Home » Eğitim » GEÇMİŞİN BELİRLEYİCİLİĞİ – Tınaz Titiz

GEÇMİŞİN BELİRLEYİCİLİĞİ – Tınaz Titiz

“Onbir kibrit” oyununda, kazanan baştan bellidir! “Onbir kibrit” oyunu, iki kişiyle oynanan, tarafların sırayla ya
bir ya da iki kibrit çekebildiği ve böylece devam ederek, son tek kibriti çekmek zorunda kalanın yenik sayıldığı bir oyundur. Gösterilebilir ki, oyuna ilk başlayan için daima bir kazanma stratejisi vardır. Bu durumda, yani birinci başlayan o stratejiyi uygularsa, oyuna ikinci başlayan, ne yaparsa yapsın yenilmekten kurtulamaz. Bu durumda sonuç, ilk yola çıkış sırasında belirlenmektedir. Sorunsal süreçler de geçmişin belirleyiciliğine tabidir. Toplum
sorunlarının büyük çoğunluğunun nedenleri irdelendiğinde, hemen hepsinde ortak olan bir tanesine rastlanacaktır: Geçmişin belirleyiciliği!

Geçmişi tersine döndürmek ya da yaşanmamış kılmak mümkün olmadığı için —en azından şimdilik—, sorunların nedenleri konuşulurken bu ortak nedene değinilmez, diğerleri üzerinde durulur. Geçmişin, bugün arzuladığımız sonuçların doğabileceği biçimde değiştirilmesinin mümkün olmadığı doğrudur. Ama, aynı biçimde doğru olan bir başka şey de, bugünü değiştirmek isteyenlerin karşılarındaki en büyük engelin, “geçmişin belirleyiciliği” olduğudur. Yani, sorunların bu ortak nedenine göz kapamak, onun bugünkü etkilerinin yok olmasına etmemektedir.
Bir – iki örnek!
“İnsan yedisinde neyse yetmişinde de o’dur” özdeyişi, geçmişin belirleyiciliği ilkesinin bireysel durumlara uygulanmasından ibarettir. Gerçekten de, ilk çocukluk çağlarında kazanılan karakter özellikleri, ileri yaşlarda da genellikle sürmektedir. Bu özelliklerin değiştirilmesi ancak büyük kişisel çabalar ya da rastlantılarla olabilmekte, aksi halde geçmiş geleceği belirlemektedir. Buluşçuluğu “gayri müslim uğraşı” sayan Osmanlı, önce ticaretteki iddiasını kaybetmiş, sonra da parçalanarak bunun bedelini ödemiştir. Yıkılan imparatorluğun enkazı üzerine kurulan cumhuriyet, “geçmişin belirleyiciliği”ni dikkate al(a)mamış, ilmin ve fennin tek yol gösterici kılınabilmesi yolundaki büyük çabaya karşın, XX yüzyılın son yıllarında, buluşçularını ağır ceza mahkemelerinde yargılatacak kadar “buluş düşmanı” olmaktan kurtulamamıştır.
Yozlaşmış kurumlarımızda çalışan, hatta onları yöneten kişiler, o kurumların durumlarından bizzat şikâyetçidirler. Başbakan, telefonlarının dinlendiğinden; polis, poliste dayak yediğinden; milletvekili, meclisin işlevlerini yapmamasından; Eğitim Bakanı, eğitimin kalitesizliğinden yakınmaktadır. Bu kişiler haklıdırlar.
Çünkü geçmiş, bu kişilerin iradelerinden daha güçlü bir şekilde süreçler üzerine etki yapmaktadır.
Geçmişin belirleyiciliği nasıl aşılabilir? Bir şeyle başa çıkabilmek için önce onun varlığını kabul etmek gerekir. Bu birinci adımdır. İkinci olarak, belirleyiciliği geçmişten bugünlere taşıyan “taşıyıcı(lar)”ın ne(ler) olduklarını anlamaya çalışmalıdır.
Örneğin, “buluşçuluk düşmanlığı” sorunu ile uğraşılıyorsa, toplumun tüm birey ve kurumlarının bu sorundaki payının eşit olmadığı, bazılarının anahtar rol oynadıkları bilinmelidir. Bundan sonra, anahtar rolleri oynayanların tesbiti için bir çözümleme yapılmalı, bu analiz sonunda ortaya çıkarılan nedenler önem sıralamasına tâbi tutularak, “sonucun çoğuna yol açan az sayıdaki neden” tesbit edilmelidir. Örnek olarak alınan “buluşçuluk düşmanlığı” sorunu için yapılan bir çözümleme, insanların merak duygularını körelten, dolayısıyla da meraklı insanların yadırganıp dışlanmasına yol açan bir nedenin, eğitimdeki “ezber” usulünün olduğunu göstermektedir.
Bu durumda “ezber yöntemi”, geçmişi bugünlere taşıyan “taşıyıcı”lardan birisi olmaktadır. Bu ve bunun gibi taşıyıcıları ortadan kaldırmak için birer proje geliştirilerek, geçmişin belirleyiciliği kısmen ya da tamamen —taşıyıcıların ne kadarının yok edildiğine bağlı olarak— ortadan kaldırılır. Bu operasyonda dikkat edilmesi gereken nokta, belirleyiciliği günümüze taşıyan şeyin, okul değil, okul içinde uygulanan süreç, yani ezber olduğudur. Süreç yerine kurum ortadan kaldırılarak geçmişin belirleyiciliğinden kurtulmaya çalışmak, genellikle düşülen bir yanılgıdır. Bu takdirde, hem belirleyicilik bir başka taşıyıcı bularak devam eder, hem de bir kurum tahrip edilmiş olur. Bu son duruma somut bir örnek, polis kurumudur. Polise karşı kamuoyunda tepkilerin oluştuğu dönemlerde hemen polisin kıyafeti değiştirilerek, bir bakıma, “o kurum gitti, bunlar yenidir” mesajı verilmek istenir. Halbuki geçmişin belirleyiciliğini günümüze taşıyan “taşıyıcı(lar)” aynen devam etmektedir. Sanık, tutuklu ve hükümlü arasındaki farkın bilincinde olmama, toplumun her kesitindeki kötü muamele ve onun bir türü olan dayak, işinin gereklerine göre eğitilmemiş olmak, güvenlik teknolojilerindeki gelişmeleri izleyememek, ideolojik yönlendirmeler, siyasal etkiler gibi onlarca “taşıyıcı”, geçmişin belirleyiciliğini aynen sürdürmektedir.
Bunların hepsi “taşıma”da eşit etkinliğe sahip değildir. Bazıları diğerlerinden daha önemlidir. Onların tesbit edilip giderilmeleri için çaba harcanması, geçmişin belirleyiciliğini azaltacaktır. Mesele yine dönüp dolaşıp, “görünür sorun” ve “kök sorun” kavramlarına gelmektedir. Sorunlarımıza kalıplarla yaklaştığımız, kalıplarla yaklaşanların ağızlarının içine baktığımız sürece, onlar geçmişi bugünlere taşımaya, biz de halimizden yakınmaya devam edeceğiz. (1996)