Home » Dünya Gündemi » Fransa’nın Dış Politikası

Fransa’nın Dış Politikası

Dış Politika
Bir devletin başka bir devlete veya devletler ya da geniş anlamıyla uluslararası alana karşı izlediği politikaya dış politika denir. Ayrıca bir ülkenin diğer ülkelere yönelik siyasi, ekonomik, hukuki, sosyal vb. tutumlarına da dış politika denilir. Uluslararası alandan kasıt ise ayrı ayrı devletlerin dış politikalarının birbirleriyle temasa geldiği uluslararası siyasi ilişkiler alanıdır. Bütün bu dış ilişkilerin ve dış politikanın yürütülme biçimine ve buna ilişkin kurallar bütününü de diplomasi denir.
Dış Politika Amaçları
Her devletin en başta gelen amacı varlığını korumak ve sürdürmektir. Bunun dışında da siyasal, ekonomik ve toplumsal düzenini sürdürmek gibi amaçları vardır. Dış politikada hedeflerin ve amaçların belirlenmesinde ideolojiler, devletin zihniyet yapısının etkisi olsa da esas olan ulusal çıkar olgusudur. Ulusal çıkar her ülke için farklı anlam ve içeriğe sahip olduğundan dış politikalar da farklıdır.
Dış politika araçları “siyasi teknik diplomasi, ekonomik teknikler, psikolojik teknikler, iç işlerine müdahale ve silahlı kuvvetler tehdidi” olarak beş ana kategoriye alınabilir

Fransa
Genel Bilgiler
550.000 km2 yüzölçümü ile Batı Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Fransa AB’nin de yaklaşık %20’sine tekabül etmektedir. Ayrıca 11 milyon km2’ye ulaşan ayrıcalıklı ekonomik bir bölgeye de sahiptir. 2013 verilerine göre yaklaşık 66 milyon nüfusa sahip olan Fransa, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OCDE- OECD), Avrupa Konseyi, Nato gibi kuruluşlara üye olup, AB’nin de kurucu üyelerindendir. 2010 yılı itibariyle 65 milyar Euro yıllık tarım üretimine sahip olup nüfusunun yaklaşık %3’ü tarımla uğraşmaktadır. Topraklarının %80’e yakın kısmı da tarım ve ormancılık alanı olarak kullanılabilmektedir.
Toplam orman varlığı itibariyle İsveç ve Finlandiya’dan sonra Avrupa Birliği’nde 3. Sırada yer almaktadır. 2011 itibariyle GSMH’si 2 trilyon 808 milyar, kişi başına düşen milli gelir ise 36100 dolardır.

