Home » Kitap » Kitap Özeti: Tarih sümerle başlar – Kramer 1.Bölüm

Kitap Özeti: Tarih sümerle başlar – Kramer 1.Bölüm

Sümerde Okullar
Sumerlerin uygarlığa en önemli katkıları Çiviyazısı sistemini icat etmeleridir. Yazının icadı ve geliştirilmesi doğrudan doğruya Sumer okullarında başlamıştır. İlk yazılı belgeler en eski Sumer şehri olan Urukt’a bulunmuştur. Kil tabletler üzerine bir çeşi t resim yazısı ile yazılmış ve adetleri binden fazlaya varan bu belgelerde basit idari ve iktisadi notlar bulunmaktadır.
Sumer Nuh’ unun vatanı olan eski Şuruppak şehrinde 1902-1903 yıllarında yapılan kazıda 2500 senelerine tarihlenebilen ve okullarda kullanılacak okul kitabı niteliğinde olan belgeler bulundu.
Sumer okullarının asıl amacı mesleki idi. Memleketin özellikle saray ve mabedin iktisadi ve idari ihtiyacı için gerekli kayıtları yapabilmek üzre yazıcılar yetiştirmek.
Öğretim ne geneldi ne de zorunlu. Öğrencilerin çoğu zengin ailelerin çocukları idi . Fakirlerin uzun bir öğrenim için para ve zaman harcamaları çok zordu . Son senelere kadar bu bir tahminden ibaretti. Fakat 1946 yılında bir Alman Çivi yazısı bilimcisi olan Nikolaus Schneider o zamana ait yayınlanmış bin kadar ekonomik ve idari belge için de 500 kadar yazıcının İsmini çıkardı. Daha sonra onlardan çoğunun baba ismini ve mesleğini tesbit etti . Schneider” in topladığı bu bilgilere göre. yazıcıların babaları okulu bitirmiş vali, şehir babası, elçi, mabet idarecisi, askeri memur, kaptan, yüksek vergi memuru , çeşitli rahipler, müfettiş, işçi başı, yönetici katip, arşivci gibi meslek sahibi idil er.
Bu belgelerde bir tek kadın İsmi bulunamadı. Bu yüzden Sumer okulları yalnız erkek okulları idi.
Ağaç ve kamışların, şehir ve köylerin , değerli taş ve madenlerin isimlerini kapsayan uzun listeler bulunuyor. Bu guruplamalar bugünkü bitki, hayvan , coğrafya , maden bilimlerine çok yaklaşmaktadır ve hatta bilim tarihçileri için bu bilimlerin başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Sumer eğitimcileri çeşitli matematik işlemlerini ve detaylı matematik problemlerini, onl arın çözülüşlerini gösteren tabletler hazırlamışlardır.
Dilcilik alanında Sumer grameri üzerindeki çalışmalar okul tabletlerinde çok iyi olarak gösterilmiştir. Bunlardan bir çoğu isi m terkipleri ve fiil şekillerine ait yüksek düzeyde bir gramer bilimine yaklaşmış listelerdir.
Disiplin için dayak vardı. Öğretmenler öğrencileri iyi çalışmaları için ödüllendirip teşvik ettikleri gibi, yanlışlarının. beceriksizliklerinin düzeltilmesi için de dayağa başvuruyorlardı
İLK RÜŞVET OLAYI
Bu hikayede bir okul çocuğu bugünkü çocuklar gibi, okula geç kalıp öğretmenden dayak yiyeceğinden korkuyor uyandığında annesini acele öğle yemeğini hazırlaması için zorluyor. Okulda her uygunsuz hareketinden dolayı öğretmeni ve yardımcısından dayak yiyor. Dayak veya kamçılamak” kelimesinin çevrisinden çok eminiz. Çünkü Sumercede
“kamçılamk” manasına gelen kelime  “sopa” ve “et ” işaretlerinin birleşmesi ile gösterilmiş
Fakat saygı ile diz çöksün veya çökmesin bu öğrenci fena bir gün geçirmişe benziyor. Okulun çeşitli görevlisinden ayağa kalk. kapıya git” gibi azarlayıcı sözlerle dayak yiyor. En fenası da kendi öğretmeni ona “senin elin (kopyan) hiç iyi değil”
diyor ve dayak atıyor. Bu artık delikanlıya çok fazla gelmiş gibi görünüyor ve babasına öğretmeni eve davet ederek yumuşatması için bazı hediyeler vermesini öneriyor. İşte bu insanlık tarihinde ilk “rüşvet ” olayıdır. Kompozisyon devam ediyor:  Baba çocuğun sözüne değer vererek öğretmeni eve getirtiyor. Evde evin en iyi yerine oturtuyor. Öğrenci öğretmenin yanına geliyor. ona hizmet ediyor.
Okulda tablet yazma sanatında bütün öğrendiklerini öğretmenin önün de babasına gösteriyor. Sonra baba öğretmene şarap ve yemek ikram ediyor, ona yeni elbiseler giydiriyor.  bir hediye veriyor ve parmağına yüzük takıyor. Bu sıcak bonkörlüğe öğretmen şu sözlerle karşılık veriyor: “Ey delikanlı benim sözlerimi tuttuğun onlara kaşı gelmediğin için yazı
sanatının en yüksek noktasına erişesin senin buluşların tam olsun erkek kardeşlerinin . . . . . . arasında önder olasın arkadaşlarının başı olasın. öğrenciliğin en üst düzeyine yükselesin. Sen okul uğraşılarını tam olarak yapabildin ve öğrenmiş bir adam oldun”.
İLK GENÇLİK SORUMSUZLLUĞU
Gençliğin sorumsuzluğu günümüzün en önemli problemi . Fakat çok eski çağlarda da bu konunun günümüzden farklı olmadığını bilmemiz bizi biraz olsun teselli edebilir. Binlerce yıl öncede bugünkü gibi başı boş dik kafalı, değer bilmez çocuklar, aileleri için büyük bir üzüntü kaynağı idi. Onlar okula gidecekleri yerde caddelerde. sokaklarda başı boş
dolaşıyorlar. meydanlarda işsiz güçsüz, hatta belki de gurup halinde geziyor, okuldan nefret ediyorlardı . Bu yüzden babalarını sonsuz üzüntülerine sokuyor, onların yakınmalarına neden oluyorlardı.
Hikayenin bundan sonraki kısmında babanın konuşması geliyor. Oğluna adam olması için caddelerde. Sokaklarda serüven peşinde koşmamasını. sınıf yönetimine karşı alçak gönüllü olmasını, okula gitmesini, geçmiş günlerdeki denemeleri öğrenmesini söylüyor. Bundan sonra babanın başı hoş dolaşan çocuğunu acı bir şekilde azarlaması geliyor. Baba 
oğlunun durumu için bitmez tükenmez üzüntüleri ve onun İnsancıl olmayan davranışları yüzünden ölüm haline geldiğini anlatıyor. Oğlunun değerbilmezliği yüzünden son derece düş kırıklığına uğruyor. O asla oğlunu saban ve öküz arkasında çalıştırmamış. Ne ateş için odun getir, demiş ne de diğer babaların çocuklarına yaptığı gibi, onun geçimini sağlamasını istemiş. Fakat ne yazık ki, o diğerleri gibi adam olamamış.
İlk Meclis Kararları
Eski Sümer hükümdarları bir fatih olarak ne kadar başarılı ve keyiflerine göre hareket etmiş olurlarsa olsunlar hiç bir zaman şiddetli, acımasız. mutlak hükmeden krallar değillerdi. Devlete ait bütün önemli konularda , özellikle savaş ve barış ile ilgili olan durumlarda, halk içinden önemli kimselerle ciddi bir meclis oluştururlardı. Böyle bir meclis Sümer tarihinin çok erken devrinde. hemen hemen beşbin yıl önce toplanmıştır. Bunu ancak çok sonraları yazılan bir kahramanlık şiirinden öğreniyoruz. Siyaset tarihinde ” ‘ ilk” olan hu konu beşinci bölümde yazılmıştır.
İ.Ö. üçüncü binde Sumer, bütün ülkeye hakim olmak isteyen ve bu yüzden birbirleriyle devamlı çatışan şehir devletlerinden oluşmuştu. Bunlardan en önemli olanı Kiş’li. Efsaneye göre. tufandan sonra Sumer’de
gökten ilk krallık bu şehre inmişti. Zamanla Kiş’in güneyinde bulunan Uruk şehir beyliği güçlenmeğe başlıyor. Bu ise Kiş krallığını korkutuyor. Kiş kralı tehlikeyi anlıyor ve kendisinin üstünlüğünü kabul ettirinceye kadar Uruk’lularla savaş yapacağını bildiriyor. İşte hu güç durumda Uruk’un. yaşlılar ve eli silah tutan gençlerden oluşan ikili meclisi, ya
Kiş”in boyunduruğuna girip barış içinde yaşamaya veya silahlanıp özgürlük için çarpışmaya karar vermek üzre toplanıyor.
Bu yazılı belgelere göre ilk “siyasal kongre” İ.Ö. üçbin yıllarında çok ciddi bir konu için toplanıyor. Bugünkünden pek farklı olmayarak iki meclis ile iş görüyor. Bunlardan birisi senato veya yaşlılar meclisi. ikincisi eli silah tutan gençler meclisi. Toplantının konusu savaş. Meclisin vereceği karara göre, ya “her ne pahasına olursa olsun barış” veya savaş
ve özgürlük. Tutucu yaşlıları ile ” “senato” neye mal olursa olsun barış. diyorlardı . Fakat kral yaşlıların verdiği im karardan memnun olmamıştı. O, bir de eli silah tutan gençlerin meclisinde bu konuyu tartışıyor.
