Home » Bilim - Teknoloji » Endülüs-İslam Medeniyeti ve Hıristiyan Dünyaya Etkisi

Endülüs-İslam Medeniyeti ve Hıristiyan Dünyaya Etkisi

RecMiny

(Batılı anlamda) “bir kurtuluş destanı yok Endülüs’ün. Ama bir ağıt yakan çıkmış (batıdan): Perez de Hita (1544-1618). Daha çok Gırnata İç Savaşları (guerras civiles de Granada) diye bilinen yapıtı Avrupanın ilk tarihî romanı..Öyle beğenildi öyle beğenildi ki ünü İspanya sınırlarını aştı. Avrupa edebiyatı bu (romandaki) Mağriplileri bağrına bastı. Fransa’da onsekizinci yüzyılın ünlü Rambouillet konağındakiler, bu aşk masalını bir ninni gibi dinlediler. Kitabın ilk bölümü parlak bir kurgu. 1492 öncesindeki Gırnata’yı anlatıyor. Serhat türkülerinin bir derlemesi gibi. Etkileyen de bu bölüm oldu.. nice (Avrupalı eski edebiyatçı) hep bu kitaptan esinlendi.. Mağriplileri anlatan hikâyelerin vatanıdır İspanya. Müslümanlarla Hıristiyanların yüzyıllarca bir arada yaşadığı tek yer orasıydı..” {İzzet Tanju}
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Endülüs-İslam Medeniyeti ve Hıristiyan Dünyaya Etkisi
Lütfi Şeyban

Avrupa’da, Rönesans’tan dört asır evvel, Endülüs Emevileri döneminde Endülüs Devleti büyük bir bilimsel-kültürel diriliş yaşamıştır. Felsefe ve bilimsel çalışmada, dünyanın en eski milletlerinden ikisi olan Yahudiler ve Araplar geniş bir işbirliğine girmişler, bu sayede Arapların bilimsel eserleri birkaç dile hakim Yahudiler tarafından Avrupa dillerine aktarılmış va Batılılar bu eserleri kendi uygarlığını oluşturmada kullanmışlardır. Ancak, Müslümanların kuzeyden güneye inmekte olan Hıristiyan Reconquistasının etkisiyle İspanya’dan çekilmesinden sonra, Yahudiler yeniden Hıristiyan kralların eline düşmüşler ve yeniden karanlığa gömülmüşlerdir.[1]
Medeniyet, biriken ve miras bırakılan irfandır. Hem sürekli hem değişmekte olanı bünyesinde barındırır. Kültürel malları hem ithal eder hem ihraç eder.[2] İster doğu ve isterse batı medeniyetlerinde olsun, bu prensibin işleyişine şahit olmaktayız.

Endülüs, Müslüman ve Gayrimüslim vatandaşlarının “Convivencia = sosyo-kültürel uzlaşma”ları ve ortak çalışmaları sayesinde büyük bir medeniyetin gelişimine beşiklik etmiştir. İslam’ın ilk yüzyılı fetih ve egemenlik, ikinci yüzyılı ise yaşanılan reel dinsel durumu hükmü altında bıraktığı insanların özlemlerine olduğu kadar, ideolojik-dinsel gerçeklere uyarlama yüzyılıydı.[3] Bu ilk iki yüzyıl boyunca Doğu İslam dünyasında doğup yükselen İslam medeniyetinin, özgün bir toplumsal ortamda son ve en büyük hamlesini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Hz. Muhammed’in vefâtını izleyen iki yüzyıl boyunca Müslümanlar, Batı’da Pireneler’den Doğu’da Filipinler’e dek yayılan yeni ve özgün bir kültürel alan üretmişlerdir. Genel olarak İslam’ın altın çağı şeklinde adlandırılan VIII-X. yüzyıllarda medenî dünyanın çoğu bölgelerinde bir pax-islamica (dünya islam barışı) kurulmuştur. Bilimsel, felsefî, edebî ve sanatla ilgili çalışmalar insanlık tarihinde benzeri pek az görülebilen doruklara yükselmiştir.[4]

