Home » Dünya Gündemi » Aldemir: Biz, Bu Coğrafyanın Kurucu İradesiyiz!

Aldemir: Biz, Bu Coğrafyanın Kurucu İradesiyiz!

Aldemir: Biz, Bu Coğrafyanın Kurucu İradesiyiz!


Anadolu Platformu’nun on yıllık değer merkezli kurumsallaşma dönemini istişare ve müzakere ettiğimiz bir dizi toplantı gerçekleştirdik. Fikriyatımızı, teşkilatlanmamızı, eğitim çalışmalarımızı ve gençlik çalışmalarımızı değerlendirdik. Bu istişarelerin neticesinde konumumuzu, stratejimizi, önceliklerimizi değerlendirerek yönetim sistemimize dair yeni bir sürece adım atmak için buradayız.

Burada bulunan siz değerli büyüklerim ve kıymetli kardeşlerim, bu hareketin her döneminin çilesini çekip, yükünü taşıdınız. Bu ülkede vicdanın, merhametin, adaletin nöbetini tuttunuz. Rabbimden, hiçbir dünyevi ve kişisel kaygı gütmeden ortaya konulan bu çabaları kabul etmesini niyaz ediyorum. Rabbim, ahirete intikal eden kardeşlerimizin mekânlarını cennet eylesin. Hasta olup da şifa ve dua bekleyenlere acil şifalar nasip etsin.

Bu anlamlı buluşmayı katılımlarınızla onurlandırdığınız için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Bu toplantının gerçekleşmesinde emeği geçen kardeşlerime de yürekten şükranlarımı sunuyorum.

Bu genel kurulun temel amacı, birlikte yola çıkarken belirlediğimiz her birimizin katkılarıyla ortaya çıkmış ve şekillenmiş ortak değer ve stratejileri en kapsayıcı yaklaşımlarla ortak bir iradeye dönüştürmektir. Ayrıca bu değerlerle şimdiye kadar yaptığımız faaliyetlerin ve oluşturduğumuz fikriyatın oluşan yeni şartlarla birlikte değerlendirmesini yaparak gelecek çalışmalarımızı şekillendirmektir.

Ortak değerler etrafında mutabakatı olmayan teşkilatlar varlıklarını sürdüremez ve yeni bir medeniyetin varoluşuna katkı yapamaz.

Dünyadaki siyasal değişim, Türkiye’ deki sosyal, siyasal dönüşüm, 15 Temmuz sürecinde yaşananlar, yedi yılı aşkındır İslam coğrafyasındaki siyasal ve toplumsal hareketlilik dünyanın, İslam coğrafyasının ve ülkemizin birçok açıdan değişim ve geçiş sürecine girdiğini ortaya koymaktadır. Bu süreçlerde ortaya çıkan yeni durumlara karşı inisiyatif almak ve sorunlara yenik düşmemek için yenilenmeye, her zamankinden daha kapsayıcı istişarelere, stratejik bir akla, dinamik bir teşkilata ve icraya ihtiyacımız var.

Taakkul (akletmek), derinliğine bağ kurmaya yarayan düşüncedir ve bizim yapımızın temel taşlarından birini oluşturur. Duygu ile düşünce, cevher ile araz, parça ile bütün, geçmiş ile şimdi, şimdi ile gelecek arasında bağ kuran düşünceye biz taakkul diyoruz.

Çalışmalarımıza başladığımız ilk günden şimdiki duruma nasıl geldiğini görmeden, geçmiş ile gelecek arasındaki bağı kurmadan gelecekte yapacaklarımızı, doğru şekillendiremeyiz. Bu genel kurul, hepimiz için hem bir muhasebe hem değerlerimizin sosyal hayatımızda yeniden inşası için bir fırsat olacaktır.

İlerleme (terakki) geçmişteki kıymetlerden mustağni olmak değil, tersine onları yeni ve daha gelişmiş değişiklik ve keşiflerle buluşturmaktır. Geçmiş birikimler nakli ilimler olmadan geleceği inşa etmek, doğru yönde ilerlemek mümkün değildir.

“Ne Yaptıysak Birlikte Yaptık!”

İslami hareketin serüveni açısından son 40-50 yıl doğrudan bizim şahit olduğumuz bir süreçtir. Ancak biz 40-50 yıldan ibaret bir hareket değiliz. Yüzyıllardır coğrafyamızda bizler gibi duyarlılığa sahip güzel insanların verdiği mücadelelerin devamıyız. Ayrıca insanlık tarihinde yaşanmış tüm tecrübelerde bizim için bir imkândır, fırsattır.