Onlar savaş ve özgürlük istiyordu. Kral da bunu uygun görerek savaşa karar veriyor.
Örneğin onlar, ülkelerindeki şehirlerin, kasabaların. köylerin ve içlerinde bulunan çiftliklerin, siyasal . dinsel , ekonomik ve teknik kurumların evrenin hemen yararadılışından sonra tanrıların planladıkları ve öyle olmasını istedikleri şekil de, hiç değişmeden durduklarına inanıyorlardı.
Sümer’ler yüzlerce maddeleri olan kanun kitapları yazmışlar, fakat hiç bır yerde bir hukuk teorisi bulunmuyor.
İlk Kanun Kitabı
1943 yılına kadar en eski olarak bilinen kanun kitabı İ .Ö. 1750 yıllarında saltanata başlayan ünlü Sami kralı Hammurabi tarafından resmi olarak halka açıklanmıştı. Bu kanun kitabı Babil Sami dilinde Çiviyazısı ile yazılmış olup bir giriş ile daha çok beddua ile dolu bir sonuç kısmı arasında 300’e yakın kanun maddesini kapsamaktadır. Bu kanunun yazıldığı diyorit taşından yapılmış kabartma Louvre müzesinde vakarlı ve etkileyici bir şekilde durmaktadır. Bu, şimdiye kadar bulunan eski kanun belgeleri arasında, eskiliği ve antik değeri bakımından değil, fakat hukuki ayrıntılarının bolluğu ve iyi korunmuş bir durumda bulunması yönünden en göze çarpıcı olanıdır. 1947 yılında, Hammurabi’den 150 yıl kadar önce yaşamış olan kral Lipit-İştar’a ait yeni bir kanun bulunmuştu.
Sumer’de hak ve hukuk gerek teorik, gerek pratik alanlara, daha doğrusu sosyal yaşama ve iş hayatına etki yapmıştı. Geçen yüz yılda arkeologlar Sümerlere ait anlaşmalar, kontratlar, vasiyetnameler, makbuzlar, notlar, mahkeme kararları yazılı binlerce tablet çıkardılar gün ışığına. Sumer okullarında ilerlemiş öğrenciler çok özelleşmiş hukuki terimleri, kanun maddelerini ve mahkeme kararlarını yazarak öğrenmeye çalışmışlardır.
İLK MAHKEME KARARI
İ.Ö. 1850 yıllarında Sumer ülkesinde bir cinayet işleniyor. Biri berber,  biri bahçıvan, biri de mesleği belli olmayan üç kişi tarafından Lu-İnanna isimli bir mabet memuru öldürülüyor. Katiller bilinmeyen bir nedenden, onun Nin-dada isimli karısına, kocasını öldürdüklerini söylüyorlar. Kadın bunu gidip ilgililere bildireceği yerde susup oturuyor. Fakat o zaman bile, daha doğrusu yüksek uygarlığı olan Sumer’de bu haber başkent İsin’de oturan kral Ur-Ninurta’ya ulaşıyor. O da bu işin araştırılması görevini Nippur şehrindeki adalet mahkemesi halk kuruluna veriyor. Kurulun 9 üyesi, yalnız üç katilin değil cinayeti bildirmeyen kadının da aynı oranda suçlu olduğunu savunuyor.
Kurul üyelerinden ikisi buna karşı çıkarak kadının bu cinayete katılmadığını ve cezalanmaması gerektiğini söylüyor.
Kurul üyeleri bu savunmayı yerinde buluyor. Çünkü görünüşe göre kadının kocası, karısına iyi bakamıyormuş. Bu durumda kadının susması onu adalete karşı suçlu yapmıyordu . Karar “katil olan üç adamın cezalandırılması” idi. Buna göre Nippur kurulu tarafından yalnız üç katil ölüm cezasına çarptırılıyordu.
Amerika’nın yüksek mahkeme kararlarında da aynı işlem yapılmaktadır.
Bu çeviri yapıldıktan sonra, bugünkü mahkemelerde böyle bir durum karşısında ne gibi bir karar verileceğini öğrenmenin ve bir karşılaştırma yapmanın önemli olacağını düşündük. Bunun için Pennsylvania Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Owen J. Roherts’e (kendisi 1930-45 yılları arasında Amerika yüksek mahkemesinde hakimdi) gönderdik ve bu karar hakkındaki düşüncesini sorduk. Cevap son derece ilginçti. Çünki bu zamanın hakimleri de bundan dört bin yıl önce yaşamış Sumerli meslekdaşları gibi, aynı kararı vereceklermiş. Roberts’in yazdıklarını buraya alıyorum : “Bizim kanunlarımıza göre, böyle bir durumda kadın suç ortağı olarak kabul edilmez . Onun suçlu olması için cinayetin yalnız yapıldığını bilmesi değil, cinayet sırasında orada bulunması, teşvik etmesi ve yardım etmesi gereklidir.”
İLK İLAÇ YAPIMI VE KULLANIMI
İ .Ö. üçüncü binin sonlarına doğru yaşayan bir Sumer doktoru meslektaşlarının ve öğrencilerin yararlanması için iyi edici önemli ilaçları bir reçete halinde toplayarak yazmaya karar veriyor. B u belgeden öğrendiğimize göre, Sumer hekimi ilaçların esas maddelerini aynı modern zamanda olduğu gibi, hayvansal, bitkisel ve madensel kaynaklardan elde etmiş. Onun başlıca madensel maddeleri sodyum chlorid (mutfak tuzu), potasyum nitrate (güherçile)dı. Hayvansal madde olarak süt, yılan derisi, kaplumbağa kabuğu kullanmış, fakat en çok kullandığı maddeler bitkisel ot cinsinden cassia (çin tarçını ), Myrtle (Mersin ağacı) , asafoetida (şeytan tersi otu ) , thyme (nane ) ; ağaçlardan söğüt, armut, köknar, incir, hurmadan yararlanmıştır. Bunların tohumları, kökleri, dalları, kabukları, suları ya bütün olarak ya toz halinde
saklanmış olmalı. Bizim doktorumuz tarafından yazılan bu ilaçların bir kısmı kaynatılarak veya filitre edilerek ya merhem olarak sürülüyor veya sulu olarak içiliyor. Bir merhem yapılırken birkaç madde döğülerek toz haline getiriliyor. Kuşumma şarabı içinde eritiliyor. Bu karışım reçine yağı ve sedir ağacı yağı ile karıştırılıyor. Diğer bir merhem tarifinde de toz haline
getirilmiş nehir çamuru su ve bal ile yoğuruluyor ve üzerine reçine yağı yerine “deniz” yağı dökülüyor
Bu tableti yazan Sumer doktorunun sihir ve büyüden söz etmemesi
ilgi çekicidir. Hiç birinde ne bir tanrıdan. ne de bir demondan söz vardır. Fakat bu. üçüncü binde Suıııer’ler hastalığı iyi etmek için, ona neden olduğu düşünülen şeytan ve cinleri kaçırmak üzre dua ve büyü yoluna baş vurmayı bilmiyorlardı, demek değildir. Aksine, üzerinde çeşitli sihirler yazılan ve yazarlar tarafından, bunların kötü cinlere karşı kullanılacak muska olduğu belirtilen üç düzine kadar küçük tablet bulunmuştur. Daha geç devirlerdeki Babillilerde olduğu gibi Sumerlerde de çeşitli hastalıklara, insan vücuduna giren fena cinlerin neden olduğuna inanılıyordu. Sumerlerin şifa sanatının koruyucusu olarak ve ” karabaşlıların (Sumerlerin) büyük hekimleri” şeklinde adlandırdıkları Bau.
Gula ve Ninisinna tanrıları için yazılan bir ilahide yarım düzeniye yakın hastalık c inlerinin ismi belirtilmiştir. Buna rağmen tıbbi kitap olan bu kil tablette batıl inançlara yer verilmemesi çok ilginçtir.
TARIM: ÇİFTÇİNİN İLK GÜNLÜĞÜ
Amerika’lıların lrak’da yaptıkları bir kazıda bulunan küçük bir tablet. Üç bin beşyüz yıldan daha önceki tarım tarihini ve tarım metodlarını vermesi bakımından son derece önemlidir.
Bütün parçaları birleştirildikten sonra 108 satıra ulaşan bu belgede bir köylü oğluna. suların taştığı Mayıs ve Haziran aylarından başlayarak tarlaların temizlenip ekilmesi, ertesi senenin Nisan, Mayıs aylarına kadar olan bir senelik tarıma ait işler anlatılıyor; bu nedenle belgeye çiftçinin “El Kitabı” denmiştir. Bu Nippur tableti bulunmadan önce, ona benzer eskiye ait iki tane çiftçinin “El Kitabı” biliniyordu. Bunlardan birisi Virgil’in çok şairane yazılmış Georgica’sı ile Hesiod’un “İş ve günler” adlı yapıtlarıdır. Bunlardan daha eskisi olan Hesiod’un yapıtı ihtimal İ.Ö. sekizinci yüzyıla aittir. Buna karşılık yeni tamamlanan Sumer kil belgesi İ.Ö. 1700 yıllarında yazılmıştır ve Hesiod’un eserinden bin yıl önce meydana getirilmiştir.
