Home » Eğitim » Dil Eğitimi » Dil Eğitimi : Bölüm 3 > Anadilin Kıskançlığı

Dil Eğitimi : Bölüm 3 > Anadilin Kıskançlığı

Bu bölümde İngilizce öğrenmek için, anadilin de beslenmesi gerektiği anlatılmaktadır.

640_387_language-is-key

Üçüncü günün randevusu Mecidiyeköy’deki bir alışveriş merkezinin en üst katındaki bir kafedeydi. Hasan Hoca acaba buluşacakları yerleri belirlerken, konuşacakları konuya uygun bir yer falan mı arıyordu?

Yok canım diye omzunu silkti sonra. Sultanahmet öğrenme zorlukları, Eyüp amaçlar… Ne alaka?

Buluşacakları kafeye gittiğinde henüz Hasan Hoca gelmemişti. Etraftaki masalara oturmuş ergenler en fazla iki üç cümlede bir kahkaha atarak muhabbet ediyorlardı. Kahkahaların arasına bazen böğürmeye benzer sesler karışıyor, gençler sanki “En çok kim eğlenecek?” konulu bir yarışmada kıyasıya rekabet ediyorlardı.

Böyle bir ortamda Hasan Hocayla oturup çok ciddi bir muhabbetin içine dalacaklardı ha? Yok yok, Hasan Hoca mekan seçerken kesinlikle kafasına göre takılıyordu. “Bir sorsam iyi olur,” diye içinden geçirirken, Hasan Hoca kafeye girdi ve masaya gelip oturdu.

–          İlker, kusura bakma. Ne zaman geldin?

–          Çok olmadı hocam. 10 dakika falan.

–          İyi bari. Bayağı panik yaptım gecikince. Trafik berbattı.

Garson hemen masaya yanaşıp siparişleri aldı. Bugün buluştukları mekân biraz daha elit olduğu için çay yerine latte istediler.

–          Hocam, konuya geçmeden önce bir şey sorabilir miyim?

–          Sor tabi.

–          Bu buluşacağımız mekânları neye göre seçiyorsunuz? Yani konuşacağımız konuyla bir ilgileri var mı?

Hasan hoca hafif bir kahkaha attı.

–          Nereden çıktı şimdi bu?

–          Ne bileyim, merak ettim. Yani hep aynı yerde de buluşabiliriz ama sürekli yer değişiyor. Acaba bir amacı var mı diye düşündüm.

–          Amacı var aslında. Tebdili mekânda ferahlık vardır diye farklı yerlerde buluşalım diye düşündüm.

–          Anladım hocam. Tamam yani. Ben öylesine merak etmiştim. Bugün ne konuşacağız?

–          Bugün Türkçeden bahsedeceğiz?

–          Türkçeden mi?

–          Evet. Aynen öyle.

–          İyi de hocam, bitti mi İngilizce olayı iki günde yani?

–          Hayır, sen dinle şimdi. Bir yabancı dil öğrenmeye çalışan herkes mutlaka anadildeki durumunu ve alışkanlıklarını gözden geçirmek zorundadır. Eğer kendini anadilinde çok yetkin hissediyorsan, emin ol yabancı dilde de başarılı olabilirsin.

–          Yani Türkçesi zayıf olan birisi İngilizceyi öğrenemez mi?

–          Öğrenir elbette.  Ama öğrendiğin dilin asla anadilin kadar iyi olamayacağından emin ol. Çünkü yabancı dil, anadilinin gerisinde kalmaya mahkûmdur. Ve anadilindeki alışkanlıkların ve becerilerin, hedef dildekilerden bağımsız değildir. Çocukluğundan beri futbol oynayan bir kişi düşün. Bu kişinin futbol oyununu iyi oynamasına rağmen kondisyon eksikliği sebebiyle hızlı koşamadığını farz edelim. Bu kişi basketbol oynamaya karar verse sence hızlı koşmaya başlayabilir mi?

