Home » Dinler Tarihi » Hinduizm – Karma Ve Samsara

Hinduizm – Karma Ve Samsara

Karma ve Samsara

Karma yasası

islam_and_karma_6

Karma ve Samsara, MÖ 6. yüzyıldan beri bulunan yazılarda geçen ve Hinduizm’in temelini oluşturan kavramlardır. Bunlar, sonsuz Yeniden Doğuş Döngüsü (Reenkarnasyon) ve Samsara kavramlarının üstesinden gelme anlamı taşır. Upanişad’lar zamanında, bireylerin ruhunun, yani varlığın özünün, Atman’ın, evrensel ruh Brahman’la özdeşleşmesi, maneviyat bilicinin gelişmesiyle başarılmıştır.

Her insan, hem evrensel hem de sosyal yasa olan; erdem, ahlak, dürüstlük, bilgelik öğretisi Dharma’yı uygulamak zorundadır; çünkü bu yükümlülükler, iyi ya da kötü eylemlerin sonucu olan Karma’yı etkiler. Hinduizm’de ayrıca genel geçer kural olan sadharanadharma vardır. Sadharanadharma, şiddetten uzak kalma “Ahimsa”, doğruluk-dürüstlük “Satya”, sabır “Ksanti”, kendine hâkim olma “Dama”, iyilikseverlik “Danam”, misafirperverlik “Ahithi” gibi görevlerin her birey tarafından uygulanmasıdır. Bu erdemler, bu özellikler tüm insanlar için aynı ölçüde geçerlidir ve bundan başka ortak bir yasa yoktur.

Svahdharma ise farklı toplumsal tabakaların içindeki belli grupları bağlayıcı görevlerin var olduğunu belirtir. Buna göre, Kshatriya kastına mensup bir savaşçının savaş nedeniyle birini öldürmesi gerekebilir. Bu savaşçının bir düşmanı öldürmesi, onun Dharma yasası görevi olduğundan, Karma’sını kötü eylem olarak etkilemeyebilir.

Ancak; birinin bencilce, kendi egoları için başka birini öldürmesi çok kötü Karma sonuçları doğurabilir. Karma ve Dharma inancı çok güçlü bir ahlaki ve manevi ilişkiyi birleştirir. Görünen tüm haksız acıları ve sosyal eşitsizlik konularının gizemini, Karma öğretisi açıklar.

İnsanların eylemleri ve bu eylemlerin kişileri nasıl etkilediği bağlamında, Mahabharata’da birçok ifade vardır. Bu konuda en yaygın kanı, amellerin (yapıp-edilen her şeyin) sonucunun kendi kendine ortaya çıktığıdır. Ayrıca, bu konuyla ilgili farklı ifadeler de vardır: Dünyevi duygulara bağlı kalmanın iki sebebi, cehalet (avidya) ve arzulara (lobha) yenik düşmektir. Bu sebepler, duyu organlarında huzursuzluğa ve kişinin kararlarında karışıklığına yol açar. Bu durum idrak etmeye, kavramaya engel olur. Ameller, düşünme organlarına (manas) bağlantılıdır. Kavrama yetisi ve vücudun doğası bozulur.

Yapılan eylemlerin sonuçları konusunda birçok yorum vardır. Ruh ölümden sonra bedenden ayrılır ve Karma’ları ölçüsünde yeniden doğar. Ve bu yeni bedende Karma’larının karşılığını bulur. İyi Karma’sı olan geçici mutlulukla sınırlandırılmış “Cennet’i” elde eder, buna karşı kötü Karma’sı olan “Cehennem”de kalır, fakat hep aynı durumda değil; Karma’larına göre, bazen de bir hayvana dönüşerek yeniden doğarlar.

Tüm iyi ameller, dini kazançlar sağlar ve böylece Karma’lar azalır. İnananlar, dini ayinlerle, oruç tutma, kutsal gördükleri şehir Benares‘e hacca gitme, Brahman’lara hediye verme, herkese karşı yardımsever olma ve tapınak inşa etmeyle dini kazanç elde etmeyi umarlar.