IV./X. Asırdan sonra gelen duraklama çağlarının ardından ise, bu sefer İslâmiyet mirasını bütün insanî sorumluluklarıyla birlikte yüklenen Türkler olmuştur. Murâbıtlar’ın Endülüs’ü Hıristiyanlara karşı korumak için gittikleri yıllarda Türkler de Anadolu’yu fethetmişler ve üzerlerine gelen aynı Hıristiyan Haçlı tehlikesini bertaraf etmekle meşgul olmuşlardır. Batıda Endülüs’ün Müslüman-Hıristiyan ilişkileri açısından yaşadığı durumun biraz benzerini doğuda Türkler de yaşıyordu. Dolayısıyla, Endülüs ile aynı çağlarda Avrupalılar ile ilişkiler vasıtasıyla Müslüman-Türk bilim-kültürünün Batı’ya etki ve katkıları söz konusudur.

İslam medeniyeti unsurlarından bazılarının Avrupa’ya aktarıldığını tespit ederken, bu medeniyetin asıl kaynağı olan Doğu-İslam dünyasının (el-Meşrık), kendi Batı’sı yani Kuzey Afrika ve Endülüs (el-Mağrib ve’l-Endelüs) ile sürekli doğrudan ilişki içerisinde olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutamayız. Asr-ı Saadet’ten beri kazanılagelen toplumsal ve kültürel birikim, daha çok talebe ve âlim kişilerin Doğu’dan Endülüs’e gelerek yerleşmeleri veya seyahatleri yoluyla Batı’ya taşınmıştır.[5] Özellikle ilk dönemlerde Endülüslülerin kendi medeniyetlerinin kaynağı olan Doğu’ya ilim tahsili ve seyahat maksadıyla yoğun şekilde gidip gelmeleri, Doğu-İslam kültürü birikiminin Endülüs’e taşınmasında en önemli kanallardan birisi olmuştur. Ayrıca, karşılıklı siyasi-askeri ilişkilerin yoğunluğunu da göz önüne almalıyız.

Endülüs ve Doğu-İslam medeniyetinin gelişmişliğine karşın, aynı çağlarda Avrupa dünyası dine aykırı kabul edildiği için bilim ve sanat faaliyetlerinin yasaklandığı karanlık çağını yaşamaktaydı.[6] Burada “Hıristiyan dünyası” demek yerine sadece “Avrupa dünyası” dememizin nedeni ise, o çağlarda Doğu Hıristiyanlığının Batı’ya nispetle daha farklı bir medenî düzeye sahip olmasıdır.

“Hıristiyan Doğu, Batı’dan çok daha gelişmiş bulunmakla beraber, kendisine karşı belirgin bir şekilde hoşgörülü, ama kayıtsız da olmayan bir devletin parçası olarak yaşıyordu.”[7]

V./XI. yüzyılda Endülüs’e ve Doğu İslam dünyasına karşı Hıristiyanların yaptıkları haçlı seferleri, kendilerinin İslam medeniyetini tanımalarına fırsat vermiştir. Bundan sonradır ki, Batılılar İslam medeniyetini anlama çalışmalarına başlamışlardır. Bu meyânda Arapça yazılmış bilimsel-felsefî eserlerin Latince’ye tercümesi başlamış ve bu faaliyetin merkezleri Sicilya ve daha çok Endülüs olmuştur.

“Batı Dünyasında düşünce hareketinin doğup gelişmesinde, gerek Latin Ortaçağının uyanışında, gerek Batı’nın yeniden doğuşunda (Renaissance) ve gerekse Hıristiyanlığın yeniden biçim kazanışında (Reforme) en önemli faktör, -uzun süre göz ardı edilmesine karşılık – İslam Düşüncesinin, kültür ve medeniyetinin Latin mütercimler kanalıyla Batıya aktarılması olmuştur.”[8]