1. Fransız Dış Politikası
1958 Anayasası ile 5. Cumhuriyet’i kuran Fransa, cumhuriyetçi ilkeler temelinde bir dış politika izlediğini ifade etmektedir. Bu çerçevede Fransız dış politikası şu iki amaca hizmet etmektedir; ulusal bağımsızlığı hem bölgesel hem de uluslararası dayanışmanın geliştirilmesine katkıda bulunmak suretiyle korumak. Bu iddialı diplomasi amaçlarının içinde Avrupa’yı yeniden şekillendirmek, uluslararası güvenlik ve terörle mücadele, BM’nin rolünün güçlendirilerek sürdürülmesi ve insani yardım unsurları da yer almaktadır. Bu unsurlar klasik diplomasi, Avrupa politikası, ekonomik ve kültürel diplomasi, gelişme alanında işbirliği ve acil yardım alanlarında ele alınmaktadır
Fransa’nın dış politika alanları arasında AB, nükleer silahlar, Afrika’daki eski sömürgelerle ilişkiler, değişen ya da değişmesi muhtemel uluslararası sistemi biçimlendirme çabaları yer alır. Soğuk Savaş boyunca Avrupa’nın ayrıksı ve sorun çıkaran ülkesi olarak anılan Fransa, kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeninde nükleer kapasitesini, AB içindeki konumunu, BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip olma gücünü ve ayrıcalığını kullanarak Nato ve AB’deki müttefiklerinden farklı ve bağımsız bir dış politika izlemeyi ve eski emperyal dönem bağlantılarını da kullanarak tekrar büyük bir güç olarak ortaya çıkmayı arzulamaktadır.
Fransa’nın geleneksel dış politikası 2. Dünya Savaşı’nın ardından devlet başkanlığı görevini üstlenen General Charles de Gaulle tarafından belirlenmiştir. Bu politika Fransa’yı tekrar etkili bir güç haline getirmeyi amaçlamaktadır. 1956 Süveyş Savaşı sırasında ABD ve SSCB’ye oranla ülkesinin gücünü gören De Gaulle 1958 yılında kabul edilen anayasa ile kurulan 5. Cumhuriyet’in kendisine tanıdığı yetkileri de kullanarak 1962 yılında imzaladığı Evian Anlaşması ile o güne dek Fransa’nın en büyük dış politika sorunu olan Cezayir meselesini çözmüş, Soğuk Savaş boyunca izleyeceği dış politikanın ana hedeflerini de güçlü bir devlet ve orduya dayanarak ulusal bağımsızlığı korumak ve iki süper gücün kurduğu statükoyu değiştirmek olarak belirlemiştir. Bu hedeflere ulaşmak için Alman-Fransız işbirliğini ve buna dayalı bir Avrupa seçeneğini merkeze koymuş, Fransa’nın Nato’dan bağımsız olarak bir nükleer güç olmasında ısrarcı davranmış, sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları sürecinde başta Afrika ve Ortadoğu’da olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde Fransa’nın etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Bu dönemde Batı bloku içinde kalmasına rağmen ABD’nin politikalarına boyun eğmemeye ve Fransa’nın egemenliğini korumaya çalışmıştır. Ancak kriz dönemlerinde ise ABD’ye tam desteğini de esirgememiştir.
De Gaulle’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Pompidou ana hatlarıyla aynı politikayı takip etmiş, ardından gelen d’Estaing Avrupa sisteminin destekçisi olmuş, SSCB ve Ortadoğu ülkeleriyle ilişkileri artırmış ve bu çerçevede FKÖ tanınmış ve destek verilmiştir. Dış politikada daha güçlü bir Fransa için izlenen Avrupa merkezli aktif ve çok yönlü dış politika Fransa’yı uluslararası sistemde daha etkili hale getirmiştir.
Daha sonraları iktidara gelen Mitterrand, ABD ile ilişkileri geliştirmekten yana tavrını koyarken bu ülkenin bazı politikalarına da karşı çıkmıştır. Güvenlik alanında SSCB’ye karşı ABD’nin yanında yer alırken ekonomik ve ticari ilişkilerinde ise ülkesinin çıkarlarını ön planda tutmuştur. Mitterrand’ın Ortadoğu politikalarının sonucu olarak 80’li yıllar Fransa’nın bölge ülkelerine yönelik silah satışlarını en çok artırdığı dönem olmuştur. Bu periyotta Fransa 3. Dünya’ya yönelik etik bir politika güderken bu ülkelerin borçlarının silinmesi için uğraşmıştır ancak 3. Dünya’nın algısı Fransızca konuşan Afrika ülkeleri ile sınırlıydı. 80’ler boyunca Fransa, giderek zayıflayan ekonomisini güçlü bir Avrupa içinde canlandırmayı ve güçlü bir Avrupa ile ABD liderliğini bertaraf etmeyi temel dış politika hedefi olarak koymasına rağmen gelişmeler pek de bu yönde ilerlememektedir. Fransa genel olarak dış politikasında ağırlığı AB ve Avrupa’ya verirken Kuzey ve Orta Afrika ve Ortadoğu da önem arz eden alanlardır.
Fransa’nın Avrupa dış politikası genel olarak Fransa’nın gücünü artırmak, ortak Avrupa anlayışı çerçevesinde ABD’nin etkisini azaltmak olarak özetlenebilir. Genel Fransız dış politika doktrinine göre Avrupa’nın ABD’ye karşı koyması zorunludur ve Fransa ile Almanya Avrupa gücünün merkezinde yer almalıdır. Bu doktrinin temel parametreleri de Fransa’nın bölgesel değil küresel bir güç olarak davranması, doğal nüfuz alanına sahip çıkması ve gerekirse bu anlamda yumuşak çatışmalardan kaçınmaması olarak tanımlanabilir.

