Home » Şiir - Deneme - Öykü » Belarus – Bulgaristan – Çekoslovakya Şiirleri

Belarus – Bulgaristan – Çekoslovakya Şiirleri

BELORUSYA
Belorus edebiyatının ilkyazdı örnekleri 11.-12. yüzydlara uzanmaktadır. Ilıı halkın ulusal edebiyatı önce Litvanya sonra Polonya egemenliği altında bulundukları sonraki yüzydlarda gelişimini sürdürmüş, özellikle folklor alanında oldukça zengin ürünler vermiştir. 18. yüzyılda Belorusyanın Rusya’yla
birleşmesi sonucunda bu halkın dili ve edebiyatı bir yandan gelişirken bir yandan da baskılarla karşdaşmış, buna karşın V. İ. Dunin-Martsinkeviç (1807-1884), F.Boguşeviç (1840-1900), Yanko Luçin (1851-1897) vb. şairlerin ürünleriyle modern bir edebiyatın temelleri atılabilmiştir. Yanko Kupala
(1882-1942), Yakub Kolas (1882-1956), A. Paşkeviç (1876-1916), Tişka ( Gartnıy (1887-1937), Maksim Bogdanoviç (1891-1917), Maksim Tank, vb. hu şiirin sonraki yıllardaki önemli temsilcüerindendir.

YA KİMDİR GİDEN ORADA? – Yanko Kupala (1882-1942)
Ya kimdir, kimdir giden orada
Böyle büyük bir kalabalıkla?
– Beloruslar.
Ya nedir taşıdıkları sıska omuzlarında
Kanlı ellerinde, çarıklı ayaklarında?
– Uğradıkları zulüm, haksızlık.
Ya nereye taşıyorlar zulmü, haksızlığı
Ya kime dökecekler acılarım?
– Tüm dünyaya.
Ya kimden öğrendi bu milyonlarca insan
Yola düşmeyi, kim uyandırdı onları uykudan?
– Yoksulluk, dert.
Ya nedir, nedir istediği onların
Çağlardır hor görülmüşlerin, körlerin, sağırların?
– Adam yerine konulmak.
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

BİR ŞARKI – Maksim Tank (1912-1915)
“Oku bunu! Ve başkalarına geçir!”
O bildirilerin üstünde böyle yazardı,
Yeraltı savaşımı günlerinde
Bildiriler kapıdan kapıya uçardı.
Su gibiydi onlar – bir çölde,
Soğukta ateşin verdiği sıcaklık,
Bir yutumluk taze ekmek, açlara,
Kuşatmayı yarmada güvenilir arkadaşlık…
Övgü ya da şan için yalvarmıyorum.
Bırak dönekler koşsun lütuf peşinde.
Un için bir zırnık vermem, diyorum.
Sadece doğruyu söylemek var içimde.
Bütün isteğim, yazmak o birkaç satırı
Üstüne eski tüfeklerin ve yoldaşların
O değerli sözcüklerle not düşeceği:
“Oku bunu! Ve başkalarına geçir!”
Türkçesi: Ali Cengizkan

ŞİİR
Aradığın zaman
Hemen yanıtlamazsam
Lütfen azarlama beni.
Genellikle omuzlarımda
Yorgun kuşlar dinlenir-
Rahatsız etmek istemem onları.
Genellikle gözlerimin önünde canlanır
Eski – ölmüş dostlarım,
Ve ben onlarla söyleşirim.
Genellikle dudaklarım uyuşur
Bir türküye duyduğum susuzluktan,
Ve sonra dilsizleşirim,
Söyleyemez olurum adım.
Ne olmuş
Palton buradaysa?
Genellikle uzaklardayım ben
Naroch çam ağaçları arasında gezinirim
Gece gündüz,
Ve hep oradadır
Bütün acılarım,
Neşem
Ve düşüncelerim.
Türkçesi: Yusuf Eradam

ŞİİR
Bir ağaç ölür
Mevsimleri
Artık tanıyamazsa
Ve hiç yankı yapmazsa.
Su ölür unutursa
Ne yöne gideceğini
Ve susuzluğu gideremezse.
Toprak ölür üretemezse
Artık ekinlerini ve
Yeni türküler sunamazsa ışığa.
İnsan ölür yitirirse
Mucizeler yaratma hünerini
Ve yaşama isteğini.
Türkçesi: Yusuf Eradam

 

