteneğimizi nasıl etkiler?

Anlayış ve Algılama

Başkalarını dikkatle dinlemeyi öğrenirken, algılamalarınızda olağanüstü farklılıklar olduğunu göreceksiniz. Ayrıca, insanlar karşılıklı bağımlı olarak birlikte çalışmaya başladığında, bu farklılıkların ne büyük bir etkisi olduğunu da anlayacaksınız. Siz dünyaya, es-merkezli bir gözlükle bakabilirsiniz; bense onu, ekonomik ilgi alanının para merkezli merceğinden görürüm. Siz, sorunlara olağanüstü bir hayal gücüne, sezgilere bağlı, üç boyutlu bir sağ beyin paradigmasıyla yaklaşabilirsiniz; benim yaklaşımım ise sol beyne bağlı, analizci, ardışık ve sözel olabilir.

Algılarımız birbirlerinden çok farklı olabilir. Ama ikimiz de yıllarca paradigmalarımızla yasamış, onların “gerçekler” olduklarını sanmış, “gerçekleri göremeyen” kişilerin karakterlerinden ya da zihinsel becerilerinden kuşkulanmışızdır. Simdi, aramızdaki bütün farklara rağmen birlikte çalışmayı deniyoruz. Evlilikte, iste, sosyal bir hizmet projesinde kaynakları kullanıp sonuç almak istiyoruz.

Peki, bunu nasıl yapacağız? Birbirimizle köklü bir iletişim kurmak, birlikte sorunların üstesinden gelmek ve Kazan/Kazan sonuçları sağlamak için kişisel algılarımızın sınırlarını nasıl asacağız?

Bunun yanıtı 5. Alışkanlıktır. Bu, Kazan/Kazan sürecinin ilk adımıdır. Diğer kişi bu paradigmaya bağlı değilse bile (özellikle de öyle olmadığı zaman) önce anlamaya çalısın.

Sonra Anlaşılmaya Çalısın

Önce anlamaya çalısın… sonra anlaşılmaya. Karsınızdakinin sizi nasıl anlayacağını bilmek 5. alışkanlığın diğer yarısıdır. Kazan/Kazan çözümlerini sağlamak için de aynı derecede önemlidir.

Olgunluğu, cesaret ve saygı arasındaki denge olarak tanımlamıştık. Anlamaya çalışmak saygı; anlaşılma isteği ise cesaret ister. Kazan/Kazan, her ikisinin de yüksek dereceye ulaşmasını gerektirir. Bu nedenle, karşılıklı bağımlılık durumlarında anlaşılmak bizim için önemlidir. Eski Greklerin görkemli bir felsefeleri vardı. Bunu sıraya dizilmiş üç sözcük temsil ediyordu: eros, patis ve logos. Bence bu üç sözcük, önce anlamanın ve etkili sunuşlar yapmanın özünü içeriyor.

Teos sizin kişisel inanılırlığınızdır. İnsanların dürüstlük ve yeterliliğinize olan güvenleridir. Uyandırdığınız güven, sizin Duygusal Banka Hesabı’nızdır.

Patnos, empati yanınızdır; duygudur. Bu, başka birinin ilettiği mesajın duygusal özüyle aynı dalga boyunda olduğunuzu gösterir.

Logos, mantıktır. Sunusun akıl yürüten kısmıdır. Sıralamaya dikkat edin: Teos, patis, logos; karakteriniz, ilişkileriniz, sonra da sunuşunuzdaki mantık. Bu da bir başka önemli paradigma değişimini simgeler. Çoğu insan, fikirlerini sunacağı zaman doğruca logosa, sol beynin mantığına başvurur. Önce eros ve paltosu hesaba katmadan karsısındakini bu mantığın geçerli olduğuna ikna etmeye çalışır. Fikirlerinizi açık seçik, belirgin bir biçimde ve en önemlisi karsınızdakilerin paradigmalarıyla kaygılarını derinlemesine anladığınızı göstererek sunduğunuz zaman, düşüncelerinizin inanırdık derecesini de önemli ölçüde artırmış olursunuz. Kendi fikirlerine saplanmış, bir kürsüden tumturaklı sözler söyleyen biri durumuna

düşmezsiniz. Karsınızdakileri iyi anladığınız görülür. Anlamaya çalışırken öğrenmiş de olduğunuz için, sunduğunuz şey başlangıçta düşündüğünüzden farklı olabilir.

Teke Tek

Kimseyi zorlamayın. Sabırlı, saygılı olun. İnsanların siz onlara empatiyle yaklaşmadan önce konuşmaya başlamaları, açılmaları gerekmez. Bu arada onların davranışlarını empatiyle karşılayabilirsiniz. Anlayışlı, duyarlı olabilir, her şeyi fark edebilir ve gerektiğinde yasam öykünüzün dışına çıkabilirsiniz.