–          Hayır.

–          Niye?

–          Çünkü hızlı koşma kabiliyeti oynadığı oyunla ilgili değil, kendisiyle ilgilidir.

–          Süpersin. Öyleyse eğer sen Türkçe kitap okumuyor, bir şiir okurken zevk almıyorsan, İngilizce kitap okurken zorlanacak, yabancı dil öğrenmenin en güzel yanlarından zevk alamayacaksın demektir. Özet olarak yabancı dildeki zayıflıklarını teşhis edip tedaviye başlamadan önce, aynı zayıflıkları anadilinde de yaşayıp yaşamadığına bakman gerekir. Mesela İngilizce öğretmeni olarak velilerden en çok duyduğum yakınma çocuklarının İngilizce konuşamamalarıdır. Bir keresinde bir veli gelip şöyle demişti: “Yaz tatilinde Antalya’ya gittik. Çocuğa o kadar söyledim turistlerle konuş diye, ama inanın bir tek kelime bile konuşamadı. Hocam, ne yapacağız bu konuşma problemini?” Ben de veliye, “Peki çocuğunuz herhangi bir Türk’le konuştu mu?” diye sordum.  “Hayır,” dedi.

–          Ha ha ha! Hocam cuk oturmuş yani.

–          Ama söylemeye çalıştığım şeyi tam anlayamadı. Çocuğunun turistlerle konuşamamasını sadece İngilizce bilgisine bağlayan bu veli, aslında yaşanan problemin çocuğun sosyal durumuyla da ilgili olduğunu anlayamamıştı. Aynı şekilde çocuğunun İngilizce kitap okumadığından şikâyet eden velilerin büyük kısmı, aslında çocuklarının Türkçe kitap da okumadığını görmezden gelirler. Hâlbuki insanın kendisini en konforlu hissettiği anadilde kitap okumayan bir kişinin, yabancı dilde kitap okumasını beklemek abesle iştigaldir.

–          Şimdi hocam, bir saniye… Şunu mu demeye çalışıyorsunuz? Ben eğer Türkçe kitap okumayı sevmiyorsam, şiirden zevk almıyorsam, asosyal bir insansam İngilizceden ümidi keseyim mi yani?

–          Eğer Sultanahmet’te kartpostal satmak için İngilizce öğrenmiyorsan ümidi kesme. Ama dün bahsettiğimiz büyük hedeflere ulaşmak istiyorsan ya kendini yeniden yapılandıracaksın, ya da ümidi keseceksin. Çok kitap okumayan birisi ne kadar iyi İngilizce biliyorsa bilsin asla bir kitap çevirisi yapamaz. Genel kültürü zayıf olan birisi de tercümanlık yapamaz. Simültane tercümeden bahsettik mesela. Eğer sen ekonomiden hiç anlamıyorsan, bu alandaki Türkçe terimleri de bilmiyorsun demektir. Bu durumda İngilizce bilgin ne kadar iyi olursa olsun bir ekonomi konferansında tercüman olarak görev yapamazsın.

–          Ama turistik ortamlarda hiç okumamış gençler çok rahat ve akıcı bir şekilde İngilizce konuşuyorlar. O nasıl oluyor?

–          Ben ondan bahsetmiyorum. Türkçeyi ortalama 1000 kelimeyle konuşan bir kişi, İngilizce konuşmaya başladığı zaman kullandığı kelime sayısı 500 civarında olacaktır. Ama Türkçeyi çok daha zengin bir kelime dağarcığıyla konuşan kişinin İngilizce konuşurken kullanacağı kelime sayısı buna bağlı olarak artar. Senin bahsettiğin insanlar çok dar bir çerçevede İngilizce konuşurlar. Ama bir Newsweek veya Time dergisini açtıklarında hiçbir şey anlamayacaklarından emin ol.

