Home » Felsefe » Ortaçağ Felsefesine Giriş

Ortaçağ Felsefesine Giriş


Ortaçağ felsefesi hakkında dile getirebileceğimiz bir durum, bu dönemin içinde ele alınan Latince yazan isimlerin neredeyse tümünün kendilerini filozof olarak değil,fakat ilahiyatçı olarak görmeleridir. 
Onlara göre filozof, antikçağda yaşamış ve yapıtlarını kaleme almış olan Platon ve Aristoteles’tir. Ortaçağ filozoflarına göre felsefe, dinin hizmetinde (ancilla theologiae) bir etkinlik olarak görül mektedir. Elbette bu durum da Ortaçağ gibi bin yıllık bir süreç içinde anlamaya çalıştığımız dönemin bütününe yayılacak bir belirleme olamaz. Bununla birlikte, en azından ilk beş yüz yıllık dönemde bu anlayışın hüküm sürdürdüğünü söylemek abartı olmayacaktır

Ortaçağ, felsefe tarihi açısından son derecede önemli ve zengin içerikli bir dönemdir. Eskiden karanlık dönem olarak adlandırılmasına karşın, son elli yıldır giderek artan bir ilgi sayesinde Ortaçağ Felsefesi artık daha aydınlık bir dönem olarak karşımızda durmaktadır. Zamansal olarak Ortaçağ Felsefesini Augustinus (354 – 430) ile başlatabiliriz . Bu dönem, St. Thomas’lı Iohannes (1589- 1644) ile son bulmak tadır.

Felsefe tarihinin belki de en önemli ismi olan Platon M.Ö. 348’de öldü. Onun ölümünden sonra bir süreliğine Aristoteles Yunan felsefesi üzerinde etkili olmuş Augustinus ve Boethius tur. Bununla birlikte, Yunan felsefesinin etkili olduğu ve genellikle pagan düşüncesini resmeden anlayış, yaklaşık olarak üçüncü yüzyılda sona erdi. Başka türlüifade edilecek olursa, Platon gibi bir büyük ustanın  büyük ölçüde etkisi altında bıraktığı bir dönem, bu sefer onun adıyla anılan ve Plotinos’un kurucusu olduğu düşünülen Yeniplatoncuğa yerini bıraktı. 
204 veya 205 yılında Mısır’da, büyük bir olasılıkla Lycopolis’te dünyaya gelen Plotinos’un en önemli kazanımlarından biri, onun Ammonius Saccas’tan dersler almasıdır. Kendisinden sonraki bütün felsefe tarihini derinden etkilemeyi başarmış olan Plotinos, bir taraftan Yunan spekülatif düşüncesini diğer taraftan da Hıristiyanlığın temel ilkelerini bir araya getirmeye çalışmış ve bu alanda ciddi bir başarı elde etmiştir. Yaşadığı Ortadoğu’daki Hıristiyanlığın etkisi altında farklı bir şekilde yeniden biçimlendirilen felsefe, daha önce alışkın olmadığı yeni bir kavramı bütün bir varlık anlayışı içine almıştır. Daha önceleri Yunan felsefesinde yer almayan “yaratılış” (creatio) düşüncesi, Platoncu terminolojinin de yardımıyla ve bu sefer mutlak güç sahibi sıfatıyla Tanrı şeklinde metinlerdeki yerini almaktaydı.

Bu şekilde ortaya çıkan yeni felsefi anlayış, Hıristiyanlığın ciddi ağırlığına karşın gene de temel ilkelerini ve kaygılarını korumayı başarmıştır. Yeniplatoncu okul ve onun takipçileri, aynı zamanda ciddi bir şekilde Eski Yunan felsefesini de muhafaza eden bir anlayışı sürdürmekteydiler. 
Avrupa, dördüncü yüzyıldan itibaren büyük bir barbar saldırısı ve istilası ile sarsıldı. Neredeyse bütün şehirleri, manastırları, eğitim kurumları, kütüphaneleri yağmalandı ve yakıldı. Bu ortamda elbette eğitim olanağı ortadan kalktı. Bu durum, o dönemde Avrupa’daki bilim insanlarının hayatlarını da ciddi bir şekilde olumsuzca etkiledi. Aslına bakılacak olursa, karanlık çağ olarak Ortaçağ değil; fakat dördüncü yüzyıl adlandırılabilir. Pek çok Yunanca metin ortadan kayboldu. Pek çok Yunanca metnin Latince çevirilerinin ya bir kısmı veya tamamı tahrip edildi. Eğitim kurumlarındaki tahribat, dönemin insanına Eski Yunanca öğretme olanağının önünü tıkadı ve Eski Yunanca, dolayısıyla Eski Yunan felsefesi metinlerine ulaşabilecek insan sayısında inanılmaz boyutlarda düşüş yaşandı

