Home » Tarih » Anadolu Medeniyetleri » Hititler » HiTiT iMPARATORLUĞU’NUN KÜLTÜR TARiHi Bölüm 5

HiTiT iMPARATORLUĞU’NUN KÜLTÜR TARiHi Bölüm 5

Anadolu’nun fiziksel coğrafyasına baktığımızda, kuzeyinde, Karadeniz’e paralel olarak uzanan sıradağları görmekteyiz. Aynı şekilde, güneyde Akdeniz’e paralel olarak Toros Dağları uzanmaktadır. Böylece, Anadolu’nun iç kesimi kuzey ve güneyden bir şekilde ayrılmış ve bu yönlerden ulaşılması zor bir bölge haline gelmiştir. Ayrıca, iklim de hem kuzeyde, hem de güneyde belirgin bir şekilde farklılık göstermektedir. Fakat bugün iç Anadolu olarak adlandırdığımız bölgenin eski dönemlerde, ormanlık arazinin daha fazla olması nedeniyle, daha çok yağmur aldığını söyleyebiliriz. Buna bağlı olarak bölgenin iklimi yumuşak ve toprağı da oldukça verimli olmalıydı. Ege kıyılarında ise, dağlar denize dik bir şekilde uzandığından, kıyı ile iç Anadolu arasındaki temas çok daha kolaydı. Fakat Batı Anadolu’da bu yer şekillerinden dolayı kuzey-güney yönünde bir kopukluk mevcuttu.

445_197_23222537655161868945

Hititlerde Devlet idaresi ve Halk

Hitit Devleti’nin idare biçimi teokratik monarşi olarak tarif edilebilir. Kralların kendileri tanrı değilse de, buyrukları tanrı buyruğu kadar baş eğdirici idi. Karşı gelmenin cezası ölümdü. Ayrıca kralın gücünü tanrılardan aldığı kabul edilirdi. Diğer yandan, ölümden sonra kralların tanrı olduğuna da inanılırdı. Fakat tanrılaşmış krallar için, düzenli kurbanlar yapılmasına karşın, bunların adları, diğer tanrılar gibi, örneğin antlaşma metinlerindeki yeminlerde anılmazdı; onlara tapınaklar da yapılmamıştır. Hitit krallarının üç tür görevi vardı. Önce “başrahip” idiler. Resmî tanrılar topluluğundaki tanrı ve tanrıçalar için belli bir takvime göre uygulanması gerekli dinî bayramların ihmal edilmeden yapılması, tapınaklarının tam donanımlı olması ve kurbanların eksiksiz yerine getirilmesi onların görevleriydi. ikinci olarak “başkomutan” görevindeydiler. Orduların komutası onlardaydı. Ancak, Hitit askeri teşkilatı da çok gelişkindi ve çeşitli rütbelerdeki subaylar, seferlerde kralın yardımcılarıydılar. Kral bazen bu iki görevinden bir dinsel töreni yönetmek üzere başrahip olarak başkente dönmek zorunda kalıyordu. Kutlanmayan bayramına öfkelenen bir tanrının gazabının, tüm ülkeye felaket getirebileceğine inanılıyordu. Buradan, rahipliğinin öneminin çok yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Kralların üçüncü görevleri “baş yargıç”lıktı. Kral, önemli davaların karara bağlanmasında görevliydi. Ancak Hitit krallığının mutlakıyetçi olduğunu söylemek, özellikle devletin kuruluş dönemi için, pek olası görünmemektedir. Çünkü bir danışma kurulu niteliği de taşısa, “panku” adı verilen ve çoğunlukla kraliyet ailesine mensup devlet memurlarından kurulu asiller meclisinin yetkileri vardı. Örneğin ölüm cezalarına bu meclis onay vermek durumundaydı. Ayrıca, bir prense, örneğin babasının vasiyetinde bildirdiği görevleri hatırlatmak gibi, hanedan içi sorunlara ilişkin konular da “panku”nun yetkisindeydi.“Tuliya” adlı bir başka kurul ve “panku” yüksek mahkeme fonksiyonuna da sahiptiler. Ülkenin idari mekanizması içinde, taşra kentlerinde bulunan ve bir tür senato diyebileceğimiz “yaşlılar meclisi” de görev yapmaktaydı. Bunların, merkezden devlet idaresinde deneyim kazanmaları için gönderilen idarecileri etkiledikleri ve krala karşı kışkırtabildikleri de bilinmektedir. Ayrıca sınır bölgelerinde görev yapan askeri valiler ve kentlerde belediye başkanları da bulunmaktaydı.  Halk, özgür insanlar ve köleler olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktaydı. Fakat “özgür” ve “köle” sıfatlarını günümüzde taşıdıkları anlamlara göre değerlendirmemek gerekmektedir. Özgürlük yönetime katılmak demek değildi. Sadece yasal açıdan, köle denilenlerden farklı olmak anlamına geliyordu. Özgür insanlar sınıfını, köylüler, deri işleyicisi, demirci, dokumacı v.s gibi zanaatkârlar ve aşağı rütbelerdeki memurlar oluşturuyordu. Zanaatkârlar kentli nüfustandı. Bunların bir bölümü ürettiklerini kendileri satarken, bir bölümünün de tapınaklar için çalıştıkları varsayılmaktadır. Tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar için özgürlük kısıtlıydı. Bunlar en çok angaryaya (zorunlu hizmet) koşulan kesimdi. Yine de, evleri, bir kısım arazileri ve hayvanları için özel mülkiyet hakkı tanınmıştı. Köleler, alınıp satılabilen, miras yoluyla sahiplenilebilen kişilerdi. Bu statüye nasıl geldiklerini açıklamak mümkün olmasa da, bunların yabancı etnik kökenli olduklarını iddia edemeyiz. Bugünkü “köle” anlamının aksine, kölelerin haklarının da yasalarca korunmakta olduğu görülmektedir. Kölelerin özgürlere göre yarı değere sahip oldukları, onlara verilen cezaların özgür insanlara verilenin yarısı kadar olmasından anlaşılmaktadır. Kölelerin mülkiyet hakları vardı ve Hitit evlilik hukukunda yeri olan “başlık parası”nı verdikleri takdirde, özgür kadınlarla evlenebiliyorlardı. Ancak özgür insanlara uygulanmayan vücut organlarını sakatlama cezaları da sadece kölelere verilebiliyordu. Toplumda bir de yabancı ülkelerden sürülüp getirilmiş ve “ucuz iş gücü” olarak kullanılan sivil esirler vardı. Bunlar toplumsal bir sınıf veya kast değillerdi ve diğer insanlarla kaynaşma şansları vardı. Bunların Hitit kültür sentezine katkı yapmış olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.