Sümer Dini Anlayışının Kökenleri
Sümer öğretmenleri Ve bilginlerinin gözleri önünde evrenin ana bölümü olarak gök ve yeryüzü bulunuyordu. ve bunların birbiriyle olan ilgilerini “An.ki” kelimesi ile ifade etmişlerdi. Yeri düz bir daire şeklinde göğü de alttan ve üstten yekpare bir kubbe ile sınırlandırılmış bir boşluk olarak kabul ediyorlardı. Bu gök kubbenin ne gibi bir maddeden oluşttuğu belli değil. yalnız kalay için “gök madeni ” denilmesinden belki de bunu “kalay” olarak düşündüklerini
çıkarabiliriz . Gök ve yer arasında rüzgar (hava, nefea, ruh) manasına gelen LİL maddesi var ve bunun en önemli özellği dağılma ve yayılmasıdır ki, bu aşağı yukarı bizim ‘ “atmosfer”e uymaktadır. Güneş, ay. gezegenler ve yıldızların hepsi ‘ ‘atmosfer” gibi aynı maddeden oluşmuşlardı ama buna ilaveten bir ışık gücü ile donatılmışlardı . Her taraftan alttan üstten sınırsız bir denizle çevrilmişlerdi ve bu deniz içinde herhangi bir şekilde tesbit edilmiş olduklarından hareket etmiyorlardı.
Kim bu evreni yarattı, kim onu çağlar boyunca gün be gün, yıl be yıl işletti? Yazılı belgelerden öğrenebildiğimiz kadarıyla, Sumer ilahiyatçıları herhangi bir kanıtlamaya dayanmadan, insan gibi, fakat insan üstü ve ölümsüz, bununla beraber ölümlülerin gözüne görünmeyen, çok iyi düzenlenmiş planlara ve evvelce yazılmış kanunlara göre evreni yöneten ve kontrol eden bir gurup canlı yaratıklardan oluşan bir tanrılar aleminin varlığını kabul etmişlerdi.
Bu insanlaşmış fakat insan üstü varlıklara, evrenin belirli bir bölümü önceden konulmuş kaide ve kurallara göre idare edilmek üzre bırakılmıştı. Bu yaratıklardan her biri ayrı ayrı gök ve yer gibi koca ülkeleri, ay, güneş, gezegenler gibi göğün önemli varlıklarını, rüzgar, fırtına, kasırga gibi atmosfer güçlerini, yer ülkesinin nehirleri, dağları, ovaları gibi
doğal bütünlüğünü, şehirler, devletler. sedler, hendekler, tarlalar ve çiftlikler gibi, kurumları, hatta kazma, tuğla kalıbı ve saban gibi aletleri de içeren tüm kültür yapıtlarını kontrol ediyordu.
Sümer mitoloji yazarları ile filozoflarını ayırt etmedeki başarısızlık, eski doğunun fikir dünyası üzerinde çalışan bazı modern bilim adamlarını şaşırtmıştır, özellikle hakikati aramaktan çok, hemen bir çözüm yolu bulmak isteyenleri doğu aklına ya daha çok veya az değer vermeye itmiştir.
Modern düşünürler buluşlarını ileride değişebileceğini kabul eder ve doğru olan sonuçlarıda kuşku ile karşılar. Sumer düşünürleri böyle değildir. O kendi düşüncelerinin doğruluğuna ve evrenin yaradılışı ve işleyişi hakkında bildiklerinin değişmez olduğuna emindir.
Sümere Göre Yaradılış
1. İlk olarak eski ve sonsuz bir deniz vardı. Onun başlangıcı veya meydana çıkışı hakkında bir bilgi verilmiyor. Sumer’ler onun hep var olduğunu kabul etmiş olmalılar.
2 . Bu eski deniz, gök ve yeri bir arada tutan bir evren dağını meydana getiriyor.
3 . Tanrı bir İnsan şeklinde tasavvur ediliyor, An (yani gök) erkek ve Ki (yani yer) dişi idi. Onların birleşmesinden hava tanrısı ENLİL doğuyor.
4. Hava tanrısı Enlil yeri gökten ayırıyor. Baba An göğü alıp götürüyor, Enlil de annesi olan yeryüzünü alıyor. Enlil’in annesi ile birlikte yeri alması ile evrenin düzenleme sahnesi başlıyor. İnsanların, hayvanların ve bitkilerin yaratılması ve uygarlığın kurulması , ay, güneş ve gezegenler gibi göğün ışıklı cisimlerinin niteliği ve asılları hakkında doğrudan doğruya bir açıklama yapılmamış. Fakat bizim bu eski yazılı kaynaklarda Nanna ve Sin şeklinde iki isimli olan ay tanrısının hava tanrısı Enlil’in çocuğu olarak gösterilmesinden, ışıklı ve havaya benzeyen şekline göre herhangi bir tarzda atmosferden meydana geldiğinin düşünüldüğü çıkarılabilir. Metinlerde her zaman güneş tanrısı Utu ve Venüs tanrıçası İnanna’nın ay tanrısının çocukları olarak gösterilmesi. ayın atmosferden meydana gelmesinden sonra bu iki ışıklı varlığın da aydan yaratıldıkları düşünülmüş olabilir. Bu aynı tarzda (ayın etrafında dolaşan) vahşi boğalar olarak isimlendirilen gezegenler ve tahıl taneleri gibi serpilmiş olan diğer yıldızlar için de böyle olmalı.
Sumer filozoflarına göre, yaradılıştan bu yana evreni idare eden ve işleten tanrısal kanun ve kurallar olan me’lere geliyoruz. Bu bakımdan elimizde oldukça dolaysız delil var, özellikle İnsanı ve kültürünü idare eden me’lere ait. Eski şairlerden birisi, mitoloj isini yazarken kültürel me’lerden bir liste yapmağı uygun bulmuş. Bunun için, bildiğine
güre uygarlığı 100 den fazla an latışa bölmüş. Bunlardan 60 kadarı okunulabiliyor. İçlerinde bazı ları kelime halinde olduğundan bütün metin olmadan tam anlam vermek zor oluyor. Fakat yine de geri kalan kısmı bugün genel olarak ” ‘ kültür nitelikleri ve çeşitlilikleri” diyebileceğimiz bu listenin çıkarılmasına neden olan ilk yazılı kültür analizi denenmesinin
önemini ve karakterini göstermeğe yeterlidir. O rahiplik görevleri,
1) Beylik,
2) Tanrılık,
3) Yüceltilmişlik ve ebedi taç,
4) Krallık tahtı,
5) Yüceltilmiş krallık asası,
6) Hükümdarlık nişanı,
7) yüceltilmiş kutsal yer,
8) Çobanlık,
9) Krallık,
10) Süresiz hanımlık,
11) “Tanrısal hanımlık” (rahiplik görevi) ,
12) işib (rahiplik görevi),
13) lumah (rahiplik görevi),
14) gutuk (rahiplik görevi),
15) Doğruluk,
16) Yeraltı dünyasına iniş,
17) Yeraltı dünyasından çıkış,
18) kurgarru (hadım ) ,
19) girbadara (hadım) ,
20) sagursuk (hadım) ,
21) (Savaş) sancağı,
22) Tufan ,
23) Silahlar (?),
24) Cinsel doyum,
25) Fahişelik,
26) Kanun (?),
27) Suçlama,
28) Sanat,
29) Tapınak,
30) “Göğün kutsal fahişeliği”,
31 ) gusilim (çalgı ) ,
32) Müzik,
33) Yaşlılık,
34) Kahramanlık,
35) Güç,
36) Düşmanlık,
37) Namusluluk,
38) Şehirlerin yıkılışı,
39) Ağıt,
40) Kalbin sevinci,
41) Yalan,
42) Memleketin başkaldırması,
43) İyilik,
44) Adalet,
45) Tahta işçiliği sanatı,
46) Maden işçiliği sanatı,
47) Katiplik,
48) Demircilik işi,
49) Dericilik işi,
50) Yapı işi,
51) Sepet işi,
52) Bilgelik,
53) Dikkat,
54) Kutsal temizlenme,
55) Korku,
56)Terör,
57) Kavga,
58) Barış,
59) Yorgunluk,
60) Zafer,
61) Nasihat-uyarı,
62) Sıkıntılı kalp,
63) Hüküm,
64) Karar,
65) Lili (çalgı),
66) ub (çalgı ) ,
67) mesi (çalgı ) ,
68 ) ala (çalgı ) .
İLK AHLAKİ VE MANEVİ KAVRAMLAR
Sumer düşünürleri, dünya görüşlerine uygun olarak insanlara ve onların kaderlerine fazla itimat etmemişlerdir. Onlar insanların çamurdan ve bir tek amaçla yaratıldığına inanıyorlardı: Tanrıların rahatça ve engellenmeden tanrısal görevlerini yapabilmeleri, onlara yiyecek ve içecek ile başlarını sokacak bir bina hazırlamaları için yaratılmışlardır.
Onlar yaşamın devamlı olarak bilinmeyenlerle tehdid edildiğine ve emniyetsizliklerle gölgelendiğine inanıyorlardı. Çünkü insanlar, tanrıların hesaplanamayan keyflerine göre kendilerine nasıl bir kader vereceklerini evvelden bilemiyorlardı. Öldükleri zaman da cesaretsiz ruhu, karanlık ve sıkıcı yeraltına gidiyor, fakat bu defa da orası dünyadaki yaşamın
bir yankısı.