“Batı kapitalizminde ithal kökenli ne varsa, mahreci Müslümanlardır: Kambiyo senedi (süftece), commenda adıyla bilinen sermaye ortaklığı (mudârebe), önden satış (muhatre), pirinç, ipek, şeker kamışı, kâğıt, pamuk, Arap rakamları, abaküs, Müslümanlar vasıtasıyla keşfedilen Yunan bilimi, barut, pusula.. Bu ödünçlerin varlığını kabul etmek Batı tarihinin, Batı’nın rasyonaliteye doğru giden yolda tek başına öncü dâhî ve hocasız mûcit olduğu tarzındaki geleneksel izahlarına sırtımızı çevirmek demektir. İtalyan şehir devletlerinin modern ticaret hayatının araçlarını icat etmiş oldukları iddiasını reddetmek demektir. Ve bu, mantıken Roma İmparatorluğunun ilerlemenin beşiği olma rolünü reddetme noktasına kadar gider. İslam bir ticaret medeniyetiydi. Ama İslam da tıpkı Hıristiyanlık gibi ribâ duvarına çarpıyordu: Madenî paranın dolanımıyla bulaşan ve her tarafa yayılan bir hastalık olan ribâ. İslam dünyası dinar (altın para) ve dirhemleriyle (gümüş para) üstün bir iktisadi konumdaydı ve adeta sonraki asırların Avrupa ekonomisini haber veriyordu. Erken dönem Avrupa kapitalizminin uzun mesafeli ticareti Roma’nın mirası değildi. Onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük İslam çağından devralındı. İktisat alanında Avrupa, 1252 yılında altın parayı yeniden basmaya başlamasıyla çıraklıktan kurtulmuştur”.[9]

“Avrasya’da merkezî bir konumda bulunan İslam âlemine Ortaçağ’da Çin’den ve Hindistan’dan da icatlar ulaşıyordu ve Eski Yunan bilgileri onlara miras kalmıştı. Bu nedenle Müslümanlar, teknoloji bakımından Avrupa’dan çok ileriydiler, yeniliklere açıktılar. Çağdaş Avrupa’dakinden daha yüksek okuryazarlık oranına ulaşmışlardı. Eski Yunan uygarlığının mirasını öylesine özümsemişlerdi ki, bugün biz Eski Yunan’a ait kitapların çoğunu Arapça kopyaları aracılığıyla tanıyoruz. Yel değirmenlerini, trigonometriyi, üç köşeli yelkenleri icat ettiler ya da geliştirdiler. Metal sanayinde, mekanik mühendislikte, kimya mühendisliğinde, sulama yöntemlerinde önemli adımların atılmasına öncülük ettiler: Çin’den barutu ve kağıdı alıp Avrupa’ya da geçmesini sağladılar. Yani, Ortaçağ’da teknoloji akışının yönü, bugünkü gibi Avrupa’dan İslam âlemine doğru değil, büyk oranda İslam âleminden Avrupa’ya doğruydu. Ancak, MS aşağı yukarı 1500 yılından başlayarak bu akışın yönü 180 derece değişti”.[10]

V./XI. yüzyıldan itibaren Endülüs’ü ele geçirmeye başlayan İspanyollar, Endülüs medeniyetine hayranlıkları sebebiyle Arapça öğrenimini ve Arapça eserlerin Latince’ye tercümesini teşvik etmeye başlamışlardı. Nitekim, Müslümanların elindeyken olduğu gibi işgalden sonra da Endülüs’ün özellikle Kurtuba, İşbiliye ve Sarakusta gibi şehirleri Avrupalı öğrenciler için bir câzibe merkezleri olmaya devam etmişti. İslam medeniyeti birikimlerinin batıya aktarılması yönünde yapılan faaliyetlerden birisi, Tuleytula Başpiskoposu Raimund’un şehirde kurduğu akademiydi. Bağdad’taki Beytülhikme benzeri olan bu müessesede Arap dili ve edebiyatını öğrenen Müslüman ve Hıristiyan uzmanlar tarafından felsefe, astronomi, matematik, tıp, kimya, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi dallardaki çok sayıda Arapça eser Latince’ye çevrilmişti. Bundan başka, VII./XIII. yüzyılda İşbiliyye ve Mürsiye’de de tercüme akademileri açılmıştı.[11]

