Home » Kitap » Halil Cibran : Ermiş -2-

Halil Cibran : Ermiş -2-

cocuklar_hangi_yasta_hangi_sporu_yapmali_1422009875_085

ÇOCUKLAR

Ve kucağında bebeğini taşıyan bir kadın konuştu: “Bize çocuklardan bahset.”

Ve o şöyle dedi:

“Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir. Onlar, Hayat’ın kendine olan özleminin

oğulları ve kızlarıdır.

Onlar sizin aracılığınızla oldular, ama sizden değil; Ve sizle olsalar da, size ait

değiller…

Onlara sevginizi verebilirsiniz ancak, düşüncelerinizi değil; Çünkü onların kendi

düşünceleri olacaktır…

Onların bedenleri için bir yuva sunabilirsiniz;

ama ruhları için değil;

Çünkü onların ruhları, yarın’ın evini mesken tutmuştur, sizin rüyalarınızda bile

ziyaret edemiyeceğiniz…

Onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz; ama onların sizin gibi olmaları için değil…

Çünkü hayat ne geri sarar, ne de dünde oyalanır…

Sizler, yaşayan oklar olarak

çocuklarınızı ileriye fırlatan yaylarsınız…

Yayı kullanan, sonsuzluğun içindeki hedef noktasını görür ve

bütün gücüyle sizi gerer ki, okları hızla uzaklara erişebilsin…

Okçunun elleri altında sevinçle eğilin, Çünkü o, uçan okları olduğu kadar, sarsılmaz

yayları da çok sever…”

ÖZGÜRLÜK

Ve bir hatip “Bize özgürlükten bahset.” dedi. Ve o cevap verdi:

“Şehir kapılarında ve sıcak yuvanızda yere kapanıp, özgürlüğünüz için dua

ettiğinizi gördüm;

Tıpkı, kölelerin kendilerini kılıçtan geçiren bir zorbanın önünde eğilmeleri ve onu

övmeleri gibi…

Sık sık, tapınağın korusunda ve kalenin gölgesinde,

aranızda en özgür geçinenlerin,

özgürlüklerini bir boyunduruk ve

bir kelepçe gibi taşıdıklarını gördüm.

Ve kalbim kanadı; çünkü ancak özgürlük arayışında hissettiğiniz

derin arzu size gem vurduğunda ve

özgürlükten bir amaç ve bir bütünleniş

olarak bahsetmeyi terkettiğinizde,

gerçekten özgür olabilirsiniz.

Siz, günleriniz endişesiz ve geceleriniz bir istek ve üzüntüden uzak olduğunda

özgür olacaksınız.

Yazık ki, bu tür duygular yaşantınızı kuşak gibi sarmakta… Yine de, örtüsüz ve

bağsız, bunları aşabilirsiniz.

Ve siz, günlerinizin ve gecelerinizin ötesine,

anlayışınızın şafağında öğle aydınlığını çepeçevre

bağladığınız zincirleri kırmadan nasıl yükselebilirsiniz?

Gerçekte, özgürlük dediğiniz, halkaları güneşte parlayıp gözünüzü kamaştırsa da,

bu zincirlerin en kuvvetlisidir.

Ve özgür olmanız için terketmeniz gereken, kendi benliğinizin parçalarından

başka ne olabilir?

Eğer geçersiz kılmak istediğiniz adaletsiz bir kanun varsa, bunu alnınıza kendi

ellerinizle, bizzat siz yazdınız.

Bu kanunu, hukuk kitaplarınızı yakarak

veya denizin bütün suyunu bile kullansanız,

yargıçlarınızın alınlarını yıkayarak yok edemezsiniz.

Ve devirmek istediğiniz bir despot varsa, önce onun sizin içinizde kurduğu tahtı

devirmeye bakın.

Bir zorba, özgür ve gururlu olana, eğer

özgürlüğünde zulüm ve gururunda utanç taşımasaydı,

nasıl hükmedebilirdi?