BULGARİSTAN
Ulusal Bulgar şiiri 19. yüzyılın ikinci yarısında, 1878de Bulgaristan’ın bağımsızlığıyla sonuçlanacak olan ulusal kurtuluş savaşı yıllarında oluşmuştur. Ulusal şiirin kurtuluş savaşı koşullarında doğması bu şiirin başlangıcından günümüze kadar uzanan bazı temel özellikleri için de belirleyici olmuştur.
Ulusal Bulgar şiirinin ilk yaratıcıları olan D. Çintulov (1822-1886), P. R. Slaveykov (1 8 2 7 -1 8 9 5 ), G.S. Rakovski (1 8 2 1 -1 8 6 7 ), M.Kozlev (1 8 2 4 -1 9 0 2 ) gibi şairleri birleştiren temel özellikler, ulusal kurtuluşçuluk ve demokrasidir. Ulusal Bulgar şiirinin ilk ve en büyük kurucusu ise Hristo Btoev’dir. Örgütçüsü olduğu ulusal kurtuluş savaşı alanında, 27 yaşında can veren Botev (1 8 4 8 -1 8 7 6 ) acı bir içtenlik ve derin bir dram duygusuyla dolu olan şiirleriyle ve eylemci kimliğiyle daha sonraki kuşakların en büyük esin kaynağı ve yol göstericisi olmuştur. Günümüz Bulgar şiiri, Botev, Vazov, Yavorov, Milev, Smirnenski ve Vaptsarov’un adlarıyla doruklara ulaşan lirik, devrimci, demokrat şairlerin oluşturduğu yaratıcı gelenek üzerinde yükselen bir yapıdır. Georgi Cagarov, “Komsomol Şairi” Penyu Penev, Vladimir Başev ve gene aynı kuşaktan (Nisan Kuşağı) Lubomir Levcev, vb. şairler yüzyıllık geleneğin büyük, yaratıcı kaynağında her biri kendine özgü katkılarıyla günümüz Bulgar şiirinin çok yönlü, çok sesli, seçkin ve verimli alanlarını oluşturmaktadır.

 

GELECEĞE
Bir gün gelecek, öleceğim ben de
Vahşi otlar bürüyecek çevresini mezarımın;
Kimi acıyacak, sövecek kimi
Ama şiirlerim okunacak hep yüksek sesle.
Sahte ürünleri süpürecek yıllar;
Örtülecek unutuluş karanlığının kefeniyle
Bugün en yüce makamları tutanlar;
Ama şiirlerim okunacak hep yüksek sesle.
Onlar doğruya, gerçeğe, ödeve çağrıdırlar
Yazıldılar soylu, sevecen bir duygunun esiniyle;
Yurdumuz onlarda tüm güzellikleriyle ışıldar
Bu yüzden okunacaklardır hep yüksek sesle.
Balkan’ın titreten hikâyesini dinlersin onlardan
Gizemli türkülerini ovanın, bulutun, tepenin;
Halkımızın kahramanlık destanını işitirsin
Bu yüzden hep yüksek sesle okunacaklar.
En değerli mücevheri verdim onlara ben:
Çiçeğini, her bir goncasını hünerimin;
Tedirgin ruhumu onlar onardı,
Onlar yaşayan, çarpan kalbimdir benim.
Düşmanın azgın haykırışı ulaşamaz bana
Onun kıskanç öfkesinin de üstündeyim.
Akıp giden zamanı karşılarım vakarla
Bu yüzden hep yüksek sesle okunacaktır şiirlerim.
Bir ulusun yaşayan ruhuyla solunur onlar
Ölmez o ruh, yürekler özgür ve gururluyken,
yetenekliyken elem duymaya ve sevinçle haykırmaya,
Şiirlerim hep yüksek sesle okunacaktır bu yüzden…
Türkçesi Ataol Behramoğlu

 

TORUN KIZI – Elizaveta Bagriana (d. 1893)
Portreleri yok bende atalarımın
Ne de soy kütüğüme ilişkin kitaplar
Bilmiyorum türkülerini onların
Yabancıdır bana gittikleri yollar.
Fakat ateşli şakaklarımda benim de
O kara, isyancı kandır atan.
Ve adına aşk denilen o uçurumun
Odur beni ucuna iten.
Büyük ninem, sıcak kanlı, civan
İpek bir yaşmak gözlerinin altında
Kaçmadı mı bir geceyarısı
Tutkudan eriyen bir yabancıyla?
Kuzgundan kara o küheylanı
Anımsar Tuna boyu bahçeleri
İkisini de yatağandan
Rüzgâr kurtarmıştı, silip izleri…
Belki de bundandır çarpması yüreğimin
Kırlar üzerinde bağırınca kuğu.
Uzak, mavi kıyı çizgisini sevişim
Ve kırbaç altında at koşusunu…
Nasıl bir insanım, ben de bilmiyorum!
Bildiğim sadece, ölsem de yitsem de
Senin kızınım ben ey sevgili toprak
Ey eski Bulgar toprağı, yurdum.