Fransa’nın yakın tarihte dış politikasında Almanya’nın birleşmesi, 1. Körfez Savaşı ve SSCB’nin dağılması sürecindeki tutumu statükoyu korumak üzerine olduğundan genel olarak başarısızlık ve Fransa’nın amaçlarını sağlamayan olgular olarak öne çıkmaktadır. Irak savaşında Fransa’nın etkinliğini sağlamak adına ABD’nin politikalarına ayak sürümesine rağmen bunda başarılı olamamış, bu dış politika hem sonuçları hem de Fransa’ya etkileri açısından hayal kırıklığı yaratmıştır. Yine aynı şekilde statükonun korunmasının Avrupa’nın çıkarına olacağına inandığı için SSCB’nin dağılmasının engellenmesini istemesine rağmen bunda da başarılı olamamıştır.
Dolayısıyla, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ve ABD liderliğinde yeni bir uluslararası sistemin kurulacağının ilk işaretleri ortaya çıktığında, Almanya’nın birleşmesi, Körfez Savaşı ve Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde, Fransa hep statükoyu korumak için çaba gösterdi. Bunun mümkün olmadığını anladığı noktada ise ABD’nin belirleyici güç olma tekelini kırmayı hedefledi ve sürekli sürecin içinde yer almaya gayret gösterdi. ABD’nin belirleyiciliğinin açıkça belli olmasından sonra da tüm gücünü Avrupa bütünleşme politikasının gerçekleşmesi için harcadı. ABD karşısında tek güç Avrupa olabilirdi ve Fransa’yı yeni uluslararası sistemde önemli bir güç haline getirmenin yolu da güçlü bir Avrupa’dan geçiyordu. Avrupa merkezli güç odağı politikası, Almanya’nın ekonomik gücünün yanında Fransa’nın elinde BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği ve daha güçlü bir ordu bulunması temeline dayanmaktadır. Dolayısıyla Fransa’nın ve Almanya’nın güçleri birbirini tamamlamaktadır.
1995 yılı Fransız dış politikası için bir dönüm noktasıdır. Uzun yıllar boyunca statükoyu korumak üzere inşa edilen Fransız dış politikası De Gaulle döneminin güçlü Fransa idealine dönmeye hazırlanıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac büyükelçiler toplantısında “Fransa’yı temsil etme şerefini taşıyorsunuz. Bu ağır bir sorumluluktur çünkü söz konusu olan dünyaya birçok değer kazandırmış ve dünyaya hâlâ kazandıracağı birçok değeri bulunan kendine özgü, evrensel referanslar haline gelmiş değerler taşıyan, adaletsizlik, hoşgörüsüzlük ve savaşı önlemek için verilen mücadelenin ilk sırasında yer alma eğilimi olan ve nihayet olayların akışını etkileme kapasitesini oluşturan kültürel, ekonomik, askerî kozlara sahip bir ülkedir” diyerek Fransa’nın dünyanın şekillenmesini etkileyebilecek ve değiştirebilecek güçte ve kapasitede olduğunu ifade etmiştir. Fransa Ortadoğu’daki kazanımlarını tamamen kaybetmesine rağmen Afrika’da özellikle Kuzey Afrika’daki eski sömürgeleri üzerinde diğer dünya güçlerinin müdahale etmedikleri bir nüfuz alanına sahiptir.


Ayrıca Fransa, klasik güç kavramları olan yumuşak güç veya sert güç ifadelerinin ötesinde kendisini influential power yani etkileyen güç olarak konumlandırmaktadır. Bu güç tanımıyla Fransa’nın hem tek başına hem de evrensel bir güç olduğu ifade edilmektedir. Bu gücün unsurları olarak ekonomik potansiyel, diplomatik ve askeri statü, dilsel ve kültürel unsurlar dile getirilmektedir. Fransa ayrıca dış politikada insan hakları, demokrasi, sürdürülebilir kalkınma, uluslararasıcılık ve barış arayışı üzerinden hareket edeceğini belirtmekte, dışişlerinin özellikle ekonomik dönüşüm sürecine katkıda bulunmak amacıyla Fransız şirketlerine destek vereceğini ve kültürel ve bilimsel ortaklıkları teşvik edeceğini beyan etmektedir. Bu perspektife uygun olarak Amerika kıtasında Meksika ve Brezilya ile yakın ilişkiler geliştirmek, Asya’da Çin ve Hindistan ile kurulmuş ikili ilişkilere ek olarak Japonya ile ilişkilere önem vereceğini, yükselen ekonomilerden Endonezya ve Güney Afrika gibi ülkelerle ilişkilerini yoğunlaştıracağını ve Akdeniz’in güneyindeki partnerleriyle ilişkilerini güçlendireceğini ifade etmektedir.