Sumerler, iyilik ve fazileti, kanun ve düzeni, adalet ve özgürlüğü, dürüstlük ve doğruluğu, acıma ve merhameti
değerlendirebiliyordu. Onlar kötülük ve yalancılıktan, kanunsuzluk ve düzensizlikten, haksızlık ve zulümden, günahkarlık ve asilikten, gaddarlık ve acımasızlıktan nefret ediyorlardı. Krallar ve hükümdarlar devamlı olarak memlekete kanun ve düzen getirdikleri, böylece güçsüzleri güçlülerden, fakirleri zenginlerden korudukları, kötüyü ve zorbayı memleketten
kovdukları ile öğünürlerdi.
O, görevini kötüye kullanan bir takım nüfuzlu memurları işinden atıyor. Pazarda dürüst satış yapılsın diye ağırlık ve uzunluk ölçülerinin hepsini aynı yapıyor, dul ve yetim ve fakirleri kötü muameleden, istismar edilmekten koruyor, Ur-Nammu’dan iki yüz yıl sonra İsin kralı Lipit-İştar yeni bir kanun çıkıyor, Onda büyük tanrılar olan An ve Enlil’in özellikle kendisini, memlekete adaleti getirmesi, şikayetçileri sürmesi, düşmanlık ve başkaldırmayı silah gücü ile bastırması, Sumer
ve Akad’lara iyi bir yaşam getirmesi için memleketin prensliğine seçtiklerini öğünerek söylüyor. Krallar için yazılmış birçok ilahilerde de aynı şekilde iyi ahlak ve moralden söz edilmektedir.
Sumer yazarlarına göre tanrılar da iyi ahlaklı olanları kötülere tercih ediyorlar ve Sumer panteonunun bütün baş tanrıları ilahilerde iyiliği, adaleti, doğruluk ve dürüstlüğü sevdikleriyle öğünürler.
Ö ksüzleri bilen, dulları bilen,
İnsanın insana yaptığı zulmü bilen, öksüzlerin annesidir o.
Nanşe, dulları koruyan,
Fakirlere (?) adil (‘?) olan.
Sığınanl ara kucak açan,
Güçsüze barınak bulan kraliçedir o.
Kanunsuz yolda gezen, isyanla ellerini kaldıran,
Geçerli olan adetleri aşan, anlaşmaları hozan,
Kötü yerlere . . . . . . beğenerek bakan,
Büyük ağırlık ölçüsü yerine küçük ağırlık ölçüsünü koyan,
Uzun ölçü yerine kısa ölçü kullanan, . . . .
(Kendisine ait olmayanı) yiyip de “yedim” demeyen,
İçip de “onu içtim’ ‘ demeyen, . . . .
“Yasak olanı yedim” deyen .
“Yasak olanı içtim” deyen.
ARACILAR – RİCACILAR
Öyle ise, insanın, krallarda olduğu gibi, kendi yerine tanrıya ricada bulunacak tanrının dinlemek isteyeceği ve
değer vereceği bir aracısı olmalı. Bunun için, Sumer düşünürleri, her şahıs için aile başı gibi kabul edilecek bir tanrı, bir tür koruyucu melek, onu var eden bir tanrısal baba kavramını ortaya koymuşlardır. Üzülen kimse tanrısına dua ile üzüntülerini açıklayacak, o da büyük tanrılar katında bir çözüm yolu bulacak.
Sumer’lerin ahlak kavramı ve düşüncesi tanrıların insanları çamurdan ve kendilerine hizmet etsin diye yarattığı inancına dayanmaktadır.
Sümerlere Göre İnsan Neden Yaratılmıştır
özellikle dişi tanrıların var oluşundan sonra kendi ekmeklerini temin etmekteki güçlükleri anlatarak başlıyor. Tanrılar sızlanıyorlar. Fakat onların derdine çare bulacağını ümit ettikleri bilgelik tanrısı derin bir uykuya dalmış, onları duymuyor bile. Bunun üzerine annesi, en eski deniz , “bütün tanrıları doğuran anne” Enki’ye tanrıların gözyaşlarını getirerek diyor ki:
Ey oğlum, yatağından kalk . . . . bilgini kullan,
Tanrılara iş yapacak yaratıklara şekil ver,
Onlar kendilerini iki misli (?) çoğaltsınlar.

Enki konu üzerinde düşünüyor, ” iyi ve prens gibi şekiller” yapıyor ve annesi en eski deniz olan Nammu’ya şöyle diyor:
“Ey annem , ismini vereceğin yaratık oldu,
Onun üzerine tanrıların görüntüsünü koy,
Dipsiz suyun çamurunun özünü karıştır,
İyi ve prens gibi şekilleri çamurla sık,
Kol bacakları meydana getir,
Ninmah (yeryüzü ana tanrıçası) . . . . . . . . yanında olacak şekil
verirken,
Ey annem, onun (yeni doğanın) kaderini kararla,
Ninmah onun üzerine tanrıların görüntüsünü ( ‘?) koyacak,
O bir insan . . . .”
Satırlar şöyle:
. . . . . . . . O (Ninmah) doğuramayan bir kadın yaptı,
Enki doğuramayan kadını görünce
Onun kaderini “kadınlar evinde” oturması olarak kararladı
. . . . . . O (Ninmah) ne erkek, ne de dişi organı olan birini yaptı.
Enki, onun ne erkek, ne de dişi organı olmadığını görünce,
Onun kaderi olarak kralın önünde durmasını kararladı.
Sumer yazarları, insanların fena kaderinin, yaptıkları günah ve hatalardan geldiğini ve hiç kimsenin suçsuz olmadığını düşünür ve inanırlardı. Suç daima insana yüklenmeli, tanrıya kabahat bulunmamalı idi. Bazı üzüntü çeken zavallı kimselerin tanrıların dürüstlüklerinden ve doğruluklarından şüpheye düştükleri oluyor. İşte tanrılara karşı böyle şüphelenmeği ve onlara inanmamazlığı önlemek ve moral vermek amacı ile bir Sumer yazarının kaleme aldığı bir hikaye onbeşinci bölümde verilmektedir. Bu hikaye “Eyüb” motifinin bilinen en eski örneğidir.
İLK “EYÜB”
Bu Eyüb peygambere ait hikayenin Sumerlerde bulunan bir şekli. Bizim şairimizin, şiirdeki ana tezi, bir insanın İster kabahatli olsun, ister kabahatsiz olsun, büyük bir üzüntü ve sıkıntıya girince tanrısını yumuşatıp duasına kulak verdirinceye kadar onu yüceltip övmesi, önünde ağlayıp sızlamasıdır. Tanrı üzüntü çekenin şahsi tanrısıdır ve Sumer görüşüne göre, o tanrılar meclisinde tanrısı olduğu şahsı temsil edecek ve onun yerine ricada bulunacaktır. Bizim şairimiz hunu kanıtlamak için felsefi düşünceler, dini tartışmalara gireceği yerde Sumer pratikliği ile, bir olayı anlatıyor. Olay ismi verilmeyen bir adamın hikayesi. Zengin, akıllı ve akrabaları tarafından sevilen bir adamı hirgün hastalık ve çeşitli
üzüntüler yakalıyor. Bu adam tanrısal düzene karşı isyan edip lanetler mi ediyor! Katiyen! O tanrısı önünde eğilerek gözyaşları ve inlemelerle, yakarmalarla, rica ve dualarla kalbini döküyor. Sonuç olarak onun duasına tanrısı bir hayli memnun oluyor. ona acıyor, ve duasına kulak veriyor, onu kötü kaderinden kurtarıyor ve üzüntüsünü sevince döndürüyor.
Şiir, yapısına göre dört bölüme ayrılabilir. Evvela insanın tanrısını övmesini, yüceltmesini ve onu ağlay ıp sızlam aları ile yatıştırmasını öğüt veren bir kısım ile haşlıyor, ondan sonra şiirin büyük bir bölümünü kapsayan adamın tanrısına gözyaşlarıyla yakarışları geliyor. Bu kısım arkadaşlarının ona düşman gibi fena muamele yaptıklarını anlatmakla haşlıyor,
kötü kaderi için yapılan bir ağıtla devam ediyor, burada akrabalarına, ağıtcılara kendisi gibi hareket etmelerini rica ediyor ve günahını kabul ederek yardım ve bir çözüm yolu için doğrudan doğruya yaptığı bir yalvarışla bitiyor. Son olarak “mutlu son’ ‘ geliyor. Burada şair, adamın dualarının beyhude olmadığını, tanrısı tarafından kabul edilerek onu
sıkıntılardan kurtardığını bildiriyor. Bütün hunları tanrısının öğülmesi ve yüceltilmesi takip ediyor.
“Ben bir insanım, anlayışlı . fakat şimdi kimse bana aldırış etmiyor, değer vermiyor.”
Benim doğru sözüm, yalana döndü
Hilenin adamı beni güney rüzgarı ile sardı, ona hizmet etmeğe zorlandım,
Bana saygı duymayan, senin önünde beni utandırdı.
“Bana durmadan yeni üzünt üler verdin.
Eve girdim , ruh ağırdır.
Ben, insan, sokağa çıktım , kalb sıkıntılıdır.
Cesur, dürüst çobanım bana kızdı, düşmanca baktı bana.
” Çobanım , düşmanı olmadığım bana, fenalık aradı.
Benim yoldaşım doğru bir söz söylemedi bana,
Arkadaşım dürüst sözlerimi yalanladı.