Müslüman İspanya’nın sahip olduğu entelektüel gelişmişlik düzeyinin etkisi, bütün Endülüslüler fakat özellikle Müslümanlar üzerinde rahatlıkla gözlemlenebilir nitelikteydi. Nitekim, Cervantes gibi bazı Hıristiyan İspanyollar bu gerçeği itiraf etmişlerdir. Cervantes, meşhur eseri Don Kişot’tun muhtelif yerlerinde Mağriplilerin yani Endülüs Müslümanlarının bilgi ve kültür seviyelerinin üstünlüğüne vurgu yapmaktadır. İşte Cervantes’ten çarpıcı ifadeler..

 “Mağriplilerden çok dostum oldu. Bence İspanya’ya doğru düşünmeyi öğretenler onlardır!”

 “İspanyollar, burada (İspanya’da) büyük bir medeniyet kurmuş Endülüs Müslümanlarını bu isimle çağırıyorlardı: Mağripliler…”

 “Beni şaşırtıyorsun Sanço! Sanki karşımda bir zamanların keçi çobanıdeğil de bilge bir filozof veya Mağripli bir imam var…”

 Devlet yöneticilerine nasihatleri içeren bir İslam edebiyatı türü olan Ahkâmü’s-Sultâniyye tarzı eserlerden etkilenerek, valilik yapacak olan Sanço’ya söylediği şu sözler: “Oğlum Sanço, bilmiş ol ki, faziletlerin başı Allah korkusudur.. Gece-gündüz sık sık halkın içine karış..”[12]

 “Bu kitabın (Don Kişot’un) hazırlanmasında, el yazması notlarından istifade ettiğimiz Seyit Hâmit bin Engelî..”[13]

Ayrıca, Cervantes’te vahdet inancına da rastlamak mümkündür ki, bu tamamen ya Endülüs Müslüman kültürünün etkisidir veya kendisi esir olarak Cezayir Müslümanları arasında 5-6 yıl kaldığı için Mağrip etkisidir diyoruz. Cervantes’in tevhid konusundaki ifadesi şöyledir:

 “Hakimiyet ancak tek elden mükemmel yürür. Allah tek olduğu için kâinatın nizamı mükemmel yürüyor. Eğer bazı Hıristiyan babalarının iddia ettiği gibi kâinatın idaresine üç ayır kuvvet karışmış olsa, sen seyreyle gümbürtüyü… Mağribîler bu sırrı iyi anlamışar. Allah’ın tek olduğuna inanmayanı iman etmiş saymıyorlar.”[14]

Müslüman filozofların din ile aklı uzlaştırma yönündeki fikirleri, Ortaçağ Avrupa’sında büyük yankı uyandırmış ve bir düşünce inkılabına neden olmuştu. Bu meyânda İbn Rüşd, Aristo üzerine yazdığı şerhleri ve Tehâfüt adlı eseriyle Avrupa’da kendisine en çok itibar edilen filozof hâline gelmiş, eserleri Paris ve diğer akademilerde XVI. yüzyıl sonuna kadar temel kitap olarak okutulmuştu. Adını İbn Rüşd’ten alan Averroism, hâkim bir düşünce ekolü hâline gelmişti. İbn Rüşd’ü takip eden Endülüslü filozof Yahudi Musâ b. Meymun, Yahudi ve Hıristiyan teoloji çevrelerine tesir etmişti. İbn Meymun ve İbn Bâce’den etkilenenler arasında Albert Magnus, Duns Scottus, Spinoza ve Immanual Kant, Kastilya-Leon Kralı X.Alfonso (el Sabio, 1252-1284), Dante ve Bacon gibi düşünürler vardır.[15]