Bununla birlikte, bazı aileler ile ücra köşelerdeki bazı manastır kütüphanelerindeki temel yapıtlar sayesinde eğitim devam edebildi. Bu eğitim sayesinde Augustinus gibi, Boethius gibi isimler ortaya çıktı ve yapıtlarıyla Ortaçağ felsefesini biçimlendirmeye koyuldular. Bunların tümü de Hıristiyandır. İkinci yüzyılda başlayarak hepsi de Hıristiyanlığın imanının akılsallaştırılması için çaba göstermişler ve bu uğurda felsefeyi kullanmışlardır. Başlangıçta felsefeyi bir araç gibi gören bu anlayış, zaman içinde evrilerek felsefenin en temel alanlarındaki önemli başarıları ortaya koyacak denli felsefeyi amaçlaştırmıştır.

Bu bakımdan, Ortaçağ felsefesi, sadece Eski Yunan felsefesini modern felsefeye aktarmak görevini üstlenmemiştir. Onun aynı zamanda bir başka önemli görevi, Eski Yunan felsefesinden alınan mirası, yorum tarzı üzerinden farklılaştırarak modern felsefeyi üretmek olmuştur. Unutulmaması gereken önemli bir konu, modern felsefenin başlatıcısı olarak düşünülen Descartes’in,(Dekart okunur) aslında bir Ortaçağ kurumunda eğitilmiş olmasıdır.

Dolayısıyla Ortaçağ felsefesi, pek çok bakımdan üzerinde durulması gereken bir dönemi işaret etmektedir. Bu felsefenin anlaşılması için, yukarıda dile getirilenlerden de rahatlıkla anlaşılacağı gibi, bir taraftan Eski Yunan felsefesinin temelde Platon ve Aristoteles’in düşünceleri öbür taraftan da modern felsefenin iyi bir biçimde kavranmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde  felsefenin sürekliliğinde biçimlenen sorunlardaki anlamda kırılmalar ve eksiklikler kaçınılmaz hâle gelecektir.

Aziz Augustinius Kimdir ? Yaşamı Felsefesi ve Yapıtları


Augustinus (Avgustinus şeklinde okunur), Kuzey Afrika’nın en önemli tarihsel yerleşimlerinden biri olan Kartaca şehrinin batısındaki Thagaste’de (Cezayir’de bulunan bugünkü Souk Ahras kenti) MS 13 Kasım 354 yılında dünyaya geldi. Bir pagan olan babasının adı Patricius, Hıristiyan olan annesinin adı ise Monica’ydı. Augustinus sahip olduğu her şeyi annesine borçlu olduğunu söylemiştir. Eğitimine Thagaste’de başlamış, daha sonra komşu kent olan Madaura’daki okula gönderilmiştir. Burada Latin klasiklerini okumaya başlamış, böylelikle annesinin inancından ve düşüncelerinden uzaklaşmıştır. Yetenekli bir çocuk olmasına karşın Yunanca derslerine olan ilgisizliği dikkat çekiciydi. Yunancadaki zayıflığı, daha sonraları Augustinus’un Antik Yunan düşüncesine ilişkin okumalarını eksik gerçekleştirmesine neden olmuştur. Bu durum, aslında o dönemdeki pek çok filozof için de geçerlidir. Madaura’daki eğitiminden sonra retorik konusunda eğitim almak üzere MS 370 yılında Kartaca kentine gitmiştir. Bu kent, onun o zamana kadar karşılaştığı en büyük yerleşim yeriydi. Burada bir kadın ile beraber yaşamış ve bu ilişkisinden Adeodatus (Tanrı tarafından verilmiş olan) isimli bir oğlu olmuştur.

