Home » Kitap » Kitap Özeti: ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALISKANLIGI – 2.bölüm

Kitap Özeti: ETKİLİ İNSANLARIN 7 ALISKANLIGI – 2.bölüm

  1. ALISKANLIK

SONUNU DÜSÜNEREK İSE BASLA

“Sonunu Düşünerek İse Başlamanın Anlamı

Joseph Edison’un su sözlerini düşünün:

Yüce insanların mezarlarına baktığım zaman, içimdeki her türlü kıskançlık duygusu ölüyor. Güzel insanların mezar taslarını okuduğumda, her türlü aşırı istek sönüyor. Bir mezar tasında anne ve babanın ıstırabını okuduğumda, merhametten içim eziliyor. Aynı anne ile babanın mezar taslarına rastladığımda, kısa bir süre sonra izleyeceğimiz kişiler için yas tutmanın yararsızlığını düşünüyorum. Kralların, kendilerini tahttan indirenlerle birlikte yattığını gördüğümde, yan yana gömülmüş, birbirinin rakibi dehaları ya da yarışmaları ve tartışmalarıyla dünyayı bölen kutsal adamları düşündüğümde, insan türünü küçük rekabetleri, bölücülükleri ve tartışmaları bende hem hüzün ve hem de hayret uyandırıyor. Kimi dün, kimi de altı yüz yıl önce ölmüş insanların mezar taslarını okuduğumda, hepimizin Çağdaş sayılacağı ve hep birlikte ortaya çıkacağımız o büyük Gün’ü düşünüyorum. Sonunu düşünerek ise başlamak, varacağınız yeri iyice belirleyerek başlamak demektir. Su anda bulunduğunuz yeri ve attığınız adımların her zaman doğru yönde olduğunu anlamanız için, nereye gittiğinizi bilmektir.

Etkinlik tuzağına düşmek; yasamın hareketliliğine kapılmak, başarı merdivenini tırmanmak için çaba üstüne çaba harcayıp sonunda merdivenin yanlış duvara dayalı olduğunu anlamak inanılmayacak kadar kolaydır. İnsan çok çalışabilir, didinip durabilir, ama çok etkili olmayabilir.

İnsanlar çoğu zaman bos zaferler kazandıklarını fark ederler. Elde ettikleri başarılara karsın birdenbire kendileri için çok daha değerli şeyleri kaybettiklerini anlarlar. Sonunu düşünerek ise başladığınız zaman görüş açınız da değişir. Bir adam, ortak bir dostlarının ölümü üzerine arkadaşına sormuş: “Ne kadar bıraktı?” Beriki karşılık vermiş: “Neyi varsa hepsini!”

Her Şey İki Defa Yaratılmıştır

“Sonunu düşünerek ise basla”, her şey iki defa yaratılmıştır ilkesine dayanır.

  1. İlk ya da zihinsel yaratım ve,
  2. İkinci ya da fiziksel yaratım.

Bu, her şey için geçerlidir. Örneğin bir evin yapılmasını ele alın. Daha ilk çiviyi çakmadan önce, onu en ufak ayrıntısına kadar yaratırsınız. Fikirlerle çalışırsınız. Aklınızı, yapmak istediğiniz evi hayalinizde açık seçik canlandırıncaya kadar yorarsınız. Sonra bunun ozalitini çıkarıp mimari planları oluşturursunuz. Bütün bunlar arsaya el sürülmeden önce yapılır. Eğer bunu başaramazsanız, ikinci yaratım, fiziksel yaratım sırasında, evinizin maliyetini iki katına çıkaracak pahalı değişiklikler yapmak zorunda kalırsınız.

Marangozun kuralı sudur: “iki defa ölç, bir defa kes.” İnsanlar bu ilkeyi, yasamın çeşitli alanlarında değişik derecelerde uygular. Bir yolculuğa çıkmadan önce gideceğiniz yeri belirler ve en iyi ulaşım yolunu tasarlarsınız. Bahçenizi düzenlemeden önce onu kafanızda ya da kâğıt üzerinde biçimlendirirsiniz. Konferans vermeden önce düşüncelerinizi kâğıda dökersiniz.

  1. Alışkanlığın temelinde, kişisel liderlik ilkeleri vardır. Bu, liderliğin ilk yaratım olduğu anlamına gelir. Liderlik, yöneticilik değildir. Yöneticilik, ikinci yaratımdır.

Yöneticilik, taban çizgisinde bir odaktır: Bazı şeyleri en iyi nasıl başarabilirim?

Liderlik ise, tavan çizgisiyle ilgilenir: Başarmak istediğim şeyler nedir?

Peter Dreçler ve Faren Ben Nis’in deyisiyle: “Yöneticilik, isleri doğru dürüst yapmaktır.

Liderlik ise, doğru olanı yapmaktır.”

Yöneticilik, başarı merdivenini tırmanmaktaki becerikliliği, liderlik ise, merdivenin doğru duvara dayalı olup olmadığın görmeyi gerektirir. İkisi arasındaki bu önemli ayrımı çabucak kavramak istiyorsanız, bir grup üreticinin vahşi bir ormanda baltalarla kendilerine yol açtıklarını hayal edin. Onlar üreticidir, sorun çözücüdür. Ağaçları keser, ormanın zeminini temizlerler. Yöneticiler, onların gerisindedir. Baltaları biler, işlem ve politika konularında el kitapları hazırlar, kas geliştirme programları ve balta sallayanlar için ücretlendirme programları hazırlarlar. Burada lider, en yüksek ağaca tırmanarak etrafı inceleyen ve sonra da, “Yanlış ormandayız!” diye bağıran kişidir. Ancak isleri basından askın olan verimli üreticiler ve yöneticiler genellikle ne cevap verir? “Kes sesini! İlerliyoruz!” Kişiler, topluluklar ve is adamları olarak çalıları ortadan kaldırmaya öylesine dalmışız ki, yanlış ormana girdiğimizin farkında bile değiliz. Etkili olmak-hatta çoğu zaman hayatın üstesinden gelmek-yalnızca harcadığımız çabaya değil, çabalarımızı doğru ormanda sürdürmemize bağlıdır. Etkili liderlikten yoksun olan verimli yönetimi, birisi söyle tanımlamıştı: “Bu, (buz dağına çarpan) Titan iç gemisinin güvertesindeki iskemleleri düzeltmeye benzer.” Hiçbir yöneticilik başarısı, liderlikteki başarısızlığı dengeleyemez. Ancak liderlik zordur, çünkü çoğu zaman, bir yönetim paradigmasına takılıp kalırız.

Proaktivite, insanlara özgü bir yeti olan öz bilince dayanır. Buna ek olarak, proaktivitemizi genişletmemizi ve yaşamımızda liderlik yapmamızı sağlayan, yine insanlara özgü iki essiz yeti ise,

  1. Hayal gücü ve,
  2. Vicdandır.

Hayal gücünün yardımıyla, içimizde yatan potansiyel güç dünyalarını gözlerimizin önünde canlandırabiliriz.