–          Öyleyse İngilizce öğrenmeye başlarken hedefleri yüksek tutmak önemli bir durum. Ben şahsen asla Newsweek gibi bir dergiyi okuyabileceğimi düşünmedim ve hayalini de kurmadım. Aslında sizin anlattıklarınız yabancı dilden öte gidiyor. Kişisel gelişimi de sağlıyor bir yandan. Tabi İngilizce bu gelişimin bahanesi oluyor.

–          Evet, hem de çok güzel bir bahane. Çünkü dil müthiş bir şeydir. Hangi dil olursa olsun, derinleştikçe daha çok zevk almaya başlarsın. Dediğim gibi, eğer kendi dilinde bir kitabı okurken zevk alıyorsan, İngilizce öğrenirken de zevk almaya başlarsın. Şunu asla unutma! Anadilin, yeni öğrendiğin dili kıskanır. Kendisinden daha iyi bir durumda olmasına izin vermemek için her türlü önlemi alır. Öyleyse, anadilini ne kadar geliştirirsen, İngilizceyi de o kadar iyi öğreneceksin demektir.

–          Anladım. Peki, ilk adım ne olmalı? Yani anadilimi de geliştirmek ve dilden zevk almaya başlamak için ilk olarak ne yapmam gerekir?

–          Önce Türkçeyi sevmen ve sahiplenmen gerekir. Birçok insan İngilizce öğrenirken kendi dilini unutuyor ve saygısını yitiriyor. Hâlbuki bizim dilimiz dünya dilleri üzerindeki en güzel ve zengin dillerden bir tanesidir. On birinci yüzyılda yazılmış olan Divan ü Lugati’t-Türk’te yer alan kelimelerin sayısı 8624’tür. Aynı tarihlerde hazırlanmış bir Lâtince-İngilizce sözlükte yer alan kelime sayısı ise 3000’dir. Yani Türkçe kelimelerin sayısı o dönemde İngilizce kelimelerin sayısından tam üç katı fazla. Ama gerekli hassasiyet gösterilmediği için Türkçe bir zamanlar 100 bin kelimelik dev bir dil iken şimdi 20 binlere kadar düştü.

İlker böyle bir şeyi ilk defa öğreniyordu. Gözlerini kocaman açarak konuştu.

–          Vay be! Çok büyük bir kayıp değil mi bu? O kadar kelime nereye gitti peki?

–          Planlı bazı çalışmalar sonucu unutturuldu. Mesela “neden” kelimesini ele alalım. Önceden sebebiyle, dolayısıyla, münasebetiyle, yüzünden gibi birçok kelime kullanılırken şimdi nedeniyle kelimesi geldi ve hepsini çöpe attık. Hâlbuki eskiden “Köprünün yıkılması dolayısıyla,” derdik ama “Köprünün yıkılması münasebetiyle” demezdik. Aynı şekilde “Bayram yüzünden köprüler bedava,” değil, “Bayram münasebetiyle köprüler bedava,” derdik. Ama şimdi nedeniyle kelimesi her yere uyuyor ve dilimiz giderek zayıflıyor. Asırlık bir bahçede, yüzlerce çeşit çiçeğe arkalarını dönmüşler, yıllar önce bir köşeye ektikleri yapma çiçekleri suluyor ve büyümesini bekliyorlar. Ama nafile. Bu gayretkeşliği anlamak mümkün değil.
İlker bahçe, yapma çiçek ve sulama bölümlerini kaçırdı. Orada kesin güzel bir şeyler söylenmişti ama anlayamadı.

–          Peki, yabancı dili öğrenememenin en büyük sebebi anadildeki zayıflık mı?