Son derecede reaktif biriyseniz, sorun çıkmasını önleyici çalışmalar yapmak için fırsatlar yaratabilirsiniz. Önce anlamaya çalışmak için, kızınız ya da oğlunuzun okulda bir sorunu olmasını ya da bir is görüşmesini beklemeniz gerekmez. Simdi çocuklarınıza zaman ayırıp onlarla teke tek ilgilenin. Onları dinleyin; anlayın. Evinize, okul yaşamına, çocuklarınızın karşılaştıkları sorunlara onların gözüyle bakın. Duygusal Banka Hesabı’nı zenginleştirin. Onlara soluma olanağı tanıyın. Esinizle düzenli olarak gezmeye gidin. Aksam yemeği yiyin, ya da ikinizin de hoşuna giden bir şeyi yapın. Birbirinizi dinleyin, anlamaya çalısın. Yasama birbirinizin gözleriyle bakın. Sevdiğiniz insanları derinlemesine anlamak için yaptığınız zaman yatırımı, açık iletişimde olağanüstü kazançlar sağlar. Ailelerin ve evliliklerin basına dert olan birçok sorun, dallanıp budaklanmaya zaman bulamaz. İletişim o kadar açık olur ki, sorun çıkarabilecek şeyler daha başlangıçta ortadan kalkar.

Önce anlamaya çalısın. Sorunlar çıkmadan, değerlendirip önerilerde bulunmadan, kendi fikirlerinizi açıklamayı denemeden önce anlamaya çalısın. Bu, etkili karşılıklı bağımlılığın güçlü bir alışkanlığıdır.

  1. ALISKANLIK

SİNERJİ YARAT

Sinerji, iyi kavrandığı zaman, bütün yasamın en yüksek etkinliğidir. Diğer alışkanlıkların hepsinin birden gerçek sınavı ve ifadesidir. Sinerji, ilke merkezli liderliğin özüdür. Bir katalizör görevi yapar, birleştirir ve insanların içindeki en büyük güçleri açığa çıkarır. Şimdiye kadar incelediğimiz bütün alışkanlıklar, bizi sinerji denilen mucizeyi yaratmaya hazırlar.

Sinerji nedir?

En basit tanımıyla, bir bütünün parçalarının toplamından daha büyük olması demektir. Parçaların birbirleriyle olan ilişkisinin, kendiliğinden ve kendi basına bütünün bir parçası olması demektir.

Sinerji, doğada her yerde vardır. İki bitkiyi yan yana diktiğiniz zaman kökler birbirine karışır ve toprağın niteliğini geliştirir. Böylece her iki bitki de ayrı ayrı kaldıkları zamankinden daha iyi yetişir. İki tahta parçasını bir araya koyduğunuz zaman, ayrı ayrı taşıyabilecekleri ağırlıktan daha fazlasını kaldırırlar. Bütün, parçalarının toplamından daha büyüktür. Bir artı bir, üçe ya da daha fazlasına eşittir.

Burada önemli olan toplumsal ilişkilerimizde yaratıcı işbirliği ilkelerini uygulamaktır. Biz bunu doğadan öğreniriz. Aile yasamı sinerjiyi gözlemleyip uygulama açısından pek çok fırsat yaratır.

Erkekle kadının dünyaya bir çocuk getirmesi de sinirliktir.

Sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir. Onlara saygı göstermek, güçlü yanları üzerine inşa etmek ve zayıf yanlarını telafi etmektir.

Sinerji İletişim

Sinerjiyle iletişim kurduğunuz zaman zihninizi ve yüreğinizi yeni olanaklara ve yeni seçeneklere açmış olursunuz. Sinerji iletişimi başlattığınız zaman bunun nasıl gelişeceğini, sonunun nasıl olacağını bilemezsiniz. Ama için için hem heyecan duyar, hem güven besler, hem de kendinizi serüvene atılıyormuş gibi hissedersiniz. Her şeyin eskisinden daha iyi olacağına inanırsınız. Zaten zihninizdeki hedef de budur.

Her şeye şunlara inanarak baslarsınız: iki taraf da daha fazla anlayışlı olacaktır. Karşılıklı öğrenme ve sezgi bir ivme yaratacak ve bu da sizi gittikçe daha fazla anlayışa, öğrenmeye ve gelişmeye doğru götürecektir. Yaratıcı çabaların çoğunun sonuçlarını önceden tahmin etmek olanaksızdır. Bunlar çoğu zaman belirsiz, rastlantısal, deneyerek elde edilen şeyler gibi gözükür. Ve insanların belirsizliğe karsı büyük bir hoşgörüleri yoksa, güven duygusunu, ilkelere ve iç değerlere karsı dürüstçe bağlılıklarından sağlayamıyorlarsa, yüksek düzeyde yaratıcı çabalara katılmak onların hiç hoşuna gitmez, korku duyarlar. Belirli bir yapı, kesinlik ve tahmin edilebilirlik gibi şeylere olan gereksinimleri çok fazladır.

