Home » Yazarlar » Seyfettin Ülger » İNSANLIĞIN İNKİŞAF SÜRECİ – Seyfettin ÜLGER

İNSANLIĞIN İNKİŞAF SÜRECİ – Seyfettin ÜLGER

İnsanlık tarihinin şunun şurasında on beş bin yıl gibi bir süreç içerisinde geliştiğini yazılı tarihinse beş bin yıl gibi bir zamanla sınırlı olduğunu düşünürsek hayatımıza giren birçok terim ve ürettiğimiz aletlerin bu süreçle başladığını söyleyebiliriz. Bu dönemlerde;  İnsanların sabanla sürüm yapması bile bir devrim olarak nitelendirilebilmektedir. Su değirmenlerinin keşfi ise tüm sosyal hayatı değiştirmiş şehir toplulukları yerini derebeyliklerine bırakmıştır. Pusula Çinliler tarafından uzun yıllar kullanılmasına rağmen tüm insanlığa mal olması, savaşlar ve ticaret sayesinde gerçekleşmiştir. İnsanlar medeniyetler arasında gerektiği kadar geçişkenliği yani bilgi alışverişini gerçekleştiremediği için üretilen bilgi ve aletin toplumların dağarcığında yer etmesi yüzyıllar hatta binyıllar alabilmekteydi. Sosyal hayatta ise derebeyleri, padişahlar, krallar hayatın akışına yön
veriyorlar ceberrut yönetimlerin olduğu coğrafyalarda ilim filizlenemiyor, insanlar var olma savaşı verirken yaşamını tamamlıyor, bir anlamda insanın değer üretmesine engel olmaya çalışan ailelerin kutsal ve dokunulmaz sultaları egemen oluyordu.
Peygamberlerin ve düşünürlerin tarih sahnesinde ortaya çıktığı dönemlerin ön açıcı ve medeniyet ufkunu geliştirici etkilerinin, insanlığa soluk verdiği gerçeği yadsınamaz. Şunu da belirtmeliyiz ki insanlık tarihi ile birlikte Risâlet görevi başlamıştır ‘’ İnsanın üzerinden zamanın akışı içinde öyle uzun bir dönem geçti ki, bu dönemde insan, adı anılan, kendisinden söz edilen bir şey değildi.’’ (İnsan 1) yani Allahın emanet yüklemesinden önceki dönem; Fikir ve alet üretemediğimiz dönemler. Tabi bu durum yaratılış sürecimizle ilgili olduğundan üzerinde ciddi düşünülmesi gerekiyor. bu konuda Mustafa İSLAMOĞLU’nun eserini tavsiye edebilirim ( Yaratılış ve Evrim ) konumuza devam edersek, toplumlara ailelerin egemen olduğu bir yaşam formatı insanlığa ön açıcı girişimci ruh aşılayamamıştır. Hiç bir insan varlığının sebebinin toplumların varlığını devam ettirmesi için gerekçe olduğunu iddia edemez ama insanlık tarihi boyunca bu tür iddialarla yaşamı çekilmez kılan bir sınıf hiç eksik olmamıştır. Aslında bu açıkça bir Rablik iddiasıdır. Bu iddiasın aslı insanların edindikleri mülkün cazip etkisi ile ebedi varlık sahibi olmadığını bilmesine rağmen, davranışlarıyla öyleymiş algısı oluşturması sonucu, aşırılık ve adaletsizlik doğmasına sebep olmasıdır. Bu durum sadece idarecilerde değil, ilim adamları din adamları gibi sınıflarda da yaşanabilecek insani bir zaafın varlığını bize göstermektedir.
Ortak bir akıl oluşmasına ve insanlığın gerçek bir kalkınma sürecine girmesine engel olan egemen sınıflar ile birlikte, tutucu geleneklerin, bireyleri etki altına almakta kullanılması karşısında, devrimci ve bir yönüyle de ıslah edici söylemler geliştiren peygamberler ve Fikir adamlarının bu kısırlaştırıcı etkileri kırması çok zor olmuş, başarılı sonuçlar alındığında ise kalıcı bir medeniyet inşası gerçekleşememiştir.  Kalıcı bir medeniyet inşası, ortak akıl, hikmet arayışı, bu üç cümlede aynı şeyi işaret ediyor, İnsanlığın tüm kadim değerlerini zenginleştirerek güçlü bir farkındalık ortaya koymayı başarması ve içinde yaşadığı Kâinatın tüm sırlarını ve işleyişine ait bilgiyi elinde tutması demektir. Bu,  Rabbimize ait olanı İnsanlarla paylaşması için başlayan bir sürecin de adıdır. Aslında; Ahlaklı olmak, Adaletli davranmak, Dürüstlük, İstişare, Yardımlaşma gibi