2. Fransa’nın Dış Politika Araçları
Fransa, dış politika amaçlarını gerçekleştirmek üzere genel olarak aşağıdaki araçları kullanmaktadır;
• Ekonomik potansiyel
• Askeri kapasite
• Diplomatik statü
• Sömürge geçmişi ve Fransızca Konuşan Ülkelerle İlişkisi
• Kültürel geçmişi
2.1.Ekonomik Potansiyel
2010 yılı itibariyle dünyanın beşinci büyük ekonomisi olan Fransa, bu gücünü ağırlıklı olarak ileri teknoloji sektörlerinden, uzay ve havacılık sanayinden, tarım sektöründen, otomobil ve kimya sektörlerinden ve turizmden almaktadır. Bugün için dünyanın en büyük enerji şirketlerinden Total, GDF-Suez, EDF Fransa’nın bu alandaki güç kaynaklarındandır. Bu şirketler aracılığıyla dünyanın birçok bölgesinde enerji yatırımlarına girişen Fransa elde ettiği hem mali kaynak hem de ticari etkinlikle ekonomik potansiyelinin kendisine sağladığı avantajları devam ettirmektedir.
Havacılık, savunma ve uzay sanayinde etkin bir yere sahip olan Fransa, bu çerçevede Airbus uçaklarının ana gövde imalatı, Thales aracılığıyla savunma sistemleri, Aerospatiale vasıtasıyla uzay faaliyetleri alanında sözü geçen ve ileri bir konumda yer almaktadır. Almanya ve İngiltere ile yürüttüğü Ariane roket projeleri ile dünya genelinde ticari olarak uzay taşımacılığı yapan birkaç ülkeden biridir.
Tarım alanında ABD’den sonra en çok tarımsal ürün ihracatı yapan bir ülke olması da Fransa’ya bu alanda bir güç vermektedir. AB’nin ortak tarım politikalarını yönlendiren ve DTÖ çerçevesindeki sınırlamalara genel itibariyle aleyhte yaklaşan Fransa’da yaklaşık nüfusun %2,2 kadarı tarımla uğraşmakta, GSMH’nın da %3,5’i14 tarım sektöründen gelmektedir.
2012 itibariyle yaklaşık 83 milyon turist ağırlayan Fransa, dünyanın en çok turist çeken ülkesi olmasına rağmen gelir olarak ABD ve İspanya’nın ardından üçüncü sırada yer almış ve 53,7 milyar dolarlık bir gelir elde etmiştir.
Ekonomisinin itici gücü olan şirketler ve sınai sektörleri aracılığıyla dünya üzerinde politikalarını uygulamaya çalışmaktadır.

2.2. Askeri Kapasite
BM Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesinden biri olan Fransa, 1960 yılında tamamen kendi imkanlarıyla sahip olduğu nükleer güç özelliği ile hem yeni dönemde Nato içinde hem de genel anlamıyla Avrupa savunma sistemi içinde önemli bir yere sahiptir. Her ne kadar 1966 yılında Fransa Nato’nun askeri kanadından çekilmiş olsa da savunma bağlamında batı kulübünün dışında kalmamış, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı askeri anlamda her zaman Nato ve ABD kampında yer almıştır.
2008 yılından itibaren Fransız savunma ve ulusal güvenlik konseptinde yapılan değişikliklerle Avrupa siyasetinde ve Soğuk Savaş sonrasında meydana gelen değişimlere ayak uydurmak amacıyla Fransız ordusunun geleneksel odağındaki bölgesel toprakların savunulması doktrini küresel tehdit ortamındaki sorunların üstesinden gelme gayretlerine yöneltilmiştir.16 Bu konsept değişikliği bağlamında gerek Fransa’nın kent merkezlerinde gerekse Afrika’nın Fransızca konuşulan bölgelerinde tedhiş ağlarının tanımlanması ve imhası Fransız ordusunun birincil görevi haline getirilmiştir. Aynı kapsamda, Fransız güçlerinin yeniden yapılanması ve küresel müdahale kabiliyetine sahip olması da öngörülmüştür. Yine bu çerçevede olmak üzere Fransa askeri güç ve yeni politikası uyarınca 2009 yılında Nato’nun askeri kanadına dönmeyi de planlamıştır.
Fransız savunma ve askeri politikalarına yön verilen Beyaz Kitap 2013’te (Le livre Blanc 2013) savunma ve güvenlik alanlarında koruma, caydırma ve müdahale etme ilkeleri yer almaktadır. Koruma önceliğinde siber saldırıların da dahil olduğu bir çerçeve çizilmekte, caydırıcılık ilkesi olarak nükleer caydırıcılığın inandırıcı olması temel alınmakta, üçüncü unsur olarak da Fransa’nın ve uluslar arası toplumun çıkarlarına uygun olarak müdahale etme kapasitesi ifade edilmektedir.17 Bu belgede askeri tehditlerin yok olmadığı, Fransa’nın askeri olarak müdahale ettiği ülkelerde Fransa’nın güvenliği ilkesinin göz önüne alındığı belirtilmektedir. Ayrıca, yeni stratejik düzlemde Fransa’nın yerinin ele alındığı bölümde Fransa kendisini küresel hedefleri olan bir Avrupa gücü olarak tanımlamaktadır. Sömürgeci geçmişi nedeniyle Fransa’nın Afrika’da hatırı sayılır bir askeri gücü ve kabiliyeti de bulunmaktadır. Bu çerçevede aşağıdaki tablo anlamlı olabilir.