Cicero’nun şu anda kayıp olan Hortensius isimli eserini okuduktan sonra bir hakikat araştırmasına başladı. Bu yüzden o dönemde etkili bir dini inanış olan Maniciliğe girdi. Augustinus’a göre bu din o zamana kadar kendisine sunulan en akılsal açıklamaları yapmaktaydı. Manicilik, Manes veya Mani tarafından üçüncü yüzyılda kurulmuş bir inanç sistemidir. İran’da hâkim olan eski inanışlarla Hristiyanlığın bazı ögelerinin uzlaşımına dayalı olan bu dine göre, evrende iki güç hüküm sürmekteydi. Buna göre evrende Ormuzd denen bir iyi ilke, yani ışık ile Ahriman denen bir kötü ilke, yani karanlık hüküm sürmekteydi. Bu özelliğiyle Manicilik, ikici (düalist) bir görünüm sergilemekteydi. Bu ilkelerin her ikisi de sonsuzca bir varoluşa sahiptir ve aralarındaki mücadele de sonsuza kadar devam edecektir. 

Augustinus, işte bu inancın etkisinde kalarak annesinin dininden epeyce uzaklaşmış şekilde 374 yılında Thagaste’ye geri döndü ve burada yaklaşık bir yıl gramer ve edebiyat dersleri verdi. Aynı yılın sonbaharında bu kez Kartaca’da bir retorik okulu açtı ve 383 yılına kadar orada kaldı.
Felsefe ile durmaksızın uğraşan Augustinus için Manicilik pek çok soruya cevap veremez hâle gelmişti. İnsan düşüncesinde kesinliğin nereden kaynaklandığı,iki ilkenin niçin sonsuza dek birbiriyle kavga içinde olduğu gibi sorular Augustinus’u bunaltmaktaydı.

Bu sorun ve düşüncelerle dolu olarak 383 yılında Roma’ya gitti ve burada bir retorik okulu açtı. Düşüncelerindeki karmaşıklık onu akademik şüphecilerin tartışmalarına sürükledi ve bir süreliğine şüpheci yaklaşımları oldu. Daha sonra kendisine birinci dereceden felsefi düşünmeyi tanıtan Yeniplatoncular Plotinos ve Porphyrios’un bazı eserleriyle tesadüfen tanıştı. 
Yeniplatonculuk, Plotinos (MS 204/205270) isimli bir düşünür  tarafından kurulmuş ve okullu anlamda ilk teşkilatlanmasını da Roma’da gerçekleştirmişti. Aslen Mısırlı (Lycopolis) olan Plotinos, 244 yılı dolaylarında Roma’da bir felsefe akademisi kurmuş ve burada yirmiş beş yıl boyunca ders vermiştir. Kaleme aldığı Enneades isimli kitap, kendisinden sonraki neredeyse tüm Ortaçağ filozofları için vazgeçilmez bir başvuru kaynağı olmuştur. 

Enneades,Plotinos’un öğrencisi olan Porphyrios (Porfüryos okunur) tarafından her biri 9 makaleden oluşan 6 kısımlık bir kitap olarak hazırlanmıştır. Bu kitaptaki temel tezler şöyledir: 1 Gerçekliğin maddi olmayan bir en yüksek formu vardır (İdea). 2 Görülebilir veya duyulanabilir olan şeylerden daha yüksek bir gerçeklik seviyesi bulunmaktadır. 3 Bilmenin tecrübi formlarından çok zihinsel görüyü tercih etmek gerekir. 4 Bazı formlar ölümsüz karakterdedir. 5 Evren, özü gereği iyidir. 


Augustinus işte bu düşünceler doğrultusunda şekillenmiş olan Yeniplatoncu düşünürlerin eserlerinden etkilendi ve bu eserler Augustinus’un maddeci düşünceden uzaklaşmasına ve aynı zamanda moral hayatını arındırması için kıpırdanmasına yardımcı oldular (Maurer, 1982: 3). Augustinus 384 yılında Milano’da öğretmenlik yapmaya başladı ve burada, yukarıda anılan filozofların Yeniplatoncu eserlerini etkisiyle Hristiyanlığa yeniden ilgi duymaya başladı. Paulus’un Yeni Ahit’teki yazılarını tekrar tekrar okudu. Yeniplatoncu eserlerdeki bilgelik ile Hıristiyanlığın bu bilgeliğe paralel olması gerektiğini söylediği hayat arasında bir ilgi kurmaya başladı. 387 yılında Milano Piskoposu Ambrosius tarafından vaftiz edilerek Hristiyanlığa adım attı. Bundan önceki yaklaşık bir yıl boyunca dostları ve aile bireyleri ile birlikte âdeta bir hazırlık dönemi yaşadı ve bu arada Milano’nun kuzeyindeki Cassiciacum’da en önemli eserlerini kaleme aldı. 388’de tekrar Afrika’ya döndü ve doğduğu yer olan Thagaste’de küçük bir manastır kurdu. 396’da Hippo piskoposu oldu ve 28 Ağustos 430’daki ölümüne değin bu görevi sürdürdü. 