Vicdanımız sayesinde, kendi basit yeteneklerimiz, katkı yollarımız aracılığıyla evrensel yasalar ya da ilkelerle ve kişisel rehberliğimizle bağlantı kurabilir ve bu çerçeve içinde bunları etkili bir biçimde geliştirebiliriz.

Bu iki yeti öz bilincimiz ile birleştiğinde, bize kendi senaryomuzu yazma gücünü verir. Hayal ve yaratıcılık gücümüzden yararlanarak, en derin değerlerimize ve bu değerlere anlam kazandıran doğru ilkelere uyan daha etkili yeni senaryolar üretmek, bizim sorumluluğumuzdur. Örneğin, çocuklarıma çok fazla tepki gösterdiğimi düşünelim. Onlar, uygunsuz olduğunu düşündüğüm bir şey yapmaya başladıkları zaman mide kaslarım büzüşüveriyor. Savunma duvarlarının yükseldiğini hissedip, savaşmaya hazırlanıyorum. Odak noktam, uzun vadeli gelişme ve  anlayışın değil, kısa vadeli davranışın üzerinde. Yalnızca çarpışmayı kazanmaya çalışıyorum, savası değil. Donanımımı-kocaman cüssem, otoriter konumum-takınıp bağırıp çağırıyor, sindiriyor ya da tehdit ediyor veya cezalandırıyorum. Kazanan ben oluyorum. Orada, parçalanmış bir ilişkinin kalıntılarının ortasında zafer edasıyla dikiliyorum. Çocuklarım ise görünüştü itaatli, ama içten içe isyan halinde. Sonradan daha çirkin bir biçimde ortaya çıkacak olan duygularını baskı altında tutuyorlar.

İnsanlar, içlerinde değişmeyen bir öz yoksa, değişime ayak uyduramaz. Değişme yeteneğinin anahtarı, kim olduğunuzu, ne yaptığınızı ve nelere değer verdiğinizi belirleyen, o değişmeyen anlayıştır. Kişisel çevremiz de gitgide artan bir hızla değişiyor. Bu tür hızlı değişimler, bunlara katlanamayacaklarını, yasamla basa çıkmanın zor olduğunu düşünen pek çok insanı yıpratır. Etki Alanımızın tam merkez noktasında çalışırken, bir yandan da bu alanı genişletiriz. Bu, en etkili ÜY (Üretim Yeteneği) çalışmasıdır ve yaşamımızın her yönünde etkililiğimize anlamlı bir güç katar.

Yaşantımızın merkezindeki herhangi bir şey, güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücümüzün kaynağını oluşturur.

Güvenlik, değer düşüncenizi, kimliğinizi, duygusal dayanağınızı, özsaygınızı, temel kişisel gücünüzü ya da bunun eksiklini temsil eder.

Rehberlik, yaşamınıza yön veren kaynak demektir. Dışarıda olanları sizin için yorumlayan kendi iç değer yargılarınızın, yani haritanızın kapsadığı, dakika dakika alınan kararları ve yapılan eylemleri sizin adınıza yöneten standartlar ya da ilkeler veya kesin ölçütlerdir.

Bilgelik, yasama bakış açınız, denge duygunuz, çeşitli bölümlerle ilkelerin isleyişini ve birbirleriyle bağlantılarını anlayış tarzınızdır.

Güç; hareket etme becerisi ya da yeteneği, bir şeyi başarma kuvveti ve birikimidir. Seçim yapmak ve karar vermek için gerekli olan yaşamsal enerjidir. Ayrıca, derinlere gömülü alışkanlıkları yenip daha üstün, daha etkili olanlarını geliştirebilme yeteneğini de kapsar. Bu dört etken; yani güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç birbirlerine bağımlıdır. Güvenlik ve açık seçik bir rehberlik, gerçek bilgeliği sağlar, bilgelik ise, gücü ortaya çıkarıp yönlendirecek bir kıvılcım ya da katalizör işlevini görür. Bu dört etken bir arada bulunduğu, birbirini canlandırdığı ve uyum sağladığı zaman soylu bir kişiliğin, dengeli bir karakterin, mükemmel bir şekilde bütünleşmiş bir insanın müthiş gücünü yaratır.

Alternatif Merkezler

Hepimizin bir merkezi vardır, ama genelde bunun tam olarak farkında olmayız. Ayrıca bu merkezin, yaşamımızın her yönü üzerindeki yaygın etkilerini de fark etmeyiz. Simdi kısaca insanların sahip oldukları tipik birkaç merkezi ya da temel paradigmaları inceleyelim.

  1. Eş-Merkezlilik: Evlilik, insan ilişkilerinin en içten, en doyurucu, en dayanıklı ve geliştirici ilişkisi olabilir. İnsanın merkez olarak karısını ya da kocasını seçmesi çok doğal ve uygun görülebilir.

Duygusal değer anlayışımızın kaynağı öncelikle evliliğimizse, bu ilişkiye fazlasıyla bağımlı oluruz. Esimizin ruh haline ve duygularına, davranış ve tutumlarına ya da bu ilişkiyi etkileyebilecek herhangi bir dış olaya-yeni bir bebek, akrabalar, ekonomik gerilemeler, toplumsal başarılar vb.-karsı savunmasız kalırız.

Çok savunmasız olduğumuz zamanlarda, yeni darbelerden korunmak için kaçınılmaz bir biçimde kendimizi koruma gereksinimini duyarız. Bu nedenle alaycılığa, iğneleyici sakalara, eleştirilere başvururuz. İçimizdeki şefkatin ortaya çıkmaması için elimizden geleni yaparız. Esler, sevgi konusunda ilk adımı diğerinin atması beklentisi içinde olduklarından düş kırıklığına uğrarlar.

  1. Aile-Merkezlilik: Aile-merkezli olanlar, kişisel değer ya da güvenlik duygusunu aile geleneği ve kültüründen ya da ailenin itibarından alırlar. Merkezlerinde aile olan anne ve babalar, çocuklarını, nihai iyiliklerini gerçekten düşünerek yetiştirmek için gereken duygusal özgürlükten ve güçten yoksundurlar. Güven duygusunu aileden aldıkları için, çocuklarına kendilerini sevdirme gereksinimi ağır basar ve bu, çocukların büyüme ve gelişmelerine yapılacak uzun vadeli yatırımların önemini azaltabilir.
  2. Para-Merkezlilik: insan yaşamının diğer bir mantıklı ve son derecede yaygın merkezi de para kazanmaktır. Kişinin başka bir boyutta birçok şeyi yapabilme fırsatını bulması için, ekonomik güven şarttır.

Bazen para kazanmanın görünüşte soylu gerekçeleri vardır, insanın ailesine bakma isteği gibi. Bunlar gerçekten de önemlidir. Ancak, merkez olarak para kazanmayı seçmek, felaketi de birlikte getirir.