Tıp sahasında yapılan tercümeler sayesinde VI./XII. yüzyıla kadar Avrupa’ya hâkim olan ‘hastalıkların insanın içine giren Şeytan’dan kaynaklandığı, bundan kurtulmak için de bir rahibin duâ ederek onu kovması gerektiği’ şeklindeki anlayış, yerini modern temelli tedâvi usullerine bırakmıştı. Bugün Avrupa’da kullanılan Arap rakamları, Romen rakamlarının yerini almış, matematik ve astronomi alanındaki ‘algebra’ (el-cebr), ‘betelgeuse’ (beytü’l-cevze) ve ‘cenit’ (es-semt) terimleri, Müslümanlardan alınmıştı. XI. yüzyılda Zerkâlî’nin Tuleytula’da kurmuş olduğu rasathânenin çalışmaları da Avrupa’ya tesir etmiştir. Avrupa’da halkın doğu dünyası hakkındaki bilgilerinin kaynağı ise, Müslüman coğrafyacı ve seyyâhların eserlerine dayanmaktadır. Edebiyat alanında Avrupa’da ‘fabl’ türünün ortaya çıkışı, Endülüs’e has ‘zecel’ ve ‘müveşşah’ türündeki şiirlerin etkisiyle Kastilya halk şiirinde yılbaşı ilâhîlerinde kullanılan ‘villancico’ türünün doğması ve VI./XII. yüzyıl Fransa halk şâirlerinin ‘troubadour baladları’nda zecel türünü örnek almaları gibi misaller Müslümanların etkilerini ispatlar niteliktedir. Ortaçağlarda Aragon ve Kastilya saraylarında Müslüman müzisyenler tarafından icrâ edilen musikinin etkilerini, bugünkü İspanyol müziğinde de bulmak mümkündür. Ayrıca, müzikte nota usulü kullanımının Endülüslü müzisyenlerin V./XI. yüzyıldan öncelerine dayanan bir buluşları olduğu ve batıya onlardan aktarıldığı da bilinmektedir.

Avrupa’ya tarım ve mimârî alanlarındaki Endülüs etkilerine gelince, pirinç, şeker kamışı ve pamuğu Avrupa’ya sokanlar; suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklini gerçekleştirenler; kâğıdın Avrupa’ya intikalini sağlayanlar; palamut ve hurma ağaçlarından katran elde etmeyi öğretenler ve mimârîde VI./XII. yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz saray yapımına, hatta Kuzey Afrika, doğu ve Amerika kıtası mimârîsine tesir edenler Endülüslü Müslümanlardır. Bu konuda sayısız araştırma yapılmıştır.

Endülüs toplumunun en bâriz vasıflarından birisi, şüphesiz Araplar, Berberîler, Mevâlî, Müvelledler, Mozaraplar (Hıristiyan ve Yahudiler) gibi çok farklı toplumsal ve dinî unsurları bünyesinde barındırıyor olmasıydı.[16] Yani, “İspanya ve Portekiz’de birlikte yaşama yüzyıllar boyunca kural olmuştur”.[17] Bu convivencia özelliği sebebiyle, toplumda ilk dönemlerde toplumsal ve siyasî karışıklıklar meydana gelmişse de, onuncu yüzyıl ile birlikte sağlanan uzun süreli siyasî istikrar, ekonomik gelişme ve hepsinden önemlisi iç kargaşanın asıl müsebbibi sayılan asabiye yani, bir nevi ırkçılık ile yapılan başarılı mücâdele sayesinde, bir Endülüslülük ruhu ve Endülüslüler toplumu bilinci teşekkül etmeye başlamıştır. Özellikle Murâbıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde bu bilinç daha da pekişmiştir. Bunun nedeni, kendileri gibi Müslüman da olsa, Mağribliler’in yabancı ve biraz da medenî ortam görmemiş idareciler olarak görülmeleriydi.[18] Ancak, her şeye rağmen olayın müsbet yanı daha dikkate şâyândır.