İnsan özgürdür ve kendi Karma’sından kendisi sorumludur. Karma; neden-sonuç yasası anlamına gelse de, bazı Bhakti (koşulsuz affeden, merhametli Tanrı) inananları, Tanrı Bhakti’nin onların Karma’larını yok edeceğine ve insanları kurtaracağına güvenirler.

Fakat asıl önemli olan; kötü eylem yapıldığında bile, temiz niyetli olmak ve bencil, çıkarcı olmamaktır.

Bu ifadeler, düzenli çalışmanın temelini oluşturur. İnsanlar iyi sonuçlar almak ve kazanmak için bir şeyler yaparlar.

Bu durumun tersi ise “hiçbir şey yapmayanlar” (nivritti) eğilimi düşüncesidir. Bu dünyadan elini ayağını çeken insanların yoludur. Onlara göre acı dolu yaşamın sebebi, yaşama arzusu içinde olmaktır; yeniden doğuş ise sadece, insanın eski varlığının yeniden canlanış biçimidir. İnsan çalışarak dünyaya bağlanır, çalışmadan ve bilgelikle de kazanabilirler. İnsanın tüm bu dünyevi kazançlardan vazgeçmesi, insana sakinlik, sükunet hissi verir.

Her iki düşünce de, dünya için çalışanlar “pravritti” ve çalışmayanlar “nivritti” Mahabbarata destanında Bhagavadgita içinde yer alır. Ayrıca Gita’da yer alan Krişna’nın da Yoga’yı tercih ettiği yazılır. Göklerin Tanrısı Indra ve Kraliçe Kunti’nin oğlu Arjuna’nın bu konudaki sorusuna Krişna şu şekilde cevap verir:

İcap eden hangi eserse onu tamamla, zira eylemek, bir şey yapmamaktan iyidir; bedenin işlemleri dahi bir eylemde toplamalısın. Feragatten doğmayan her bir eylem, yeryüzü varlığına bağlanmak demektir; bu nedenle, bir eser oluştur, ama ona bağlanma! (bkz. Budizm)

Hinduizm mezhepleri

Vişnuizm ve Şivaizm, Hinduizm’in en önemli mezhepleridir. Vişnu inancına göre, yüce Tanrı Vişnu dünyada çok farklı bedenlerde kendini göstermiştir. Vişnu, evrensel düzenin (Dharma) bozulup, onun kurtarışına ihtiyaç duyulduğu zaman dünyada bedenlenmiştir (Avatar).

Bilinen diğer 10 enkarnasyon (bedenleniş, bedenlenme) Rama ve Krişna altında gerçekleşir. Enkarnasyon öğretisine göre, en yüce Tanrı Vişnu, diğer tüm Tanrıların ve dünyadaki tüm nesnelerin yaratıcısıdır. Bazı Vişnuizm okulları, tek Tanrı görüşünün aksine, Monistik düşünceyi savunur. Vişnuizm’de, en çok, kişiselleştirilmiş Tanrı (Bhakti) önemlidir.

Şivaizm’de Şiva’nın en yüce olduğu, diğer Tanrı’lar üzerinde büyük bir gücü olduğu ve onları yarattığı varsayılır. Şiva’nın, kendilerini yeniden yaratmak için Himalayalar’da meditasyon yapan ve dünyadan periyodik zamanlarda yok olan Askete’lerin Tanrısı olduğu kabul edilir. Şiva’ya, Nataraja görüntüsü hariç, genelde antromorfem biçiminde değil, Lingam sembolüyle tapılır. Şivaizm’e inananlar Şiva Siddhanta gibi Dualist, Sinne Şankara gibi Monist ya da Şivaizm’deki Kaschmir’ler gibi Tantrik de olabilirler. Şivaizm’deki bazı mezheplerde Yoga büyük önem taşır.

Şivaizm ve Vişnuizm gibi Şaktizm’in yapısı da önemli bir rol oynar.