Ve eğer, üzerinizden atmak istediğiniz bir endişeyse,

onu kendinizin seçtiğini, kimsenin size yüklemediğini unutmayın.

Ve kurtulmak istediğiniz bir korkunuz varsa,

o korkunun merkezi sizin kalbinizdir,

yoksa korkulanın avuçları içinde değil.

Herşey, varlığınızın içinde yarı kucaklanmış olarak dolaşır durur;

istenen ve korkulan, nefret edilen ve baş tacı olan,

takip ettiğiniz ve kaçmak istediğiniz..

Bunlar içinizde, ışıklar ve gölgeler gibi, birbirine yapışmış çiftler halinde hareket

ederler.

Ve gölge soluklaşıp kaybolduğunda, can çekişen ışık, bir başka ışığa gölge olur.

Ve sizin özgürlüğünüz, prangasından kurtulduğunda, daha büyük bir özgürlüğe

pranga olur.”

EĞİTİM

Sonra bir öğretmen, “Bize eğitimden bahset.” dedi. Ve o cevap verdi:

“Hiç kimse size, içinizdeki bilginin şafağında halen yarı uykuda olandan bir zerre

fazlasını açıklayamaz.

Takipçileri arasında mabedin gölgesinde

yürüyen bir öğretmen, size bilgeliğini değil sadece inancını ve sevgisini verebilir.

Eğer gerçek bir bilgeyse,

bilgeliğinin evine davet etmek yerine,

sizi kendi aklınızın eşiğine doğru yönlendirir.

Bir astronomi bilgini,

size uzayla ilgili anlayışından bahsedebilir ama anlayışını size veremez.

Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle

bir şarkı söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulağı,

ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.

Ve semboller ilminde usta biri,

size simgesel alanlardan söz eder,

ama sizi oralara taşıyamaz.

Çünkü bir kişinin sahip olduğu ilham, kanatlarını başka birine ödünç veremez.

Ve nasıl herbiriniz Tanrı’nın bilgisinde özgün

bir yere sahipseniz, sizin de Tanrı’yı kayrayısınız

ve dünyayı anlayışınız tek başınıza ve size özel olacaktır.”

images (1)

KURALLAR

Sonra bir avukat, “Bize kurallardan bahset…” dedi. Ve o cevap verdi:

“Siz kurallar koymayı çok seversiniz, Ama kuralları bozmayı daha çok seversiniz.

Tıpkı okyanus kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi.

Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratırken, okyanus kıyıya kum taşımaya devam

eder.

Ve siz onları yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler. Gerçekten de

okyanus, daima masum olanla beraber güler.

Fakat yaşamı bir okyanus

ve insanların koyduğu kuralları kumdan kuleler olarak görmeyen kişiler için ne

diyebiliriz?

Onlar için yaşam bir kaya,

ve kanun bu kayayı kendi isteklerine göre

oyup şekillendirmek için kullanacakları bir keski gibidir.

Dansçılardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz?

Veya boyunduruğundan hoşnut olup,

ormanındaki geyiği başıboş bir serseri olarak

yargılayan bir öküz için?

Peki, derisini dökemediği için,

diğerlerini çıplak ve ahlaksız olarak niteleyen

yaşlı bir sürüngene ne demeli?

Veya bir düğün şölenine erkenden gelen,

iyice karnını doyurduktan ve yorulduktan sonra,

yemekleri ve eğlenceyi kötüleyen biri için?

Bunlar hakkında söyleyebileceğim tek şey,

hepsinin güneş ışığı altında oldukları halde,

Güneş’e sırtlarını dönmüş olduklarıdır.

Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onların kanunları olur.

Ve onlar için Güneş, bir gölge yaratıcısından başka ne olabilir ki?

Ve onlar için kurallara uymak,

başlarını yere eğip, toprak üzerindeki

gölgelerini izlemekten başka bir şey değildir.