Dışarıdan gelen yeni âdetler, mevcutlarıyla kaynaşarak Endülüs toplumunu Doğu İslam toplumlarından farklı kılan “Endülüs hayat kültürü/tarzı”nı meydana getirmiştir. Yani, Endülüs’ü Doğu’dan ayıran kültür farkının kaynağı, çok kültürlü ortamda ortaklaşa hayat düzenine sahip olmuş olmasıdır. Doğu İslam kültürünü İberya Yarımadası’na taşıyan Müslümanlar ile orada mevcut Hıristiyanların evlilik ve savaş gibi ana etkenlere bağlı yukarıda açıklanan kanallarla ilişki kurup kaynaşmaları sonucu, Endülüs toplumunun toplumsal karakteristikleri oluşmuştur. Genel itibarıyla Endülüs Devleti yöneticilerinin, idare ettikleri halka karşı din ayrımı gözetmeksizin adaletle muamele etmeleri, devletin sahip olduğu zenginlikleri halkın yararına kullanmaları gibi etkenler, sosyo-kültürel gelişmenin temel dinamiğini oluşturmuştur.[19]

Hakimiyet yıllarında oluşan ve Endülüs sokak dili olarak bilinen Arapça ağırlıklı Endülüs Acemiyesi, Endülüs kültürüne en güzel örnek olsa gerektir. Bu Acemiyye, hakimiyetin kaybından sonra Arapça konuşmanın yasaklanmasıyla birlikte Aljamiado Literatürü adıyla anılır olmuştur ve artık Arap harfleriyle yazılan İspanyolca vasıtasıyla nesilden nesile aktarılan dinî bilgileri kapsayan bir yazım şekli halini almıştır.[20]

Endülüs kültürü, Avrupa coğrafyası üzerinde bir Müslüman kimliğiyle, buraya kadar sayılan etkileşim vâsıtalarıyla başta Hıristiyan kültürü olmak üzere çok çeşitli milletlerin kültürleriyle karşılaşmış, kaynaşmış ve sonuçları itibarıyla kendine özgü tarzını oluşturmuştu. Sade ve sert bir karaktere sâhip Mağrib kültürüyle Endülüs’e çıkan Murâbıtlar ile Muvahhidler ise, ilk zamanlar bu ortama karşı katı bir tavır takındılarsa da, zamanla Endülüs kültürünü benimsemişlerdi.[21]

Yarımadaya daha fetih yıllarında gelmiş olan Berberî kültürü, Murâbıtlar ve Muvahhidler vâsıtasıyla da işlenmiş, böylece kültürel karışım daha da perçinlenmişti. Dolayısıyla dinî hoşgörü, bilim, kültür ve medeniyet üzerine kurulmuş sekiz yüzyıllık bir tarih olan Endülüs, kendine has coğrafî, siyasî, askerî, toplumsal, kültürel ve medenî özellikleriyle,[22] birbirine karşı saygı ve hoşgörü çerçevesinde birarada yaşama sanatının en güzel modelini sunmuştur.

Endülüs Devletinin yıkılmasıyla birlikte kaybolan o çağın bu medenî ihtişamı, o çağlardan sonra İspanya’da bir daha hiç görülmemiştir. Bu bir iddia değil, modern zamanların Doğulu-Batılı pek çok büyük tarihçisi tarafından tespit edilmiş bir gerçekliktir.[23]