Türkçesi: Ataol Behramoğlu

KÖYLÜ – PavelMatev (d. 1924)
Kentlerin, gökyüzü yerine
katları vardır.
Kentlerin, kırlar yerine,
kaldırımları vardır.
Ay parıldamaz kentlerde geceleri
sokak fenerleri vardır.
Her yerde kapalıdır kapılar.
Her yerde bir giz.
Çekingen köylü
ezilmiştir burada.
Ve susar.
Yalnız bırakılmıştır,
yabancısıdır toprak.
Bir karanlıktır,
onun için
elektrikle aydılatılmış
ay ışıksız geceler.
Hüzünlüdür köylü,
0 beklenmedik konukların
gürültüsüne alışıktır.
Yitik bakışlardan
tüm çiçek uzak
ama birtakım buketler var.

bir iki saatte solan
buketler var.
Duyduğu uğultular
ama türküsü değil bu

tutkuyla uğuldayan kırların.

Bıkmıştı ineklerden,
köpeklerin havlamasından.
Horozların öttüğü saatlerde
uyanıyordu.
İğreniyor şimdi
şişelerde satılan sütlerden
ve piliçlerden
vitrinlerde
kadavralar gibi duran.
Şimdi,
oturmuş
böylesine gereksiz
bir köşede
gün batımında
susuyor ve iç çekiyor.
Bu o mu?
Ben miyim yoksa?
Türkçesi: Özdemir İnce

 

ÇEKOSLOVAKYA
X. yüzyılda siyasal sağlamlaşmayla birlikte Çekoslovakya’da köklü bir kültür hayatı gelişmeye başladı.
X III. yüzyılın başlarına doğru Orta Avrupa’da sağlam bir güç oluşturan Çek devleti ülkenin kültür bütünlüğünü de sağladı.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru Alman etkisine karşı başlayan savaşımla birlikte yazın ortamında da ulusalcı kıpırdanmalar filizlendi.
Bohemya’da modern edebiyatın doğuşu doğrudan doğruya şair Karel Hynek Macha’ya (1 8 1 0 -1 8 3 6 ) bağlıdır. Kısa süren yaşamına karşın bu romantik şair sanatsal ve felsefi bir yenileşme hareketine yol açmıştır. Karel Jaromir Erben de (1 8 1 1 -1 8 7 0 ) destan ve baladlarıyla bu dönemde etkili olmuştur.
Yeni Çekoslovakya’nın kurulmasıyla (1 9 1 4 -1 9 1 9 ) ve I. Cumhuriyet döneminde Çekoslovak şiiri büyük bir gelişme göstermiş ve Jo se f Hova (1 8 9 1 -1 9 4 5 ), Jiri Wolker (1 9 0 0 -1 9 2 4 ), Jaroslav Seifert (1901), Vitezslav Nezval (1 9 0 0 -1 9 5 3 ), Vladimir Holan (1905), Frantisek Hrubin (1 9 1 0 – 1971) gibi ozanlar bu şiirin kurucuları olmuşlardır. İkinci Dünya Savaşından sonra Çekoslovak şairleri ileri bir hümanizm anlayışı içinde şiir yazmışlardır.
1993’te Çekoslovakya, Çek ve Slovak devletlerine ayrıldı.

 