Çoğu zaman belirli bir sinerji deneyim yeniden yaratılmaya çalışılır, ama bu ender olarak başarılabilir. Ancak yaratıcı çalışmanın gerisindeki temel amaç yakalanabilir. Bu Uzakdoğu felsefesine benzer. “Biz ustaları taklit etmeyiz. Onların aradığı şeyleri ararız.” Biz de  geçmişteki yaratıcı görevdeşlik deneyimleri taklide çalışmak yerine, yeni, farklı ve bazen daha yüce amaçların pesinde, yenilerini ararız.

Negatif Sinerji

İnsanlar, karşılıklı bağımlılık gerçekliğinde sorunları çözmek ya da karar vermek için uğraşırken, ortalama bir hesapla, ne kadar negatif enerji harcanır? Başkalarını çekiştirmek, politika yapmak, rekabet etmek, sahsı çatışmalara girmek, sırtını kollamak, birinin arkasından is çevirmek ve birisinin düşünceleri hakkında fikir yürütmek için ne kadar zaman harcanır? Bu, bir ayağınız gaz pedalında, diğeri de frendeyken yolda araba sürmeye çalışmak gibidir! Üstelik çoğu kişi ayaklarını frenden çekecekleri yerde, gaz pedalını iyice bastırırlar. Durumlarını güçlendirmek için daha fazla baskı yapar, daha fazla dil döker, daha fazla mantıklı bilgi verirler.

Güvenleri olmayan insanlar bütün gerçeklerin kendi paradigmalarına uyması gerektiğini düşünürler. Başkalarını kendilerine benzetmeye müthiş gereksinimleri vardır. Diğerlerini kalıba sokmayı ve onların kendileri gibi düşünmesini sağlamak isterler. İlişkinin gücünün aslında başka bir bakış açısının varlığına bağlı olduğunu anlayamazlar. Aynı olmak, bir olmak değildir. Tekdüze, tek biçim olmak, birlik olmak anlamına gelmez. Birlik ya da bir olmak, birbirini tamamlamak demektir, aynı olmak değil.

Aynı olmakla yaratıcı bir şey yapılmaz…ve bu sıkıcı bir şeydir. Sinerjinin özü, farklılıklara değer vermektir.

Bir insan hem sezgisel, yaratıcı ve görsel olan sağ beyne, hem de analizci, mantıksal ve sözel olan sol beyne erişebildiğinde, bütün beyin çalışıyor demektir. O zaman zihninizin içinde ruhsal sinerji oluşur ve bu araç, yasamın gerçekliği için en uygun olanıdır, çünkü yasam sadece mantıksal değil, aynı zamanda duygusaldır.

Farklılıklara Değer Vermek

Farklılıklara değer vermek, sinerjinin özüdür; insanlar arasındaki zihinsel, duygusal ve psikolojik farklılıklara değer vermenin anahtarı da, herkesin dünyayı, olduğu gibi değil, kendilerinin olduğu gibi gördüğünü kavramaktır.

Gerçekten etkili olan bir insanda, algısal sınırlılığını anlayacak, diğer insanların yürekleri ve zihinleriyle etkileşim kurulduğu zaman elde edilen zengin kaynakları takdir edecek bir alçakgönüllülük ve duyarlılık vardır. Bu insan farklılıklara değer verir, çünkü o farklılıklar bilgisinin aratmasına, gerçeği kavramasına katkıda bulunur.

İki kişi aynı fikirdeyse, onlardan birine gerek yoktur. Benimle aynı fikirde olan biriyle konuşmayı, onunla iletişim kurmayı istemem. Sizinle iletişim kurmayı isterim, çünkü siz, resmi farklı bir biçimde görmektesiniz. Ben bu farklılığa değer veririm. Bunu yaparken de sadece kendi algılarımı artırmakla kalmayıp, sizi onaylarım. Size psikolojik soluma olanağını tanırım. Ayağımı frenden çeker, belirli bir tutumu savunmak için yatırmış olabileceğiniz negatif enerjiyi salıveririm. Sinerji için bir ortam yaratırım.