Augustinus, bugün anlaşıldığı şekliyle felsefi bir eser kaleme almamış olabilir.Bununla birlikte onun dinî kaygılarını daha iyi anlatabilmek adına başvurduğu felsefi oluşumları pek çok eserinden ayıklamak ve izlemek de mümkündür. Bütüneserlerini Migne baskılı Patrologia Latina’nın 38 ve 47. ciltlerinde bulmak mümkündür. Augustinus’un bütün eserlerinin İngilizceye çevirisi M. Dods tarafından 15 cilt hâlinde yapılmış ve bu çalışma 18711876 yılları arasında Edinburgh’da yayımlanmıştır. Eserlerinin pek çoğunun ayrı baskıları da bulunmaktadır. Augustinus’un başlıca eserleri şunlardır:

Düzen Hakkında (De Ordine), fiüphecilere Karşı (Contra Academicos), Güzel Hayat Hakkında (De Beata Vita), Soliloquia, Ruhun Ölümsüzlüğü Hakkında (De Immortalitate Animae), Müzik Hakkında (De Musica), Ruhun Niceliği Hakkında (DeQuantitate Animae), Seçme Özgürlüğü Hakkında (De Libero Arbitrio), Öğretmen Hakkında (De Magistro), Hristiyanlık Öğretisi Hakkında (De Doctrina Christiana). İtiraflar (Confessiones), 400 yılı dolaylarında kaleme aldığı bir eserdir. İtiraf geleneğinin neredeyse başlatıcısı olmuş bir denemedir. Yüksek edebi karaktere sahip olan bu eserin bir kısmı Türkçede mevcuttur.

Teslis Hakkında (De Trinitate), Tanrı Devleti (De Civitate Dei), Retractationes (Bu eseri yaklaşık olarak 427 yılında tamamlanmıştır. Bütün bir düşüncesini yeniden gözden geçirdiği bu çalışmasına, Augustinus’un herhangi bir eseri kullanılırken daima başvurulmaktadır).

Thomas Aquinas Kimdir? Yaşamı ve Felsefesi Nedir?


Thomas Aquinas (Tomas Akuinas diye okunur) kendisinden sonraki bütün bir felsefe tarihini derinden etkilemiş çok önemli bir düşünürdür. Onun etkisinin büyüklüğünü, elbette, düşüncelerinden çok faydalanmış olduğu Aristoteles’inkiyle kıyaslamak hiç doğru olmaz. Yine de Thomas Aquinas, Aristoteles’i en iyi şekilde yorumlamış filozof olarak haklı bir üne sahiptir. Thomas Aquinas adı, Batı’da genel olarak kabul görmüş belli başlı felsefe tarihçilerinin kullanageldikleri bir addır. Kendisini anlatmak bakımından Thomas Aquinas dışında Aquino’lu Thomas, sadece Thomas ve Aquinumlu Tommasso adları da kullanılmaktadır. Biz burada, başta da dile getirdiğimiz gibi, güvenilir kabul ettiğimiz Ortaçağ felsefesi uzmanlarının yaygın olarak kullandıkları bir adı tercih ediyoruz. Aquinas adı, kendisinin doğmuş olduğu Aquinum’dan gelmektedir. Thomas Aquinas 1224 veya 1225 yılında doğmuştur. Bazı kaynaklarda doğum tarihi olarak 1226 yılı da dile getirilmektedir. Aquinas’ın babası, Roccasecca ve Montesangiovanni yöresinin hakimiydi. Annesi Theodora (öl. 1255) Napoli’li Caracciolo sülalesinden gelmekteydi. Babaannesi olan Francesca de Suabia ise Barbarossa’nın kızkardeşiydi. Buradan anlaşıldığı kadarıyla, Thomas Aquinas sadece felsefi açıdan çığır açmış önemli bir kimlik olarak değil; fakat aynı zamanda döneminin önemli bir siyasal kişiliği olarak da dikkat çekmektedir. Bununla birlikte o, geçmişte pek çok filozofun yapmış olduğunu tekrarlayarak politikadan uzak bir yaşamı seçmiştir.