GENESİS VE EXODUS – Jan Smrek (d. 1898-1982)
Dünyaya geldiğimde
Bezelye çorbası gibiydi ortalık sise boğulmuştu
Ve babam -olayı kutlamak için-
Kırmızı şarapla sarhoş olmuştu
Sakallı yüzünü bastırdı sonra
Kendinden geçmişçe oğlana
Yaptığı gibi mutlu anlarında
Kar örtmüştü tüm dağları
Ve kasırga ulumaları: Haho! Haho!
Kasırga değildi o
Gaklıyordu baykuş, kukumav ve karga
Dua ediyordu papaz üç yaşımda
Babamın mezarı başında
Acı günler başlıyordu
Bağrına basıyordu konu komşu
Annemin mezara konuşunu görmeyin diye
İyiliksever ellerde
Bağırıyordum lokomotife: Çabuk ol! Acele et!
Al götür beni dünyaya
Aklımı başıma toplamalıyım elbet
İsa gibi on iki yaşında
İsa gibi bundan böyle
Yeni bir anne aradım kendime
Başıboş yürüdüm ülkeden ülkeye
Bir yerlerde bekliyor olmalıydı
Sıpsıcak kalbiyle
Bekliyordum saygılı ve tok gözlü
Yeşerdikçe aramızda sevgi tohumu
Bir muştu, mutluluk ve huzur yüklü
Ve tüm nimetleri dünyamızın
Çeşit çeşit, küçüklü büyüklü
Diz çöktüm önünde askerlik şubesinin
Ağladım umutsuz ve içler acısı
Arındım ölüm korkusu
Mermiler, gülleler dolusu
O günden bu yana korkuyu attım
Sevme gücüm de kalmadı artık
Donmuş bakışlarım tarlalar arasında
Ve kilitli kalbim kül dolu kavanozda
Açıkça her bağıt, her yükümlülük
Hiçe sayılmışlıkta anlamsız ve boynu bükük
Ve yanılgılar büyük kapılar önünde
Sayısız kentte
Artık duygularımda değilim ben
Yargılarım yüzünden
Tüm sevgim yıldızlara artık
Ve kardeşliğim hane berduşlara
Çokça uğradığım bir eski katedral vardı
Günnük kokardı
Ve kaderine orada aralanırdı
Büyük kapısı gökyüzünün
Artık bağlanmıyorum bir noktaya
Tüm yeryüzünü kendimin sayıyorum
Coşturuyor uçsuz bucaksız dünya
Hâlâ neden pişirilir tuğlalar
Bana gerekli değil artık bunlar
Terk edilmiş oteller yolda belde
Her yerde her yerde
Beni ağırlamaya hazırlar
Artık tanımıyorum ülkeyi
Sürmeyi, ekip biçmeyi, tomurcuk vermeyi
Geyikler, ayılar, kaplanlar vurdum her yerde
Mississippide, Ob’da ve Nil’de
Biricik tarla değil artık beni sınırlayan
Ağaç değil, çit değil, çit kazığı değil
Bir sarı başak, bir baş hayvan değil
Sirenler işaret verir durmadan
Rüzgâr yön, denizler ses verir
Çelikten bir taya kurulmuşum
Gemim, benim kuğu kuşum
Dur, gelme, orda bekle! diyen yok
Bütün engellerden azat olmuşum
Böylece gidiyorum, Ah Tanrım
Nedir bu özlem, neden kararsızım
Senin ölümsüz annen
Açmadığı halde kucağını
Gemici gemisinden
Kucaklıyor yer yuvarlağını
Denizlerin şarkısı çmlıyor-bu sesle
Kül kavanozu açılıyor kalbime
Çözmek için deniz havasındaki gizemi
Başlıyor Allahın Ruhulkudüsü gibi
Asılıp kalmaya denizler üstüne
Haho! Haho! Böyle uluyordu rüzgâr
Kaptan köprüde duruyordu
Ve genç dalgalar onu öpüyordu
Türkçesi: Kemal Kandaş

 

KÜÇÜK KIZLARIN TÜRKÜSÜ – Jaroslav Seifert (d. 1901)
Daha güzel ne var dünyada
küçük kızlardan başka
doğar doğmaz elma kokarlar
ballı süt karışımıyla.
Küçücüktür hepsi birer gonca
tenleri yaldızlanır
üç yaşlarında
belli belirsiz bir gölge
çizer saflıklarını.
Tertemiz gülerler
ve vücutlarından geçen dalga
durur kalır doruklarda
sonsuza kadar.
O zaman kızarır yüzleri
Ama bebekleri oynar onlarla
çocuk düşlerinde
ve gözlerinden öpmeye zorlarlar.
Artık ezilmiş akağaç yaprakları
kokar tenleri burcu burcu
ve biraz çevirseler başlarını
yürekleri küt küt atar.
Türkçesi: Özdemir İnce

 

KELİME – Laco Novomesky (1904-1976)
Bitir şiirini, bize elveda de,
Sonra çek git, sevdalı şair.
Saat çaldı, zaman demir kesildi,
Biz kaldık içinde zayıf, şaşkın ve kararsız.
Acıma bilmeyen bu çağ selamlıyor bizi
Boğazda düğümlenmiş bir hıçkırığın sıkıntısı.
Her şeyi yitirdi mi?
Dilimin ucunda bir kelime var.
Acıyı düşündüm ve buldum çaresini.
Türkçesi: Eray Canberk

 

BİR ASANSÖRDEKİ KARŞILAŞMA – Vladimir Holan (1905-1980)
Asansöre girdik. Yalnız ikimiz.
Bakıştık yalnızca, hepsi bu kadar.
İki canlı, bir an, gülümseyerek, rahatça…
Kadın indi beşinci katta, ben daha yukarı çıktım,
anladım bir daha göremezdim onu,
bir karşılaşmaydı, hepsi bu işte,
peşine düşseydim bir ölü sayılırdım ardında,
o da bana doğru gelseydi,
bu ancak olabilirdi öteki dünyada.
Türkçesi: Eray Canberk