Kişisel değerimle ilgili düşüncelerimin kaynağı net varlığıma bağlıysa, onu etkileyecek her şeye karsı aşırı duyarlı olurum. Ancak is ve para, kendi basına ne bilgelik; ne de rehberlik sağlayabilir; bunlar ancak kısıtlı bir güç ve güvenlik verebilir. Para-merkezliliğin sınırlarını göstermek için, kendimin ya da sevdiğim birinin hayatında bir kriz olması yeterlidir. Para-merkezli insanlar çoğu zaman aileyi ya da diğer öncelikleri bir yana bırakırlar.

  1. İş-Merkezlilik: merkezleri is olan insanlar “işkolik” olabilir. Sağlıklarını, ilişkilerini ve yaşamlarının diğer önemli alanlarını feda ederek, üretmek için kendilerini zorlarlar. Kimlikleri ve öz değerleriyle ilgili anlayışları islerine bağlı olduğu için güvenlikleri bunu sürdürmelerini engelleyecek her şeye karsı savunmasızdır.
  2. Mülkiyet-Merkezlilik: Birçok insan, sahip olduğu şeylerin güdümündedir; yalnızca modaya uygun giysiler, evler, arabalar, tekneler ve mücevherler gibi elle tutulan, maddi varlıklar değil, elle tutulmayan san, şöhret ya da toplumda önemli biri olmak gibi şeyler de buna dahildir. Güvenliğim itibarıma ya da sahip olduğum şeylere bağlıysa, yaşantım da sürekli bir tehdit ve tehlike altındadır; çünkü sahibi olduğum şeyler kaybolabilir, çalınabilir ya da değer yitirebilir.
  3. Zevk-Merkezlilik: Anlık hazların elde edilebildiği ve teşvik de gördüğü bir dünyada yasıyoruz. Televizyon ve sinema, insanların beklentilerinin artmasını sağlayan en büyük etkenlerdendir. Başkalarının nelere sahip olduğunu, rahat ve “eğlenceli” bir yasam sürerken neler yapabildiklerini canlı bir biçimde gösterirler.

Ancak, zevk-merkezli yasam tarzlarının ışıltısı canlı bir biçimde yansıtılırken, bu tür bir hayatın doğal sonuçları-insanın benliği, üretkenliği ve ilişkileri üzerindeki etkisi-doğru olarak ender görülür.

Çok uzun süren çok fazla tatil, çok fazla film, çok fazla televizyon, çok fazla video oyunu; kişinin asgari direnç göstermeyi seçtiği çok uzun, disiplinsiz bos vakitler, bir yasamı yavaş yavaş mahveder. İnsanın yeteneklerinin uyur durumda kalmasına, becerilerinin gelişememesine, zihin ve ruhunun uyuşmasına, yüreğinin ise mutluluğu bulamamasına neden olur. Güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç nerededir? Bunlar ölçeğin en alt noktasında, çabuk geçen bir anın zevkindedir.

  1. Dost/Düşman-Merkezlilik: Gençler, dost merkezli olmaya özellikle yatkınlar. Ancak bu, salt onlara özgü bir şey değil kuskusuz. Yaşıtlardan oluşan bir gruba girip onlardan biri olmak, neredeyse aşırı bir önem kazanabilir.

Dost-merkezlilik, insanın odak noktasını bir tek kişini oluşturmasına yol açabildiği için, evliliğin bazı boyutlarını da içerir. Bir dost üzerinde merkezîleşme; duygusal açıdan bir tek kişiye bağımlılık, gereksinim, gitgide yükselen bir anlaşmazlık sarmalı ve bunların getireceği olumsuz ilişkileri yaratabilir.

Dost ya da düşman-merkezli kişinin güvencesi yoktur. Özdeğe duyguları değişkendir, başkalarının davranışları ya da duygusal durumlarının bir işlevidir. Rehberliği, diğer insanların verecekleri tepkiyle ilgili sezgisi sağlar. Bilgeliği ise toplumsal mercek ya da düşman-merkezli bir paranoya kısıtlar. Bu kişinin hiçbir gücü yoktur. Onun iplerini başkaları çekmektedir.

  1. Din-Merkezlilik: Bazı kimseler ibadete ve dinsel projelere öylesine dalar ki etraflarındaki önemli insani gereksinimlere karsı duyarsızlaşırlar. Bazıları ibadet yerine daha az gider ya da hiç gitmez, ama tutum ve davranışları, dini ahlak kurallarıyla ilgili ilkeleri merkez edindiklerini gösterir.

Din merkezli bir yasamda imaj ya da görünüş o insan için çok önem kazanabilir. Bu da kişisel güvenlik ve doğuştan var olan değer duygusunu azaltan bir ikiyüzlülüğe yol açar. Rehberliğin kaynağı toplumsal vicdandır. Din-merkezli birisi, başkalarına “etkin”, “etkin değil”, “liberal”, “inançlara sadık”, “tutucu” gibi yapay etiketler yapıştırmaktan hoşlanır. Din-merkezli insanlar birtakım bölmelerde yasamaya eğilimlidir. Haftanın bir günü belli bir biçimde davranır, düşünür ve hissederler, diğer günlerinde ise başka türlü. Bu tür bir bütünlük, birlik ya da dürüstlük eksikliği de, yine güvenlik için bir tehlikedir. Din kurumunu amaca yönelik bir araç değil de, bir amaç gibi görmek, kişinin bilgeliğini ve denge kavramını zayıflatır.

  1. Ben-Merkezlilik: Belki de günümüzde en fazla görülen merkez, Ben’dir. En belirgin türü de, birçok kişinin değerlerini çiğneyen, bencilliktir. İnsanın gelişimi ve yetilerini gerçekleştirmesi konusundaki popüler yaklaşımlara yakından bakarsak, özünde ben-merkezliliği görürüz.

Kendi Merkezinizi Tanımlamak

Peki siz ne durumdasınız? Kendi yaşamınızın merkezinde ne var?

Bazen, bunu görmek pek de kolay değildir. Belki de kendi merkezinizi tanımanızın en iyi yolu yasamı desteleyen etkenlere yakından bakmaktır. Çoğu zaman bir insanın merkezi, bunların ve/veya diğer merkezlerin bir karışımıdır. Çoğu insan, genelde yasamı üzerinde kendini hissettiren çeşitli etkilerin bir işlevidir.

Kişi bir merkezden diğerine geçtikçe ortaya çıkan görecelik, yasam boyu alçalıp yükselen bir atlıkarınca gibidir. Bir zayıflığı dengelemek için bir başka zayıflıktan güç alır. Ne tutarlı bir yön duygusu vardır, ne sürekli bir bilgeliği, ne de sabit bir güç kaynağı ya da kişisel kimlik ve değer anlayışı.

İdeal olan, kuskusuz, size sürekli olarak yüksek derecede güvenlik, rehberlik, bilgelik ve güç aktaracak tek bir belirgin merkez yaratmaktır. Bu, proaktivitenizi güçlendirir ve yaşamınızın her açıdan uyumlu ve tutarlı olmasını sağlar.