İslami hareket olarak Rabbime hamdolsun alnımızın akı ile buraya kadar geldik. Mütevazı bir şekilde konumumuzu belirlemek durumundayız. Mütevazı, mevzi kelimesinden gelir. Yani mevziimizi, konumumuzu ve insan potansiyelimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Aliya’nın ifadesi ile “Güneşin altında yerimizi almamız gerekir.”.

Yürüttüğümüz faaliyetler tek başına kimsenin çabası değildir. Ne yaptıysak birlikte yaptık. Allah’ın yardımıyla ortak bir şuur ve kolektif bir akılla birlikte başardık. Bu süreçte her birimizin ödev ve sorumlulukları var. Kimimiz bu sürecin fikir, kimimizde pratik, kimimiz de pratik kısmında bir bütünün parçaları olarak sorumluluk aldık.

Anadolu Platformunun yönetiminde şimdiye kadar yer alan tüm kardeşlerime; Koordinasyon, AKADER, İyilikder, ANESİAD, Anadolu Öğrenci Birliği, Komisyon Başkanları, Bölge Başkanları, üye dernekler ve tüm teşkilatımıza teşekkür ederim.

“Gayemiz; Nefer, Nöker, Asker Yetiştirmek Değildir!”

Son yüz yılda İslam dünyasında yaşananları müşahede ettiğimizde Türkiye’deki her engellemeden, darbe girişiminden sonra İslami hareketin özüne dönerek yeniden varlık mücadelesini sürdürdüğünü gördük. Bu kıymetlidir. Aksi Cezayir, Afganistan, Sudan olurdu.

Ülkemizin içinden geçtiği bu süreçleri bizim hareketimizin okuma biçimi son derece önemlidir. Her daim hareket olarak dengeli bir çizgiyi koruma gayretinde olduk.

Bu süreçte bütünden kopmadan fikriyat, o fikriyata uygun teşkilat ve bu fikre, teşkilata inanmış insanların yetiştirilmesi için ders halkalarımız en önemli şiarımız olmuştur.

Zor zamanlardan geçtiğimiz günler oldu. Ancak ders halkalarımız, bulunulan her mekânda kimi zaman bir ev, kimi zaman bir park, kimi zaman bir mescid, kimi zaman da bir ağacın altında diz dize gönül gönüle inananlar için talim ve terbiye okulu oldu.

Adam yetiştirmekteki gaye, nefer, nöker, asker yetiştirmek değildir. Amaç, Kur’an’ın terbiyesinde “muttakilere imam” (Furkan 25/74) olacak Salih ve muhlis nitelikli insan yetiştirmektir. Bu doğrultuda yeni süreçte gayretkeş gençlerin varlığı hepimizi umutlandırmaktadır. Bu bilinçle insan yetiştirirsek, yetişen insanımız ümmetinde devleti de, milleti de, kendi hareketimizi de ihya edecektir.

Her yere adam yetiştirme ve bir yerlere “sızma” düşüncesinin nerelere vardığını FETÖ’ de gördük.

Her yere, her şeye yetişmek de küresel kapitalizmin dili ve yaklaşımıdır. Hırs ve bitmez bir iştahla “Şurada da, burada da olmalıyız, her şeyden haberimiz olmalı” anlayışı İslami Hareket’in özüne ters ve ifsada götüren bir yaklaşımdır.

Biz her yeri ve her şeyi kuşatmakla sorumlu değiliz. Devleti veya başka bir yeri ele geçirmek gibi bir sorumluluğumuz yoktur. Bu ahlaki bir davranış da değildir. İslam azizdir; ne devlete, ne şöhrete, ne mala, ne makama muhtaç değildir. Bunlar kısa zamanlı kazanımlardır. Devletle gelenler devletle giderler, kanunla gelenler kanunla gittiler. Asıl dava, rui ilahidir, rızai baridir. Bizler adalet, iyilik ve merhameti yaymakla görevliyiz. Bunun için milletle beraber olmalıyız.

Bir yerden ders almış, yetişmiş bir insanın aynı duyarlılıkla dünyadan gitmeden önce bu hayırlı işleri devam ettirecek bir çırak yetiştirmesi gerekir. Bu davanın devamı için zaruridir. Bizim kadim geleneğimizdeki hamilik, usta çırak ilişkisi gibi beraber her işi birlikte yaptığımız çalışmalar, yolculuklarımız olmalı.

“Evlerinizi Karargâhlar Edinin’ Emrini Şiar Edindik!”

Gençlik çalışması çocuk çalışmasından; çocuk çalışması, öğretmen çalışmasından; öğretmen çalışması esnaf ve işadamları çalışmasından, esnaf çalışması, yetim çalışmasından ve bu çalışmaları yapanlardan bağımsız, biri diğerinden daha mübarek, önemli değildir.