Bütün Doğa Sinirliktir

Ekoloji, temelde doğadaki sinerjiyi tanımlayan bir sözcüktür. Her şey karşılıklı bağımlıdır. Yaratıcı güçler, ilişki içinde doruğuna erişir. Parçaların birbirleriyle olan ilişkileri, bir ailede ya da kurum içinde sinerji bir kültür yaratılmasını sağlayan güçtür. İlgi ne kadar içtense, sorunların çözümlenmesine ve çözülmesine katılım o kadar içten, bireylerin açığa çıkan yaratıcılığı o kadar büyük ve yarattıklarına karsı bağlılığı da o denli sıkı olur. Ben, dünya pazarının çehresini değiştiren Japonların ise yaklaşımlarındaki gücün özünün bu olduğuna inanıyorum. Pek düşmanca çevrede bile kendi içinizde sinerji olabilirsiniz. Hakaretleri üstünüze almak zorunda değilsiniz. Negatif enerjiden kaçınabilirsiniz. Başkalarının iyi yanlarını arayıp bu iyilikten, ne kadar farklı olursa olsun, yararlanabilirsiniz. Böylece görüş alanınızı genişletir, bakış açınızı geliştirirsiniz.

İki seçeneği, yani “sizinkini” ve “yanlış” olanı gördüğünüz zaman, sinerji bir üçüncü seçeneği arayabilirsiniz. Hemen her zaman bir üçüncü seçenek vardır ve Kazan/Kazan felsefesini uygulayıp karsınızdakini gerçekten anlamaya çalışırsanız, ilgili herkes için daha iyi bir çözüm bulabilirsiniz.

  1. ALISKANLIK

BALTAYI BİLE

Diyelim ki, koruda bir ağacı telaşla kesmeye çalışan biriyle karşılaşıyorsunuz. “Ne yapıyorsun?” diye soruyorsunuz. Adam sabırsızca yanıtlıyor: “Görmüyor musun? Ağacı baltayla kesmeye çalışıyorum!” “Bitkin görünüyorsun!” diye bağırıyorsunuz. “Bu isi ne zamandan beri yapıyorsun?” Adam, “Beş saatten fazla oldu,” diyor. “Çok yoruldum! Zor is bu.” “İse birkaç dakika ara verip baltayı bilesene!” diyorsunuz. “O zaman ağacı daha hızlı

keseceğinden eminim.” Adam sözcüklerin üstüne basa basa: “Baltayı bileyecek zamanım yok,” diyor. “Ağacı kesmekle meşgulüm!”

Yedinci Alışkanlık, baltayı bilemeye zaman ayırmaktır.

Yedi alışkanlık paradigmasındaki diğer alışkanlıkları çember içine alır. Çünkü bu, diğerlerini olası kılan alışkanlıktır. Yedinci Alışkanlık, en değerli varlığınızı, yani kendinizi korumak ve geliştirmektir. Doğanızın dört boyutunu,-fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal/duygusal yenilemektir. “Baltayı bilemek”, temelde bu dört yönlendirmenin hepsini birden ifade etmek demektir. Doğamızın dört boyutunu da akıllıca ve dengeli biçimlerde ısrarla kullanmamız anlamına gelir. Biz, kendi çalışmalarımızın aracısıyız ve etkili olup baltayı bu dört biçimde bilemek için düzenli olarak zaman ayırmanın önemini kavramak zorundayız.

Fiziksel Boyut

Fiziksel boyut, fiziksel bedenimizin etkili bir biçimde bakımıyla ilgilidir; doğru besin almak, yeteri kadar dinlenip gevşemek ve düzenli olarak egzersiz yapmak. Çoğumuz egzersiz yapmak için yeterli zamanımız olmadığını düşünürüz. Ne kadar çarpıtılmış bir paradigma! Aslında bunu yapmamak için zamanımız yoktur. Burada haftada üç-altı saat arasında bir çalışmadan, yani iki günde bir en az otuz dakikalık bir egzersizden söz ediyoruz. Bunun için özel araç ve gerece de gerek yoktur. İyi bir çalışma programı, kendi evinizde uygulayabileceğiniz ve vücudunuza üç bakımdan yararlı olacak bir şeydir:

  1. Dayanıklılık,
  2. Esneklik ve,
  3. Kuvvet.

Dayanıklılığı aerobik yapma, kalp ve damar sisteminin verimliliği, yani kalbinizin bütün vücudunuza kan pompalama yeteneği sağlar. Kalp bir kas olmakla beraber, doğrudan doğruya egzersiz yaptırılabilecek bir organ değildir. Kalbe ancak iri kas grupları, özellikle bacak kasları yoluyla egzersiz yaptırılır. Hızlı yürüme, koşma, bisiklete binme, yüzme, kayak yarışları ve jogging, iste bu nedenle çok yararlıdır. Kalp atışlarını dakikada en az yüze çıkarıp bunu otuz dakika sürdürebilirsiniz, formunuzu asgari düzeyde korumuş sayılırsınız. İdeali sudur; kalp atışlarınızı, azami nabzınızın yüzde altmışına kadar yükseltmeye çalışırsınız. Bu, kalbinizin vücudunuza kan pompalamayı sürdürebileceği en yüksek hızdır. Genellikle azami kalp atısınız, 220 sayısından yasınızın çıkarılmasıyla bulunur. Örneğin, 40 yasındaysanız çalışma sırasında kalp atışlarınızın dakikada 108 olmasını hedeflersiniz (220-40=108) “Antrenman etkisinin genellikle kişisel azami hızınızın yüzde 72’si ile 87’si arasında olduğu düşünülür.

Esneklik, gerinmeyle elde edilir. Uzmanların çoğu aerobik çalışmanızdan önce ısınmak ve ondan sonra da soğumak için gerinme hareketlerinin yapılmasını önerirler.

Kuvveti kas direnci çalışmaları sağlar. Basit jimnastik hareketleri, mekikler, barfiks ve ağırlıkla çalışmak gibi.

Fiziksel boyutu yenilemenin özü baltayı bilemek, vücudumuzu düzenli bir biçimde çalıştırmaktır. Bu sayede çalışma, uyum sağlama ve zevk alma kapasitelerimiz korunur ve gelişir. Hiç bu tür çalışma yapmadıysanız, vücudunuz rahat rahat yokuş aşağıya giderken bu tür bir engellenmeye mutlaka itiraz edecektir. Çalışmanın başlangıçta hoşunuza gitmeyeceğini söylemeliyim. Hatta belki de bundan nefret edeceksiniz. Ama reaktif olun. Her şeye karsın bunu yapın. Koşu yapmaya karar verdiğiniz sabah yağmur yağıyorsa bile, yine de koşun: “ah, iyi! Yağmur yağıyor! Yalnız vücudumu değil, irademi de güçlendirmem gerekiyor!”

Vücudunuzun, daha zor şeyleri yapma yeteneğini artırırken, normal etkinlikler size daha rahat ve hoş gelecektir. Öğleden sonra daha fazla enerjiniz olacaktır. Eskiden bunları yapmanızı engelleyen o “aşırı yorgunluk”, yerini yaptığınız her şeye canlılık veren bir enerjiye bırakacaktır.

Ruhsal Boyut

Ruhsal boyutu yenilemek yaşamınızda liderliği sağlar.

Ruhsal boyut, sizin özünüz, merkeziniz, kendi değer sisteminize olan bağlılığınızdır. Bu yasamın özel, son derecede önemli bir yanıdır. Size ilham veren, yücelten, sizi tüm insanlığın kalıcı gerçeklerine bağlayan kaynaklardan yararlanır. İnsanlar, bunu çok farklı biçimlerde yaparlar.

Ben, yenilenmeyi her gün kendi değer sistemimi temsil eden kutsal kitapları okuyarak, meditasyon yapmakta bulurum. Okuyup düşünürken yenilendiğimi, güçlendiğimi, merkezimin belirginleştiğini, insanlığa hizmet etmeye yeniden adandığımı hissederim. Büyük edebiyat yapıtlarına ya da müziğe gömülmek, bazılarında buna benzer ruh yenilenmesine yol açar. Bazıları ise bunu doğayla iletişim kurmakta bulurlar. Doğa, kendisini ona bırakan kişileri kutsar.

Arthur Gordon, He Turna of he Tide (Gel-git Dönümü) adlı kısa ve özel öyküsünde kendi ruhsal yenilenmesini bizimle paylaşarak, yaşamının bir döneminde her şeyin ona nasıl bayat ve tatsız geldiğini anlatıyor.

Hevesleri sönmüş, yazma çabaları meyve vermemiş. Durum her gün biraz daha kötüye gidiyormuş. Gordon, sonunda bir doktordan yardım istemeye karar vermiş. Doktor onda fiziksel bir bozukluk bulamayınca, “Talimatımı bir gün boyunca uygulayabilir misiniz?” diye sormuş. Gordon bunu yapabileceğini belirtince, doktor ona, ertesi günü çocukken en mutlu olduğu yerde geçirmesini söylemiş. “Yanınıza yiyecek alabilirsiniz,” demiş. “Ama kimseyle konuşmak, okumak, yazmak ya da radyo dinlemek yok.” Sonra dört reçete yazmış. Gordon’a bunları sırayla saat dokuz, on iki, on beş ve on sekizde açmasını tembih etmiş. Gordon doktora, “Ciddi misiniz?” diye sormuş. Doktor, “Faturamı aldığınız zaman saka etmediğimi anlayacaksınız,” diye yanıtlamış. Böylece Gordon ertesi gün kumsala gidip ilk reçeteyi açmış. Reçetede “Dikkatle dinleyin,” yazılıymış. Gordon, doktorun deli olduğunu düşünmüş. Üç saat dinlemek mi? Ama doktorun talimatına uymayı kabul ettiği için dinlemeye başlayıp her zamanki kus seslerini ve denizin şıpırtısını duymuş. Bir süre, başlangıçta o kadar belirli olmayan diğer sesleri işitmiş.