Hilenin adamı bana tuzak yaptı.
Ve sen, tanrım ona engel olmadın . . . . . .
“Ben, bilgin, neden genç cahiller içine sokuldum’?
Ben, anlayışlı, neden bilgisizler arasında sayıldım’ ?
Her yerde yiyecek var, şimdi benim aşım açlık.
Herkese hisseler dağıtıldığı gün, benim hissem üzüntü oldu.
“Tanrım ( durmak istiyorum) önünde,
Söylemek istiyorum sana, . . . . sözlerim iniltidir.
Onu bildirm e k istiyorum , acılı yolumun iniltileri ……….. in şaşkınlık (sızıltıları).
“Bak! beni doğuran annem senin önünde ağıtımı bitirmesin!
Kız kardeşim mutlu şarkıyı söylemesin!
Gözyaşları ile benim fena kaderimi sana söylesin,
Karıma acıklı sesle acılarımı dile getirt,
Şarkıcılara benim acı kaderimi terennüm ettir,
Tanrını , gün ışıdı memleket üzerine, benim günüm karanlık.
Parlak gün, iyi gün . . . . gibi . . . . .
Gözyaşları, ağıt, keder ve sıkıntı sardı heni,
Üzüntüler, gözyaşından başka bir seçeneğim yokmuş gibi kapladı beni.
Kötü kader eline aldı beni, çalıyor yaşam soluğumu,
Fena hastalıklar vücudumu . . . . yakıyor.
” “Tanrım, beni var eden babanı , yüzünü kaldır,
Bir günahsız sığır gibi, acıma ile dolu . . . . inilti
Ne zamana kadar beni ihmal edecek korumayacaksın’!
Bir öküz gibi . . . .
Ne kadar zaman beni rehbersiz bırakacaksın’!
” Bir doğru ve dürüst söz söylüyor akıllı bilginler:
‘ “Asla günahsız bir çocuk bir anneden doğamaz
. . . . . . günahsız bir genç en eski zamandan beri yoktu.”
Adamın duaları ve yakarmaları bu kadar. “Mutlu sonuç” da şöyle:
İnsan-Onun tanrısı acı gözyaşlarına ve ağlamalarına kulak verdi,
Genç adam-Onun yalvarış ve yakarışları tanrısının kalbini yumuşattı.
Söylediği doğru söz ü , temiz sözü tanrısı kabul etti,
Adamm dua dolu tövbeli sözü,
Sevindi . . . . tanrısının eti, fena sözlerden elini çekti .
. . . . kalbi sıkan . . . . kucakladı,
Kanatlarını geniş geren hastalık demonlarmı uzaklaştırdı ondan.
Onu . . . . gibi vuranı (hastalığı) dağıttı o,
Onun verilmiş olan fena kaderini, değiştirdi o,
Adamın üzüntülerini sevince döndürdü o,
Onun yanına bekleyici ve koruyucu nazik cini koydu,
Verdi ona . . . . ki müşfik bir melek.
BİLGELİK
İLK ATASÖZLERİ VE DEYİMLER
İbrani Atasözü kitabının uzun süre insanlığın ilk yazılı atasözleri ve deyimleri olduğuna inanılıyordu . Mısır uygarlığının bir buçuk asır önce keşfi ve çözülmesi ile Tevrat’ın atasözü kitabından daha yüzlerce yıl önce yazılmış olan Mısır atasözleri kitabı meydana çıktı, fakat bunlar da en eski vecizeler ve atasözleri değildi. Sumer atasözleri ise Mısır atasözlerinin
hepsi olmasa bile, bilinen gurubundan birkaç yüzyıl daha eskidir.
Sumer yazarları ata sözlerinini ve deyimlerini bir kitap halinde toplamışlardı
Okuyucu şunu aklında bulundurmalı ki, anlatışındaki kısalık nedeni ile atasözlerinin çevrisi çok zordur. ve ilerde yapılacak daha derin çalışmalarla onlardan bazıları ya tamamiyle veya kısmen değişebilir.
Atasözlerinin önemli bir karakteri, genellikle içinde olan düşüncelerin bütünüyle toplumlara ait olmasıdır. Eğer insanların benzerliklerinden bütün halkların ve ırkların müşterek insanlığından kuşku duyulacak olursa onların, deyimlerine, vecizelerine, önerilerine ve atasözlerine (sayings, maximo, precept, adages) bakmalıdır. Bütün edebi yapıtlardan
daha çok bunlar, kültür ayrılıklarını , çevre farklılıklarını gözetmeden ne zaman ve nerden olursa olsun insan tabiatının temelini açığa çıkarırlar.
Onlar dilleri, çevreleri, terbiye ve adetleri, siyasal, ekonomik ve dinsel yapıları itibariyle tamamiyle bizden çok
farklı olan bir halka aittir; ona rağmen Sumer atasözlerindeki ana karakteri bizimkilere çok benzemektedir
“kötü bir yıldızın altında doğmuşum”
“Çiftleşmeden gebe kalınmaz, Yemeden şişmanlanmaz !”
Yerine uygun olmayan bir kimse için Sumer’lerin düşündükleri şöyle dile getirilmiş: 
Suya sokulsan suyu kirletirsin,
Bahçeye sokulsan meyveleri bozarsın.
Şimdiki gibi ekonomik konuda şaşkınlık ve tereddüt o zamanda da az değildi, bizim eskiler onun için şöyle demiş:
Öleceğiz, harcayalım,
Uzun yaşayacağız, biriktirelim .
Ve diğer bir şekilde:
İlk arpa iyi olacak-Nasıl biliriz’
Geç arpa iyi olacak-Nasıl biliriz’
Sumer’de de devamlı olarak sıkıntı çeken fakirler vardı, bunlar, aşağıda birbirine zıd sözleri kapsayan satırlarla ne güzel ifade edilmiş:
Fakir yaşamaktansa ölmeli,
Ekmeği olursa, tuzu olmaz,
Tuzu olursa, ekmeği olmaz,
Eti olursa, kuzusu olmaz,
Kuzusu olursa, eti olmaz.
Fakir adam artırdığı parayı sık sık sayar durur. Bunu Sumer atasözü yazarı
şöyle belirtiyor:
“Fakir adam gümüşünü kemirir durur.”
Tevrat ‘ta ki bilgelik kitabında ( 5 , 11 ) de : “çalışan adamın uykusu tatlıdır,” ve özellikle
Talmud’daki “Malını çoğaltan derdini de çoğaltır” atasözünün Sumer’cede karşılığı :
Gümüşü çok olan mutlu olabilir,
Arpası çok olan mutlu olabilir,
Fakat hiç bir şeyi olmayan rahat uyuyabilir.
Kendi yaptıklarına sahip olamayan ustalar için Sumer’ lerin söylediği “uşak daima kirli elbise giyer”.
Giyim Sumer” lerde oldukça önemli olmalı. “İyi giyinen kimse önünde herkes eğilir”.
Uşakların da bazı hallerde eğitim yapma imkanları olduğunu şu sözden çıkarabiliriz :
“o hakikaten Sumerce öğrenmiş bir uşaktır”.
Görünüşe göre, bazı Sumer katipleri de bugünki meslekdaşları stenograflar- gibi söyleneni pek doğru olarak yazmıyorlardı:
Eli ağıza (söylenene) göre hareket eden bir katip,
O gerçek bir katiptir!
Sumer katipleri arasında işaretleri doğru yazamayanların da bulunduğunu, hunu tasdik ettirmek amacıyla sorulan şu soruda belirtilmiştir.
Sumerce bilmeyen bir katip,
Nasıl bir katiptir o!
Sumer’lerde görünüşe göre zengin koca arayan kızlar bilinmiyordu, fakat hesap eden genç kızlar vardı. Gönlüne göre
koca aramaktan bıkan genç kız, seçmeyi bırakmağa şöyle karar veriyor:
Kimdir iyi iş yapan, kimdir koşan?
Kimin için aşkımı saklayayım ?
Sumer’ler için evlilik pek az yük değilmiş, bunu olumsuz bir anlatımla belirtmişlerdir:
Kim karısına veya çocuğuna bakmıyorsa
Onun burnunda tasması yoktur (esirlere takılırdı)
Sumer kocası, ekseriya kendini ihmal edilmiş hissediyor:
Karım mabette (tam çevri: dıştaki kutsal yer)
Annem aşağıda nehirde (belki bir dini toplantıda meşgul)
ve ben burada açlıktan kıvranıyorum.
Kendisinde neyin eksik olduğunu bilmeyen huzursuz , hoşnutsuz kadınlara gelince: o eski günlerde bile, onların sığınağı doktordu. Eğer çevrimiz doğru ise onu şu atasözünden çıkarabiliriz :
Evde huzursuz bir kadın
Acıya acı katar.
Öyle ise şu atasözünün açıkladığı gibi , bir Sumer erkeğinin evlenirken zaman zaman pişmanlık duymasına şaşmamalı:
(erkeğin) neşelenmesi için: evlenmek,
Onun bittiğini düşününce: ayrılmak.
Şu veciz sözlere göre, gelin ve güveyin evliliğe oldu kça değişik ruhta girdiğine şaşmamalı:
Sevinçli bir kalp: gelin,
Üzüntülü bir kalp: güvey.