[1] Moshe Sevilla–Sharon, Türkiye Yahudileri: Tarihsel Bakış, Jerusalem 1982, s. 14-15; Joseph MacCabe, Medeniyyetü’l-Müslimîn fî İsbanya, trc. M. Takiyyüddin el-Hilâlî, Rabat 1985, s. 95-101
[2] Fernand Braudel, Medeniyet ve Kapitalizm, çev. Mustafa Özel, İz, İstanbul 1996, s. 15
[3] İslam medeniyetinin nitelikleri konusunda geniş bilgi için bkz. Cuayyıt, s. 162 vd.
[4] Bu dönemlerle ilgili bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Artz, s. 126, 146-147; Braudel, Akdeniz, II, 171 vd.; A. Muhtar el-Abbâdî, “et-Te’sîru’l-mütebâdil fî’r-rivâyeti’t-târîhiyye el-Arabiyye el-İsbâniyye”, Mecelletü’l-Ma’hedi’l-Mısrî, el-Kısmü’l-Arabî, XXIV, (Madrid) 1987-90, s. 31; Sachiko Murata-William Chittick, İslam’ın Vizyonu, çev. Turan Koç, İnsan, İstanbul 2000, s. 453; en-Nedvî, s. 185-210
[5] Bu konuda geniş bilgi için bkz. Braudel, Akdeniz, II, 171-175; Ali Diyâb, “İntikâlü’l-ulûmi’l-Arabiyye mine’ş-Şark ile’l-Garb ve te’sîruhâ fî Avrubbâ”, el-Endelüs: Kurûn mine’t-takallübât ve’l-atâât, Riyad 1996, III, 109 vd.; Cemaleddin, Muhsin, “el-Alâkâtü’s-sekâfiyye beyne’l-Endelüs ve’l-bilâdi’l-Arabiyye”, AL-MANAHIL, XXXI (1984), s. 148-188; Osmanlı Öncesinde Endülüslüler ile Şam arasındaki ilişkiler konusunda bkz. Ali Ahmed, el-Endelüsiyyûn ve’l-Meğâribe fî bilâdi’ş-Şâm, Dimeşk 1989
[6] MacCabe, s. 41
[7] Cuayyıt, s. 19
[8] Geniş bilgi için bkz. Bekir Karlığa, “İslam Düşüncesinin Batı’ya Geçişinde Haçlı Savaşları, Endülüs ve Sicilya I-II”, Mavera, XI, Ocak 1987, s. 16-22; Şubat 1987, s. 17-28; S. Steven Runciman, “Avrupa Medeniyetinin Gelişmesi Üzerindeki İslâmî Tesirler”, çev. Nûşîn Asgarî, Şarkiyat Mecmuası, S. 3, İstanbul (1969), s. 1-12; Hakîmî, s. 99 vd.
[9] Braudel, Medeniyet ve.., s. 15
[10] Diamond, s. 325-326, 330
[11] İhsanoğlu, Ekmeleddin, “Endülüs Menşe’li Bazı Bilim Adamlarının Osmanlı Bilimine Katkıları”, Belleten, 58 (1994), s. 565-605
[12] Cervantes de Saavedra, Don Kişot, çev. Ali Çankırılı, Timaş, İstanbul 2002, s. 155, 163, 191, 192-193
[13] Cervantes, s. 299
[14] Cervantes, s. 197
[15] Himyerî, s. 456 vd.; Artz, s. 126 vd.; Richard C. Dales, The Intellectual Life of Western Europe in the Middle Ages, Brill, Leiden 1992, s. 235 vd.; Pierre P. Rey, “Al-Andalus: Scientific Heritage and European Thought”, (Çevrimiçi) http://www.unesco.org/culture/al-andalus, s. 1-6; MacCabe, s. 81-95
[16] Endülüslülerin sosyal çeşitliliği ve millî vasıfları ile ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Bessâm (ö. 542/1147), ez-Zahîra fî Mehâsini Ehli’l-Cezîre, thk. S.Mustafa el-Bedrî, Beyrut 1998, I-IV; İbnü’l-Hatîb, Lisânüddin (713-776/1313-1374), el-İhâta fî ahbâri Gırnâta, thk. M. Abdullah İnân, Dâru’l-Mekşûf, Kâhire 1973, I, 134 vd.; Muhammed b. Abbûd, Cevânib mine’l-Vâki’l-Endelüsî fi’l-Karni’l-Hâmisi’l-Hicrî, Titvân 1987, s. 15 vd.; Eliyahu Ashtor, Jews of Moslem Spain, trn. J.M.Klein, 1993, I, 291 vd.
[17] Braudel, Akdeniz, II, 181
[18] Özdemir, “İbn Rüşd”, s. 13-14