Öğleyin ikinci reçeteyi açmış. Bunda da, “Geriye uzanmaya çalısın,” yazılıymış. Gordon, “Neye uzanmaya?” diye merak etmiş. Belki de çocukluğuna, belki de daha mutlu günlerin anılarına. Gordon geçmişini, sevinç dolu pek çok kısa anı düşünmüş. Onları olanca canlılıklarıyla anımsamaya çalışırken de içinin ısınmaya başladığını hissetmiş.

Öğleden sonra saat üçte, üçüncü reçeteyi açmış. Doktorun o ana kadar önerdikleri kolaylıkla yerine getirilebilecek şeyler olduğu halde bu seferki farklıymış. Kâğıtta, “Hedeflerinizi inceleyin,” yazılıymış. Gordon önce kendisini savunmaya çalışmış. İstediklerini düşünmüş: Başarı, ün, güven. Bütün bunlara birer gerekçe bulmuş. Ama sonra bu hedeflerin yeteri kadar iyi olmadığını, belki de yaşamının durağanlaşmasının nedeninin bu olduğunu düşünmüş. Hedeflerini derinlemesine, iyiden iyiye incelemiş. Geçmişteki mutluluğunu anımsamış ve sonunda yanıtı bulmuş. “Bir insanın hedefleri hatalıysa, hiçbir şeyin doğru olamayacağını birden kavradım. İster postacı, ister berber ya da sigortacı veya ev kadını, ister başka bir şey olun, bu durumu değiştirmez. Başkalarına hizmet ettiğinize inandığınız sürece isinizi iyi yaparsınız. Amacınız yalnızca kendinize hizmet etmekse, isi daha kötü yaparsınız. Bu, yerçekimi kadar kaçınılmaz bir yasadır.”

Akşamüstü saat altı olduğunda, Gordon son talimatı yerine getirmekte hiç zorluk çekmemiş. Bunda, “Endişelerinizi kuma yazın,” deniyormuş. Gordon yere diz çöküp kırık bir midye kabuğuyla birkaç sözcük yazmış. Sonra dönerek uzaklaşmış. Arkasına dönüp bakmamış, çünkü gel-gitme sular kabarırken denizin kumsalı kaplayacağını, sonra her şeyi silip geri çekileceğini biliyormuş. Ruhani bir lider olan David O. McKay, “Yasamın en büyük savaşları her gün ruhun sessiz odasında geçer!” demiş.

Zihinsel Boyut

Zihinsel gelişimimizle çalışma disiplinimizin büyük bir bölümünü resmi eğitim sağlar. Ama okulun dış disiplininden kurtulur kurtulmaz, çoğumuz zihnimizin körelmesine izin veririz. Artık ciddi yapıt okumaz, kendi etkinlik alanımız dışındaki yeni konuları derinlemesine incelemeyiz. Analizci yöntemle düşünmeyiz. Sürekli yapılan araştırmalar evlerin çoğunda televizyonun haftada otuz beş ile kırk beş saat arası açık olduğunu gösteriyor. Bu, çoğu insanın iste çalışırken geçirdiği zamana eşit ve çocukların okulda geçirdikleri süreden daha uzundur. Biz, ailemizde, televizyon izlemeyi kısıtlayarak haftada yedi saate; yani, ortalama günde bir saate indirdik. Bir aile toplantısı yaptık. Bu konudan söz ettik ve evlerde televizyon yüzünden neler olduğunu açıklayan verileri inceledik. Konuyu ailece konuştuk. Kimse savunmaya ya da tartışmaya kalkışmadığı için, pembe dizi bağımlılığının ya da belirli bir programı sürekli seyretmenin bir tür hastalık olduğunu herkes anlamaya başladı. Televizyona, kaliteli eğitim ve eğlence programlarına minnet duyuyorum. Onlar yaşamımızı zenginleştirebilir, hedeflerimizle amaçlarımıza anlamlı katkılarda bulunabilir. Ama zamanımızı ve zihnimizi boşa harcatmaktan başka bir şey yapmayan birçok program var. İzin verdiğimiz takdirde bizi olumsuz biçimde etkileyecek programlar var. Tıpkı insan bedeni gibi, televizyon da iyi bir hizmetkar, ama kötü bir efendidir.