Bir İlke Merkezi

Yaşantımızın merkezini doğru ilkeler üzerine oturtursak, yasamı destekleyen dört etkenin gelişmesi için sağlam bir temel de yaratmış oluruz. İlkeler hiçbir şeye tepki göstermezler. Öfkelenip bize farklı bir biçimde davranmazlar. Bizi boşamaz ya da en yakın dostumuzla kaçmazlar. Bize kötülük etmek niyetinde değillerdir. Geçerlilikleri, başkalarının davranışlarına, çevreye ya da geçici güncel heveslere bağlı değildir. İlkeler ölmez. Bugün buradayken yarın yitip gitmezler. Yangın, deprem ya da hırsızlıkla yok edilemezler. İlkeler derin, temel gerçeklerdir. Klasik gerçeklerdir. İnsanlığın ortak paydasıdırlar. Onlar, yasamı kusursuz, tutarlı, güzel ve güçlü bir biçimde sımsıkı dokuyan ipliklerdir. İlkelerin her zaman kendilerine bağlı doğal neticeleri vardır. İlkelerle uyum içinde yasarsak netice olumlu olur. Onları göz ardı edersek, olumsuz. Ancak söz konusu ilkeler herkes için geçerli olduğundan, bilinse de bilinmese de bu sınırlama evrenseldir. Doğru ilkeleri ne kadar iyi öğrenirsek, akıllıca davranma konusundaki kişisel özgürlüğümüz de o kadar geniş kapsamlı olur. Yaşantımızın merkezine, zaman asımına uğramayan, değişmeyen ilkeleri yerleştirirsek, etkili yasamın temel paradigmasını yaratmış oluruz. Bu merkez, diğer merkezlerin tümünü bir perspektife yerleştirir. Diyelim; bu aksam esinizi bir konsere davet ettiniz. Biletleri de aldınız. Esiniz konsere gideceği için çok sevinçli. Öğleden sonra saat dört. Birdenbire patronunuz sizi odasına çağırıyor ve ertesi sabah saat 9.00’da yapılacak önemli bir toplantıya hazırlanmak için bütün gece kendisine yardım etmeniz gerektiğini söylüyor. Eğer es-merkezli ya da aile-merkezli bir gözlükle bakıyorsanız, aklınız esinizde olacaktır. Patronunuza kalamayacağınızı söyler ve esinizi hoşnut etmek için onu konsere götürürsünüz. İsinizden olmamak için orada kalmanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Ama bunu da istemeye istemeye yapar ve esinizin tepkisini düşünerek kaygılanırsınız. Kararınızı haklı göstermek ve kendinizi karınızın öfkesine ya da düş kırıklığına karsı korumak için çabalarsınız. Eğer para-merkezli bir mercek ardından bakıyorsanız; ilk önce alacağınız fazla mesai ücretini ya da geç vakitlere kadar çalışmanın iste yükselmenizi nasıl etkileyeceğini düşünürsünüz. Karınızı arayıp ona sadece büroda kalmanız gerektiğini söylersiniz. Onun ekonomik gereksinimlerin önceliğini anlayacağına inanırsınız. Eğer is-merkezli iseniz; fırsatları düşünebilirsiniz. İs konusunda daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Patronun gözüne girip isinizde ilerleyebilirsiniz. Mülkiyet-merkezli iseniz; fazla mesai ücretiyle alabileceklerinizi düşünürsünüz. Ya da kaldığınız takdirde bürodaki itibarınızın artacağına karar verirsiniz. Zevk-merkezli iseniz; geç saatlere kadar çalıştığınız için karınız mutlu olacak olsa bile, isi kenara itip, konsere gidersiniz.

Dost-merkezli iseniz; kararınız, arkadaşlarınızı da konsere davet edip etmediğinize bağlı olur. Ya da isteki arkadaşlarınızın da geç vakitlere kadar çalışıp çalışmayacaklarına. Düşman-merkezli iseniz; geç vakte kadar kalabilirsiniz. Çünkü büroda kendisini şirketin en değerli elemanı sayan birine karsı büyük bir avantaj sağlayacağınızı düşünürsünüz. Din-merkezli iseniz; sizi cemaatin diğer üyelerinin konsere gidip gitmeyecekleri, is yerinizde onlardan bazılarının çalışıp çalışmayacakları ve konserin türü etkileyebilir. Ben-merkezli iseniz; dikkatinizi size en fazla çıkar sağlayacak şeye verirsiniz. Bu aksam gezmeye gitmek mi daha iyi olur? Yoksa patronun gözüne girmek mi? Değişik seçeneklerin sizi nasıl etkileyeceğiyle ilgilenirsiniz. İlke-merkezli bir kişi olarak, durumun yarattığı duygulardan ve sizi etkileyecek diğer etkenlerden uzak durursunuz. Seçenekleri değerlendirirsiniz. Dengeli bütüne bakıp bütün etkenleri (is hayatının gereksinimleri, aile gereksinimleri, isin içine girebilecek diğer tüm gereksinimler ve değişik kararların olası sonuçları) hesaba katarak, en iyi çözümü bulmaya çalışırsınız. Konsere gitmeniz ya da is yerinde kalıp çalışmanız, etkili bir kararın küçük bir parçasıdır aslında. Diğer merkezlerden bazılarıyla da aynı seçimi yapabilirsiniz. Ancak ilke-merkezli paradigmadan hareket ediyorsanız, arada çok önemli bazı farklar da olur.

Birincisi; başka insanlar ya da koşullar sizi etkilemez. En iyi seçenek olduğuna karar verdiğiniz şeyi reaktif bir biçimde seçersiniz. Kararınızı bilinçli bir biçimde ve bilginize dayanarak verirsiniz.

İkincisi; kararınızın en etkili seçenek olduğunu bilirsiniz. Çünkü temelinde uzun vadede tahmin edilebilir sonuçlar veren ilkeler vardır.

Üçüncüsü; seçiminiz yaşamınızdaki nihai değerlerinize katkıda bulunur. Bürodaki birini geçebilmek amacıyla geç saatlere kadar çalışmakla, patronunuzun etkinliğine değer verdiğiniz ve şirketin geleceğine gerçekten katkıda bulunmak istediğiniz için fazla mesai yapmak, birbirinden tümüyle farklıdır.

Dördüncüsü; karşılıklı olarak birbirine bağımlı ilişkilerinizle yarattığınız güçlü ağ içinde esiniz ve patronunuzla iletişim kurabilirsiniz.

Son olarak da; kararınız sizi rahatsız etmez. Ne yapmaya karar verirseniz, dikkatinizi onun üzerinde toplar ve bundan zevk alırsınız.

İlke-merkezli bir kişi olarak her şeyi başka gözle görürsünüz. Her şeyi başka türlü gördüğünüz için de başka türlü düşünür, başka türlü davranırsınız. Değişmeyen, sağlam bir özden kaynaklanan yüksek düzeyde güvenlik, rehberlik, bilgelik ve gücünüz sayesinde çok reaktif ve çok etkili bir yasam temeline sahip olursunuz.