ARASINDA
Düşünce ile sözcük arasında
anlayabileceğimizden daha çok şey vardır.
Sözcük bulunmaz kimi düşünceye.
Bir atın gözlerinde yiten düşünce
bir bakarsın, bir köpeğin gülüşünde
çıkmış ortaya.
Türkçesi: Giirkal Aylan

ANNE
Hiç dikkat ettin mi yatağını yapışma
yaşlı annenin,
bir tek buruşuk kalmasın diye
nasıl çeker, düzeltir, gerer çarşafını?
Soluk alıp verişi öylesine içten,
ellerinin hareketi, avuçları
o denli sevecen ki
geçmişte Persepolis’teki ateşi hâlâ onlar söndürmekte,
şu an ise Çin kıyılarından ya da
bilinmeyen denizlerden kopup gelebilecek
b ir fırtınayı onlar yatıştırmaktadır.
Türkçesi: Gürkal Aylan

 

KİM BULDU BU İKİ SÖZCÜĞÜ – Oldrich Mikulaşek (1910-1985)
Kim buldu bu iki korkunç sözcüğü:
sakin ol!
O haklı! Biz de haklıyız:
Bunun için sakiniz
birisi hakkımızı çiğnediğinde,
sakin ol,
göz kapakların mı titriyor?
sakin ol,
görüşleriniz mi bulanıklaşıyor
sakin ol,
gözlerimize yaşlar mı doluyor?
sakin ol,
kanın mı kaynıyor damarlarında?
sakin ol,
Acılar mı basıyor her yanını?
sakin ol,
kanın mı basıyor her yanını?
sakin ol, dilin ağzında bir kurşun gibi mi?
sakin ol,
tanklar sana doğru mu ilerliyor?
sakin ol,
silâhlar sana mı nişan almış?
sakin ol,
oğlunu eve ölü mü getirdiler?
sakin ol,
kardeşlerin çok mu sıkı tutuyor seni
ölümsü kucaklayışında?
Aldırma, sakin ol,
yaralarından kanın mı fışkırıyor?
sakin ol,
kertenkeleler mi kemiriyor seni,
yılanlar başını mı kaldırmış?
biz kovacağız yılanları,
üzülme, yalnız sakin ol.
Biz her an
sakinlik vahası değil miydik,
bir, iki, üç yüzyıldır?
Sevgili halk, sakin ol,
bir gün biz de
sakinliğin dev gibi bir kayası olacağız,
ezeceğiz bu az bulunur yosunları,
doğrayacağız hançerlerimizle:
Onlar her zaman sakindiler.
Bana gelince, söz veriyorum ki
öldüğüm zaman
bu kayalaşmış yüzümde,
bir kas bile titremeyecek,
ve emin olmak için şu anda
suskun bir iğrenmeyle,
dudaklarım kenetli,
dişlerim gıcırdamakta,
incinmiş ve üzgün olarak
ben de sakin durmaktayım.
Biz, ozanlar sizi destekleyeceğiz,
ama sıranız geldiğinde siz de bizi,
kilise kuleleri zıpkınımız,
sessizlik içimizi kemirmede,
ve sessizlik azarlamada bizi,
korkunçluğumuz gözlerimizde,
sessizlik azarlamada bizi.
Belki yalnız kalacağız,
ama son nefesimizde bile
sizden uzak olmayacağız.
Türkçesi: Sabri Koç

YIKIM – Miroslav Holup (d. 1925)
Hurdahaş olmuş parmaklar getiriyorlar bize,
onları iyileştir, doktor.
Millenmiş gözler getiriyorlar,
yüreklerin avlanmış baykuşları,
yüzlerce beyaz beden,
yüzlerce kanlı beden,
yüzlerce kömürleşmiş beden getiriyorlar,
iyileştir onları, doktor,
ambülanslar dolusu getiriyorlar,
kanın çılgınlığını,
etin haykırışım
sessizliğin yanıp kül olmuşunu,
iyileştir onları, doktor.
Ve sararken yaraları
karış karış,
gecelerce,
siniri sinire,
kası kasa birleştirirken,
gözün görmesini sağlarken,
daha uzun hançerler,
daha güçlü bombalar,
getiriyorlar,
daha görkemli utkular kazanıyorlar,
salaklar.
Türkçesi: Sabri Koç