[19] Bkz. MacCabe, s. 43-53; Burns, “Relations”, XI, 375; Kennedy, s. 56-57, 64-65; Chaytor, s. 17; G. Weeler Thatcher, “Iberians”, EB14, XII, 30-31; Sir Edmund Gosse, “Andalusia”, EB14, I, 893-895
[20] Bkz. L.P. Harvey, “Aljamiado Literature”, Dictionary of the Middle Ages, New York 1989, I, 176
[21] Krş. J. Brignon, “Murabıtlar”-“Muvahhidler”-“Merînîler”, Dogustan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Konya 1994, V, 337; Rebert I. Burns, “Spain: Christian – Muslim Relations”, Dictionary of the Middle Ages, New York 1989, XI, 374-375
[22] Endülüslüler’in insan ve toplum olarak genel karakteristikleri ve diğer toplumlar ile karşılaştırması için bkz. Makkarî, Nefh, IV, 3-61, 84, 142, 160, 231, 338-39
[23] Endülüs-İslam kültür-medeniyeti ve Batı dünyasına tesirleri konusunda geniş bilgi için bkz.: Sâid el-Endelüsî, Tabakâtü’l-Ümem, thk. Hayat Bûalvân, Dâru’t-Talîa, Beyrut 1985, s. 50 vd.; İnan, VI, 434 vd.; Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, Litera, İstanbul 2004, eserin tamamı; Dozy, s. 117 vd.; 475 vd.; Biştâvî, s. 245 vd.; Angel Gonzalez Palencia, Târîhu’l-fikri’l-Endelüsî, çev. Hüseyin Mûnis, Mektebetü’n-Nehdati’l-Mısriyye, Kahire 1955, eserin tamamı; Angel Gonzalez Palencia, “eş-Şi’ru’l-Endelüsî ve te’sîruhû fi’ş-şi’ri’l-Evrubbî”, Dirâsât Endelüsiyye, Kahire 1987, s. 172-275; Levi-Provençal, el-Hadâra, s. 9 vd.; Marguerite Brown, Magnificent Muslims: The Story of Spain’s Arab Centuries, New World Press, New York 1981; Adam Metz, el-Hadâratü’l-Arabiyye, çev. M. A. Ebu Reyde, Kahire 1957; Necîb Zebîb, el-Mevsûatü’l-âmme li târîhi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, Dâru’l-Emîr, Beyrut 1995, II, 361, 385; Dozy, s. 117 vd.; 387-392; Hitti, III, 883-956, 821-956; Âşûr, s. 259 vd.; Fisher, s. 137 vd.; Mikel de Epalza, “Mozarabs: An Emblematik Cristian Minority in Islamic al-Andalus”, The Legacy of Muslim Spain, Leiden 1992, s. 149-170; M. L. Gomez, “The Mozarabs: Worthy Bearers of Islamic Culture”, The Legacy of Muslim Spain, Brill, Leiden 1992, s. 171-175; Johnson, s. 168 vd.; Özdemir, “Endülüs”, XI, 216-224; Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları Medeniyet Tarihi, TDV, Ankara 1997; Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları İlim ve Kültür Tarihi, TDV, Ankara 1997; Oleg Grabar, İslam Sanatının Oluşumu, çev. Nuran Yavuz, YKY, İstanbul 1998; Hamilton A. R. Gibb, “The Influence of Islamic Culture in Medieval Europe”, Bulletin of the John Rylands Library, XXXVIII/1, (Manchester) 1955, s. 82-98; G. Fehervari, “Working in Metal: Mutual Influences Between The Islamic World and The Medieval West”, JRAS, I, (London) 1977, s. 3-15; Americo Castro, Hadâratü’l-İslâm fî İsbanya, çev. Süleyman Attâr, Dâru’s-Sekâfe, Kahire 1983; Menocal, Maria Rosa, The Ornament of the World: How Muslims, Jews, and Christians Created a Culture of Tolerance in Medieval Spain, Back Bay Books, New York 2002; Thomas B., “The End of Islamic Spain: Dates Names and Places”, Al-Tawhid, 1411 (1991), VIII, No. 3, pp. 149-167, s. 15 vd.
——————————————————————————————