Herkesin değeri ve önemi ayrı ayrı özeldir. Hepsi, birlikte bir bütünü oluşturur. Onun için birini diğerinin tedarikçisi gibi göremeyiz.

Rabbimizin Yunus 87. ayette buyurduğu gibi “Evlerinizi karargâhlar edininiz” emrini şiar edindik. Bu karargâhlarda insan anlayışımızın temeline cinsiyeti değil; şahsiyeti, ehliyet ve liyakati koyduk. Bizim yapımızı güçlendiren dayanak noktası ailelerimiz oldu. İnsanlık tarihi boyunca tüm peygamberlerin ve inananların sığınağı, korunağı evleri olmuştur. Bundandır ki geçmişte olduğu gibi bu dönemde de her birimizin evi bir vakıf, dernek gibi hizmet verdi. Şimdilerde büyük vakıf, dernek, eğitim, kültür merkezlerimiz oldu. Ama bunları anlamlı kılan evlerimizdir, ailece bu işleri sahiplenmemizdir. Aile bizim medeniyetimizin korunak ve dayanak noktasıdır.

Tıpkı; Ali İmran, Ali İbrahim, Musa-Harun, Süleyman-Davut örnekleri gibi. Teşkilat aileden başlıyor.

Hz. Peygamber (a.s)’da mesajını önce evine, aile bireylerine ve en yakınlarına taşıdı. Bizler de bu süreçte aile merkezli mücadelemizi güçlendirerek sürdürdük. Bize açılan her kapı çocuk, genç ve çoğu zaman aile olarak yürüyüşümüze katılmış oldu.

Anadolu Platformu’nun hayata ve olaylara bakışını gözeterek, ülkenin ve İslam dünyasının sorunlarının konuşulduğu, tartışıldığı, ülkemizden ve İslam dünyasından birçok aydın, alim ve entelektüelin katıldığı sempozyumlar, çalıştaylar, konferanslar vesilesiyle önemli bir müktesebat oluşturduk. (Kürt çalıştayı, Alimler çalıştayı, Göç sempozyumu, Küresel barış sempozyumu, Anadolu buluşmaları, Gençlik çalıştayları vs.) Bu müktesebat hareketimizin niteliği ile ilgili olumlu katkılar sağladı.

“İslami Hareket Büyük Ummana Akan Bir Nehir Gibidir”

Yönetim felsefemizin bu dönemde öne çıkan temel prensiplerinin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Katılımcı meşveret, kurumsal önderlik, aile merkezli çalışma, hesap verilebilirlik, şeffaflık, gönüllülük…

Bu sürecin şekillendirilmesinde en önemli prensiplerimizden biri katılımcı meşveret yani geniş katılımlı istişare olmuştur. Bu vesile ile en uzaktaki insanımızın görüş ve düşüncelerini dikkate alarak merkeze taşıma fırsatı bulduk.

Hakkın değerlerine bağlı kalarak halkın içinde olduk. Yaşadığımız şehirlerin ve süreçlerin vicdanı olduk. Zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Birikmiş sorunlarımız var. İnsanın olduğu yerde elbette sorun olur. Bizler, sorunlarımızı çözerek bu coğrafyada yurtlanırız.

İslam coğrafyasında ve dünyada olup bitenlere hareket olarak duyarlı davranma çabamızla hayatın içinde bir yer işgal eden değil; her daim yer açan, kandil yakıp işaret taşı bırakan olmaya gayret etmekteyiz.

İslami hareket sadece muamelatla ilgilenen, hadis, tefsir sohbeti yapan, ruhi arınmayı hedefe koymuş bir yapı değildir. İslami hareket tarihsel ve dönemsel bir olgu da değildir. Geçmişten geleceğe bir yürüyüşün, kesintisiz bir mücadelenin ve çözümün adıdır.

İslami hareket büyük ummana akan bir nehir gibidir. Coğrafyanın koşulları içersinde yer yer daralır, yer yer genişler. Menziline ulaşmak için bazen coşar, bazen sükûnetle ama her daim akmaya devam eder.

Öyle ki gün gelir yunus balığının batnına gireriz, gün gelir Ashab-ı Kehf mağarasına sığınırız, gün gelir Ashab-ı Uhdud’un dar kuyusunda ateşle simyalanırız, gün gelir cenk ederiz, gün gelir elimize kalem alır, gün gelir sınır boylarında derviş olur nöbet tutarız.