–          Tam üstüne bastın. Tabi ki başka sebepler de vardır ama bana göre en büyük problem anadille ilgili olan kısmıdır. Düşünce gücü zayıf olan bir insanın bırakın yabancı dili, herhangi bir şeyi öğrenmesi güçtür. Ama mesele dil olunca konu daha da büyük bir ehemmiyet kazanıyor. Çünkü dil ve düşünce iç içedir. Dil konuşulduğu toplumun ruhunu yansıtır. Kendi ruhunun farkında olmayan bir başkasının ruhunu, düşünüşünü, yaşam biçimini kavraması kolay olabilir mi? Dünya klasiklerini okudun mu? Mesela Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını?

–          Hayır.

–          O zaman ilk yapmamız gereken öncelikli olarak okuman gereken kitapların bir listesini çıkaracağız ve okumaya başlayacaksın. Bunu yabancı dille ilgili olarak düşünme. Hem şu ana kadar çok eksik kalmış bir alandaki eksikliğini gidermiş olacaksın, hem de yabancı dil öğrenimine bir faydası olacak.

–          Peki, bir şey daha soracağım hocam. Türkçe kitap okurken anadilimin yapısıyla ilgili ayrıntılara dikkat etmem gerekir mi? Yani dolaylı yoldan da olsa bunun bana yabancı dil öğreniminde fayda sağlayacağını düşünmeli miyim?

–          Türkçenin yapısıyla ilgili genel bir zihin haritasına sahip olmak elbette işe yarar. Yani Türkçeyle İngilizcenin arasındaki yapısal farklılıklara dikkat eder, aldıkları ekleri ve cümle içindeki sıralamaları mukayese edersen yabancı dile hâkimiyetin kesin olarak artar. Bu mukayeseyi yapabilmek için de elbette konuştuğun dili biraz ameliyat masasına yatırman gerekir. Hiç düşünmeden kurduğun cümleleri, kelimelerin dizilişini, kelimelerin aldığı zaman eklerini biraz bilinç düzeyine çıkarsan iyi olur. Sonra da hedef dilin yapısına biraz hâkim olmak için kuşbakışı bir göz atman iyi olur.

–          Ama daha önce dilin yapısından ve gramerden çok fayda sağlamayacağımızdan bahsetmiştiniz?

–          Şu anda da farklı bir şey söylemiyorum ki. Ben genel bir zihin haritası oluşturmaktan bahsediyorum. İlk defa bir şehre gideceğini düşün. Bu şehir hakkında hiçbir şey bilmiyor olmana rağmen, gitmeden önce harita başında biraz vakit geçirerek genel bir fikre sahip olabilirsin. Ve gittiğinde en azından nereleri gezmen gerektiğini bilir, önceliklerinin farkında olursun. Aksi halde hiçbir araştırma yapmadan gideceğin şehirde bir şeyler yapmaya çalışırken boşuna vakit kaybedersin.

–          Aslında lisedeyken İngilizcenin yapısın çok merak ederdim. Yani Türkçeden farklarını görmeye çalışırdım. Ama hiç detaylı bir çalışmam olmadı. Hocalar da hiç bundan bahsetmediler. Özellikle de Türkçenin yazıldığı gibi okunan bir dil olması, İngilizcedeki kelimelerin yazıldığı gibi okunmaması falan dikkatimi çekerdi.

–          Keşke anlatan birileri olsaymış… Veya en azından bu tür detayları merak etmen için rehberlik eden birisi olsaymış, şu anda durumun çok daha farklı olurdu inan ki. Çünkü anadilinden farklı bir dille karşı karşıya olduğunun farkına varan bir kişi işi yarı yarıya çözmüş demektir. Çoğumuza dayatıldığı gibi hedef dilin kurallarını öğrenmek, o dili edinmek için yeterli değildir. Bir dilin genel yapısına hâkim olmakla o dilin kurallarını bilmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Bu farkı iyi bir şekilde anlayabilmek için de bir çocuğun anadilini öğrenirken hangi safhalardan geçtiğini güzel bir şekilde incelemek gerekir.

–          Demek istediğiniz aktif bir gramer çalışması değil o zaman.