ÜLKE ASKER SAYISI
MALİ 750
ORTA AFRİKA CUMHURİYETİ 600
CİBUTİ 2000
GABON 900
ÇAD 1000
SENEGAL 350
FİLDİŞİ SAHİLİ 500
MAYOTTE VE REUNION ADALARI 1900
Tablo 1. Kaynak : Hüseyin Köşger / AA

2.3.Diplomatik Statü
BM’deki konumu, AB’nin kurucu üyelerinden biri olması ve küresel çapta en yaygın ikinci diplomatik ağa sahip olması sayesinde Fransa, dış politikasının üçüncü ayağını etkili bir biçimde kullanma çabasındadır.
Fransa’nın uluslararası ilişkilerdeki konumunun en belirgin özelliği uluslararası ilişkiler piramidinin tepesini temsil eden BM güvenlik konseyinde Kıt’a Avrupa’sını temsil eden yegane Batılı ülke oluşudur. Oligopolist ayrıcalıklara sahip konsey üyeleri arasında Kıt’a Avrupa’sının menfaatlerini temsil etme misyonunu üstlenen Fransa’nın uluslararası ilişkilerdeki siyasi ağırlığı ile II. Dünya Savaşı’ndaki rolü dolayısıyla bu yapının dışında tutulmuş bulunan Almanya’nın uluslararası ilişkilerdeki ekonomik ağırlığı Birleşik Avrupa idealinin iki önemli sütununu oluşturmaktadır BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği sayesinde küresel sorunlarda veto hakkının kendisine sağladığı güce rağmen 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana yaşanan süreç içinde Fransa ve İngiltere ile diğer küresel güçler arasındaki fark giderek açıldı. Japonya ve Almanya’nın dev ekonomiler olarak ortaya çıkmaları, Çin ve Hindistan’ın küresel kapitalist sisteme entegre olarak güçlenmeleri Fransa’yı, sahip çıktığı emperyal vizyona oranla güçsüz hale getirmiştir.