Önemli olan daima İslami hareketin bütüncül hakikatidir, özüdür. Dava adamları ayaklarını bu özde ve hakikatte sabit-kadem kıldıkları sürece yaşamın dadası, girdabı, iniş çıkışı ne olursa olsun; savrulma ve yozlaşma olmayacaktır.

Malik bin Nebi şöyle der;: “Kuşkusuz insan üç alemde yaşamaktadır. Fikirler alemi, şahıslar alemi, eşyalar alemi.”.

Bir toplumda düşünce üretim ocaklarının aktif olması fikri gelişmişliğini canlı tutar. İnsanın sosyal ilişkileri düşünce yapısına bağlı olarak gelişir. Eşya ile ilişkisi de bu ikisine bağlı olarak şekillenir. Tarihin her döneminde okuyan, düşünen, üreten toplumlar dünyanın geleceğine yön verirler.

Beklenen gün gelmiştir. Günün görevi bu coğrafyayı sanatta, düşüncede, kültürde, iktisatta, adalette, yönetimde, mimaride, çevrede, bilimde, hukukta selam ve eman yurdu yapmaktır.

Emperyalistlerin istila ve meydan okumalarına karşı konulmalıdır. Bu nedenle kendi aramızda, diğer din ve kültür havzalarıyla ilişkilerimizi şekillendirecek bir hukuk sistemini bu çağın idraki ile buluşturmalıyız.

Günümüz Türkiye’sinde; toplumda, devlette, siyasette, küresel vasatta şartların ne olduğu elbette önemli; fakat daha önemli olan, bizim ne kadar hakikatli ve yaşadığımız hayatta, nerede nasıl durduğumuzdur.

…………

Tarih boyunca insan topluluklarının huzur ve mutlulukları iki sebeple kazanılmış veya kaybedilmiştir: Emanet ve adalet. Kur’an, hadis ve sahabe uygulamalarından hareketle, yetki verilecek kişilerin en nitelikli kişiler olması gerektiğini ifade eder ve düşüncesini “Emanetleri ehline veriniz.” (Nisâ 58) ayetiyle temellendirir. Bu ayet, görev alacak herkesin, mevcutlar içerisinde en iyisi olması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla burada dikkat edilmesi gereken temel ilke, ilgili görev için “ehil” olmaktır. Bunun haricinde akrabalık, arkadaşlık ve aynı şehir veya kabileden olma gibi hiçbir kıstasın değeri olmayacaktır.

Hz. Peygamber, yapmış olduğu görevlendirmelerinde bu hususa riayet etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin anahtarlarını Beni Şeybe’den teslim almıştı. Amcası Abbas, hacılara su hizmeti (sikâye) ile Kâbe’nin hizmetlerinin (sidâne) kendinde toplanması için Hz. Peygamber’den anahtarları istemişti. Bunun üzerine “emanetleri ehline verin” (Nisâ, 58) ayeti nazil olmuş, Hz. Peygamber de anahtarları tekrar Beni Şeybe’ye geri vermişti.

Hz. Ömer de şöyle der: “Kim Müslümanların herhangi bir işini üstlenir, sonra da aralarındaki dostluk ve yakınlık dolayısıyla birine iş verirse, Allah’a, Resülü’ne ve Müslümanlara ihanet etmiş olur. Bu nedenle kamuda görev alacakların seçimi konusunda devlet başkanının çok dikkatli olması gerekir.

”Kur’an-ı Kerim’in çağrısı şöyledir: “Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; âdil olun..” (Maide 8) Nitekim Hz. Peygamber de kendisine suç işleyen soylu bir kimse hakkında imtiyazlı davranılması ricasında bulunan sahabeye hitaben: “Sizden önceki ümmetlerin helak olmasının sebebi, içlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptığında onu cezasız bırakıp zayıf biri aynı suçu işleyince onu cezalandırmalarıdır. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma da hırsızlık etse, cezasız bırakmazdım” buyurmakla kalmamış, kanunlar önünde adaleti toplum hayatının bütün alanlarına yayma konusunda evrensel açıklamalarda bulunmuştur.

…………

Yüzyıllardan sonra ilk defa devletle milletin ortak ufka bakmaya çalıştığı, ortak zihne ve fikre yaslandığı bir süreci yaşıyoruz. Tarihte aynı ufka bakıldığı dönemler İslam ümmetinin yükseliş dönemleri olmuştur.

Ümmet söylemi, on yıl öncesine kadar teroik bir söylemdi. Ama bugün Türkiye’deki İslami camiaların çabası ve siyaset kurumunun iradesiyle Türkiye’nin uluslar arası alanda siyasi söylemi oldu. Türkiye tüm Müslümanların ve dünya mazlumlarının yönünü, yüzünü döndüğü bir merkez oldu.