Ancak yüzünü Güneş’e çevirmiş olanlarınızı, toprak üzerine çizilmiş imajlar

durdurabilir mi?

Eğer rüzgarla yolculuk ediyorsanız, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir?

Eğer boyunduruğunuzu kırarsanız, ama

başka birinin hücresinin kapısında değil,

hangi kanun sizi sınırlayabilir?

Ve eğer dansederseniz,

ama başka birinin zincirlerine takılıp

sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir?

Orphalese halkı, davulun sesini boğabilir,

bir lirin tellerini gevşetebilirsiniz,

ama bir tarla kuşuna şarkı söylememesi

için kim emir verebilir ki?”

KONUŞMA

Ve bir öğrenci, “Bize konuşmadan bahset” dedi. Ve o cevap verdi:

“Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz;

Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya

başlarsınız.

Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.

Ve konuşmalarınızın çoğunda,

düşünce yarı yarıya katledilir;

Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir;

kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.

Aranızda bazıları,

yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar;

Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak

kendilerini gözleri önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar.

Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve

önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı

bir gerçeği ifşa edebilirler.

Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile

getirmezler.

Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.

Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun

dudaklarınıza doğru hareket etmesini

ve dilinizi yönetmesini sağlayın.

Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının

içindeki kulağa seslenmesine izin verin;

Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin

gerçeğini saklıyacaktır;

Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi…”

KENDİNİ BİLİŞ

Ve bir adam şöyle dedi: “Bize kendini bilişden bahset.” Ve o cevap verdi:

“Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız,

kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur.

Düşüncelerinizde daima bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın

çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz.

Ve böyle de olması gerekir.

Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli

ve çağıldayarak denize doğru koşmalı;

Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri

gözlerinizin önüne serilecektir.

Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın;

Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın.

Çünkü kişi, ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. Tek doğruyu buldum’ değil, ‘Bir

doğruyu buldum’ deyin.

‘Ruha giden yolu buldum’ değil, ‘Kendi yolumda yürürken ruhu buldum’deyin.

Çünkü ruh, her yolda yürür.

Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür;

ne de bir kamış gibi dümdüz büyür.

Ruh, sayısız taç yaprakları olan

bir lotus çiçeği gibi açılır.”

VERMEK

Sonra, varlıklı bir adam konuştu:

“Bize vermekten bahset.”

Ve o cevap verdi:

“Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz;

Gerçek veriş, kendinizden vermektir. Çünkü sahip olduklarınız, yarın ihtiyacınız

olabilir

diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi?

Ve yarın, kutsal şehre giden hacıları takip ederken,

kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen

fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir?

Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka birşey değil midir?

Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk

göstermez mi?

Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu

gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar,

ki bu da armağanlarını yararsız kılar.

Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler

ve hepsini verirler.

Bunlar hayata ve hayatın definesine inananlardır, ve kasaları hiç boş kalmaz.

Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.

Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.

Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir

erdemlilik düşüncesi taşırlar;

Onlar, şu vadideki mersin ağacının kokusunu salısı gibi verirler.

Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya

gülümser.

İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı

hissederek vermek çok daha anlamlıdır.

Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç

getirir.

Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi?

Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.

Öyleyse şimdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yaşayın..

Çoğunlukla şöyle dersiniz: Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.’

Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.

Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yaşayabilsin diye verirler.

Herhalde kendisine günler ve geceler

verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.

Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan

da bir bardak su alabilir.

Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük

bir değer var mıdır?

Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak

gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da

onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını

utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz?

Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.

Çünkü gerçekte herşeyi veren hayattır

ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu

unutuyorsunuz.

Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize

ne de size verene bir boyunduruk yuklememek için,

hiç bir minnet hissi taşımayın.

Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin;

Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak,

annesi özgür yürekli dünya,

babası evren olan cömertlik olgusundan

şüphe etmek demektir…”images2