Kişisel Misyon Bildirimini Yazmak Ve Kullanmak

Frankla, yasam boyunca, görevlerimizi icat etmekten çok keşfettiğimizi söylüyor. Seçtiği bu sözler hoşuma gidiyor. Bence hepimizin içinde bir monitör ya da duyu, bir vicdan var. Bu, kendi benzersizliğimizi ve yapabileceğimiz katkıları kavramamızı sağlıyor. Frankla söyle diyor: “Herkesin yaşamında belirli bir görevi ya da misyonu vardır… Bu nedenle, kişinin ne yeri doldurulabilir, ne de yasamı tekrarlanabilir. Kısacası herkesin misyonu kendine özgüdür, tıpkı bunu yerine getirmesi için eline geçen belirli fırsatlar gibi.”

Misyon bildirimi, bir gecede yazacağınız bir şey değildir. Derin bir içe bakış, dikkatli bir analiz ve düşünceli bir ifade ister. Çoğu zaman, bildirim son sekline sokuluncaya kadar tekrar tekrar yazılması gerekir. Tam istediğiniz gibi oluncaya kadar birkaç hafta, hatta aylar geçebilir.

Beyninizin Tamamını Kullanmak

“Beynin üstünlüğü” kuramı diye bilinen konu üzerinde yıllarca araştırma yapıldı. Bulgular, temelde, beynin her iki yarım küresinin-sağ ve sol-özellikle değişik işlevleri yönettiklerini, değişik bilgileri işlemden geçirdiklerini ve değişik türde sorunlarla ilgilendiklerini gösteriyor. Temelde sol yarım küre daha çok mantık ve konuşmayla ilgilenir. Sağ yarım kürenin ise sezgileri güçlüdür ve yaratıcı olan da odur. Sol, sözlerle ilgilenir, sağ ise resimlerle. Solun ilgi alanı parçalar ve özgül şeylerdir, sağınki ise bütünler ve parçalar arasındaki ilişkiler. Sol kesim analizci, yani çözümlemesiyken; sağ, sentezcidir, yani parçaları birleştirir. Sol kesim, neden-sonuç ilişkisiyle ilgilenir; sağ ise anlık, simultane ve bütüncül düşünmeyle. Sol zamana bağlıdır; sağ ise değildir. İnsanlar beynin her iki tarafını da kullanırlar. Ancak genellikle her insanda sağ ya da sol yan ağır basar. Kuskusuz, ideal olan, her iki yan arasında güzel bir köprü kurabilecek yeteneği yaratmak ve geliştirmektir.

Abraham Masao’nu dediği gibi: “Çekiç kullanmayı iyi bilen biri, her şeyin çivi olduğunu düşünür.”

Sağ beyinlerini ve sol beyinlerini kullanan insanlar her şeye farklı açılardan bakarlar. Biz, aslında sol beynin egemen olduğu bir dünyada yasıyoruz. Burada sözcüklere, ölçülere ve mantığa büyük değer veriliyor. Doğamızın daha yaratıcı, sezgisi güçlü ve sanatsal yanı ise çoğu zaman ikinci plana itiliyor. Çoğumuz, sağ beyin kapasitemizden yararlanırken daha fazla zorlanıyoruz. Öğrencilerime, “Yalnızca bir altı aylık yasam süreniz kaldığını varsayın,” diyorum. “Ve bu yarı yıl boyunca iyi bir öğrenci olarak okulda kalacaksınız. Simdi bu süreyi nasıl geçireceğinizi hayal edin!”

Bu durumda her şeye bakış açısı birdenbire değişiyor. Daha önce fark edilemeyen bazı değerler yüzeye çıkıyor. Öğrencilerime ayrıca, bir hafta boyunca bu genişlemiş görüş açısıyla yasamalarını ve bir günlük tutarak deneyimlerini yazmalarını da öneriyorum. Sonuçlar çok şeyi açıklıyor. Öğrenciler, anne ve babalarına mektup yazmaya ve onları ne kadar sevdiklerini ve takdir ettiklerini açıklamaya başlıyorlar. Aralarının bozuk olduğu bir erkek ya da kız kardeş, bir arkadaşla barışıyorlar. Eylemlerine egemen olan ana unsur, bunların altında yatan ilke, yani sevgi oluyor. Yaşanacak pek az bir süreleri kaldığını düşündüklerinde, ağız bozmanın, kötü düşüncelerin, aşağılamaların ve suçlamaların yararsızlığı ortaya çıkıyor. Hepsi de ilkeleri ve değerleri daha iyi fark ediyor.

Aileyle İlgili Misyon Bildirimi

Pek çok aile sağlam ilkelerle değil; krizler, değişken ruh halleri, çabuk çözümler ve anlık doyumlarla yönetilir. Stres ve baskı arttığı zaman da belirtiler yüzeye çıkar: insanlar kuşkucu, eleştirici olur, ya sessizleşir ya da bağırarak aşırı tepki gösterirler. Bu tür davranışları gören çocuklar da, sorunları çözmenin tek yolunun savaşmak ya da kaçmak olduğunu düşünerek büyürler. En iyi misyon bildirimleri, aile üyelerinin karşılıklı saygıyla bir araya gelmeleri, değişik görüşlerini açıklamaları ve bir tek kişinin yalnız basına yapabileceğinden daha büyük bir şeyi yaratmak için birlikte çalışmalarıyla ortaya çıkanlardır. Bildirimin perspektifini genişletmek, önem derecesini ya da yönünü değiştirmek, eklemeler yapmak ya da zamanın aşındırdığı sözcüklere yeni anlamlar katmak için arada bir gözden geçirmek, ailenin ortak değer ve amaçlarda birleşmesini sağlar.

Misyon bildirimi, düşünmek, aileyi yönetmek için bir çatı oluşturur. Bizim evde, misyon bildirimi oturma odasının duvarında asılıdır. Dolayısıyla, ona her gün bakar ve kendimize çekidüzen veririz. Evimizde düzen, sorumlu bağımsızlık, işbirliği, yardımseverlik, gereksinimleri karşılama, yetenekleri geliştirme, birbirimizin yetenekleriyle ilgilenme ve başkalarına hizmet etmenin vurgulandığı, sevgiyi yansıtan cümleleri okuduğumuz zaman bir aile olarak bizim için en önemli sayılacak şeyleri nasıl başardığımız konusunda bir ölçek elde etmiş oluruz.

Ailemizin hedef ve etkinliklerini planlarken, “Bu ilkelerin ışığında hangi hedeflerin üzerinde çalışacağız? Hedeflerimize ulaşmak ve bu değerleri gerçekleştirmek için ne tür çalışma planları yapmalıyız?” deriz. Bildirimi sık sık gözden geçiririz. Yılda iki defa, eylül ve haziranda-okullar açılır ve kapanırken-hedeflerin ve yapılacak islerin üzerinde çalışırız.