Kaç yüzyıldır İslam dünyasını kasıp kavuran kültürel istilayı ve entelektüel çölleşmeyi sonlandırarak, buradan yeniden düşünsel ve kültürel liderliği yakalayabilmek için büyük bir cehde, yenilenmeye ve gayrete ihtiyaç var: Bu hayati bir öneme haiz bir durumdur.

“İstişare Bizim Hareketimizin Ruhudur!”

Genel Kurulun gündemine dönecek olursak.

20. yüzyılın bilge romancılarından Zamyatin şöyle bir örnek verir: “Fırtınalı bir havada okyanusta yol alırken gemide gözcüye gerek vardır. Gözcü seren direğinin tepesinden batan gemileri, buz dağlarını ve yaklaşan fırtınaları görür; güvertedekiler olup bitenleri fark etmezler.”

Bugün burada seçeceğimiz istişare heyetimiz bizim seren direğimizdeki gözcülerimiz olacaktır. Türkiye’den ve dünyadan imdat çağrıları yükselirken, ağır dalgalarla geminin gövdesi çatırdarken istişare heyetimiz yaklaşan dalgaları görmeli ve öncülük rolünü yerine getirmeli; gemidekileri uyarmalı ve yol göstermelidir.

İstişare güneş gibi hepimizi ısıtır. İcrayı yönetim yapan herkesten daha çok çalışmasıdır. İstişare hareketimizin önündeki engelleri görür ve kaldırır, boşlukları görür ve görmemizi sağlar. Bu açıdan istişare stratejik bir öneme sahiptir. Bu hareketin tartışmasız tek üst kurulu hepimizin sahada yaptığımız çalışmalarının temsilinden oluşan bu genel kuruldur.

İstişareyi hareketimizin işleyişi içerisinde bir yere hapsetmek ve sınırlandırmak doğru değildir. İstişare bizim hareketimizin ruhudur. Yani bu bedenin ruhudur. Biz bu ruhla hareket eder, bununla istikamet buluruz. Haddi zatında İslami hareket de bir ruhtur. Ruhu olmayan yapılar statükocu, organizeden öteye geçememiş etten ve kemikten ibaret, şekilci, ticari yapılardır.

Seçeceğimiz istişare, genel kurulun ortak iradesini yansıtan bir yapıdır. İcra ise hareketin ortaya koyduğu bu ruh ve iradenin tüm faaliyet alanlarında hayat bulmasını sağlayan merkezdir.

Allah’ın yardımıyla bundan böyle temel konular ve stratejiler daha geniş bir istişare ile ele alınacak. Hareketin işleyişi daha hızlı yürüyecek. Her insanımızın sahada sorumluluk alması sağlanacak. Hareketin icraatlarını denetleyen delegelerimizin büyük kısmının üzerinde ittifak ettiği istişarenin olması hata yapma payını azaltacaktır.

“Biz; İddiaları, Tezleri Olan Kadim Bir Yoluz!”

İslam dünyasının ve insanlığın mirasını önemsemeliyiz. İslami sorumluluklarımız kadar insani duyarlılıklarımız da var. Yeryüzü sadece Müslümanlardan oluşmuyor. Müslümanların dışında kalanların da insan olduğunu ve onların sahip olmaları gereken bir hayat hakkının olduğunu biliyoruz. Bu hakkın ilk savunucusu da bizler olmalıyız. Zihnimizin, aklımızın ve yüreğimizin bu dinamik süreci kavramasını sağlamalıyız. Aksi takdirde zamandan ve mekândan koparak bir yersizlik ve yurtsuzluğa sürükleniriz. Şu an İslam dünyası bu durumu yaşıyor.

Batı ve ötekiler olarak tasvir edilen dünyanın ikiye bölünmüşlüğüne son verecek alternatif bir yol bulmalıyız; yani üçüncü bir yolu insanlıkla yeniden buluşturmalıyız. Bizler ne batıyız ne de onun ötekisiyiz. Farklı iddiaları, tezleri olan, kadim bir yoluz. “Biz imkânız, ufuk ve soluğuz.” söylemini tüm dünya mazlumlarının bekleyişine can suyu olarak sunmamız gerekiyor. Öznesi insan, değeri iyilik ve adalet olan; finansa, çıkara karşı adalet eksenli hukuka dayalı bir sistemi insanlıkla buluşturmalıyız.

Bunun için üç alanda iddialı ve güçlü olmamız gerekiyor: Eğitim, kültür ve düşünce.