O zamanki kaynana, günümüzdeki kaynanalardan daha ılımlı görünüyor, en azından henüz şimdiye kadar kaynana ile ilgili bir yazı bulunmadı. Fakat gelinin pek iyi şöhreti yok gibi. Bu Sumer’lerin bir adama, neyin iyi neyin fena olduğunu bildiren şu yazısında açıklanıyor:
Çöl matarası adamın hayatıdır,
Pabuç adamı n gözüdür,
Karısı adamın geleceğidir,
Oğul adamın sığınağıdır,
Kızı adamın kurtarıcısıdır,
Gelin adamın cehennemidir.
Sumer’ler arkadaşlığa oldukça fazla değer veriyorlardı . Fakat bizdeki
” kan sudan daha koyudur” sözünü onlar şöyle anlatmış:
Arkadaşlık bir gün sürer,
Akrabalık daima devam eder.
Kültür tarihi bakımından Sumer’lerde köpeğin insanlara  ‘iyi arkadaş” olarak kabul edilmemesi ilgi çekicidir. Onun insanlara sadık olmadığını şu anlatılıştan çıkarabiliyoruz:
Öküzler sürer,
Köpekler derin arkları bozar.
Köpek kendi yuvasını bilmez
Demircinin köpeği örsü deviremez,
(bunun için) su kabını devirir.
Sumer’lerin köpeğe karşı tutumları bize acayip görünse de, bize bir hayli uyan fakat değişik şekilde ifade edilen psikolojik görüşleri de var. “Gemici kavgayı seven biridir’ ‘ sözü bizim ‘”gemici barut gibidir’ ‘ sözüne uyar.
Sumerler derler ki:
O tilkiyi henüz yakalamadı,
Fakat tasmasını yapıyor (türkçede: Dereyi görmeden paçayı sıvama.)
sözü bizim “civcivler çıkmadan onları sayma”ya uymaktadır.
Nihayet :
Yaban öküzünden kaçarken2
Yaban ineği karşıma dikildi.
Türkçede Yağmurdan kaçarken doluya tutuldu
Tam bizim “tavadan dışarı, ateşten içeri’ ‘ sözünün başka şekli. Heryerde ve herzaman çalışkanlar övülür, “çalışmadan ödül yok” sözü Sumerce ‘de şöyle:
El ele adamın evi yapılır,
Mide mideye adamm evi yıkılır
Türkçede Çok el işte, az el aşda
Bazı Sumer’ler evlerinin komşularınınki gibi olmasını istemişler (imkanlarıolmadığı halde) onlara şu uyarıda bulunuyorlar:
Kim bir bey gibi bina yaparsa, köle gibi yaşar,
Kim bir köle gibi bina yaparsa, bey gibi yaşar.
Savaş ve barışa gelince, eskilerde bizim gibi aynı kararsızlığın sıkıntısında. Bir taraftan yok olmamak için silahlanmaları l azım-veya şöyle dedikleri gibi:
Silahlanması güçsüz olan devlet
Düşmanı kapısından atamaz .
Diğer taraftan savaşın manasızlığı ve göz-göze olan karakteri açık olarak böyle anlatılmış:
Düşman memleketine gidip yok edersen,
Düşman da gelip senin memleketini yok eder.
Fakat savaş veya barış olsun mühim olan “gözü açık tutmak ve görünüşe aldanmamak” gerek. Sumer’ler bunu bize hiç de yabancı gelmeyen şu sözlerle belirtmişler:
Bir beyiniz, bir kralınız olabilir,
Fakat asıl korkulacak adam vergi memurudur.
İLK HAYVAN HiKAYELERİ AESOP -ezop
Yunan ve Romalılar arasında hayvan masallarından oluşan edebiyat türü, İ .Ö. 6. yüzyılda, küçük Asya’da yaşamış olan Aesop’a yorulurdu. Artık bugün ona yorulan bu tür hikayelerin en azından bir kısmının Aesop’tan daha çok önce yazılmış olduğu biliniyor.
Aesop doğmadan 1000 yıldan fazla bir zaman evvel Sumer’lerde onun hayvan hikayelerine benzeyen masalların var olduğu anlaşıldı.
Sumer bilgelik edebiyatı arasında hayvanlar büyük rol oynuyorlardı. Son yıllarda Gordon, memeli hayvanlardan kuşlar ve böceklere kadar varan 64 tür hayvanın yaşamı ile ilgili 295 atasözü ve hayvan hikayesini metinlerden toplayarak çevrisini yaptı. Elde olan malzemedeki hayvanların sık geçme sırası bir hayli öğreticidir. 83 atasözü ve hikayede geçen köpek sırada birinci geliyor. Ondan sonra sıra ile evcil sığır, tilki, domuz ve bunlardan sonra ancak evcil koyun geliyor. Arkasından arslan ve yaban öküzü, bunları evcil keçi, kurt ve başkaları izliyor. İyi korunmuş ve anlaşılabilir hikayelerin Gordon tarafından deneme olarak yapılan çevrilerindeki örnekler köpekle başlayıp eşekte bitiyor. 
Köpeğin açgözlülüğü şu iki kısa hikayede anlatılmış:
1. Eşek derede yüzüyormuş, köpek ona iyice yaklaşarak “dışarı çıktığı zaman yenecek” demiş.
2. Köpek bir ziyafete gitmiş, oradaki kemikleri görünce ‘ ‘şimdi gideceğim yerde bunlardan daha çok yiyecek bulurum” demiş.
Diğer taraftan anne sevgisi bir köpek hikayesinde çok zarif tarzda dile getirilmiştir.
Dişi köpek gururla şöyle demiş: İster geyik yavrusu renginde (yavrularım) olsun, ister sarı gri olsun, ben yavrul arımı (yine de) severim.
Kurda gelince, onun yırtıcılığı Sumer’lerin aklından çıkmadığı, iyi korunmuş bir hikayeden anlaşılabilir. Metninin iki yeri kırık olan bir masalda, kurttan oluşan bir sürü, bir miktar koyuna saldırmış, fakat kurtlardan birisi diğerlerinden fazlaca açıkgöz olduğundan diğerlerine düzenbazca bir oyun yapıyor. Şöyle:
9 kurt ve onuncusu ile birlikte bir miktar koyunu öldürmüşler, onuncusu aç gözlü imiş (bir kelime kırık . . . . . . . . ) madı. O ötekilere ihanet ederek . . . . (bir veya iki kelime kırık) dedi ki: ‘ “Onları size bölüştüreceğim!  siz dokuz tanesiniz ve böylece sizin hissenize bir koyun düşer. Ben de tek olarak dokuzunu alıyorum, bu da benim payım olsun! ” Vahşi hayvanlardan, açık olarak karakteri belirtilen tilkidir. Sumer atasözlerinde tilki , hep hareketlerinde ve sözlerinde gururlu ve dünyadaki rolünü abartma eğiliminde olan bir hayvan halinde sergilenmektedir. Fakat aynı zamanda bir korkaktır da. Ona rağmen cesaretli görünmeğe çalışıyor.
Sumer’ler, kedilerin avlarının üzerine atılmadan önce sabırla onu izlemelerinin aksine, firavunfaresi avlarının üzerine hemen atıldıklarına dikkat etmişlerdi. Bunu şöyle belirtmişler: 
Bir kedinin düşünmesi,
Bir firavunfaresinin harekete geçmesi,
Kedi düşününceye kadar firavunfaresi atlar.
Buna karşılık firavunfaresinin yiyecek çalması, alkol aşırması alışkanlığı gözden kaçmamış olduğu acı bir hoşgörü ile anlatılıyor:
Eğer etrafta yiyecek varsa, firavunfareleri yutmuştur onu,
Eğer onlardan bana yiyecek kaldı ise,
bir yabancı gelir, onu yutar!
Mamaafi bir atasözünde sahibi firavunfaresini “ağız tadından yoksun” olması nedeniyle kendisine eğlence kaynağı yapmış:
Ancak bozuk yemekleri yiyen firavunfarem biraya ve süte uzanmayacaktır!
Eşek bilindiği gibi, iyi bir taşıyıcıdır. Mezapotamya’da kuraklık hayvanı olarak iş görüyordu. Geç devirlerde Avrupa literatüründe olduğu gibi, Sumer’ler de onun yavaş hareket etmesini ve sık sık akılsızlık yapmasını eğlendirici bir şekilde sunmuşlardır. Onun hu esaslı huyunun efendisinin isteğine karşı hareket etmesi gibi görünüyor. Örnek olarak
Eşek kendi yattığı yeri yer!
“Senin çaresiz eşeğinde hız kalmadı!
Ey Enlil, çaresiz adamında güç kalmadı!”
Eşeğimin kaderi hızlı koşmak değil, onun kaderi anırmaktır.
Eşek kaçtığı zaman sahihine dönmez . Kaçan eşeğin ilgi çekici benzetilişi iki atasözünde görülüyor:
Dilim, kaçan eşek gibi dönmüyor ve geri gelmiyor!
veya;
Gençlik enerjim, kaçan eşek gibi, kalçalarımı terk etti:
Eşeğin yaptığı gibi, karı olarak üç yaşındaki biriyle evlenmeyeceğim!
Domuzun Sumer’lerde en fazla kesim hayvanı olarak gösterilmesi ilginçtir. Çünkü atasözlerinde sık sık yemek için kesildiği bildirilen hayvan domuzdur.