Kurumsal Misyon Bildirimleri

Misyon bildirimlerinin başarılı kurumlar için de yaşamsal önemi vardır. IBM’e her gidişimde oradaki eğitim sürecini izlemek ilgimi çok çeker. Defalarca aynı şeyi gördüm; kurum lideri bir gruba katılır ve IBM’in üç şeyi temsil ettiğini söyler:

  1. Bireyin itibarı,
  2. Mükemmellik ve,
  3. Hizmet.

Bu kurumun misyon bildirimi-herkes tarafından paylaşılan bakış açılarını ve değerleri yansıtan bir bildirim-güçlü bir birlik ve sağlam bir bağlılık yaratır. İnsanların yürek ve zihinlerinde, kendilerini yönetmelerini sağlayacak bir ölçüt, ya da standart oluşturur. Bir başkasının yönetimine, denetimine, eleştirisine ya da ucuz çarelerine gereksinimleri yoktur onların. Kendileri, kurumun temsil ettiği şeyin değişmeyen özünü benimsemiş, buna yatırım yapmışlardır.

  1. ALISKANLIK

ÖNEMLİ İSLERE ÖNCELİK VER

  1. Alışkanlık, ikinci; yani fiziksel yaratımdır. 1. ve 2. Alışkanlıkların gerçekleşmesi, harekete geçmesi ve doğal olarak ortaya çıkmasıdır. Özgür iradenin, merkeze ilkelerin yerleştirilmesi için kullanılmasıdır.

Unutmayın; yönetmek, liderlikten tümüyle farklıdır. Liderlik, her şeyden önce, sağ beynin son derecede güçlü bir etkinliğidir. Daha çok bir sanattır; felsefeye dayanır. Kişisel liderlik sorunlarıyla uğraşırken yasamla ilgili en esaslı soruları sormanız gerekir. Yönetim; özüne hükmetmenin irdelenmesi, analizi, düzenlenmesi, özgül uygulaması, zamanla sınırlı sol beyin görüsüdür. Benim kişisel etkililikle ilgili özdeyişim sudur: “Soldan yönet, sağdan liderlik et!”

Özgür İradenin Gücü

Öz bilinç, hayal gücü ve vicdana ek olarak insanlara özgü dördüncü doğal yeti olan özgür irade, etkili özyönetimi tam anlamıyla olası kılar. Gündelik yaşantımızda özgür irademizi ne dereceye kadar geliştirdiğimiz kişisel bütünlüğümüzle ölçülür. Bütünlük temelde kendimize biçtiğimiz değerdir. Kendimize verdiğimiz sözlere bağlı kalma, “özü sözü bir olma” yeteneğimizdir. Kendisiyle gurur duymaktır. Reaktif gelişmenin özü, Karakter Etiğ’inin temel bir parçasıdır. Etkili yönetim, önemli islere öncelik vermektir. Önemli islerin neler olduğuna liderler karar verir. Ama bunların günbegün öncelikli olarak gerçekleşmesini sağlayan yöneticilerdir. Yönetim disiplindir, kararları uygulamaktır.

Disiplin, mürit, havari ya da öğrenci anlamına gelen, dişçimle sözcüğünden üretilmiştir. Bir başka deyişle, kendinizi etkili bir biçimde yönetebiliyorsanız, disiplin de içinizden gelir. Bu, özgür iradenizin bir işlevidir.

En sevdiğim deneme kitaplarından biri, E.M. Giray’ın yazmış olduğu “Başarının Ortak Paydasıdır. Giray, gözlemlerini söyle açıklıyor: “Başarılı insanların, başarısızların hoşlanmadığı şeyleri yapmak gibi bir alışkanlıkları vardır. Onlar da bu islerden hoşlanmıyor olabilirler. Ancak hedefe varma arzularının gücü, hoşnutsuzluklarını yener.”

Bir etkinliği tanımlayan iki etken; acili yet ve önemdir. Acili yet, bir şeyle hemen ilgilenilmesi gerektiğini açıklar. “Simdi!” demektir bu. Acil isler bizi etki altına alır. Çalan bir telefon “acil” grubuna girer. Çoğu kimse, telefonu çalar durumda bırakmayı düşünemez bile. Acil konular genelde gözle görülür. Üstümüzde baskı oluştururlar. Hemen harekete geçmeye zorlarlar. Çoğu kez başkalarının istedikleri şeylerdir, tam karsımızda dururlar. Hatta çoğu hoş, kolay ve zevkle yapılacak şeylerdir. Ama çoğu zaman da önemsizdirler! Diğer taraftan önemliliğin sonuçlarla ilgisi vardır. Bir şey önemliyse, görevinize, değerlerinize, öncelikli hedeflerinize katkıda bulunur. Etkili kişilerin zihinleri soruna değil, fırsatlara açıktır. Onlar fırsatları besleyip sorunları kuruturlar. Önlemleri önceden düşünürler.

Yetki Vermek: Ü ve ÜT’yi Artırmak

Bütün yaptıklarımızı, zamana ya da insanlara yetki vererek başarırız. Zamana yetki veriyorsak verimliliği; başka kişilere yetki veriyorsak da etkili olmayı düşünüyoruz demektir. Birçok kişi başkalarına yetki vermeye yanaşmaz. Çünkü bunun çok zaman ve çaba gerektirdiğini, isi kendisinin daha iyi yapacağını düşünür. Oysa, başkalarına etkili biçimde yetki vermek, belki de insanları harekete geçirmesi bakımından var olan en güçlü etkinliktir. Yetki vermek, hem kişiler hem de kurumlar için gelişim anlamına gelir. Merhum J.C. Penney, verdiği en akıllıca kararın, artık her şeyi tek basına yapamayacağını anladığı zaman “dizginleri bırakmak” olduğunu söylemesiyle anımsanır. Çok uzun bir zaman önce verilen bu karar, yüzlerce mağaza ve binlerce insanın gelişip büyümesini sağlamıştır. Bir üretici istenilen sonuçlara erişmek, altın yumurtayı elde etmek için gerekeni yapar. Bulaşıkları yıkayan bir anne, taslakları çizen bir mimar ya da mektupları daktiloya geçiren bir sekreter, üreticidir. Ancak bir insan, altın yumurtalar üretmek için başkalarından ve sistemlerden yararlandığı zaman, karşılıklı bağımlılık açısından bir yöneticiye dönüşür. Bulaşık yıkama isini çocuğuna veren anne, bir yöneticidir. Bir mimarlık bürosunu yöneten mimar, yöneticidir. Diğer sekreterleri ve büro personelini denetleyen sekreter, büro yöneticisidir.

Emirberi Yetkisi Vermek

Temelde iki yetki verme yöntemi vardır:

  1. Emirberi yetkisi vermek ve,
  2. Kaptanlık yetkisi vermek.

Emirberi yetkisi vermek, “Şuraya git, buraya git, sunu yap, bunu yap, is bitince de bana haber ver!” anlamına gelir.

Üretici olan insanların çoğu emirberi yetkisi verme paradigmasına sahiptir.