Din ile siyaset, bilim ile hayat, teori ile pratik arasında yaşadığımız savrulmaların ve geri kalmışlığın üstesinden gelebileceğimiz yegâne kilit olgu kültürdür. Ekonomik eşitliklerin görece arttığı çağda, kültürel önderliğin hâlâ tüm insanlığa zulmedenlerin elinde ve tahakkümünde olması ne kadar acı verici değil mi?

Düşünce, çoğu zaman eylem karşısında ezdiğimiz, dikkate almadığımız, farkına varmadığımız olgulardan biridir. Son üç yüz yıldır, dünya ölçeğinde ses getirecek düşüncelerimiz yok, çıkmadı. En büyük sorun da herkesin bunun eksikliğini hissetmeyecek derecede düşündüğünü zannetmesidir. Düşünmek ve düşünce, nazik ve netameli bir süreçtir. Uzun emek, ceht ve dert ister.

Türkiye Müslümanlarının kadim medeniyetimizden devraldıkları en büyük miras, Anadolu İrfanı’dır. Anadolu irfanını; kapsayıcı, kuşatıcı ve farklılıkları fırsat görme boyutuyla yeniden irdelemeliyiz. Birçok alanda hayırlı işler oluyor, olmaya devam ediyor. Artık önemli olan adaletin, eşitliğin ve hakkaniyetin, kısaca İslam düşüncesinin yaşam alanlarında belirleyici olmasıdır. Bugüne kadar özgürlük alanlarının genişletilmesine dair çabalar oldu. Ama gün, İslam kültürünün ve tasavvurunun topluma hayat verme günüdür.

……………

Mağdur psikolojisiyle ezilen yanlarımızı öne çıkararak bu yeni dönemi sürdüremeyeceğimizi, kuşatamayacağımızı biliyoruz. Dar yaklaşımlarla bir kısım dar İslamcılık tanımlarıyla veya “bizim mahalle” gibi çıkmaz sokak yaklaşımlarla, Anadolu irfanını, İslam coğrafyasına ve dünyanın ezilen mazlumlarına sunamayız. Allah önümüze caddeler, meydanlar, ülkeler ve coğrafyalar açmıştır. Bütün bunlar herhangi bir konuda saplantıya düşmeden bilgiye ve yenilenmeye açık, bütüncül bir zihne sahip olmamızı gerektirir. Biz de bu coğrafyanın asli unsuru ve kurucu iradesiyiz. Bu vizyon ve sorumlulukla davranmalıyız.

Bu coğrafyanın kangrenleşen sorunlarını, bizler gündeme getirmeliyiz. Sorunları tüm tarafları bir araya toplayarak geçmişte olduğu gibi çözebiliriz. İçinde yaşadığımız toplumun sorunlarını çözerken intikam almak gibi tepkisel olgularla değil; olaylara toplumsal adaleti sağlayacak bir bakış açısı ve tarihi birikimle yaklaşmalıyız.

……………

Türkiye İslami hareketinin heterojen bir yapısı var. Bunu bir zenginlik olarak görmeli ve bu zenginliğimizi kapsayıcı uygulamalarımızla sürdürülebilir kılmalıyız. Kapsamlı davranmayı bir karakter olarak hareketimizin her alanına taşımalıyız. Ancak bu genişlik sorumluluklarımızın ihmaline yol açmamalıdır. Yaptığımız bu hayırlı işleri “başka işleri ve kişileri yok sayacak kadar” aşırı derecede sahiplenmemiz ve savunmamız yeni iştirak ve sahiplenmelere engel olabilir. Yeni dönemde daha dikkatli olmalıyız.

Tüm yapıp ettiklerimizden sorumluyuz. Rabbimiz; “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.” (Şura 30) buyurur. İkili ilişkilerde, teşkilat çalışmalarında, toplum içindeki davranışlarımızda ve sanal ortamlarda (facebook, twitter, instagram vb.) sorumlu bir dil kullanmalıyız. Olur olmaz her konuya yorum yapmak, her söylenene kulak kabartmak yanlıştır.

Hz. Peygamberin buyurduğu gibi “Kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter.” (Müslim 5/5 ).

Fikri müzakereler her daim kendi ortamında gerçekleştirildiğinde bizi büyütür. Ancak dikkat etmemiz gereken müzakerelerimizin mevcut gidişata zarar vermemesidir.

Fikri temelleri güçlü ve köklü olmayan hareketlerin kendi geleceği olmaz. İçinde yaşadığı topluma gelecek sunacak imkânı da olmaz.