kavramlar ile Kimya, Fizik kanunları, Tıp, Genetik bilimi, Astronomi vb gibi ilimler bir bütünün parçalarına ait kavramlardır hepsi bizler için birer gerçekliktir ve ortak aklın oluşmasında tümünü kullanabileceğimiz bir medeniyet inşa etmeliyiz. Saf bir ahlak abidesi olmakla medeniyet inşa edemezsiniz çünkü silah ve teknoloji üstünlüğünü ele geçiren ahlaksızlar grubu gelip kurduğunuz tüm bu medeniyeti alaşağı edebilir.
Referans aldığınız birçok değerler vardır belki bunlar bir döneme ışık tutan faydalı uygulamalar da olabilir, Tarihin şahit olduğu en görkemli medeniyeti bile alıp başka bir yüzyılda başka bir topluma uygulamaya katlığınızda ancak bozgunculuk çıkarmış ve adaletsizlik yaşatmış olacaksınız. Çünkü referans aldığınız şey hayatın temel kanunlarına uymamaktadır; Mekân, zaman, algı farklılığı gibi önemli Argümanları görmezden gelerek sizin için kutsal olanı yeniden diriltme düşüncesine sarıldığınızdan dolayı yaşanılan doku uyuşmazlıklarını gördüğünüzden insanları ağır bir baskı altına alarak kontrol etmek zorunda kalmaktasınız. Öyleyse referans aldığınız değerler tüm insanlığa mal olabilecek değerler değiller, siz gerektiği kadar farkındalık oluşturamamış ve hikmete ait bilgiye ulaşamamış olabilirsiniz, buna rağmen diretiyorsunuz ve mevzi kazanmak için olabildiğince insanın canına kastediyorsunuz, alan savunması yapıyorsunuz, sorumlu gördüğünüz ve suçladığınız insanları katlediyorsunuz. Yaptığınız şey taassuplarınız ve alışageldiğiniz yaşam standartlarınızı yani mezhebi anlayışınız veya İslam denildiğinde kafanızda oluşan resmi uygulamaya koymak. Müslümanların ekserisinin oluşturduğu algı ne yazık ki budur.( Yahudilerde de ars’ı mevud idealinin temelleri böyle bir algıyı doğurmuştur.) Diğer tarafta ise bu duruma çıkış yolları arayan ve üst bir akıl oluşturmayı  başarabilenlerin uygulamaya koydukları fikirlerin daha başarılı ve sonuç almaya yakın olduğunu görebiliyoruz. Hâlbuki ne demiştik ortak akıl, kalıcı medeniyet inşası, hikmet arayışı, bunu başarabilmek için insanlığın binlerce yıldır peygamberler ve düşünürler eliyle gerçekleştirdiği arayışı tüm insanlık olarak devam ettirebilmek ve algılarımızdan kaynaklanan farklılıklarımızı bir toplumda var olması hayati olan şu değerleri ortadan kaldırmadan kabullenebilmektir, Can, Mal, Nesil, Din ve Akıl emniyetini muhafaza etmek.
İnsanları suçlamak ve yargılamak kolaydır, Önemli olansa hayata bir değer katmaktır, bununla birlikte üretilen tüm bilgiyi ve değerlerimizi sorgulanamaz kılmamak gerekir, şunu bilmeliyiz ki, insanı tekâmül sürecinde, ilmin yol açıcı, ufuk açıcı ikliminden mahrum bırakmamalıyız, Ürettiğimiz değerlere insan kurban etmekten kaçınmalıyız, hiçbir değer insanlığa despotizim getirecek kadar kutsal olamaz. Despotizim söyleyecek sözü olmayanların dünyevi menfaatleri adına yaptıklarına itiraz edilmesine karşı geliştirilen şiddet sarmalıdır, insanlığın özellikle de Müslümanların bundan kendilerini kurtarması gerektiğini örnekleriyle görmeye devam ediyoruz.

Seyfettin ÜLGER
07.07.2015