Örnek olarak:
Yağlı bir domuz kesilmek üzre iken “yediğim yemeklerdi o” demiş
veya;
O düşünce (?) sinin sonuna gelmişti ve domuzunu kesti!
veya;
Domuz kasabı domuzu keserken demiş ki: “haykırman gerek mi’? bu yol senin ecdadının, ecdadının ecdadının gittiği yoldur ve şimdi sen de aynı yolun yolcususun (ve şimdi) sen haykırıyorsun ! “
SÖZCÜKLERLE ATIŞMA
İLK EDEBİ TARTIŞMALAR
Sumer öğretmenleri ve edebiyatçıları sistemli bir filozof ve derin bir düşünür değillerdi ( ve olamazlardı da) . Fakat doğa için ve etraflarındaki dünya için iyi bir gözlemci idiler. Profesörlerin pedagojik amaçla yaptıkları bitkiler, hayvanlar, madenler ve taşlara ait listeler, en azından doğal nesnelerin karakteristik görüntülerini ve yaşayan varlıkları çok dikkatli olarak incelediklerinin bir kanıtıdır. Modern kültür antropologlarımızın Sumer’li ataları, bildikleri uygarlıklarının çözümünü
bilinçli olarak ortaya atmışlar ve onu 100 d e n fazla kuruma. mesleğe. el işçilerine, çeşitli tutumlara ve işlem tarzlarına bölmüşlerdi .
Dünyamızdaki hayvanlar, bitkiler, m adenler ve aletler arasında bazılarının doğal olarak çift çift anıldığı açıkça bilinmektedir. Öyle ki. bunlardan birisi söylenince akla hemen öteki gelir. Sumer’lerde özellikle tarım alanında çiftleri , yaz ve kış, davar ve tahıl. kuş ve balık, ağaç ve kamış, gümüş ve bronz , kazma ve saban, çoban ve çiftçi olarak ayırmışlardır
Bunlar arasında çoğunlukla biri diğerinin aksidir; onların müşterek olan vasıfları insan yaşamında önemli ve yararlı rol oynamalarıdır. Hemen akla gelen soru, hangisi insana daha yararlıdır’? Bu özel değerlendirme problemi için Sumer edebiyatçıları. kendilerine göre güzel bir yol bulmuşlar ve tartışma veya karşılıklı konuşmaları kapsayan bir edebiyat türü
yaratmışlardır. Bunlarda iki esas figür karşılıklı olarak konuşuyor ve biri kendi değerlerini yükselterek anlatırken karşısındakini alçaltıyor.
Kapsamını şu şekilde toparlayabiliriz: Hava tanrısı Enlil, her tür ağaç ve tahılı yetiştirmeyi ve memlekete bolluk ve zenginliği getirmeyi aklına koyuyor. Bu amaçla iki kültür taşıyıcı kardeşi E meş (yaz) ve Enten, (kış)i yaratıyor. Enlil, onlara çeşitli görevleri bölüyor. Aşağıdaki satırlar bu görevlerin nasıl yürütüldüğünü anlatıyor:
Enten koyuna kuzuyu doğurttu, keçiye oğlağı doğurttu ,
İnek ve buzağıyı çoğalttı, kaymak ve sütü bollaştırdı,
Kırda yaban keçisinin, koyunun, eşeğin kalbini memnun etti,
Göğün kuşlarına-geniş dünyada yuvalarını yaptırdı,
Denizin balıklarına kamışlıkta yumurtalarını koydurdu,
Hurmalıkta ve bağlarda hal ve şarabı aktırdı,
Dikilen ağaçlara meyveler taşıttırdı .
Bahçeleri yeşillikle örttü, bitkilerini bol yaptı,
Hendeklerde tahılı çoğalttı,
Aşnan (tahıl tanrıçası), kibar kız gibi onu bol çıkarttı.
Emeş ağaçları ve tarlaları meydana getirdi. ahırları, ağılları genişletti,
Çiftlikte ürünü çoğalttı, yeryüzünü . . . . kaplattı,
Zengin ürünleri evlere taşıttı, onları anbarlara yığdırdı,
Şehirleri ve barınakları kurdurdu, memlekette evleri yaptırdı,
Tapınakları dağ gibi, yükseltti.
Bu iki kardeş kendilerine verilen görevleri yaptıktan sonra “yaşam evi” Nippur’a gidip bahaları Enlil’e teşekkür kurbanları götürmeğe karar veriyorlar. Emeş hediye olarak çeşitli yabani ve evcil hayvanları, kuş ve bitkileri, Enten de değerli maden ve taşları, ağaçları ve balıkları alıp gidiyorlar.
Fakat tam “yaşam evi”nin kapısına geldikleri zaman kıskanç Enten kardeşiyle kavgaya haşlıyor. Tartışma ileri geri devam ediyor ve nihayet Enten, Emeş’in tanrıların çiftçisi olma iddiasından kuşkulanıyor. Enlil’in büyük mabedi Ekur”a giriyorlar ve her ikisi de durumlarını ortaya koyuyor.
Enten’in yakınması şöyle:
” Enlil haha, hana kanalları emanet ettin, taşan sular getirdim,
Çiftlik çiftlik üstüne koydum, anbarları doldurdum,
Hendeklerde tahılı yetiştirdim ,
Aşnan, kibar kız gibi, onları güçlü olarak filizlendirdim,
Ve şimdi Emeş tarlalardan anlamayan o . . . . . . . .
Benim . . . . . . koluma ve benim . . . . omuzuma basıyor
Kralın sarayında . . . . . .”
Kurnazlıkla Enlil’in gönlünü kazanmak için Çeşitli pohpohlayıcı cümlerle başlayan Emeş ‘in kavgasına ait bölüm kısa ve (henüz ) pek anlaşılır durumda değil.
Sonra Enlil, Emeş ve Enten’e cevap veriyor:
· · Memlekete hayat Veren sulardan Enten , sorumludur onlardan ,
Tanrıların çiftçisi, o herşeyi Üretir,
Emeş, oğlum . nasıl kendini kardeşinle eşit tutabilirsin! “
Enlil’in yüce sözü , derin ve anlamlı.
Kararı değişmez , kim cesaret eder ona aldırmamağa!
Emeş, Enten’in ününde diz çöktü , dua etti ona,
Evine çiçek balı, şarap ve bira getirdi,
Onlar, kalbi zevklendiren çiçek balı, şarap ve bira ile doydular,
Emeş, Enten’e altın, gümüş ve lapis lazuli hediye etti,
Kardeşlik Ve arkadaşlık içindie neşe ile içki kurbanı . . . . . .
Emeş ile Enten arasındaki kavgada
Enten, tanrıların sadık çiftçisi, Emeş’e karşı zaferini kanıtladıktan
sonra,
. . . . . . . . Enilil babaya şükürler olsun!
CENNET
İLK TEVRAT İLE PARALEL KONULAR
Gerek form gerek kapsam yönünden Tevrat’taki kitapların eski Yakındoğu uygarlıklarının edebiyatı ile oldukça büyük benzerlikleri var. Bu ne Tevrat’ı, ne de dahi olan İbrani yazarlarını küçültmek değildir.
Kuşkusuz Sumer’ler doğrudan doğruya İbrani’lere etki yapamamışlardır. İbraniler meydana çıktığında Sumer’ ler çoktan ortadan kalkmışlardı. Fakat İbrani’lerin sonradan gelip yerleştikleri Filistin’de daha evvel oturmuş olan Kenani’lere, onların Asur, Babil, Hitit, Hurri ve Arami ‘ler gibi komşularına Sumer’lerin çok derin etkileri olmuştur. Sumer’lerle İbrani’lerdeki edebiyatın paralelliğine en iyi örneği “Enki ve Ninhursag” efsanesi vermektedir
İnsanlarla değil, tanrıların rol oynadığı hu cennet efsanesinin konusu kısaca şöyledir:
Dilmun “saf”, “temiz” ve “parlak” bir memleket, hastalık ve ölüm bilmeyen “yaşayanların memleketi”. Ne var ki orada hayvanlar ve bitkiler için gerekli olan su eksik. Büyük su tanrısı Enki, güneş tanrısı Utu’ya orasını tatlı su ile doldurması için yerden su çıkarmasını söylüyor. Böylece Dilmun meyve bahçeleri ile kaplı yeşil tarlaları ve çayırları ile tanrıların bahçesi haline geliyor. Bu cennet bahçesinde Sumer’ lerin büyük ana tanrıçası (ihtimal aslı yeryüzünün annesi) 8 bitkiyi filizlendiriyor. Bu ancak tanrıçanın su tanrısı tarafından üç kuşağı kapsayan hamile bırakılması ve hunların şiirde sık sık tekrarlanan ağrısız, acısız doğurulması gibi bir hayli karışık olaylardan sonra başarılıyor. Fakat ihtimal Enki onları tatmak istediği için, habercisi iki yüzü olan tanrı İsimud bu çok değerli bitkiyi birer birer koparıyor ve efendisi Enki’ye veriyor,
o da onları birer birer yiyor. Bunun üzerine Ninhursag son derece kızıyor ve Enki’yi ölümle lanetliyor. Kendisi de, verdiği kararı değiştirmemek için olsa gerek, tanrıların arasında yok oluyor.