Fransa genel olarak uluslar arası politikada esnek ve dengeleyici stratejiler izlemektedir. Bu vesileyle yumuşak güç unsurlarından olan diplomasi sayesinde etkili bir varlık göstermek istemektedir. Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, Fransa’nın temel çıkarları Avrupa’yla ve Afrika’daki eski sömürgeleriyle bağlantılıdır. Avrupa’da Fransa’nın çıkarları en iyi Almanya ile yakın ilişkilerin sürdürülmesiyle sağlanabilir. Zira İngilizlere karşı geleneksel Fransız kuşkuculuğu ve hatta De Gaulle’ün İngiltere’yi Avrupa içinde ABD’nin Truva Atı olarak nitelemesine karşı ve Atlantik politikalarına karşı Avrupa merkezini ancak Almanya ile savunabileceği aşikardır. ABD’nin politikaları ve bunları uygularken yanına aldığı devletlerin çokluğu karşısında Fransa emperyal vizyon ve arzuları bir yana bölgesel gücünün de tehdit altında olduğu algısıyla gücünü özellikle Afrika’ya yöneltmiş durumdadır. Fransa, Afrika ile olan ilişkilerinde emperyal geçmişi, sömürge dönemine dayanan ilişkileri ve bu bölgeyi kendi nüfuz alanı olarak kabul etmesi nedeniyle “hami” konumuyla hareket etmektedir. Fransa’nın dış politikasında Afrika’nın çok önemli bir yeri vardır çünkü netice itibariyle Fransa bu bölgede eski sömürgeci güçtür. Dolayısıyla da Afrika’nın önemli bir kısmı üzerindeki kontrolü sömürgecilik dönemi kapanmış olmasına rağmen devam etmektedir. Afrika ile Fransa arasında sıkı organik bağlar bulunmaktadır. Fransız dış politikasında “Françafrique” olarak kısaltılan bir yaklaşım vardır ve bu yaklaşım aslında Fransa ile Afrika arasındaki iç içe geçmişliği sembolize etmek için kullanılır. Afrika’daki devletlerin sınırlarının belirlenmesinden devlet yapılarının inşa edilmesine, kurumsal kapasitelerin oluşturulmasından sosyal yaşamın düzenlenmesine kadar geniş ve öncelikli alanlarda Fransa’nın ciddi etkisi vardır. Fransa 1960’lardaki bağımsızlık döneminden sonra da bu kıtadan elini çekmemiştir. Bu bağlamda daha sonra bahsedilecek olan Frankofon ülkeler ve frankofon kurumları içeren oluşumlarla bu düzlemde etkisini devam ettirme arzusundadır.

2.4. Sömürge geçmişi ve Fransızca Konuşan Ülkelerle İlişkisi
Afrika ülkeleri ile ilişkiler, Fransız dış politikasında önemli rol oynamaktadır. Fransa’nın Afrika politikası hala sömürgeci geçmişe dayanır. Dolayısıyla da Afrika’nın önemli bir kısmı üzerindeki kontrolü sömürgecilik dönemi kapanmış olmasına rağmen devam etmektedir. Afrika ile Fransa arasında sıkı organik bağlar bulunmaktadır. Fransız dış politikasında “Françafrique” olarak kısaltılan bu yaklaşım aslında Fransa ile Afrika arasındaki iç içe geçmişliği sembolize etmek için kullanılır. Afrika’daki devletlerin sınırlarının belirlenmesinden devlet yapılarının inşa edilmesine, kurumsal kapasitelerin oluşturulmasından sosyal yaşamın düzenlenmesine kadar geniş ve öncelikli alanlarda Fransa’nın ciddi etkisi vardır. Fransa’nın ilgi ve çıkarları özellikle Sahra Çölü’nün güneyindeki ülkelere yöneliktir. Ekonomik çıkarların ağırlık taşıdığı ülkeler Afrika’nın güneydoğusundaki Angola, Kongo ve Gabun. Fransa bu üç ülkede petrol çıkarıyor. Orta Afrika Cumhuriyeti ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki elmas, ahşap ve koltan madenleri Fransa’ya gelir kaynağı oluşturmaktadır. Afrika’daki en büyük Fransız askeri üslerinden birisi ise Çad’da bulunmaktadır. Bu nedenle Sudan’ın batısındaki kriz bölgesi Darfur’daki gelişmeler Fransa tarafından yakından izlenmekte ve gerginliğin etnik açıdan benzeri koşullara sahip Çad’a sıçramasını engellemek için önlemler alınmaktadır. Fransızca konuşan” ülkelere dayanarak, Fransa’nın, uluslararası sahnede daha önemli bir rol oynayabileceğini ima eden siyasi bir kavram olan Frankofoni (Francophonie), ’60’lı yıllardan itibaren gelişen ve birkaç yıldan bu yana da Frankofoni Uluslararası Örgütü (OIF) altında bir araya getirilen bir kurumlar toplamıdır. Fransa, eski sömürgeci ülke olarak, eski sömürgelerindeki nüfuzunu korumak için Frankofoni’yi kullanmaktadır. Frankofoni’yi, “küreselleşme içindeki tek yanlılığa” karşı bir olgu olarak gösteren Fransa bu yolla hem kendi emperyalizmini hem sömürgeci yapısını etik bir kılıfın arkasına saklamaktadır. Zayıflayan Fransız emperyalizminin, büyük güçler kulübünde yerini savunmak için, mutlaka eski sömürgelerine ihtiyacı var. Bu çerçevede, kültürel ve teknik işbirliği adı altında eski sömürgelerle ilişkiyi sağlam tutmak ve geliştirmek isteyen Fransa, Frankofon Ülkeler Milli Eğitim Bakanları Konferansı, Fransız Dili Üniversiteleri Derneği, Fransız Dili Parlementerleri Uluslararası Derneği, Frankofon Ülkeler Gençlik ve Spor Bakanları Konferansı, Kültürel ve Teknik İşbirliği Ajansı, Frankofon Başkent ve Metropolleri Belediye Başkanları ve Sorumluları Uluslararası Derneği, Fransızcayı kullanan ülkelerin Enerji Enstitüsü gibi organizasyonlar kurar. Frankofoni bağlamında barış, demokrasi ve insan hakları, çok kültürlülük ve kültürlerin diyaloğu, bilginin gelişimi ve ulaşılabilirliği temaları Fransız dış siyasetinin yürütülmesinde kullanılan yöntemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dış politikasında önemli bir yeri olan Afrika ile olan ilişkilerini sağlam tutmak amacıyla Françafrique kavramı ile bağlantılı olarak eski sömürgelerini Franc bölgesi adlı bir parasal birlik ile kendi para ve kredi politikasına bağlayan Fransa, Euro’ya geçişin ardından da bu sistemi Euro ile örtüştürerek ilişkinin ve bağlılığın devamını sağlamıştır. Fransa bu bağlamda Afrika ile ilişkilerini sömürge geçmişi ve Fransızca dili üzerinden sağlamış ve bunu bugün dış politika aracı olarak sağlamlaştırarak kullanmaya devam etmek istemektedir.