Yeniden doğuş ve kurtuluş

Tanrılar, insanlar ve hayvanlar, Hindu inancına göre dünyanın Yuga zamanından beri birbirini takip eden bir döngü içinde (Samsara) yaşarlar. Ayrıca insanların yaptıkları iyi veya kötü şeyler de birikir. Bu Hindu inançlarında “yapılan her şeyin neden ve sonucundan insan kendi sorumludur” yasasına göre “Karma”, insanların eylemleri doğrultusunda onların Yeniden Doğuş’unu, Reenkarnasyonu etkiler ve Tanrı’nın bir parçası olan “Atman”la, insanın kurtuluşu başlar. Fakat Ruh herkeste farklıdır ve Tanrının bedenlenişi, evrenseldir, evrensel bilinç ise aynıdır. Ruhun gelişimiyle kişisel kurtuluş, ancak üç yöntemin uygulanıp gerçekleşmesiyle oluşur. Bunlar; Bhakti Yoga, ibadet edilen Tanrı’nın sevilmesi; Karma-Yoga, eylemlerin yolu ve ayrıca Jnana Yoga, bilinçlenme yolu.

Bazen dördüncü yol olarak Raja Yoga, kralın yolu da çoğu zaman bu yöntemlerden biri olarak anılır.

Kutsal inek ve vejetaryen beslenme

Budizm’deki vejetaryenliğe ve hayvanların şiddet uygulanarak öldürülüp avlanmalarına tepki olarak Ahimsa (şiddete karşı olma) mantığıyla, Hindular et ile beslenmeyi kesin olarak yasaklamıştır. Tabii ki bu durum Vedik zamanında farklıydı; çünkü o zamanki yaşam koşulları farklıydı. Bazı Hindu yazılarında sığır etinin, kurban eti olduğu zaman yenilebileceği yazar.

Hindular vejetaryenliği ahlaklı bir yaşam biçimi olarak görürler; onlara göre et bir katliam ürünü ve pistir. Brahman‘ların beklentisine uygun olarak, halkın her kesiminde vejetaryenlik vardır. Hinduların hemen hemen tümü sığır etini yemeyi reddeder. 2004 nüfus sayımına göre, Hint halkının %25’i vejetaryendir. Bu durum eyaletlerde değişiklik gösterebilir, örneğin Gujarat halkının %69’u vejetaryen iken Tamil Nadu halkının sadece %21’i vejetaryendir.

Hint mitolojisinde, inek, çok farklı şekillerde konu edilmiştir. Tanrının bedenlendiğine inanılan Krişna bir taraftan Govinda, yani “inek çobanı”, diğer taraftan Gopala, kısacası “ineklerin koruyucusu” olarak betimlenir. Onun eşi Radha ise Gopi, yani “çoban kız” ve ayrıca Tanrı Şiva’nın binek hayvanı boğa Nandi’dir.

Eski Hint kültürü de bizlere dört bin yıldan uzun bir süredir, ineklerin özel değerleri olduğunu göstermektedir. Buna rağmen Neolitik zamanlarda öküzler kurban edilip yenilmekteydi. Bu durumun ne zaman ve nasıl değiştiği hala netlik kazanmamıştır.

Kültür antropologu Marvin Harris, bu değişimi ve değişen ekonomik koşulların nedenlerini araştırmış ve devlet gelirleriyle nüfus yoğunluğunun yeterince öküz almaya yeterli olmadığını ve et ile beslenmek için gerekli besin kaynaklarının ulaşım hayvanı olarak kullanıldığını ortaya koymuştur.

Bu koşullar, ineklerin kurban hayvanı olarak öldürülmemeleri konusunda kesin bir tabu oluşturmuştur ve inek eti günümüzde de hala yenmemektedir. İlginç olan ise, Brahman’ların eski zamanlarda ayinlerinde sığırları kesip kurban etmeleri ve sonradan sığırların korunması için en katı kuralları yine onların koymalarıdır.