–          Değil. Ben merakla tetiklenen bir olgudan bahsediyorum. Merak edeceksin ve araştıracaksın. Haritayı incelemek demek, harita üzerindeki her bölge hakkında detaylı bilgiye sahip olmak demek değildir. Aynı bu örnekte olduğu gibi, İngilizcenin yapısına genel bir bakış atarken de dilin tüm detaylarına sahip olmak zorunda hissetme kendinizi. Ama Present Perfect Tense adı verilen zamanın Türkçede olmadığını bil. Veya ne bileyim, Türkçede özne-tümleç-yüklem sıralamasının İngilizcede özne-yüklem-tümleç olduğunu öğren. Bu tür detaylar aslında yabancı dille daha sıkı bir ilişki kurmanı sağlar. İlk defa tanıştığın bir insanla sağlıklı bir ilişki kurabilmek için önce genel olarak tanıman gerekir. Sadece adını ve yaşını bildiğin bir kişiye karşı olumlu veya olumsuz bir tavır geliştiremezsin. Sevmek için de, nefret etmek için de tanımak gerekir.

–          Tanımadan nefret edenler yok mu peki İngilizceden? Bence çok fazla var.

–          Vardır tabi, ama bu şuna benziyor. Seni birisiyle tanıştırıyorlar ama iyi bir ilişki kurmanız için gerekli ortamı sağlamıyorlar. Daha sonra da her karşılaştığınızda iğreti bir muhabbet gelişiyor aranızda. Tanımadığınız bir komşunuzu her sabah asansörde görmek gibi bir şey. Bu insanla tanışıp ortak bir şeyler bulabilirsen sabahları birkaç kelime konuşabilirsin. Ama böyle bir ilişki kuramazsan, her sabah büyük bir gerginlik yaşayacaksın demektir. Karşılaşmamak için türlü yollar denersin. Ama sen eğer ilk tanıştığın bir insanı, sırf tipinden dolayı silmişsen büyük bir hata yapmışsın demektir. Bir şans vermelisin ve tanımaya çalışmalısın.

–          Şu anda bir şeyi çok iyi anladım. İngilizce benim için asansörde karşılaşmak istemediğim bir komşu gibi. Aslında çok iyi tanıyor gibiyim, uzun zamandır beraberim ama bir türlü muhabbete giremediğimiz için yüz yüze gelmek istemiyorum.

–          Öyleyse komşunu ilk gördüğün andan itibaren gülümse, hal hatır sor ve hakkında bir şeyler öğren. Böylece karşılaştığında konuşacak bir şeylerin olur ve hayatını her gün olumsuz etkileyen bir duruma son ver.

–          Hocam harikasınız.

–          Haydi kalkalım.

–          Olur hocam. Eve gidip internetten Türkçe ve İngilizcenin yapısal farklılıklarını araştırmak istiyorum.

–          İlker, sen de harikasın.

İlker eve gidip internetten araştırma yapacaktı gerçekten ama sonra vaz geçti. Metroyla taksime gitti. Biraz keyif yapmak istiyordu. Önce iki tane ıslak hamburger yedi, arkasından sinemadaki filmlere baktı. Kafasına göre, güzel bir film yok gibiydi.

İstiklalden aşağıya doğru yürüyüp kitapçıları gezmeye karar verdi.

Kitapçıları gezmek ve yeni çıkan kitapları incelemek, kitap okumaktan daha zevkli geliyordu.

Ve kesinlikle, İngilizce nasıl öğrenilir üzerine sohbet etmek de, oturup İngilizce çalışmaktan daha zevkliydi.

Not: Bu yazı  Salih Uyan’ın “Anlıyorum Ama Konuşamıyorum” kitabından alınmıştır. Kitabı beğendiyseniz, aşağıdaki linkten sipariş verebilirsiniz.

http://www.bkymarket.com/Anliyorum-Ama-Konusamiyorum,PR-146.html