2.5.Kültürel Geçmişi
Yumuşak gücün kaynaklarından olan kültür unsurunu Fransa, 1789 Fransız Devrimi ile dünya uygarlığına kattıkları ve Aydınlanma Çağı filozoflarının fikirlerinin doğuş yeri olması nedeniyle olabildiğince kullanmaktadır. Bu çerçevede kültürel etkileşim faaliyetleri altında kamu diplomasisine yönelik programları, öğrenci değişim programlarının yanı sıra, Fransız devriminin dünya uygarlığına kattığı değerleri sıklıkla anlatan ve hatırlatan faaliyetler, dünyanın dört bir yanında Fransız kültürünü ve dilini yaymaya çalışan (Institut d’Etudes Françaises) Fransız enstitüleri ve Fransız devriminin meşhur üçlemesi “la libérté, l’égalité et la fraternité” özgürlük, eşitlik ve kardeşlik söylemi Fransa’nın dış politika araçlarından olan kültür öğesini nasıl kullandığının ifadeleridir. Ayrıca Fransa, Voltaire, Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, André Malraux, Paris, Bastille, Paris Komünü gibi gibi kültür sembolleriyle de dış politikasını tamamlamaktadır.

Sonuç
Dış politikasını temelde kültürel geçmiş, ekonomik potansiyel, askeri kapasite, diplomatik statü, sömürge geçmişi ve Fransızca Konuşan Ülkelerle İlişkisi araçlarıyla şekillendiren Fransa, amaç olarak ulusal bağımsızlığı hem bölgesel hem de uluslararası dayanışmanın geliştirilmesine katkıda bulunmak suretiyle korumak olarak belirlemiştir. Bu iddialı diplomasi amaçlarının içinde Avrupa’yı yeniden şekillendirmek, uluslararası güvenlik ve terörle mücadele, BM’nin rolünün güçlendirilerek sürdürülmesi ve insani yardım unsurları da yer almaktadır. Fransa’nın dış politika alanları arasında yer alan AB konusunda AB’nin güçlendirilmesi ve yeni bir güç odağı olarak ortaya çıkmasını arzulamaktadır. Nükleer silahlarla ilgili yaklaşımı ise nükleer güç sahipliğinin caydırıcılığının inandırıcı olması yönündedir. Afrika’daki eski sömürgelerle ilişkileri, etik yaklaşımlarla süslense de eski sömürgeci, askeri müdahaleci anlayışından uzaklaşmayacak, çıkarlarının gerektirdiği pragmatik yaklaşımları devam ettirecektir. Değişen ya da değişmesi muhtemel uluslararası sistemi biçimlendirme çabaları çerçevesinde Ortadoğu ve Afrika’da gücünün yettiği sorunlarda arabulucu, biçimlendirici yöntemlerini kullanacaktır.