Eğitim,-dimağı sürekli zinde tutan ve geliştiren sürekli eğitim-zihnin yenilenmesi bakımından çok önemlidir. Reaktif insanlar kendilerini eğitmek için pek çok yol bulabilir. Çok kitap okumak ve gelişmiş zihinleri tanımak bu nedenle çok önemlidir. Dimağı düzenli olarak eğitmek ve geliştirmek bakımından büyük edebiyat yapıtlarını okuma alışkanlığından daha iyi bir yol yoktur. İse ayda bir kitap okumayı hedef seçerek başlamanızı öneririm. Sonra iki haftada bir, nihayet haftada bir kitap okursunuz. “Okumayan bir insan, okumasını bilmeyen bir insandan daha iyi durumda sayılmaz.”

Büyük yapıtlar, klasikler, öz yasam öyküleri, Natronla Geographic gibi süreli yayınlar, kültürel bilincimizi artıran diğer yapıtlar ve çeşitli alanlardaki yazılar, paradigmalarımızı geliştirir ve zihnimizdeki baltayı biler; özellikle de, okuyup önce anlamaya çalışırken 5. Alışkanlığı uyguladığımız takdirde.

Zihnin baltasını bilemenin diğer bir yolu da yazmaktır. Düşüncelerimizi, deneyimlerimizi, sezgilerimizi ve öğrendiklerimizi kaydettiğimiz bir günlük, zihinsel berraklık, isabetlilik ve düşünce çerçevesi sağlar.

Savaşların, generalin çadırında kazanıldığı söylenir. Baltayı ilk üç boyutta, yani fiziksel, ruhsal ve zihinsel boyutlarda bilemeyi, ben “Günlük Özel Zafer” diye tanımlıyorum.

Sosyal/Duygusal Boyut

Yaşamımızın sosyal ve duygusal boyutları birbirine bağlıdır. Çünkü duygusal yaşamımız daha çok başkalarıyla olan ilişkilerimizden gelişir ve bu ilişkilerde kendini gösterir. Ama sadece bunu içermez. Sosyal/Duygusal boyutumuzu yenilemek, fazla zaman almaz. Yani diğer boyutların yenilenmesi için harcanan zamana gerek yoktur. Bunu, başka insanlarla gündelik, normal etkileşimimiz sırasında yapabiliriz.

4., 5. ve 6. Alışkanlıklarda başarı, aslında zihinsel değil, duygusal bir konudur ve kişisel güvenlik duygumuzla sıkı sıkıya bağlantılıdır.

Bernard Shaw ise, söyle söylüyor: “Yasadığım sürece toplum için elimden geleni yapmak da, benim için bir ayrıcalık olacak. Öldüğüm zaman iyice kullanılmış ve tüketilmiş olmayı istiyorum. Çünkü ne kadar çok çalışırsam, o kadar çok yasarım. Ben yasamdan, yasam adına zevk alıyorum. Yasam benim için yanıp sönüverecek bir mum değil, bir an için havaya kaldırmam gereken bir tür görkemli bir meşaledir. Gelecekteki kuşaklara devretmeden önce meşalenin mümkün olduğu kadar parlak yanmasını istiyorum.”

  1. Eldon Tanner de; “Hizmet, bu dünyada yasama ayrıcalığı için ödediğimiz kiradır,” diyor. Ve hizmet etmenin pek çok yolu vardır. Bir din ya da hizmet kurulusuna bağlı olsak da olmasak da, anlamlı hizmet fırsatları sağlayan bir iste çalışsak da çalışmasak da, hiç olmazsa her gün başka bir insana koşulsuz sevgi yatırımları yaparak hizmet edebiliriz.

Yenilenmede Sinerji

Dengeli yenilenme, sinerji bakımından çok uygun bir ortamdır. Herhangi bir boyutta baltayı bilemek için yaptıklarınız, diğer boyutları da olumlu bir biçimde etkiler. Çünkü bu boyutlar birbirlerine sıkıca bağlıdır. Fiziksel sağlığınız, zihinsel sağlığınızı etkiler; ruhsal gücünüz, sosyal/duygusal gücünüzü etkiler. Bir boyutta gelişirken, aynı zamanda diğer boyutlardaki yeteneklerinizi de artırırsınız. Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı, bu boyutlar arasında optimum sinerji yaratır. Herhangi bir boyuttaki yenilenme, Yedi Alışkanlıktan en az birini uygulama yeteneğinizi artırır ve alışkanlıkların belirli bir sıralaması olsa da, bir alışkanlığın geliştirilmesi, diğerlerini uygulama yeteneğinizi sinerji olarak artırır.