……………………

İslam dünyasındaki üretimi, israfı, ekonomiyi ve gelir dağılımındaki adaletsizliği görmezden gelerek çözemeyiz. Bilmeliyiz ki iktisadi tevhit olmadan itikadi tevhidi yaşanılır kılamayız. Adaleti sağlamadan, zayıfı güçlüye karşı korumadan, eşitliği, paylaşmayı, merhameti, hâkim kılmadan inşa edeceğimiz bir düzen, İslam dünyasındaki zulmü, haksızlığı, adaletsizliği ortadan kaldıramaz; tersine kalıcı kılar.

Anadolu Platformu İslam’ın hak, özgürlük, onur ve adalet mücadelesinin ikamesi için vardır. Her şekilde ve her türlü zulmü reddederiz. Dini, dili, ırkı ve kimliği ne olursa olsun zalimin karşısındayız. Mazlumun da yanındayız.

Hareketimizin ayağını bastığı yer Türkiye’dir, Anadolu’dur, Van’dır, Malatya’dır, Antep’dir, Adana’dır, Osmaniye’dir, İstanbul’dur. Ve ötesinde Mekke’dir, Halep’dir, Şam’dır, Bağdat’dır, Kahire’dir, Endülüs’tür, Bosna’dır ve özgür Kudüs’dür.

Anasır-ı Osmaniye ve Memalik-i İslamiye bizim Misak-ı Millimizdir.

“Bizi Bir Arada Tutan Değerlerimizdir!”

Kazan’ı, Mağrip’i, Hind’i, Bağdat’ı, Maveraünnehir’i, Fars’ı, İstanbul’u bilmeden bir dirilişten bahsetmek mümkün olmayacaktır. Mağribin ne yana düştüğünü unuttuğumuzdan beri başımızdan yenilgiler eksik olmadı. Kendimizi batının kaynaklarından değil de kendi kaynaklarımızdan, araştırmalarımızdan okuyana kadar da bu yenilgiler bitecek gibi görünmüyor.

Elmalılı Hamdi Yazır der ki; “İnsanlık tarihi boyunca çağ katılaştığı zaman, mazlumlar zalimlerin zulmü altında parçalandığında, zayıfların sesi yönetimler tarafından işitilmez olduğunda, kadınlar, çocuklar ve zayıf bırakılmışlar diri diri ateşe sürüldüğü zaman Allah mazlumların sesini duyar, içlerinden seçilmiş bir kişiye vahyini indirir. Böylelikle mazlumlar-mustazaflar yeniden yeryüzünün yönetimine taşınır. İnsanlığın vicdanı yeniden duymaya ve işitmeye başlar. Peygamberler hep bu misyonla geldi. Hz. Muhammed (asm)’da yaşadığı çağın mazlumlarının sesi ve umudu oldu.”

Hz. Peygamberden sonra katılaşan vicdanlara yeniden dokunmak için alimler, fikir adamları, dert sahibi insanlar ve İslami hareketler gelmiştir. Biz küresel vicdanın katılaştığı, insanlığın paramparça olduğu bu çağın işiten, duyan ve gereğince amel eden vicdanı olmaya talip olmuş İslami hareketlerden biriyiz.

İbni Rüşt’ü batının insafına terk ettiğimizden beri mahzunuz. İbni Sina’yı, Cabir bin Hayyam’ı, Musa bin Meymun’u, Sühreverdi’yi, İbni Arabi’yi, Kınalızade’yi, Şah Veliyullah’ı, Cezere’yi bilmeden yeni bir varlık ortaya koyamayız.

Anadolu’ da Ahmedi Hani’yi, Niyazi Mısri’yi, Davud El-Kayseri’yi, Said Halim Paşa, İskilipli Atıf’ı, Ali Ulvi Kurucu’yu, Elmalılı’yı, Akif’i, Nurettin Topçu’yu, Cemil Meriç’i tanımadan köklü bir fikir oluşturamayız.

Meselemiz bu korkuların ortadan kaldırılması, bir travma ile yüzleşmektir. Damarlarımıza yerleşmiş bir yenilgi travması, zihinlerimizi esir almış, ufkumuzu daraltmıştır. Zamanın egemenleri bunun bilincinde olacaklar ki geçmişle ilgili nerede ise her şeyi değersizleştirme çabasına girmişlerdir.

…………………………

Dünya siyaseti ile Türkiye siyasetini ve Türkiye siyaseti ile İslam dünyası siyasetini birbirinden koparmadan konuşabilmeliyiz.

Gerek İslam ülkeleri gerek batı ülkelerinden biri ile ilgili değerlendirme yaparken; doğu-batı, Müslüman-öteki diye kategorizasyon yapmadan o ülkenin kendi tarihi koşullarını anlamak gerekir. Örneğin Mısır’ı Sisi’den, Almanya’yı Merkel’den, ABD’yi Trump’tan ibaret göremeyiz. Her ülkeyi kendi özgül koşulları ile anlamalıyız.

