Home » Eğitim » Çocuklar, Konuşurken Yüzüme Bakar Mısınız?

Çocuklar, Konuşurken Yüzüme Bakar Mısınız?

19THISLIFE-master675-658x219

Küçükken babam bana üç adımda el sıkışmayı öğretmişti: “Elimi sıkıca kavra, sık ve gözümün içine bak.” Küçük çocukların neredeyse evrensel olarak özellikle son adımdan hoşlanmadığını fark ettim. Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de böyle. Çocuklar yetişkinlerin yanında hep biraz “garip” davranırlar. Çok da önemli değil, biraz büyüyünce nasılsa öğrenirler öyle değil mi?

Belki de artık öyle değil.

Birkaç yıl önce Stanford Üniversitesi’nin yaratıcı iletişim profesörü Clifford Nass, bana yeni bir araştırmasından bahsetmişti. Nass’ın araştırmasına göre genç insanlar ekranlara bakarak o kadar uzun zaman geçiriyorlardı ki, sözel olmayan iletişimin işaretlerini “okuma” ve birebir etkileşim için gerekli olan diğer becerileri öğrenme yeteneklerini kaybediyorlardı. Nass bu gelişimi, giderek artan sosyal kaygıdan grup halinde arkadaşlık etmeye kadar genç insanlar arasında popüler olan bir dizi trendle ilişkilendirdi.

Anlattıklarından çok etkilenmiştim, ama sonra hepsi aklımdan uçup gitti. Dr. Nass artık hayatta değil maalesef. Bense teknolojinin çocuklar üzerindeki artık alarm vermeye başlayan etkileriyle ilgili her gün yeni bir şey duyuyorum. Acaba Dr. Nass haklı olabilir miydi?

Sözel olmayan iletişimin işaretlerini anlamak, çok değer verilmeyen bir beceri. Tarihimizin büyük bir bölümünde, insanoğlunun yüz yüze iletişimden başka bir şansı yoktu. Bu konuda öyle çok deneyim kazandık ki, yüz ifadelerinden, göz kontağından, ses tonundan ve beden duruşundan bazen “hayat kurtaran” bilgiler edinme becerisi geliştirdik. Her ne kadar bu ipuçları kültürlere göre farklılıklar gösterse de bu işaretleri anlamak, insanların ne düşündüğünü kelimelerden değil, havaya kalkan kaşlarından ya da gözlerinin aşağı bakmasından anlamak demek.

Sayısız araştırma çocukların bu becerileri çok erken yaşlarda öğrendiğini ortaya koyuyor. Bebekler bile anne babalarının bakışlarını takip ediyor ve onların yüz ifadelerini taklit ediyorlar. “Birbirimizin duygularını ‘okuma’ konusunda olağanüstü bir kapasitemiz var. Bizler böyle doğuyoruz” diyor New York Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Niobe Way. “Ancak bu kapasitemizi yitirdiğimize dair çok fazla kanıt var elimizde. Esas soru, bize ne olduğu.”

Pek çok araştırma teknolojiyi işaret ediyor. Çocuklar arasındaki teknoloji kullanımına yönelik veriler gerçekten çok sarsıcı. Bu araştırmalardan biri, 8 ile 18 yaş arasındaki çocuklar arasında medya kullanımının son 5 yılda çarpıcı bir şekilde arttığını ve bu sürenin günde 7.5 saatten fazla olduğunu söylüyor. Sonuçları bu ay açıklanan başka bir araştırmaya göre ergenler “neredeyse sürekli” online oluyorlar. 12 ile 17 yaş arasındaki gençler arasında mesajlaşma, doğrudan insan ilişkisini geride bırakarak artık iletişimin birinci yolu oldu. Bir başka araştırma ise 8 yaş ve altındaki çocukların yüzde 72′sinin bir mobil cihaz kullandığını ortaya çıkardı. Üstelik bu araştırmaya katılanların üçte biri 2 yaş ve altındaki çocuklardı.

Dr. Nass, teknolojinin yüz yüze iletişim üzerindeki etkilerini araştıran ilk kişiydi. 2012 yılında Dr. Nass ve arkadaşları, Stanford’da yaşları 8 ile 12 arası değişen 3,461 kız öğrenciyeonline anket tekniğiyle sorular sordu. Araştırmaya göre kız öğrenciler ekran karşısında ne kadar az zaman harcarsa yüz yüze iletişime o kadar fazla zaman ayırıyor, sosyal başarıları o kadar artıyordu. Ayrıca daha fazla uyuyor ve ailelerinin kendilerini kötü etkilediğini düşündükleri daha az arkadaşları oluyordu. Ekran karşısında ne kadar fazla zaman geçirirlerse, o kadar az uyuyorlar ve kendilerine olan güvenleri o kadar düşük oluyordu.

Her ne kadar araştırma Amerikan Psikoloji Derneği’nin dergisinde yayınlansa da bazıları araştırmayı hiç ikna edici bulmadı. Dr. Nass’dan sonra onun çalışmasını devam ettiren araştırmacı sayısı çok az oldu.