Fiziksel boyutunuzu yenilerken, kişisel vizyonunuzu, öz bilinç ve özgür irade, rölativite, edilgen olma yerine etken olma, herhangi bir dürtüye karsı kendi tepkinizi seçme özgürlüğüyle ilgili paradigmayı güçlendirirsiniz.

Ruhsal boyutunuzu yenilerken, kişisel liderliğinizi güçlendirirsiniz. Sadece anılarınızla değil, hayalleriniz ve vicdanınızla da yasama yeteneğini artırırsınız.

Zihinsel boyutunuzu yenilerken, kişisel yönetiminizi güçlendirirsiniz. Plan yaparken, zaman ve enerjinizden olabildiğince yararlanmak için, kaldıraç gücü yüksek II. Kare etkinliklerini, öncelikli hedefleri ve etkinlikleri tanıması için zihninizi zorlayıp, etkinliklerinizi bu önceliklerinizin etrafında örgütleyerek uygulamaya geçersiniz.

Yükselen Sarmal

Yenilenme, büyüme, değişme ve sürekli gelişme yönünde yükselen sarmalda ilerlememiz için bize güç veren ilke ve süreçtir. Bu sarmalın üzerinde anlamlı bir biçimde sürekli yükselmek için, bu yukarıya doğru olan hareketi yönlendiren benzersiz insan yetisiyle ilgili olarak yenilenmenin diğer bir yanını, yani vicdanımızı incelememiz gerekir. Madam de Şal’ın dediği gibi: “Vicdanın sesi o kadar nazlıdır ki, boğmak çok kolaydır. Ama bu ses aynı zamanda öyle berraktır ki, başka bir şeyle karıştırmak olanaksızdır.” Vicdan, doğru ilkelere uyup uymadığımızı sezen ve bizi onların düzeyine yükselten bir doğal veridir; tabii, bozulmamışsa, formundaysa. Üstün bir atlet için sinir ve kasların, bir öğrenci için de dimağın eğitilmesi ne kadar önemliyse, gerçekten reaktif, son derecede etkili bir insan için de vicdanın eğitilmesi o kadar önemlidir. Ancak vicdanın eğitilip terbiye edilmesi, daha da fazla bir dikkat, daha dengeli bir disiplin ve daha dürüst bir yasamın sürekli olarak sürdürülmesini gerektirir. Bunun için insanın esinlendirici edebiyat yapıtlarıyla düzenli beslenmesi, soylu düşünceler beslemesi ve hepsinden de önemlisi vicdanın hafif sesiyle uyum içinde yasaması gerekir. Antrenman yapmamak ve abur cubur şeyler yemek bir atletin kondisyonunu nasıl mahvederse, müstehcen, kaba ya da pornografik şeyler de bir iç karanlığına yol açar. Bu ise daha yüce duyarlılıklarımızı uyuşturur. “Yanlış nedir, doğru nedir?” diye soran doğal ya da tanrısal vicdanın yerine, “Acaba içyüzüm ortaya çıkacak mı?” diye düşünen sosyal vicdanı geçirir. Bugün hayatta olmayan, eski B.M. genel sekreteri Dağ Hammarskjold’un deyisiyle: “İçinizdeki hayvanla, tümüyle hayvanlaşmadan oynayamazsınız. Yalanlarla, doğruyu bulma hakkınızdan vazgeçmeden oynayamazsınız. Zalimlikle, zihinsel duyarlılığınızı kaybetmeden oynayamazsınız. Bahçesinin düzenli olmasını isteyen biri, yaban otu yetişsin diye bir tarh ayırmaz.”

Doğru ilkelere ne kadar uyum sağlarsak, dünyanın nasıl islediği konusundaki yargılarımız o kadar yerinde olur; paradigmalarımız-yani arazi haritalarımız-da o kadar gerçeklere uygun bir hal alır.

Ben, bu yukarıya yükselen sarmalda büyüyüp gelişirken, vicdanımızı eğiterek ve ona itaat ederek, yenilenme işlemi konusunda çaba göstermemiz gerektiğine inanıyorum. Durmadan daha iyi eğitilen bir vicdan, kişisel özgürlük, güvenlik, bilgelik ve güçlülük yolunda hızla ilerlememizi sağlar. Yükselen sarmalla birlikte yücelmek için, gitgide daha yüksek düzeylerde öğrenmek, bağlanmak ve yapmak gerekir. Bunlardan sadece bir tekinin yeterli olduğunu düşünürsek, kendimizi aldatmış oluruz. İlerlemeyi sürdürmek için öğrenmemiz, bağlanmamız; ve yapmamız ve yine öğrenmemiz, bağlanmamız ve yapmamız gerekir.