Türkiye’ye dönecek olursak Türkiye’de devlet, hükümet ve sivil toplum arasındaki ilişkiler ağını hem tarihsel açıdan hem de günümüz açısından sağduyulu bir şekilde anlamlandırmak gerek.

Bu üç aktör arasındaki iş birliğinin ve çatışmanın da yeni bir durum olmadığını tarih boyunca görülen bir durum olduğunu görerek soğukkanlı bir şekilde süreci yönetmeli, bir sivil hareket olduğumuzu unutmamalıyız.

İslami hareketler insani hareketlerdir. Hata yapabilirler. Islah ve reform hareketlerine katılanların sabırla ve azimle çalışması gerekir.

Acele edenler genelde şiddet yöntemine kaymaktadır. Kendi toplumuna şiddet uygulayanların nasıl bir kaotik duruma düştüklerini tarih bize çok iyi anlatıyor. Şiddete başvuranlar da neticede bu acı sonla yüzleşti.

…………………………………

Bizler çalışmalarımızla hayat içerisinde yol alırken yeryüzünde amel defterimizi açık tutacak, bize hayır, hasenat, bizden sonrakilere de yol gösterecek işaret taşları bırakmalıyız. Cami, han, medrese, vakıf, dernek, kitap, fikir, teşkilat, adanmış hayatlarla bıraktığımız işaretler üzerinde yürüdüğümüz coğrafyada izlerimiz olur. İçinde yaşadığımız şehirlerde, coğrafyada işaret taşımız yoksa, orada yokuz demektir.

…………………………………

Ahmet Hamdi Tanpınar, “Fert/birey olan insan tam değildir ve herhangi bir büyüklük fikriyle beraber yürümez. Fert halinde yani cemiyet şuurundan ayrıldıkça insanoğlu sadece bir zaaflar bütünüdür. Fert ölünce başladığı her iş onunla birlikte gömülür. Ancak cemiyette ölüm yoktur. Parça parça olsa bile, bir sonraki kendinden önce geleni tamamlar. Fert için bir bitiş olan ölüm, çok defa cemiyette bir başlangıçtır. Fert, ferdi hayatından ayrıldıkça cemiyet onu devam ettirir. Bu ayrılış, şahsiyete ait özelliklerin inkârı değil, aksine bu özelliklerin değer kazanmasıdır” der.

Bireyi önceleyen toplumlar çıkarlar üzerinden var olur. Çıkarlar, menfaatler azalınca saldırganlıklar ve huzursuzluklar artar. Oysa bizi bir arada tutan bedeli ne olursa olsun değerlerimizdir.

“Kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemeyen gerçek manada iman etmiş olmaz.” (Buhari- Müslim)

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.” (Müslim).

“Fevri ve Ferdi Davranışlar Ahengi Bozar!”

Platformumuzun içinde çeşit çeşit insan var. Hepsi bir bütünü oluşturuyor. Şahsiyeti yok etmeden ve çeşitliliği tek tipleştirmeden bütünü korumaya devam etmeliyiz. Fevri ve ferdi davranışlar ahengi bozar.

Biz sırasıyla nefsimizin, ailemizin, kurumumuzun, çalışmalarımızın muhasebesini yapmazsak yapılan çalışmalar kısır kalır. Bizim çalışmalarımız geleceğin başka çalışmalarının tohumunu içinde taşımalıdır. On yıl önce yaptıklarımızdan ders alarak şimdiye geldik, taakkul ile yürüdük.

İslam dünyası, akletmenin temel aktivite olduğu zamanlarda olduğu gibi bütün dünyanın kültürünü ve düşüncesini nasıl harmanlamış ve gözden geçirmişse bugün de akletmeyi yenilemeli ve düşüncenin önemini hesaba katarak yöntemini oluşturmalıdır. Düşünce ile buluşmadan oluşturulacak her yöntemin nakıs olacağı önceden bilinmelidir.

Bağ kuramayan akıl, akıl denmeyi hak etmez. Akıllı olmayan insan başkalarıyla da bağ kuramaz. İstişare bağ kurmamızı sağlar ve bizi güçlendirir. Kişi merkezli çalışmalar düğümlenir.

Her biriniz farklı şehirlerden büyük çaba ve fedakârlıklardan süzülerek önemli bir misyonu ifa etmek amacıyla geldiniz. Vereceğiniz kararların hareketimiz, ülkemiz ve İslam dünyası için hayırlar getirmesini Rabbimden niyaz ediyorum. Hepinize tek tek teşekkürlerimi sunuyorum. Haklarınız helal etmenizi diliyorum.