Enki’nin sağlığı bozulmağa haşlıyor ve 8 organı hastalanıyor. Enki’nin hastalığı birden ağırlaşmağa başlayınca, büyük tanrılar tozlar içine oturuyorlar, görünüşe göre Sumer tanrılarının kralı olan hava tanrısı Enlil bile huna bir çare bulamıyor. Tilki ortaya atılıyor. Enlil’e, eğer kendisi ödüllendirilirse, Ninhursag’ı bulup getireceğini söylüyor. Tilki söz verdiği gibi herhangi bir yolla (ne yazık ki buna ait kısım çok kırık) ana tanrıçayı tanrılara geri getirmeği başarıyor ve o, ölmekte olan Enki’yi iyileştiriyor. Ninhursag Enki’nin yanına oturuyor. Onun ağrıyan 8 organı için 8 tanrı yaratarak Enki’yi iyi edip sağlığına kavuşturuyor. Bütün bunlar nasıl Tevrat hikayesi ile paraleldir'( Evvela şunu kabul etmeliyizki, tanrısal bahçe, göksel bir cennet düşüncesinin başlangıcı Sumer’ lere aittir. Metinde Sumer cenneti Dilmun memleketindedir ki, burası İran’ın Güney batısı olabilir. Sumer’lere galip gelen sami Babil’liler kendi ölümsüzlerini “yaşayanların ülkesi” olarak bu dilmun’a yerleştirmişlerdi. Fışkıran suları Fırat ve Dicle ile birlikte dört bucağın nehirlerini oluşturan doğuya doğru uzanmış Tevrat’taki cennet, Eden bahçesi, Sumer’lerin cennet memleketi olan Dilmun ile orijinal olarak birbirine benzeyebilir.
Yine güneş tanrısı tarafından yerden çıkarılan tatlı su ile Dilmun’un sulanması bölümü, Tevrat ‘taki “Fakat yerden bir nem çıktı ve bütün toprağın yüzünü suladı” (Musa 2 : 6) cümlesini hatırlatıyor. Tanrıçaların ağrısız, sancısız doğumu, Havva’ya çocuklarını sancılarla elde etmesi ve sancılarla doğurması için yapılan lanetin arka tarafını aydınlatıyor. Enki’nin yasak bitkiyi yemesi ve yaptığı kötü hareket için lanetlenmesi, Adem ve Havva’nın bildikleri ağacın meyvesini yemelerini ve her ikisinin bu günahkar hareketlerinden dolayı lanetlendirilmesini akla getiriyor.
Fakat hu karşılaştırmalarımızın en ilgi çekici sonucu, Tevrat ‘ın çözümlenemeyen cennet hikayesindeki bir motifinin yani “bütün yaşayanların annesi” Havva’nııı Adem’in kaburgasından yaratılmasını anlatan meşhur kısmın Sumer şiiri yolu ile anlaşılmasıdır. Niçin kaburga? Niçin İbrani hikaye yazarları, Tevrat ‘a göre anlamı aşağı yukarı ” hayat veren hanım’ ‘ olan Havva’nın vücudun başka organından değil de kaburgadan yaratılmasını uygun bulmuşlar?
Eğer biz Dilmun şiiri gibi bir Sumer örneğinin Tevrat hikayesinin temelinde olduğunu kabul edersek o zaman bunun nedeni açıklanmış olur. Sumer şiirinde Enki’nin hasta organları arasında kaburga da vardır. Kaburganın Sumercesi ti dır. Enki’nin kaburgasını iyi etmek için yaratılan tanrıçanın ismi “kaburganın hanımı”  anlamına geldiği gibi “yaşatan hanım” anlamına da gelir. Sumer edebiyatında “kaburganın hanımı’ ‘ olan isim bir kelime oyunu ile Tevrat’ın cennet efsanesinde Havva olarak “yaşatan hanım’ anlamına dönüşmüş. Çünkü İbranicede ‘kaburga’ ile “yaşatan” kelimeleri bir değil , ayrı ayrıdır.
Sumer şiirinin karekterini ve stilini açıklamak için bazı kısımlarını buraya alıyorum. İçinde hastalık ve ölüm olmayan Dilmun memleketi süslü sözlerle şöyle tasvir edilmiş:
Dilmun’da karga bağırmadı,
İttidu-kuşu ittidu-kuşuna haykırmadı,
Arslan öldürmedi,
Kurt kuzuyu parçalamadı.
Oğlak yiyen yaban köpeği bilinmiyordu ,
Tahıl yiyen . . . . . . . . bilinmiyordu,
Dul bilinmiyordu,
Kuş yüksekte onun . . . . . madı,
Güvercin başını sarkıtmadı,
Göz ağrısı “hen göz ağrısıyım” demedi,
Başağrısı “hen başağrısıyım” demedi,
Onun (Dilmun’un) yaşlı kadını “hen yaşlı kadınım’ ‘ demedi,
Onun yaşlı adamı “hen yaşlı adamım” demedi,
Genç kadın yıkanmadı, şehirde parıldayan su dökülmedi,
Kim (ölü ?) nehrini geçtiyse, . . . . . madı,
Ağıtçı rahip etrafından geçmedi,
Şarkıcılar ağıt yapmadı,
Şehrin dışında acı çığlıklar yükselmedi,
Tanrıçanın 9 ay değil de 9 günlük bir hamilelikten sonra ağrısız sancısız doğumunu anlatan bölümden bir kısım şöyle:
Tanrıça Ninmu nehirden sahile geldi,
Enki kamışlıkta etrafına bakındı, bakındı etrafına,
O habercisi İsimud’a dedi ki,
” Genci, güzeli öpmeyeyim mi’?
Ninmu’yu, güzeli öpmeyeyim mi?”
Habercisi İsimud karşılık verdi:
“Genci, güzeli öp,
Ninmu’yu, güzeli öp,
Kralım için kuvvetli bir rüzgar estireceğim”
O yalnız olarak ayağını gemiye koydu,
İkinci defa oraya . . . . koydu,
Onu kucakladı, öptü onu
Enki tohumunu onun karnına döktü,
O tohumu, Enki’nin tohumunu karnına aldı.
Bir gün onun için bir ay idi,
İki gün ikinci ayı idi,
Dokuz gün, dokuzuncu ayı , “kadın olmanın’ ‘ ayı idi,
. . . . . . kaymak gibi, . . . . . . . kaymak gibi, iyi prens kaymağı gibi,
Ninmu . . . . kaymak gibi, iyi, prens kaymağı gibi,
Tanrıça Ninkura’yı doğurdu.
Enki’nin sekiz bitkiyi yemesi hakkındaki kısım Sumer tekrarlamasının tipik bir örneğidir:
Enki kamışlıkta etrafına bakıyor, bakıyor etrafına,
Habercisi İsimud’a diyor ki:
“O bitkilerin kaderini vermeliyim” kalblerini bilmeliyim,
Nedir, lütfen bu (bitki) ? Nedir, lütfe n bu (bitki) ?”
Habercisi İsimud karşılık veriyor ona:
“Kralım, ağaç bitkisi” diyor ona,
Onun için kesti onu, (Enki) yedi o.
“Kralım bal-bitkisidir” dedi ona,
Onun için onu kesti, yedi o,
“Kralım yol otudur” dedi ona,
Onun için kesti onu, yedi o,
” Kralım su-bitkisidir” dedi ona,
Onun için yoldu onu, yedi o,
“Kralım, diken-bitkisi” dedi ona,
Onun için kesti onu, yedi o.
“Kralım gebreotu bitkisidir” dedi ona,
Onun için kopardı onu, yedi o.
“Kralım . . . . . otu”, dedi ona,
Onun için kesti onu, o yedi onu.
“Kralım, tarçın-bitkisi” dedi ona,
Kopardı onun için, o yedi onu.
Enki bitkilerin kaderini verdi, bildi (?) onların kalbini.
Bunun üzerine Ninhursag lanetledi Enki’nin adını:
“O ölünceye kadar, yaşam gözü ile ona bakmayacağım”.
Şimdi Ninhursag kayboluyor, fakat tilki onu herhaıııı;i h ir ? o l l a (!t’tirmeği
başarıyor. Bunun üzerine tanrıça, Eııki’nin kabuq1;ası da birl ikte
sekiz organı için sekiz tanrıyı doğurarak iyi ediyor:
Ninhursag . . . . . .
“Erkek kardeşim neren ağrıyor?”
” Benim . . . . ağrıyor.”
“Tanrı Abu’yu senin için doğurdum.”
“Erkek kardeşim, neren ağrıyor’?”
” Çenem ağrıyor.”
“Tanrı Nintulla’yı senin için doğurdum .”
“Erkek kardeşim, neren ağrıyor’?”
“Dişim ağrıyor.”
“Tanrıça Ninsutu ‘yu senin için doğurd um : ·
” Erkek kardeşim, neren ağrıyor’?”
“Ağzım ağrıyor.”
“Tanrıça Ninkasi’yi, senin için doğurdum:·
“Kardeşim, neren ağrıyor.”
” Benim . . . . . ağrıyor.”
“Tanrıça Nazi’yi doğurdum senin için.”
“Kardeşim, neren ağrıyor?”
“Kolum ağrıyor.’ ‘
“Tanrıça Azimu’yı doğurdum senin ıçın .’ ‘
“Kardeşim neren ağrıyor’?”
” Kaburgam ağrıyor.”
“Tanrıça Ninti’yi (hu kaburganın hanımı veya ya?atan han ı nı )
doğurdum senin için.”
Kardeşim, neren ağrıyor’?”
“Benim . . . . . . ağrıyor.”
“Tanrı Enşag’ ı doğurdum senin için.’ ‘
Sumer din bilginlerine göre, cennet yalnız ölümsüz tanrılarınındı. ölümlü insan için değildi. Fakat, Sumer mitoloji yazarlarına göre yalnız bir ölümlü bu tanrısal cennete girme müsadesini elde etmiştir.