Kaptanlık Yetkisi Vermek

Kaptanlık yetkisi vermenin odak noktası yöntemler değil, sonuçlardır. Bu, insanlara yöntemi seçme hakkını tanır ve sonuçlardan sorumlu olmalarını öngörür. Başlangıçta daha fazla zaman gerektirir. Ama harcanacak zaman iyi bir yatırım sayılır. Kaptanlık yetkisi vererek manivelanın dayanak noktasını kaydırıp kaldırma gücünü artırabilirsiniz. Kaptanlık yetkisi vermek, beş alandaki beklentiler bakımından peşinen karşılıklı anlayış ve bağlılığı gerektirir.

  1. İstenilen Sonuçlar: Başarılması gereken şeyin karşılıklı olarak, iyice anlaşılmasını sağlayın. Odak noktası olarak nasılı değil, neyi; yöntemleri değil, sonuçları seçin.
  2. Kılavuzlar: Bu kişinin içinde çalışması gereken parametreleri saptayın. Kaptanlığı devrettiğiniz kişinin, sonuçlara ulaşması koşuluyla istediğini yapabileceğini düşünmesini ve bu arada süregelen bir geleneksel işlemi ya da değeri çiğnemesini istemezsiniz. Bu, inisiyatifi öldürür ve emirberi yetkisi devrine dönülmesine neden olur: “Ne yapmamı istediğini söyle ki, yapayım.”

Verilen isin başarısızlığa uğrayabilecek yanlarını biliyorsanız, onları açıklayın. Dürüst ve açıkgözlü olun. Bu insana bataklığın nerede olduğunu, vahşi hayvanların ne tarafta beklediklerini söyleyin. Tekerleği her gün yeniden icat etmesini istemezsiniz sanırım. İzin verin de, insanlar sizin ya da başkalarının hatalarından ders alsınlar. Yetki verdiğiniz kişiye başarısızlığa gidebilecek yolları işaret edin. Ona ne yapmaması gerektiğini söyleyin. Ama ne yapması gerektiğini söylemeyin. Sonuçların sorumluluğunu kendisine bırakın.

  1. Kaynaklar: Bu kişinin, istenilen sonuçları elde etmesi için yararlanabileceği insani, maddi, teknik ve kurumsal kaynakları tanımlayın.
  2. Hesap Verme Sorumluluğu: Sonuçların rapor edileceği ve değerlendirmenin yapılacağı belirli zamanları da açıklayın.
  3. Sonuçlar: Gelişimin sonucunda ortaya çıkacak iyi ya da kötü sonuçları belirleyin. Kaptanlık, yöneticilik yetkisinin devri, gereğince yapıldığı takdirde iki tarafın da kazançlı çıkmasını sağlayacağı kanısındayım. Sonunda daha az zamanda daha çok is başarılacaktır. Kaptanlık yetkisini vermekle ilgili ilkeler doğrudur ve her türlü duruma ya da insana uygulanabilir. Olgunlaşmamış insanlar söz konusu olduğunda daha az hedef tanımlar ve daha fazla kural koyarsınız.

Daha olgun kişilerle, istenilen sonuçlar daha zor olabilir. Kurallar daha azdır. Hesaplaşmalar da öyle. Kıstaslar da fazla ölçülemez, ama daha belirgindirler.

Karşılıklı Bağımlılık Paradigmaları

Güvensiz dostluk olmaz, güven için de dürüstlük ister. SAMUEL JOHNSON

Etkili bir karşılıklı bağımlılık, sadece gerçek bağımsızlık temeli üzerine kurulabilir. Eskiden nerede olduğumuzu ve gideceğimiz yere göre simdi hangi noktada bulunduğumuzu anlamak için geriye bakarak araziyi incelerken, sunu açıkça görürüz: Seçtiğimiz yoldan gelmemiş olsaydık, bu noktaya erişemezdik. Kendinizle mücadelenizde başarının bedelini ödemedikçe, başkalarıyla ilişkinizde başarılı olamazsınız.

Kendine hakim olmak ve kendini disipline sokmak başkalarıyla iyi ilişkiler kurmanın temelidir. Bazıları, başkalarını sevmeniz için önce kendinizi sevmeniz gerektiğini söyler. Bence bu, değerli bir düşünce. Ancak kendinizi tanımazsanız, kontrol etmezseniz, kendinize egemen olmazsanız, kendinizi sevmeniz de çok zor olur. Bunu ancak kısa vadeli, yüzeysel, ani bir heyecanla sağlayabilirsiniz.

İnsanın kendisine olan saygısı, benliğine egemen olmasından, gerçek bir özgürlükten doğar. Özgürlük, bir başarıdır. Karşılıklı bağımlılık ise, ancak özgür kişilerin yapabilecekleri bir seçimdir. Herhangi bir ilişkiye kattığımız en önemli unsur sözlerimiz ve hareketlerimiz değil, ne olduğumuzdur. Sözlerimizle davranışlarımızın kaynağı kendi özümüz (Karakter Etiği) değil de, yüzeysel insan ilişkileri teknikleriyse (Kişilik Etiği) karsımızdakiler bu düzenbazlığı sezinler. O zaman etkili bir karşılıklı bağımlılık için gerekli temeli yaratıp sürdürmeyi başaramayız.

Duygusal Banka Hesabı

Parasal bir banka hesabının ne olduğunu hepimiz biliriz. Oraya para yatırır ve bir birikim oluştururuz. Gerektiği zaman da oradan para çekeriz.

Duygusal Banka Hesabı, bir ilişki içindeki güven oranını belirleyen bir benzetmedir. Bu, başka bir insanın yanında kendinizi emniyette hissetmenizdir. İncelik, sevecenlik, dürüstlük ve size verdiğim sözlere bağlı kalmak yoluyla Duygusal Banka Hesabı’na yatırım yaparsam, bir birikim yaratmış olurum. Sizin bana olan güveniniz artar, ben de gerektiği zaman bu güvenden yararlanırım. Hatalarım da olabilir. Ama o güven düzeyi, o duygusal birikim bunu telafi eder. Büyük bir güven birikimi sürekli yatırımla beslenmemişse, bir evlilik bozulur. Evlilik, yeryüzündeki iki insan arasında olabilecek en mahrem, potansiyel olarak en zengin, neşeli, doyurucu ve üretici ilişkidir. Evlilik gibi en sabit ilişkilerimiz, en sabit yatırımı gerektirir. Sürekli beklentiler yüzünden eski yatırımlar uçup gider.

Yıllar boyunca görmediğiniz eski bir lise arkadaşınızla birdenbire karşılaştığınız zaman dostluğunuza kaldığınız yerden devam edebilirsiniz, çünkü eski yatırımlar korunmuştur. Ancak düzenli bir biçimde görüştüğünüz insanlarla olan hesabınıza daha sabit yatırımlar yapmanız gerekir. Bazen günlük etkileşimlerinizde, hesabınızdan otomatik olarak bir miktar çekersiniz. Ya da bunu onların sizinle ilgili, fark edemediğiniz sezgileri yüzünden yaparsınız. Bu, özellikle ailenizdeki yetişmekte olan gençler için geçerlidir. Duygusal Banka Hesabı’nı oluşturan altı önemli yatırım önermeme izin verin.