Thomas Aquinas Napoli’deki bir okulda 19 yaşına kadar özellikle yedi özgür sanat (septem artes liberales) üzerinde yoğunlaşan bir eğitim aldı. Kendisine ders veren hocaları ağırlıklı olarak Aristotelesçiydiler. Hemen burada, Aristoteles felsefesinin aslında Kilise’nin resmî öğretisi ile ciddi bir karşıtlık içerdiğini vurgulamak gerekir. Zira Aristoteles’e göre evren öncesiz-sonrasız bir yapıydı. Ona göre, Platoncu evren anlayışının önemli figürlerinden biri olan “demiurgos”a gerek yoktu. Bu konuda “Kendisi Hareket Ettirilmeyen İlk Hareket Ettirici” (Primum mobile) yeterliydi. Bu yüzden, Aristoteles’in Batı Ortaçağında özellikle Fizik ve Metafizik isimli eserleriyle yer alması engellenmekteydi. Buna ilişkin gösterilebilecek en güzel örnek Aristoteles felsefesinin Paris Üniversitesi’nde çok uzun bir süre boyunca yasaklanmış olmasıdır. Thomas Aquinas, 1244 yılında girdiği Dominiken tarikatında çok önemli filozoşardan dersler aldı. Paris’teyken özellikle Albertus Magnus’un vermiş olduğu derslerin kendisi üzerinde derin etkiler bıraktığını söyleyebiliriz.

1248 yılında hocası ile birlikte, şimdiki Almanya’da bulunan Köln şehrine gitti. Orada kaldığı dört yıl boyunca önemli çalışmalar yaptı ve Albertus Magnus’un önerisi üzerine Paris’e geri döndü. Paris’te Petrus Lombardus’un Sententiae adlı eseri üzerine dersler verdi. Thomas Aquinas, 1260 yılı başlarına kadar Paris’te kaldı. O yıl Napoli’ye geri döndü. İtalya’da değişik şehirlerde 1268 yılına kadar dersler verdi ve aynı yıl Paris’e geri döndü. 1272 yılında Napoli’de kurulan bir okulun başına getirildi. 1273 yılının Aralık ayında yazmayı bıraktı. Şu sözlerin kendisine ait olduğu tanıklarca dile getirilmektedir: “Artık bir daha yazmayacağım, bu kadarı yeterli. Geriye dönüp baktığımda bütün bu yazılanların büyük bir saçmalık olduğunu görüyorum. Hakikat, kendisinin ifade edilebilmesi için tüm bu saçmalıklara katlanamayacak kadar saf ve biriciktir. Hakikati bir daha asla rahatsız etmeyeceğim.” Dönemin Papası X. Gregorius tarafından Lyon’daki bir toplantıya davet edildi. 1274 yılının Mart ayında yola çıktı; fakat yolda, Campania civarında 7 Mart’ta yaşama veda etti.Thomas Aquinas’ın bütün eserleri 1570 yılında yayımlanmış Piana baskısında mevcuttur. New York’ta 1948 yılında yeniden basılan Parma baskısı da (1852-1873) 1871-1880 yıllarında yayımlanmış olan Paris baskısıyla birlikte dikkate değer toplu eser yayımlarıdır. Yirminci yüzyıldaki en önemli yayın çalışması Torino’daki Marietti yayınevi tarafından gerçekleştirilmiştir. Hemen bütün eserlerinin İngilizce ve Fransızca çevirileri vardır. Ülkemizde, De Ente et Essentia adlı çalışması, Betül Çotuksöken Saffet Babür tarafından Türkçeye aktarılmıştır.

Eserlerinin tamamının yaklaşık olarak on üç milyon kelimeden oluştuğunu ileri süren felsefe tarihçileri bulunmaktadır. Bu kadar çok yazmış olan bir filozofun eserleri de çok farklı alanlardadır. Bazıları aşağıda gösterilmektedir:

Liber de Veritate Catholicae Fidei contra errores Infidelium seu ‘Summa Contra Gentiles’, Summa Theologiae, Quaestiones Disputatae De Veritate, Quaestiones Disputatae De Anima, In octo libros Physicorum exposition, In libros De anima, De unitate intellectus contra Averroistas