Araştırmanın yazarı Kaliforniya Üniversitesi psikoloji profesörü ve Çocuk Dijital Medya Merkezi direktörü Patricia M. Greenfield, henüz ellerinde yeterli kanıt olmasa da, 40 yıldan fazla bir süredir çocuklar ve teknoloji üzerinde incelemeler yaptığını ve rahatsız edici alışkanlıklarda hızlı bir artış olduğunu gözlemlediğini söylüyor.

“Eskiden farklı topluluklar içindeki değişimleri görmek için 20 yılda bir araştırma yapardık. Şimdi 14 yaşındaki torunumla 8 yaşındaki torunum arasındaki değişimleri bile görebiliyorum” diyor Dr. Greenfield.

2012 yılında Dr. Greenfield ve meslektaşı Yalda T. Uhls bir araştırma için 51 ergenlik öncesi dönemdeki çocuğu, 5 gün ve gece boyunca televizyon, bilgisayar ve cep telefonu olmayan bir kampta kalmaya davet ettiler. Bu öğrencileri, tipik medya kullanımı olan bir kontrol grubuyla kıyasladılar. Tüm katılımcılara, fotoğraflardan ve videolardan duygusal durum çıkarımları yapmalarının istendiği ‘öncesi’ ve ‘sonrası’ testleri yapıldı. Ekransız geçen beş günden sonra kamptaki çocuklar sözel iletişim ipuçlarını okuma konusunda belirgin bir şekilde daha başarılı oldular.

“Bir taraftan sadece beş gün içinde bu kadar hızlı bir düzelme görmemiz çok ümit vericiydi” diyor Dr. Greenfield. “Ancak araştırmamıza katılan ve bugün 14 yaşında olan bu çocuklar, cep telefonlarının ve iPad’lerin olmadığı bir dönemde duyguları okumayı öğrenmişlerdi. Kamp zaten bildikleri şeyleri yeniden ortaya çıkarmalarını sağladı. “Bugün bu cihazlara çok daha erken ulaşan çocuklar – genellikle 3 yaş civarı- duyguları okumayı öğrenme ile ilgili kritik bir dönemi büyük bir tehlikeye atıyorlar ve belki de bu becerileri hiç edinemiyorlar.”

Ancak herkes teknoloji ile iletişim arasındaki bu bağı ikna edici bulmuyor. Northeastern Üniversitesi sözel olmayan iletişim uzmanı profesör Judith Hall’a göre sayıları oldukça az olan ve bütün gün bilgisayar oyunu oynayan aşırı izole çocuklar dışında, çocukların çoğu duyguları okumayı öğrenmeye yetecek düzeyde insanlarla birebir iletişim kuruyor: “Özellikle etkileşim sosyal olduğunda – emailler, mesajlaşma, Facebook gönderilerini okuma – sosyal zeka ihtiyacı daha fazla oluyor.”

Dr. Hall’a göre televizyon izlemenin ve bilgisayar oyunu oynamanın da bilişsel faydaları olabiliyor. “Hemen ‘kolay’ sonuçların üzerine atılmamalıyız. O kadar da ümitsiz bir durum yaşamıyor olabiliriz” diyor Dr. Hall.

Gerçek tehdidin teknolojiden çok bizim onu nasıl kullandığımız olduğunu düşünenler de var. New York Üniversitesi’nden Dr. Way’e göre kız ve erkek çocuklar, aynı şekilde hassaslar ve etraflarındaki insanların duygularını anlayıp dile getirebiliyorlar. Ancak online olarak daha fazla zaman geçirdikleri geç ergenlik döneminde, bu duyguları kendilerine saklamaları söyleniyor onlara.”

Bu dönemde erkek çocukların online olarak geçirdikleri zaman genellikle spor, bilgisayar oyunları ve cinselliğe odaklanırken, bu sırada “Duygular önemli değil”, “Fazla önemsiyorsun, kız gibisin” gibi mesajlar ağır basıyor. Kız çocuklarının online etkileşiminin büyük bir bölümü ise dış görünüş, kıyafetler ve makyaj gibi yüzeysel şeyler etrafında dönüyor. “Bir kız annesi olarak çok üzücü buluyorum bunu. Konuşmalar hep ‘güzel’, ‘mükemmel’, ‘çekici’ ve ‘göz kamaştırıcı’ kavramları üzerine kurulu. Çocuklar ergen olduklarında empati ve diğer pozitif yüz yüze iletişim yöntemlerini deneyimlemezlerse, bu becerileri çok daha az gelişir.

Uzmanların bile aynı fikirde olmadığı bir konuyu bir ebeveyn olarak değerlendirmem oldukça zor. Konuştuğum herkes çocukların alelacele ve her fırsatta ekranlara yapışması konusunda dikkatli ve uyanık olmak gerektiğini söylüyor. Ben de öyle düşünüyorum. Ayrıca yüz yüze aktiviteler için daha fazla zaman yaratmamız gerektiğini de düşünüyorum.

Dr. Nass kendi fikrini ispatlamaya yetecek kadar zaman bulamamış olabilir, ancak teknoloji konusu bugün hiç olmadığı kadar önemli görünüyor. Başka insanların gözlerinin içine bakmayı öğrenmeden tam anlamıyla insan olamayız. İyi bir el sıkışma, sorunun çözümü olamaz belki ama başlamak için iyi bir nokta olabilir. En azından benim için öyle.