  1. Kişiyi anlamak

Bir insanı gerçekten anlamaya çalışmak belki de yapabileceğiniz en önemli yatırımdır. Bu, bütün diğer yatırımların da anahtarıdır. Bir insanın misyonu, başka birine önemsiz gelir. Yatırım yapmanız için, başka birinin önem verdiği bir şey, sizin için o insan kadar önemli olmalıdır. Son derece öncelikli bir proje üzerinde çalışırken altı yasındaki oğlunuz size önemsiz gelen bir şey yüzünden isinizi engellemeye kalkışabilir.

Başkalarının istedikleri ya da gereksinim duyduklarını düşündüğümüz şeyleri, kendi yasam öykümüzden yola çıkarak belirleme eğilimimiz vardır. Böylelikle, başkalarının davranışlarına kendi amaçlarımızı yansıtırız.

Altın Kural sudur: “Başkalarına, onların size yapmalarını istediğiniz şeyleri yapın.” Yüzeysel olarak bu, sizin için yapılmasını istediğiniz şeyleri, sizin de onlara yapmanız anlamına gelebilir. Ama bence temelde bu sözlerin anlamı; onları, birey olarak sizi anlamalarını istediğiniz gibi, derinlemesine anlamak, sonra da onlara bu anlayışınız açısından yaklaşmaktır. Başarılı bir babanın, çocukların yetiştirilmesi konusunda dediği gibi: “Onlara değişik biçimlerde davranarak hepsine aynı şekilde davranın.”

  1. Küçük Şeylerle İlgilenmek

Küçük, basit, sevecen ve nazik davranışlar çok önemlidir. Küçük nezaketsizlikler, küçük merhametsizlikler, küçük saygısızlıklar bankadaki hesaptan büyük meblağlar çekilmesine yol açar. İlişkilerde küçük şeyler, büyük sayılır.

  1. Verilen Sözleri Tutmak

Verilen bir sözü tutmak, yerine getirmek büyük bir yatırımdır; birisini kırmak ise, önemli bir tutarı geri çekmektir. Hatta birine önemli bir konuda söz verdikten sonra bunu tutmamak kadar banka hesabınızı düşürebilecek bir eylem olamaz. Bir daha söz verildiği zaman, karsıdaki buna inanmaz. İnsanlar, vaatleri umutlarının odak noktasına dönüştürme eğilimindedir. Özellikle temel geçimlerini ilgilendiren vaatleri.

  1. Beklentileri Belirginleştirmek

Beklentilerin çoğu zımnidir. Belirli bir biçimde söylenmez ya da açıklanmazlar. Ama insanlar yine de belirli bir duruma beklentilerini yansıtırlar. Örneğin, bir kadın ve erkek, evlilik ilişkisinde birbirlerinden zımnen bazı şeyler beklerler.

Bazen beklentileri belirginleştirmek büyük cesaret ister. Anlaşmazlık yokmuş ve her şey yoluna girecekmiş gibi davranmak, yanlış anlamaları kabul etmek ve birlikte çalışarak iki tarafın da kabul edebileceği bir dizi beklentiye erişmekten daha kolaymış gibi gelir insana.

  1. Kişisel Bütünlük (Dürüstlük)

Kişisel bütünlük, güven yaratır ve çok çeşitli yatırımların da kaynağını oluşturur. Kişisel bütünlük doğruluğu içerir, ama ondan da öte bir şeydir. Doğruluk, gerçeği söylemek; yani, sözlerimizi gerçeğe uydurmaktır. Kişisel bütünlük ise, gerçeği sözlerimize uydurmak; yani, sözümüze bağlı kalmak ve beklentileri gerçekleştirmektir. Bunun için öncelikle kendine, ama aynı zamanda dünyaya karsı da bir kişisel bütünlük gerekir. Kişisel bütünlüğü kanıtlamanın en önemli yollarından biri, yanınızda olmayan kişilerin arkasından konuşmamaktır. Bunu yaparken yanımızda olanlara da güven veririz. Orada olmayanları savunurken, olanların güvenini korursunuz. Kişisel bütünlük ayrıca aldatıcı, hile kokan ya da insan onuruna yakışmayacak her türlü sözden kaçmak anlamına da gelir. Bir tanımlamaya göre, “Yalan, aldatmak amacıyla söylenen herhangi bir sözdür.” Ya da davranıştır. İster sözlerimiz, ister davranışlarımızla iletişim kuralım, dürüst bir insansak, amacımız aldatmak olmaz.

  1. Hesaptan Çektiğiniz Zaman İçtenlikle Özür Dilemek

Duygusal Banka Hesabı’ndan bir tutarı çektiğimiz zaman özür dilememiz gerekir; hem de içtenlikle. İçten sözler büyük yatırımlar demektir.

“Ben haksızdım.”

“Sert davrandım.”

“Sana saygı göstermedim.”

“Onurunla oynadım. Çok, çok üzgünüm.”

“Seni dostlarının önünde utandırdım. Bunu yapmaya hakkım yoktu. Bir noktayı belirtmek istiyordum ama, öyle davranmamalıydım. Özür diliyorum.”

Kişinin acıyarak değil de, içinden gelerek özür dilemesi için karakterinin iyice güçlü olması gerekir. Bir insanın içtenlikle özür dileyebilmesi için kendine hâkim olması, temel ilkeler ve değerlerin sağladığı köklü bir güven duygusunun bulunması gerekir. İç güveni olmayanlar bunu yapamazlar. Bu onları çok savunmasız bir duruma düşürür.

Ayrıca çoğu zaman yaptıklarında haklı olduklarına da inanırlar. Kendi hatalarını affettirmek için, bahane olarak karsılarındakilerin hatalarını gösterirler. Bazen özür dileyebilirler, ama bu da içten değildir.

Lego Rekin’in dediği gibi: “Zalim olanlar, zayıflardır. İnceliği sadece güçlülerden bekleyebilirsiniz.”

Sevgi Yasaları ve Yasam Yasaları

Koşulsuz sevgi yatırımı yaptığımızda, sevginin öncelikli kurallarını yerine getirdiğimizde, başkalarına yasamın öncelikli yasalarına uymaları için cesaret veririz; yani başkalarını koşulsuz, kurallar koymadan sevdiğimiz zaman onların güven duymalarına, kendilerini emniyette hissetmelerine; temel değerleri, kişilikleri ve dürüstlüklerinin doğrulanmış ve onaylanmış olduğunu düşünmelerine yardım etmiş oluruz. Böylece doğal gelişim süreci teşvik edilmiş olur. Onların, işbirliği, katkı, kendini disipline sokma, dürüstlük gibi hayat yasalarını yasamalarını, içlerindeki en yüce ve en iyi şeyleri keşfedip bunlara sadık kalmalarını kolaylaştırırız.